ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR
TEK ADAM
Cilt 3, sayfa 175 vd.
-
TARİKAT
-
Tarikat: Tasavvufa dayanan Tanrı’ya ulaşmak için kendilerine göre bazı yöntemleri benimseyen yollardan biridir.
-
Tasavvuf: Tanrı’nın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği anlayışıyla açıklayan dini ve felsefi akım. İslam mitizmi.
-
Mezhep: Bir dinin görüş, yorum ve anlayış ayrılıkları sebebiyle ortaya çıkan kollardan her biri.
İnsan olduğu yerde kalmayan daha değişik bir düşünce ortamında kendine özgü yer arayan bir varlıktır. İnsanlar (birey) içinde yaşadığı toplulukta yerleşmiş inançlarla sınırlanmıştır. Bu yerleşmiş inançlar bireyi aşar. Onun arzu ettiği şekilde değişmez. En güçlü yönetimler bile inanç ortamını değiştirmeyi başaramaz. Değiştirme girişimi inancın niteliğine göre tepki ile karşılanır. Bu durumda yönetim daha güçlü bir tabana basmak amacıyla en yaygın inanç kurumuna dayanmayı tercih eder. Bu inanç kurumu yönetimin bağlandığı inanca karşı olsa bile egemenliği sürdürmek için araç gibi kullanılır.
Özellikle ortaçağ bu tür olayların bir birimi izlediği yaşam düzeyidir. Buna tarikat mezhep bağlantısında görmekteyiz. Söz gelişi Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Ahilikle uzlaşan padişahların ardından gelenler birden bire koyu Sünni tarikatlarla ilişki kurdular. Yavuz Selim’le halifeliğin Osmanlılara geçmesine karşın Kur’anda hadislerde bulunan bir din görüşünü benimsediği görünüşte şeriatçı tarikatlar saray çevresinde değer kazandı. Geleneğe göre halife olan padişahlar tarikatçı oldular. Oysa geleneğe göre halife olan padişah yeryüzünde Tanrı’nın gölgesi diye nitelenir.
Tanrı’nın gölgesi tarikatçı olabilir mi? Dahası halife tarikatçı olursa onun bağlandığı tarikatın dışında kalanların durumu ne olur? Şeriatı olduğu gibi benimseyip, yeterli bulduktan sonra tarikatın gereği nedir? Demek tarikat şeriatta birtakım eksiklikler buluyor. Bu durumda sorunun çözümü ne olabilir? Halifelik şanını taşıyan bir padişahın bir tarikat şeyhine bağlanması nasıl açıklanır? Ölçü nedir?
Şeriatta dünya işlerinden el çekerek çalışmadan yaşamak yoktur. Bütün insanların çalışmaları geçimlerini sağlamaları ve bu arada şeriat kurallarını da yerine getirmeleri gerekir. Oysa tarikatta toplumdan uzaklaşmak yalnız tanrı adlarını anarak gün geçirme vardır. Şeriatta toplu anış (zikir) adıyla gece yarılarına kadar hu çekmek, sallanma yok, tarikatta var. Şeriatta insanı putlaştırmak suçtur. Tarikatta geçerlidir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Örneğin; hiçbir tarikat şeyhinin tahsili icazeti ve sanatı yoktur. Tüm eylemleri güç sahiplerinin etrafında kümelenip nemalanmaktır. Neresinden bakarsanız bakın topluma zarardan başka bir katkıları olmaz, olamaz. İslam dininin doğuşundan sonra Kur’an ile hadisin yorumunda açıklanışına göre ayrılıklar ortaya çıktı. Temel ilkelerde değil de genellikle uygulama ayrıntılarında beliren görüşlerden dört büyük mezhep doğmuştur. Bunlar da Hanbeli, Maliki, Hanefi ve Şafi mezhepleridir. Bunlarda görüş ayrılıkları genelde tapım biçimleri ile fıkıh (hukuk) anlayışında görülür.
Peygamber yaşadığı sürece duruma göre bir takım değişik davranışlarda bulunmuştur. Onun ölümünden sonra davranışların yasallaşması kurallaşması yoluna gidildi. Peygamberin yaptığını yapmak, söylediğine uymak diye açıklanabilen bu değişiklikler sonradan birer yol (mezhep) niteliğinde kurumsallaşmıştır. İşte dört mezhebin kaynağı budur.
Dört mezhebin yaygınlık kazandığı yerlerde yaşayan insanların doğal durumu da birbirine benzemez. Söz gelişi Kuzey Afrika’da yaşayan Müslüman topluluklarla Hindistan’da yaşayanların yaşam koşulları özdeş değildir. Ahmet bin Hammeli Bağdatlı, Ebu Hanife Kabilli, Malik bin Enes Medineli, İmam Şafii Gazzeli’dir.
Bunlardan başka Selefiye, Muturidiye ve Eş’ariye adlı üç mezhep daha var ise de İslam ülkelerinde yaygın olan ilk dördüdür. Netice olarak şu söylenebilir; olayları yaratan odaklar çağlar boyunca kendilerini başarı ile gizlemiş toplumun durumuna göre faaliyetlerini sürdürme imkanı bulmuşlardır. Olayların biçimi onları yöneten odakların tutumu hiç değişmemiştir. Öte yandan bu odakların dayandığı şeriatın Kur’andan kaynaklanan ilkelerine bir kez bile uyulmamıştır.
Toplumun ve idarenin güçlü olduğu dönemlerde sesini çıkaramayan dinci odaklar toplumun bunalımla yüz yüze geldiği dönemlerde güçlü görünme isteği ile ortaya çıkmış sarsıntıya sarsıntı katmayı başarı saymışlar.
1789’dan sonra 1876’ya kadar süren dinci olayların temelinde yeniliğe eğilim gösteren padişahları devirme girişimleri saklıydı. 1919’da başlayıp 1920’ye ulaşanlarda Kurtuluş Savaşı’nı başarısızlığa uğratma, 1920’den 1924’e gelenlerde halifeliği kurtarma 1924’ten sonraki hareketlerin hepsinde Atatürk devrimlerini geçersiz kılma şeriat devleti kurma tanzimattan önceki duruma dönme eğilimleri egemendir.
TASAVVUF TARİKATLAR, MEZHEPLER TARİHİ
İSMET ZEKİ EYÜBOĞLU
-
ŞEYTAN ZAPTI
Bir kızı bir ejderhanın yemeye çalıştığını gören bir delikanlı, olaya müdahale ederek canavarı etkisiz hale getirerek kızı kurtarır. Mutlak ölümden kurtulan kız “Ben peri padişahının kızıyım. Şimdi seni babama götüreceğim. Babamın sonuçtan memnun olacağı kesindir. Bu itibarla seni ödüllendirecektir. Sakın babamın parmağındaki yüzükten başka bir şeye razı olma. Babam yüzüğü talep ettiğin için kızacaktır. Ama talebinden asla dönme” diye delikanlıyı uyarır.
Kızla delikanlı peri padişahının sarayına varırlar. Kız babasına olayı anlatır. Sonuçtan memnun olan padişah delikanlıya “dile benden ne dilersen” der. Delikanlı “sağlığınızı dilerim efendim” derse de padişah “sağlığımdan sana bir fayda olmaz. Başka bir istekte bulun” der. O zaman talimatlı olan delikanlı “eğer hoş görürseniz parmağınızdaki yüzük çok şıktır onu isterim” der. Padişah hiddetle “evladım başka bir şey iste” derse de delikanlı isteğinden vazgeçmez. Bunun üzerine padişah çar naçar yüzüğü çıkarır ve verir.
Yüzüğü alan delikanlı babasının evine gider. Baba oldukça varlıklıdır. Ama o derece de sıkı ve pintidir. Delikanlı bakar ki baba evinde düzen değişmiş. Evde şölen var. Misafirler, yemekler, etli ve tatlılar bol mu bol. Babasına durumun neden böyle değiştiğini sorar. Baba “kazancın yeteri kadar yenmesi lazım zira kefenin cebi yoktur” der. Delikanlı döner padişahın yanına durumu anlatır ve sebebini sorar. Padişah senin babanın varlığı şeytan zaptında idi ve bunun da emniyet sübabı sana verdiğim yüzüktü. Biz yüzüğü elimizde tutmakla babanın varlığını da koruyorduk. Bundan sonra evinizdeki yaşam gördüğünüz gibi devam edecektir. Müsterih ol evladım diyerek delikanlıyı selametler.
-
İBRAHİM ETHEM
İslam tarihinde İbrahim Ethem diye bir emir yaşamıştır. Emir devlet işleri arasında birçok zamanını avlanmakla da geçirir. Emir ava çıkarken çok nadide gıdalardan av azığı hazırlanır. Av günlerinde bir gün hazırlanmış nevaleyi yemek üzere çıkınını açar o gün nevalenin içinde bir de kaz eti vardır. Daha bir lokma bile almadan bir kartal gelir. Kaz etini pençesi arasına alarak havalanır. Buna hem üzülen ve hem de kızan emir derhal atına binerek kartalı takibe başlar. Kartal havada Emir yerde bir müddet yol alırlar. Kartal bir ormanlık içindeki sarp bir yere kaz etini bırakır ve başka istikamete uçuşuna devam eder. Emir kaz etinin bırakıldığı yere güç bela çıkar. Görür ki kaz etini bir kör kurt yemektedir. Emir kör kurdun kısmetini veren Allah ben kulununkini neden vermesin diyerek emirliği ve idareyi bırakır. Bir hırka bir lokmaya kanaat ederek kendini Allah’a verir.
Israrlar, ricalar kar etmez. Bir ırmak kenarında yaşamını sürdürerek niyaz eder. Emirliğinde bir erkek çocuğu vardı. Baba bebekken onu da terk eder. Çocuk büyür. Delikanlı olur ve annesine babasının kim olduğunu ısrarla sorar. Evvel emirde anne söylemek istemez ise de delikanlının baskısına dayanamayarak “senin baban ırmak kıyısındaki derviştir” der. Delikanlı babasını görmek umudu ile ırmak kıyısına gider ama baba Allah’a yalvararak “Alemlerin Rabbi, kalbimdeki iki sevgiden birisini al” der. O anda Allah çocuğun ruhunu gasbeder. Dervişe de der ki; “Evlat sevgisini aldım kalbinden. Kal Tanrı sevgisi ile yaşamına devam et” der. Ve derviş uzun yıllar o hayatına devam etmiştir.
-
BEKTAŞİ İLE HOCA
Bugün olduğu gibi eskiden cami imam ve müezzinin ikameti için cami avlusu içinde ve cami yakınında müştemilat denen yapılar vardı. Tabi buralarda esnaf dükkanları da vardı. Bir de parasız ve gariplerin yıkanması için cami avlusunda gusülhaneler bulunurdu.
Bektaşi cami yakınında dükkan işletir. Namaz niyaz hak getire. Ömründe alnı secdeye varmamıştır. Ama Allah’a candan bağlıdır. İbadeti de Yarabbil Alemin hikmetinden sual olunmaz. Bir günü bin gün, bin günü de bir gün yaparsın diye niyaz eder. Ama hoca bu ifadeye mugber olursa da ses çıkarmaz veya çıkaramaz.
Bir Cuma günü bir gusül abdesti alayım da cemaate daha temiz vücutla namaz kıldırayım diye gusülhaneye girer. Bilindiği gibi yukarıdan aşağı vücuda su dökülmesinde insanlar refleks olarak gözünü kapatır. Hoca gözünü açtığında kendisini çırıl çıplak ve de kadın olarak ırmak kıyısında bulur. Bir çoban da kendisine doğru gelir. Çobana “gelme ben kadın ve çıplağım” der ise de tabii kanun hükmü icra eyler çobanla kadın evlenir. Üç tane çocukları olur.
Günlerden bir gün ırmakta çocukları yıkar. Kendisi de yıkanmak üzere suya girer. Gözünü açsa ki caminin gusülhanesindedir. Müezzin daha ezanı bitirmemiştir. Alelacele yıkanıp, giyinir ve cemaate namazı da kıldırır.
Camiden çıkınca Bektaşi yine malum zikrini yapar. Yarabbil Alemin hikmetinden sual olunmaz bir günü bin gün bin günü de bir gün yaparsın derken Hoca tasdik, baba erenler tasdik der. “İstersen tasdik etme de üç çocuğu getireyim” der Bektaşi.
-
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI
Bir memleketin kültür ve tabiat varlıkları ne kadar çoksa o memleket o derece zengindir. Tabiat varlıklarından Denizler, Uludağ, Erciyes ve Palandöken gibi kayak merkezleri. Doğuda Muş ve Iğdır ovaları, güneyde Çukurova, Ege’de Menderes ovası, kuzeyde Çarşamba ve Bafra ovaları gibi gıda ambarları. Bu ovaları sulayan ırmaklar üzerlerine kurulan barajlar da kültür ve tabiat varlıklarıdır.
Edirne’de Selimiye, İstanbul’da Süleymaniye ve Sultanahmet Camileri. Selçuk’ta İsabey Camii ilk pencereli cami. Doğubeyazıt’ta İshak Paşa Sarayı, Erzurum ve Sivas’ta çifte minareleri ile hem yeryüzünü hem de gökyüzünü süslerler. Antik kentler kültür varlıklarımızın yer altı hazinesidir.
Yüz bine yakın cami, medrese, türbe ile mezarlıklar, kümbetler, köprüler, hamamlar ve bunlara benzer kültür varlıkları yurdun tapusudur. Mezarlıklarda türbelerde yatan ulu kişiler de bu tapuların sahibidirler. Bu kişiler sağlığında şu veya bu nedenle Vatan’a çok varlıklar sağlamışlardır. Ama bunlar şimdi muhtacidede. Bazılarının sandığı gibi her derde deva değildirler. Ancak ahrette şefaatleri beklenir. Bunlar ölü oldukları için halen Fatiha ve İhlas’a muhtaçtırlar.
Söylenceye göre, Ankara Savaşı’nda Sivas’ı alıp, Ankara’ya gitmekte olan Timur Kayseri’yi de istila etmeyi düşünür. Şehre kuzeyden giriş yapmak ister ama Hacı Kılıç Camiindeki mezarlardan bir kol şehre giremezsin manasında yolu keser. Timur hemen ordusuna emir vererek kuşatmayı kaldırır. Bu keramet sadece Kayseri’ye mahsus değildir. Tapunun sahipleri her zaman vazife başındadırlar.
DURDU NEVRUZ’UN DERLEDİĞİ
DÜŞÜNCE, ŞİİR VE GÖRÜŞLER
Silkinince ansızın Bu ikinci imtihan
Değişir şekli kızın Adın ne senin çoban
Kuş olup uçar konar İnci yanar ansızın
Hancının konağına Değişir şekli kızın
Çoban bakar ah eder Her inci bu sefer de
O da bu sihri meğer Bir başka bir çiçek olur
Biliyormuş eskiden Canlanır hemen yerde
Bir kafes olur hemen Boş kalan sedeflerde
Bu güzel kızı alır Birer kelebek olur.
O anda kucağına
Bu birinci imtihan Bir yanda öyle renk renk
Bunu kazandın çoban Açılırken çiçekler
Bir yanda titreşerek
Kuş silkinir ansızın Dolaşır kelebekler
Değişir şekli kızın
İnci olur bu sefer Bu sonuncu imtihan
Saçılır birer birer Tanıdım seni çoban
Hakanın ayağına Anladım şimdi kimsin
Kafeste her yerinde Sen beni ta eskiden
Dağılıp düşer hemen Sevip sonra terk eden
Bir sedef olur, alır Vefasız sevdiğimsin.
İnciyi kucağına
ORHAN SEYFİ ORHON
TÜRK EDEBİYATI
Sayfa 647, cilt I
PERİ KIZI İLE ÇOBAN
Oğuz Han zamanında bir peri kızı varmış. Onun gönlünü ve güzelliğini görenler hemen aşık olurlarmış. Ama o gönlünü kimseye kaptırmazmış. Oğuz Han ona bir gün kendisine bir eş seçip evlenmesini buyurur. Peri kızı olur der ama bir şartla kendisine talip olanları bir sihirli oyunla deneyecek ve ancak kazananla evlenecektir. Çok beyler hanzadeler peri kızı ile evlenmeye gelirler. Ama denemeyi kazanamayıp geri dönerler en sonunda bir çoban görünür. Kızın bütün sınamalarına başarı ile karşı koyar ve peri kızını alır.
FAHRİYE ABLA
Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar
O Afyon ruhu gibi baygın mahallede
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen
Hülyasından geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ok gerdanınla
Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla
Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede
Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede
Bahçede akasyalar açardı baharda
Ne şirin komşumuzdun sen Fahriye Abla
Önce upuzun sonra kesik saçın vardı.
Tenin buğdaysı boyun bir başak kadardı
İçini gıdıklıyordu bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin
Açılırdı rüzgarla kısa eteklerin
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla
Ne çapkın komşumuzdun sen Fahriye Abla
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya
Bilmem şimdi hala bu ilk kocanda mısın?
Hala dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak geçmiş gönlüm hatırlasın
Ne vefalı komşumsun sen Fahriye Abla
AHMET MUHİP DRANAS
Vardım ki yurdundan aşağı göçülmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar sikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı
Hangi bağda bulsam ben o merali
Hangi yerde görsem çeşmi gazali
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Kaçmış dağdan dağa yoktur durağı
Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevkü şevk ehlini ahu zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni derd elinden her zaman ağlar
Vardım ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı
BAYBURTLU ZİHNİ
Dostları ilə paylaş: |