11. BÖLÜm toplumsal etki ve uyma



Yüklə 169,07 Kb.
səhifə3/4
tarix03.05.2018
ölçüsü169,07 Kb.
#49950
1   2   3   4

Bağlanmışlığın Etkisi

Uymayı etkileyen diğer bir etmen, bireyin başlangıçtaki yargı ya da düşüncesine bağlanma ya da bağlanmışlık derecesidir. Bağlanmayı, kişi için bir konumdan vazgeçmeyi güçleştiren, onu düşünce ya da konuma bağlayan güçlerin bir toplamı olarak tanımlayabiliriz. Alışılmış olarak bağlanmayı, bireyin bağlanmıştık duyguları açısından düşünürüz. Fikrini değiştirmede kendisini özgür hissetmekte midir, yoksa belirli bir nedenle onu değiştirememekte ya da değiştirmemeli midir?

Başlangıçtaki yargı ya da fikre bağlanmışlık durumu yaratmanın birçok yolu vardır. Denek yargısını bir yere yazabilir, başkalarının önünde yüksek sesle söyleyebilir, ya da hem kendi ve hem de başkalarının gözünde fikrini, kendisine bağlayacak herhangi bir davranışta bulunabilir. Standart Asch; koşullarında, denek başlangıçtaki yargısına çok az bir bağlılık hissetmektedir. Uyaranlara bakmış ve büyük bir olasılıkla, bir yargıya varmıştır. Bu yargısını yüksek sesle söylememiş, bir yere yazmamış, ya da herhangi bir biçimde-.somut bir karara varmamıştır. Fikrini değiştirdiğinde küçük-düşmeyecektir; yanıldığını ya da zayıf bir kişi olduğunu kabul etmek zorunda kalmayacaktır. Doğru olduğuna inanma dışında, kişi için başlangıçtaki yargısına bağlı kalmanın bir nedeni yoktur. Bu koşullar altında, uymanın en..yüksek düzeyde gerçekleştiği görülmektedir.

Denek bir kez fikrini başkaları önünde söyledikten sonra, ona daha fazla bağlanmış olur. Eğer ilk düşüncesini başkaları biliyorsa, değiştiğini de bileceklerdir. Buna uygun olarak, grubun geri kalan üyeleri grup baskısına boyun eğdiğini, inandıklarını savunmaya cesaretinin bulunmadığını vb. düşünebilirler. Bireyin kendisi böyle hissedecektir. Öte yandan, düşüncelerini hiç bir zaman somut hale getirmemişse, kendisini başlangıçtaki düşüncesinin yalnızca bir ilk izlenim olduğuna, hiçbir zaman ondan emin olmadığına, üzerinde dikkatle düşündükten sonra değiştiğine inandırabilir. Böylece kişi bir kez kendisini bir fikre bağladığında, grup baskısı karşısında gerilemeye daha isteksiz davranmakta ve daha az uyma davranışı göstermektedir.

Deneğin ilk yargısına bağlanmışlık derecesi Deutsch ve Gerard (1955) tarafından yapılan bir araştırmada değişimlenmiştir. Bazı denekler (bağlanmamışlık koşulu) uyaranları görmüş fakat vardıkları yargıya ilişkin olarak grubun geri kalan üyelerinin yargılarını işitinceye kadar ne başkalarına ne de kendilerine bir şey söylemişlerdir. Diğerleri, başka herhangi bir yargıyı işitmeden önce, yanıtlarım bir yazboza yazarak en düşük derecede bir özel bağlanmışlık durumuna girmişlerdir. Yazboz, bir grafit tabakası üzerinde bir parça selofan bulunan herkesin bildiği bir çocuk oyuncağıdır. Kişi selefon üzerine yazdığı bir grafite baskı yapar ve sözcükler ortaya çıkar. Selefonu kaldırma sözcüklerin kaybolmasına neden olur. Bu koşulda (kendi kendine bağlanma, yazboz), denekler yanıtlarını yazboza yazdılar, diğerlerinin yanıtlarım dinlediler, kendi tepkilerini belirttiler ve sonra da yazbozu sildiler. Üçüncü bir koşulda (güçlü kendi kendine bağlanma), denekler yanıtlarını toplanmayacağını bildikleri bir kâğıt üzerine yazdılar ve altını imzalamadılar. Son olarak, bir de kamu önünde bağlanma koşulu vardı, bu koşulda denekler tepkilerini bir kağıt parçası üzerine yazdılar, imzaladılar ve çalışmanın sonunda bunların toplanacağını biliyorlardı. Böylece, dört bağlanma düzeyi oluşturulmuştu: bağlanmasız; özel bağlanma; yazboz üzerinde bağlanma; özel, yazılı bağlanma ve kamu önünde bağlanma.

Sonuçlar Çizelge 1 l-3.'de verilmiştir. Açıkça görüldüğü gibi, bağlanma uymayı azaltmaktadır. Deneklerin ne yazdıklarını hiç kimsenin öğrenemeyeceğini bildikleri yazboz koşulu bile, bağlanmanın hiç olmadığı koşuldan daha az uymaya yol açmıştır. Daha güçlü bağlanmaların uymayı daha da azalttığı görülmektedir. İlginç bir biçimde, kamu önünde bağlanma ile güçlü özel bağlanma arasında, belki de, ikincinin uymayı zaten iyice düşüren güçlü bir bağlanmaya neden olması yüzünden, bir fark görülmemiştir.

Biraz daha farklı bir bağlanma türü, uyma davranışının kendisi ile ilgilidir. Şu ya da bu nedenle, ilk birkaç denemede uymayan bir kişi, gruba uymayan davranışına daha bağlanmış duruma gelmektedir. Benzer biçimde, başlangıçta uyma gösteren birisi, bu uyma davranışına daha bağlanmış hale gelmek eğilimindedir. Kendisine güç yargılar verilerek bireyin başlangıçta uyması sağlanabilir. Sonradan kendisine kolay problemler verildiğinde, uymaya devam etmek eğiliminde olduğu görülmektedir. Öte yandan, eğer başlangıçta kendisine kolay problemler verilir de, o diğerlerinin açıkça yanlış görünen yargılarına uymazsa, sonradan güç problemler verildiğinde bile bağımsız kalmayı sürdürecektir.

Bu sonuç, tepki ya da yanıtlar başkalarının önünde verildiğinde, özellikle doğrudur. Başkaları bir deneğin tepkilerini bildiklerinde, onun uyup uymadığını da bilirler. Bu, onun uymacı ya da bağımsız görüşe bağımlılığını arttırır. Böyle, yüz yüze bir durumda, önceki denemelerde uyan bir kişi uymaya devam eder ve önceki denemelerde uymayan bir kişi de deney boyunca bağımsızlığını sürdürür. Yüz yüze olmayan bir durumda, bu etkinin gücü daha azdır ve gerçekten, çoğu denek için daha sonraki denemelerde daha fazla uyma eğilimi gözlenmektedir. Dolayısıyla, bağlanma ya belirli bir yanıta, yargıya olabilir (örneğin A çizgisi doğru yanıttır gibi) ya da bir davranış türüne (örneğin, uyan davranış gibi) olabilir.



Bireyin Özelikleri

Buraya kadar grupla ya da durumla birlikte değişen etmenler üzerinde durduk. Bunlar bütün bireyler üzerinde büyük ölçüde aynı biçimde işlemek eğilimindedirler. Ek olarak, her bireyin kendisiyle birlikte duruma getirdiği değişkenler vardır. Aynı durumda bile insanların gösterdikleri uyma derecesi bakımından çok büyük bireysel farklılıklar vardır. Bazı insanlar denmelerin yüzde yüzünde uyarlar; diğerleri hiç bir denemede uyma göstermezler. Uymacı ve uymamacılar arasındaki farklar nelerdir?

İlk olarak, bu değişken üzerinde yalnızca birkaç kontrollü deney yapılmış olmakla birlikte, öyle görülüyor ki, farklı uluslardan insanların gösterdiği uyma düzeyinde farklılıklar vardır. Örneğin, Norveçlilerle Fransızlar arasında yapılan doğrudan bir karşılaştırma (Milgram, 1961) değişik bir dizi durumda ve değişik türden bir dizi denekle, Norveçlilerin, Fransızlardan daha fazla uyma davranışı gösterdiklerini ortaya koymuştur. Bunun niçin böyle olduğu tam anlamıyla açık değildir. Fakat Fransız yaşamında bireysellik üzerindeki geleneksel vurgu, güçlü toplumsal sorumluluk duygusu ve Norveç toplumunda görülen güçlü grupla özdeşleşme eğilimi ile tutarlı görünmektedir.

Bir başka çalışmada (Frager, 1970) Japon öğrencilerin Amerikalı öğrencilerden daha bağımsız davranış gösterdikleri görülmüştür, örneğin; bilinçli olarak, yanlış olduğu zaman bile, azınlığı destekledikleri gözlenmiştir. Uymama ya da bağımsız davranma ayrıca yabancılaşma -çağdaş Japon toplumunun reddi ve Japonya'nın geçmişine büyük özlem- ile de ilgili bulunmuştur. Schneider (1970) beyaz çoğunluk içinde, siyah çoğunluk içinde olduğundan siyah ve beyaz çocukların daha fazla uyma gösterdiklerini ortaya koymuştur. Ancak, konu ile ilgili diğer çalışmalarda olduğu gibi, bu çalışmada yaygın ırksal önyargının siyahları beyazlardan daha boyun eğici olmaya zorladığı denencesine karşın, siyah çocuklarda beyazlardan daha uymacı bir eğilim görülmemiştir. Başka etnik ve alt gruplar arasında da oldukça büyük farklılıkların bulunması olasılığı vardır. Bunlardan bazıları büyük ölçüde uyma eğilimi gösterirken, diğerleri göreli olarak daha az uyma eğilimi göstereceklerdir.

Ayrıca, bir toplum içinde bireylerin gösterdiği uyma dereceleri bakımından da büyük farklılıklar vardır. Bu sorunla ilgili olarak bir dizi çalışma yapılmıştır ancak, sonuçlar zayıf ve tutarsızdır. Etnik ve ulusal farklılıklar dışında, uyma davranışını tutarlı olarak etkiledikleri gösterilen başka bireysel etmenler yoktur. Zekâ, eğitim, kendine saygı duygusu ve benzerlerinin insanları daha bağımsız kılmaları ve uymayı azaltmaları gerektiğine inanmak eğilimindeyizdir. Ancak, kanıtlar bu sezgileri desteklememektedir. Bu etmenlerin daha az uymaya yol açtığına ilişkin bazı belirtiler vardır. Fakat sonuçlar çelişkili ve zayıftır. Şimdilik ne uymacı bir tipten ve ne de uymacı davranışla açıkça ilişkili belirli kişilik özelliklerinden söz edilebilir.
Cinsiyet Farklılıkları

Birçok yıl sanki daha önce söylenenlerin tek istisnası kişinin cinsiyeti imiş gibi görünmüştür. Birçok yıl boyunca gerçekleştirilen çalışmalarda kadınların erkeklerden daha uymacı davrandıkları görülmüştür. Julian ve arkadaşları (1966) tarafından yapılan bir çalışmada geniş bir dizi deneysel koşulda kadınların % 35'i uyma davranışı gösterirken, erkeklerin yalnızca % 22'si uyma davranışı göstermiştir. Daha sonraki bir çalışmada (Julian ve ark., 1967) karşılaştırabilir sonuçlar (kadınlar için % 28, erkekler için de % 15) elde edilmiştir. Bu sonuçlar 1950 ve 1960'ların ilk yılları boyunca yapılan ve hemen hemen değişmez olarak kadınları erkeklerden daha uymacı bulan çalışmaların sonuçlarını temsil ederler. Bu bulgu, çoğu kez, kadınlarda uymacılık ve boyun eğicilik yönündeki kültürel reçetelerin öteki kişilik değişkenlerine ağır bastığının kanıtı olarak yorumlanmıştır.

Uyma derecesi bakımından erkeklerle kadınlar arasındaki bu fark yıllarca, aşağı yukarı, yaşamın bir olgusu_olarak yaygın bir biçimde kabul edilmiştir. Ancak, son yıllarda gözlenen Kadınlar Akımı (Women's Liberation Movemet) olası ince ayrımlara ve kadınlara karşı haksız davranış biçimlerine ilişkin bilinci yükselmiştir. Bu da sırasında, araştırmacıların kadınların doğalarında daha uymacı olup olmadıklarını ya da uymacılıklarının başka etmenlerin sonucu olup olmadığını ortaya çıkarabilmek için uyma durumuna daha yakından eğilmelerine yol açmıştır. Özellikle bazı araştırmacılar, daha önceki bulguların kadınlar arasında daha büyük bir boyun eğme eğilimini yansıtıp yansıtmadığına, ya da bunların erkeklerce yapılan deneylerde kadınların, doğal olarak, özellikle uzman olmadıkları ya da haklarında kendi yargılarına güvenemedikleri erkekçe malzemenin kullanılmasından kaynaklanıp kaynaklanmadığına dikkati çekmeye başlamışlardır.

Bu kuşku, erkekçe malzemelerin kullanıldığı denelerde, kadınların, kadınca malzemelerin kullanıldığı deneylerde ise erkeklerin daha uymacı olduğu yönündeki denenceyi sınamak için kullanılan malzemenin cinslerle ilgililiğin değişimlendiği çalışmalara yol açmıştır. Kadınlar spor, arabalar ve politika konularında daha uymacı olabilirlerken, erkekler de moda, pişirme, parfümler, çocuk bakımı ve normalde dişi cinslik rolü ile ilişkili görülen öteki konularda daha uymacı olabilirler. Sistrank ve McDavid (1971) bu denenceyi büyük bir dikkatle sınamışlardır. Günlük fikir ve gerçeklere ilişkin değişik bir dizi cümleden oluşan bir cümleler listesi ile işe başlamışlar; sonra 53 denekten bunları cinslerle ilgililikleri açısından değerlendirmelerini istemişlerdir. Bu deneklerin en az % 80'inin erkekler için, kadınlar için olduğundan daha ilginç ve uygun olarak değerlendirdikleri cümleler "erkeksi" cümleler olarak kullanılmış ve benzer bir kesim noktası da "kadınsı" cümleleri seçmek için kullanılmıştır. Bütün bu cümleler (bazı nötr doldurucu cümlelerle birlikte) daha sonra dört ayrı deneyde Florida'daki lise ve üniversitelerden 270 yeni deneğe verilmiştir. Her cümle ile ilgili olarak uydurulmuş bir "çoğunluk görüşü" verilmiş ve deneğin uymacılığı bu "çoğunluk görüşüne" katılma derecesine bakılarak ölçülmüştür.

Sonuçlar çizelge 11-4 görülmektedir. Dört deneyin dördünde de kendi başına anlamlı hiçbir cinsiyet etkisi bulunamamıştır. Kadınlar anlamlı olarak erkeklerden daha uymacı görünmemişlerdir. Mötr cümlelerde, iki cins hemen hemen tümüyle eşit derecede uyma göstermişlerdir. Ancak erkekler kadınların ilgi alanına giren cümlelerde, kadınlarda erkeklerin ilgi alanına giren cümlelerde daha uymacı davranmışlardır. Böylece, uyma açısından, genel olarak, erkeklerle kadınlar arsında temel bir farklılık olarak görülen bu olgunun yalnızca özel deneysel koşulların bir işlevi olabileceği anlaşılmıştır. Uyma ile ilgili araştırmaların çoğunu yapan erk araştırmacılar cümleleri, daha uymacı olduklarını göstererek kadınlara karşı ayrımcılık yapmak için seçmemiş olabilirler. Fakat araştırmaları erkekler yaptıkları için, daha iyi tanıdıkları cümleleri seçmiş ve böylece, bilmeden yanlı bir durum yaratmış olabilirler. Bugüne kadar temel cinsel farklılıkların varlığı olasılığını tümüyle ortadan kaldırmak için yansız cümleler kullanan yeteri kadar araştırma yoktur, fakat bu son araştırmalar bu konuda önceki bulguları oldukça kuşkulu duruma getirmiştir.

UYMA VE BOYUN EĞME
Uyma bu bölümün girişinde değindiğimiz daha genel bir sorunun -insanların istemedikleri bir davranışta bulunmaları nasıl sağlanabilir?- sınırlı bir örneğidir. Söz birliği etmiş bir çoğunluk biçiminde toplumsal baskı bunun bir yoludur ve gördüğümüz gibi, bu baskının etkililik derecesini birçok etmen belirler. Fakat insanların uymalarını sağlamanın birçok başka yolu vardır.

Ödül, Ceza ve Tehditler

Daha büyük bir uyma sağlamanın bir yolu, istenen davranışta bulunmaya zorlamak için birey üzerindeki dış baskıyı arttırmaktır. Ödül ve cezalar iyi bilinen uyma araçlarındandır. On iki yaşındaki oğullanma sigara içmemesini isteyen bir ana-baba genellikle tehdit ya da rüşveti kullanır. Harçlığını kesmekle, dövmekle ya da eğer boyun eğmezse (itaat etmezse) onu çok sevdiği TV programından yoksun bırakmakla tehdit eder. Sigara içmezse daha fazla harçlık ya da TV zamanı sözü verebilir. Üçüncü bir seçenek gruba, mantığa seslenme ve tartışmadır. Çocuğa, sigara içmesini islememelerinin tıpsal nedenlerini, ya da sigaranın kendisine yakışmadığını, çirkinleştirdiğini, kısaca, onu ikna edeceğine inandığı başka her şeyi söyleyebilir. Bütün bu yöntemler etkilidir. Bir deri kremi reklamı için 10.000 dolar teklifi alan yüzü sivilceli bir kişinin televizyona çıkıp yaralı yüzünü göstermesi olasılığı, aynı durumda olup da yalnızca bir dolar teklifi alanınkinden daha fazladır. LSD'nin beyinde onarılması olanaksız zararlara ve psikoza neden olabileceği söylenen bir kişinin LSD almaktan kaçınması olasılığı, yalnızca uyuşturucu etkisinin bulunduğu söylenen bir kişiden daha yüksektir (kuşkusuz ikisinin de söylenenlere inandıkları varsayımı ile). Belirli sınırlar içinde tehdit ya da mantıksallık arttıkça uyma da artacaktır.

Uyma davranışı ayrıca modelden öğrenme ve taklitten de etkilenebilir. Başka birçok davranışta da olduğu gibi, birey bir başkasının yaptığını gördüğü şeyi yapmak eğilimindedir. Bir saldırganlık durumunda, eğer diğer kişi saldırgan davranırsa, birey de daha saldırgan olmak eğilimindedir; diğer kişi saldırgan değilse, bu, bireyin saldırganlığını azaltacaktır. Eğer birey birisinin yüksek düzeyde uymacı davranışlarına tanık olursa, başka türlü olabileceğinden daha uymacı eğilimindedir. Tersine birisinin uymadığına, bağımsız davrandığına tanık olursa, başka türlü olabileceğinden daha az uyma eğiliminde olacaktır. Bu tür bir etki Bryan ve Test (1967), Grusec (1970) ve başkaları tarafından oldukça iyi bir biçimde ortaya konulmuştur.

Ancak, hiç değilse boyun eğme için, modelden öğrenmenin etkisi biraz daha sınırlı görünmektedir. White (1972) para bağışlayan birisini taklit etmenin, deneğin kendisinin para bağışladığı durum la karşılaştırıldığında, bağışlarda daha küçük bir artışa yol açığını göstermiştir. Ayrıca, Grusec (1970) etkili olabilmek için modelin gerçekten davranışta bulunmak zorunda olduğunu, yalnızca, davranış hakkında konuşmanın yeterli olmadığını ortaya koymuştur. Grusec'in deneyinde denekler ya ödülleri paylaştıkları ya da paylaşmadıktan bir duruma sokulmuşlardır. Deneyde üç koşul vardır,-modelsiz koşul, gerçekten davranışta bulunmaksızın elde ettiği ödülleri paylaşacağını söyleyen bir modelin bulunduğu koşul ve ödülleri gerçekten paylaşan bir modelin bulunduğu koşul. Modelin paylaştığına tanık olan deneklerin modelsiz koşuldakilerden daha fazla paylaştıkları görülmüştür. Fakat modelin sadece paylaşacağını söylediğini duyanların (II. Koşul) modelsiz koşuldakilerden daha fazla paylaşmadıkları gözlenmiştir. Diğer bir deyişle, yaşamdaki başka birçok şeyde olduğu gibi, öyle görülüyor ki, etkili olan modelin söyledikleri değil, gerçekte yaptıklarıdır.

Beklenebileceği gibi, deneklere nasıl davranılacağını söylemek biçiminde doğrudan yönerge verme de uymanın derecesi üzerinde etkili olmuştur. Örneğin, bir deneğe para bağışlaması gerektiğini söyleme ve bunu yapmadığında ona anımsatma, sonradan yalnız bırakılsa bile, onun daha fazla para bağışlamasına neden olmaktadır (White, 1969). Benzer biçimde, önceden deneğe belirli bir odaya girmemesi gerektiğinin söylenmesi, sonradan acı içindeki birisine yardım etmek için o odaya girmesi olasılığını azaltırken, odaya girebileceğinin söylenmesi sonradan yardım için odaya girmesi olasılığım arttırmaktadır (Staub, 1971). Araştırmacı, özgül olarak birisine karşı nasıl davranması gerektiğini söylediğinde, çoğu koşullarda deneğin öyle davranmaya, kendisine böyle bir şeyin söylenmediği durumlardakinden daha eğilimli olacağı beklenmelidir.

Ortamdan Kaynaklanan Baskı
Doğrudan yönergelerin ve toplumsal baskının etkisi koşullara bağlı olarak oldukça değişir. Uymayı en üst düzeye çıkarmanın bir
yolu, bireyi her şeyin bağımsız davranışı güçleştirecek biçimde
düzenlenip yapılandırıldığı, iyi kontrol edilebilen bir duruma sokmaktır. Böyle bir durumda bireyden bir şey yapması istenir ve o
bunu reddetmekte özgürdür. Ancak, herkes ondan uyma beklediği
için reddetmesi güçleşmiştir. Bu olgunun iyi bilinen bir örneği, bir
doktorun yazıhanesinde görülebilir. Bir kişi doktoru görmek için beklerken, sessizce oturmakta ve bir dergiyi okumaktadır. Sonra, bir hemşire onu muayenehaneye çağırır, Doktorun hâlâ başka hastalarla meşgul olduğunu ve bir 15 dakika daha kendisini görmeye hazır olmayacağını bilmektedir. Olduğu yerde kalsa daha rahat edecektir ve hemşirenin isteğine uymaması halinde açık herhangi bir tehdit ya da uyması için herhangi bir ödül yoktur. Yine de uysalca muayenehaneye girer ve rahatsız bir biçimde bekler. Bu kez elinde dergisi olmaksızın ve belki de soyunmuş olarak - bütün bunlar hemşirenin ondan böyle yapmasını istediği içindir ve bu koşullar onun reddetmesini zorlaştırmak için düzenlenmiştir.

Durum psikoloji deneylerinde daha da açıktır. Denekler araştırmacının herhangi bir isteğine direnmeyi aşırı derecede güç bulurlar. Bir deneye katılmaya razı olmuşlardır. Böyle yaparak, gerçekten kendilerini bir araştırmacının ellerine bırakmışlardır. Araştırmacı amaçlı olarak onları bu sorumluluktan kurtarmadıkça hemen her yasal isteğe uymak eğilimindedirler. Eğer bir grup denek bir odaya alınır- da kendilerinden kuru soda krakerleri yemeleri (yenmeleri hiç de hoş değildir) istenirse, yiyebildikleri kadar yemek için ellerinden geleni yapacaklardır. Birkaç düzine soda krakerini yedikten sonra ağızları kurur ve aşırı derecede rahatsızlanırlar, araştırmacının yanlarına gidip "Birkaç tane daha yer miydiniz?” demesi, birkaç soda krakerini daha ağızlarına tıkmaya çalışmalarına yetecektir. Hiçbir neden verilmemesine, doğrudan hiç bir ceza ile tehdit edilmemiş olmalarına karşın böyle davranacaklardır. Bu koşullar altında öğrencilerin yığınla krakeri yedikleri görülmüştür.

Daha önce üzerinde durulan Milgram'ın (1963) ilginç çalışması bu olguyu çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. O çalışmada pek çok insan merhamet isteğiyle yalvaran, kalbi zayıf ve büyük bir acı içinde kıvrandığı açıkça belli birisine, sözde şiddetli elektrik şoklarını vermeyi görev sever bir biçimde sürdürmüş bu durumun baskıları, araştırmacının ısrarlı tavrı, algılanmış seçeneksizlik (kuşkusuz her an bırakabilme özgürlüğünün bulunmasına karşın) ve bütün sorumluluğun araştırmacı tarafından üstlenilmesi karsı çıkmayı güçleştirmiştir. Bireyin kendi davranışı için daha fazla sorumluluk duymasına yol açan ya da yaptığı şeyin olumsuz yönünü vurgulayan her etmen boyun eğme derecesini azaltacaktır. İzleyen çalışmalarında Milgram (1965) kurbanı deneğe yaklaştırmanın itaati azaltmada büyük ölçüde etkili olduğunu göstermiştir. Aşırı durumlarda, kurban bitişik odaya değil de, deneğin hemen yanma oturtulduğunda uyma çarpıcı bir biçimde azalmaktadır. Tilker (1970) bu bulguyu desteklemiş ve deneğe davranışlarından sorumlu olduğunu anımsatmanın onu şok vermeye daha az eğilimli kıldığını göstermiştir. Sonuçlar, bu koşullar altında deneğin durumdan ve araştırmacının isteklerinden kaynaklanan büyük bir baskı altında olduğunu göstermektedir. Bu baskı duygularına karşı, sorumluluğundan ve kurbanının sağlığı konusunda duyduğu kaygıdan kaynaklanan baskı duygusu vardır. Sorumluluğu araştırmacıya kaydırabildiği ve kendi kafasında kurbanın çektiği acıyı en aza indirebildiği sürece, yüksek düzeyde uymacı olacaktır. Kendisini sorumlu hissettiği ve kurbanın çektiği acının bilincinde olduğu sürece, daha az uymak eğiliminde olacaktır.

Hawthorne Etkisi

Bir şey yapmaya razı etmek için bir bireye baskı yapmanın en etkili yollarından biri, onu mutlu etmek, gerçekten sevdiğimizi ve bu şeyi yapmasını istediğimizi göstermektir. Çoğu laboratuar ve ondan ne istediğini anlatmak için denekle bireysel olarak konuşmaktadır. Denek kendisini araştırmacının ellerine bırakmıştır, araştırmacının kendisinden istediği davranışları gerçekten istediğini düşünür, kendisine büyük bir ilginin gösterildiğini görür ve uzaktan yakından azıcık mantığı olan herhangi bir isteğe karşı çıkmayı çok güç bulacaktır. Araştırmacıya karşı kendisini borçlu hissetmektedir ve dolayısıyla ona yardım etmek istemektedir.

Değişik iş koşullarının verim üzerindeki etkisini araştırmak amacı ile yapılan klasik bir çalışmada, (Homans, 1965) Western Elektrik Şirketi’nin Hawthorne fabrikasının geniş bir bölümünden altı kadın, denek olarak seçilmiştir. Deney bir yıldan fazla sürede tamamlanmıştır. İşleri telefon makinelerinin parçalarını takmak olan kadınlar, ilk iki hafta (ilk dönem) normal üretimlerinin bir ölçüsünü elde etmek için alışık oldukları bölümde çalışmışlardır. Denkler ortalama işçilerdir. Bu ilk dönemden sonra, kendi bölümlerinden alınarak, her kadının ne kadar iş çıkardığını ölçmeye yarayan bir yöntem sağlaması dışında, asıl montaj odasının aynısı bir odaya yerleştirilmişlerdir. İzleyen beş hafta (ikinci dönem) için, çalışma koşullarında bir değişiklik yapılmamıştır. Üçüncü dönem boyunca kadınlara ücret ödeme yöntemi değiştirilmiştir. Daha önce ücretleri bütün bölümün (100 işçi) çıkardığı iş miktarına bağlı iken, şimdi yalnızca altı kadının çıkardığı iş miktarına bağlı duruma getirilmiştir. Dördüncü deneysel dönem içinde çalışma programına beşer dakikalık dinlenme araları konulmuştur - biri sabahleyin, diğeri ise akşamüzeri. Beşinci dönemde, dinlenme aralarının uzunluğu on dakikaya çıkarılmıştır. Altıncı dönemde, her biri beş dakikalık altı dinlenme arası getirilmiştir. Yedincide, şirket işçiler için hafif bir öğle yemeği vermiştir. İzleyen üç ardışık dönemde her gün işe yarım saat önce son verilmiştir. On birinci dönemde beş günlük bir iş haftası esası belirlenmiş ve son olarak on ikinci deneysel dönemde, tümüyle başlangıçtaki iş koşullarına geri dönülmüştür. Böylece, koşullar kadınların işe başladıkları zamanki koşulların aynısı olmuştur.

Araştırmacıların bakış açısından bu, değişik iş koşullarının etkisini araştırmanın iyi ve bilimsel bir yolu gibi görünmüştür. Büyük bir olasılıkla üretim miktarı koşullar tarafından etkilenecekti. Dolayısıyla, araştırmada oluşturulan koşullardan hangilerinin verimi arttırdığı, hangilerinin azalttığı belirlenebilecekti. Fakat sonuçlar şirketin beklentilerine hiç de uygun değildi. Koşulların şöyle ya da böyle, dinlenme aralarının az ya da çok, iş günlerinin uzun ya da kısa olmasına bağlı olmaksızın, her deneysel dönem bir öncekinden daha fazla üretimle sonuçlanmış, kadınların daha çok ve etkili çalıştıkları görülmüştür.

Bu etkinin birçok nedenden kaynaklanabilmesine karşın, bunların en önemlisi kadınların özel ilgi gördüklerini hissetmeleri, ilginç bir deneyde yer aldıklarını ve kendilerine özellikle iyi davranıldığını düşünmeleri idi. Mutluydular, büyük bir ilgi görüyorlardı ve araştırmacının (patronları) kendilerinden istediğini düşündüklerine uydular, onları yerine getirdiler. İşlerin temel ölçüsünün üretim hızı olduğunu, değerlendirilen şeyin de bu olduğunu biliyorlardı. Böylece koşullarda yapılan değişiklikler bir fark yaratmamaktaydı. Her zaman değişikliklerin kendi iyilikleri için yapıldığını, üretimlerini arttırmaları gerektiğini düşünüyor olmalıydılar. Bu nedenle daha çok çalışmışlardı. Her değişiklik çabalarına biraz daha hız vermelerine neden olmuştu.

Çevresi ile oynayarak, değerlerinden ayırarak, yaptığı işi özellikle gözleyerek bir kişinin kendisini özel birisi olarak hissetmesini sağlamak, onun üzerinde büyük bir baskı yaratır. Kendisinden bekleneni bilirse direnmek istemesi için ortada özel bir neden olmadığı sürece, bu beklentiye uymak için her şeyi yapacaktır. Tıpkı bir laboratuarda alışılmış bir psikoloji deneyinde olduğu gibi, Hawthorne fabrikasındaki kadınlar da incelendiklerini, gözlendiklerini biliyorlardı ve uygun sonuçları vermek için de (kadınların uygun olduklarını düşündükleri ile gerçekte araştırmacıların uygun olduğunu düşündükleri aynı şey olmamasına karşın) ellerinden geleni yaptılar.



Yüklə 169,07 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin