13. AĞIr ceza mahkemesi ( cmk 250 maddesi İle yetkiLİ ) duruşma tutanağI


Duruşmaya saat 13:30’a kadar ara verildi



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə3/7
tarix18.05.2018
ölçüsü0,61 Mb.
#50691
1   2   3   4   5   6   7

Duruşmaya saat 13:30’a kadar ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu arada tutuksuz sanıklardan Emin Şirin ve Merdan Yanardağ ile bir kısım sanıklar müdafileri Av. Hüseyin Ersöz, Av. Osman Topçu, Av. Naciye Sezer Nirun, Av. Murat Bülent Hattatoğlu ve Av. Celal Ülgen’in geldikleri görülmekle, huzurdaki yerlerine alındı.

Sanık Kemal Aydın sorgu ve savunmasının tespitine devam edilmeden önce oturumun bu bölümünde diğer sanıklar ve müdafilerinin beyan ve taleplerinin alınmasına geçildi.

Sanık Hüdayi Ünlüer söz istedi verildi:"Sayın Başkanım Sayın heyet, hiç tanımadığım bilmediğim iddia edilen bir terör örgütü üyeliği suçlamasıyla 17 aydır tutukluyum. Ben bu 17 aylık sürede kendimi hep nasıl oluyor, ben ne zaman terör örgütü üyesi oldum, bundan benim niye haberim yok diyorum? Bunu ben biliyorum ama Sayın heyetinize nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Tabi ki Yüce Mahkeme Heyetiniz sorgu ve incelemelerden sonra buna karar verecek makamdır. Adaletin yerini bulacağından hiç şüphem yoktur. Sayın Başkanım Sayın Heyet, adaletin adil olması için çabuk en kısa sürede verilmesi gerektiğini biliyorum. 17 aydır tutukluyum. Bunu söylerken özgür insanlar için çok basit çok kısa gelebilir, çok şey ifade etmeyebilir, benim için çok şey ifade ediyor. Bu 17 ayda benim yaşamımda çok sevdiğim üç dostum Cenab-ı Hakkın rahmetine kavuştu. Biri helikopter kazasında, biri trafik kazasında, biri evinde kalp krizi geçirerek ama ben cenazelerinde bulunmak bana cenazelerinde bulunmak bile nasip olmadı, yanlarında bulunamadım. Kız kardeşim benim yanlarında olmadığım maddi manevi destek yapamadığım bir anda doğum yaptı bir oğlu oldu, Allah analı babalı büyütsün neredeyse yürüyecek ama hiç görmedim yanlarında olamadım. Tutuklanmasaydım biricik kızım iki ay sonra düğününü yapacaktım, yapamadım. Halen durumum belli olmadığı için düğün tarihi verememekteyim. Ben iş adamıyım et ticareti ile uğraşıyorum. Tutuklandığımda Karkas etin kilosu 9 milyondu şimdi 20 milyona çıkmış. Hükümet ithal et getirerek tedbir almaya çalışıyor ve ben bu nedenle telafisi mümkün olmayacak maddi zararlara uğradım. Bu 17 ayda bunlara benzer birçok şeyler yaşadım, zamanınızı almamak için anlatmıyorum ama ben 17 aydır sebebini bilmediğim bir şekilde tutukluyum. Mahkeme başladıktan sonra çok şey öğrendim, Sayın Başkanım ben ilkokul mezunuyum mahkeme salonu okul gibi burada gazetecilik dersi, siyaset dersi, Türklük dersi, din dersi, hitabet dersi alıyorum, sabır ve şükür derside alıyorum. 15-20 dakikalık ifadem için haftalarca, aylarca beni hiç ilgilendirmeyen savunmaları da dinliyorum. Sayın Başkanım Sayın Heyet, ben Yüce mahkemenizde adalet arıyorum adalet dersi almak istiyorum. Ben bir an önce ifade vermek sorgulanmak aklanmak istiyorum, 17 aydır benim hayatımda çok şey değişti ama Yüce mahkemenizde benimle ilgili ne değişti, hangi suçlara rastlandı, ne zaman örgüt üyesi olmuşum bilmiyorum, bu nedenle öğrenmek istiyorum. 17 aydır tutukluyum iddianamenin 3. iddianamenin 47 numaralı sanığım ifade sırama bir yıl sonra anca sıra gelir ev ve iş yeri aramalarımda herhangi bir suç unsuruna rastlanmamıştır. İş adamıyım maddi ve manevi telafisi mümkün olmayacak mağduriyetler yaşamaktayım, Sabih ikametgah sahibiyim. 15 yıldır aynı evde oturmaktayım hakkımda tüm deliller toplanmıştır ve muhafaza altına alınmıştır. Delil karartacak durumum yoktur. Sayın Başkanım Sayın Heyet bihakkın tahliyemi talep ediyorum saygılar sunuyorum.”



Sanık Fahri Kepek söz istedi verildi:"Sayın Başkanım Sayın Mahkeme Üyeleri, ben namusumu ve şerefimi üç kuruş paraya satmadım ve satmam. Ben paraya tapmam sadece Allah’a inanır ve ona sığınırım. Günümüzün insanlarına baktığın zaman bazıları para için namusunu ve şerefini satmaktadır. Hatta iffetsiz yaşamaktadır. Ben soyadıma ve kahraman ilime Kahramanmaraş’a yakışan bir şekilde yaşarım. Alçaklar bin kez kahramanlar bir kez ölür. Bende vuracağım sana öfke duymadan ve nefret duymadan bir kasap gibi, Musa’nın kayaya vurması gibi. Ey sırrı araştıran kişi can ver can içinde kalbinin de ara. Sen kendi özünü kendinde ara. Ey sırrı araştıran kişi her yerde ara lakin o değil dışarıda kendi içinde ara. Aç çakal ve sırtlan sürüleri Atatürk’ün kahraman askerlerinin karşısında duramaz. Satılmış çakallar kuyruk acısıyla son hamlelerini yapıyorlar. Filler aç çakal ve sırtlan sürülerinden onurlu ve şerefli yaşamaktadır. Hayvanlar aleminde bir sırtlan kan kokusunu 5 kilometre uzaklıktan alabiliyor, işte bu davada okyanus ötesinden kumanda ediliyor. Vahşi hayvanlardan 5 tane sırtlan ancak bir tane Arslan ile baş edebilir. Örneğin bu davada olduğu gibi. Tehdit ediyorsa düşman bizim huzurlu halkımızı ve yağıyorsa üzerimize yabancı mermiler tehlike olan Türkiye’yi, korumak üzere tehlikede olan Türkiye’yi Atatürk önderliğinde düşelim eski yollara. Kaldırıp kafanızı bir etrafa bakınız, hep birbirine benzeyen adamlar görürsünüz. Nasıl yüzleri botokslu, sosyetik sarışın hanımefendiler birbirine benziyorsa bu dincilerde birbirine benziyor. Bunlar AKP’nin metro seksüel dincileri artık bu dincilerde Tarkan gibi ünlülerin gittiği kuaförlerde seçilmiş dincileri görürsünüz. Bana Saygıdeğer büyüklerim Ergenekonun şu olduğunu öğrettiler; Ergenekon Göktürkler’in türeyişlerinin hikayesini anlatan Türk destanını adıdır. Yani kurdun adıdır. Mitolojiye göre Ergenekonun aslında bir numarası Börteçine’dir yani kurdun adıdır. Destanımız ne hale getirildi, bu günlerde yeraltı dünyası suikastlar, illegal örgütlenmeler, Gladyo ve silahlı Ergenekon terör örgütü diye adlandırılmaktadır. Kimine göre Ergenekon kontra gerilla örgütlenmesinin adı bana göre ise bir siyasal partinin adıdır. Nasıl mı? Çok partili siyasi yaşama geçtiğimiz yılda Ergenekon köylü ve İşçi partisi 21 Haziran 1946’da kuruldu. Politika kurucuları silindir makinisti Arif Hikmet Adsız. Kalem tamircileri Mehmet Fethullah, Suat Üzer ile Cahit Ateş ve İşsiz Adnan’dır. Komisyoncu Ali Çelik, yani Ergenekonun bir numarası Arif Hikmet Adsızdır. Savaşların en büyüğü kendi nefsinizle olandır, var edende yok edende Allah’tır o adaleti sever. Kuşku yok ki hüküm onundur. İddia makamının Ergenekonu işte bu davadır. Acaba Ergenekon diyince sizler ne anlıyorsunuz? Biliyoruz ki Ergenekon okyanus ötesi güçler tarafından psikolojik harbin en önemli aracı haline getirilmiştir. Ergenekon Türkiye’nin bir iç meselesi olmadığını çok iyi biliyoruz. Ergenekon sadece araçtır ve ne yazık ki sizler yeni soğuk savaş dönemin renkli devrimcilerini sahici sananlardansınız. Siz Türkiye’deki tüm AKP muhaliflerini Ergenekon çetesi yaftası vurursanız vay ülkenin haline bunların kim olduğu artık belli ne o liberal tarihçiler ve liberal faşistler. Kargalar sürüsüyle kartallar yalnız uçar. Ben neyle suçlanıyorum? TCK madde 314/2. Bu suçun delilleri nelerdir? Fasa fiso iddiasıyla tutukluyum. Buda adalet ve hakkaniyet kurallarına aykırıdır. Münafıklar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunanların ta kendisidir. Ülkemizde din üzerinden siyaset yapanlar var ya işte bu dinciler o Müslümanlara benzemiyor. ABD’nin Utah eyaletinde TSK aleyhine yayın yapan dinci yalan makinelerinde bu davanın ıslak imzalar ve belgeleri üretiliyor. Psikolojik harbin daniskaları yapılıyor. Tehlike tehlikeyi göze almadan yok edilemez. İnsanlar ve hayvanlar vesair alemlerin olmazsa olmazı, gıda maddelerinde nasıl üretim ve son kullanma tarihi varsa işte bu davanın da ve Ergenekonun başlangıç tarihi tescilli olduğu gibi bir son kullanma tarihi de vardır. Son kullanma tarihi zaman diliminde ortaya çıkacaktır. Seçilmişlerin önüne bir adet kemik atılmıştır, çok aç olanlar bir adım çıkarak ve amin amin diyerek gözü kapalı koşarak bu davayı sahiplenmiştir. Özür dilemek erdemliktir, bir yargıç tutukluyu yıllar sonra pardon suçsuz muşsun vesaire diyerek tahliye etmesi o kişilerin aciz olduğunu gösterir. Nefsine yenilen iblise yenilir. Saygılarımla arz ve talep ederim.”

Sanık İbrahim Özcan söz istedi verildi:" Sayın Başkanım Sayın Heyet, bazı görüşme tespitlerimi heyetinizle paylaşmak istiyorum. Bu tespitlerimi yaparken merhum büyük hukukçu Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’ndan çok faydalandım ruhu şad olsun. Sözlerime Pier Kalamenderin Paris 1929 yargıçlara övgü söylevinden bir bölümle başlayacağım. Hiç kimse onu bulandırmadığı ve bozmadığı sürece hukuk düzeni soluduğumuz hava gibi görünmez ve tutulmaz bir biçimde çevremizi kaplar o ancak yitirdiğimizi sandığımız zaman değerinin farkına vardığımız sağlık gibi sezilmez bir şeydir der Pier kalamender. Bu anlayıştan yola çıkarak bugün ülkenin sağlığı tamamen bozulmuş ve ağır hastadır bu duruma gelinmesinin en büyük sorumluları da adalet dağıtıcıları yargıçlardır. Çünkü ulusların yaşamı adaletle ayakta durur. Adalet uluslar için sürekli bir besindir, adalete doyulmaz. Bir Alman atasözü gibi Ülkeler yalnız adaletli sonsuzlaşır ve adaletsizlikle yıkılır. Büyük vatan ozanımız Namık Kemal’in dediği gibi bulunmazsa adalet milletin efradı beyninde geçer bir gün zemine arşa çıksa paye devlet der büyük ozanımız. Birçok büyük insan ve atasözlerinin övdüğü adalet burada nasıl tecelli ediyor ve neyi sorguluyor, neyi yargılıyor bir bakalım. Ben kendi sorgumdan örnekler vererek siz adalet dağıtıcıların neyi sorguluyor neyi yargılıyorsunuz? 1453 İstanbul’u fethederek Türk topraklarına katan büyük hanın Karadeniz donanma komutanı olan Karacabey’in kabri başında dua okunurken çekilen fotoğrafımı burada ne yapıyorsunuz diye sorgulayan zihniyet aslında 1453’ü sorguluyordu. Kuvai milliye töreninde hem de resmi törende neden katıldığımı sorgulayan zihniyet aslında istiklal savaşının ruhunu sorguluyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından milli şehit ilan edilen Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey’in anma törenlerini sorgulayan zihniyet aslında şehidi sorguluyordu. Mustafa Kemal’in askerleriyiz afişini suç sayıp neden dağıttığımı sorgulayan zihniyet aslında Mustafa Kemal’i sorguluyordu. Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır yazılı afişi sorgulayan zihniyet aslında vatan sevgisini sorguluyordu. Bunların hepsini üst üste koyduğumuzda burada sorgulanan yargılanan inancımız şehide saygımız kuvai milliye ruhuna bağlılığımız ve atamıza ve onun koyduğu değerlere bağlılığımız yargılanıyor ve sorgulanıyor. Hiçbir güç ama hiçbir güç bu değerlerimizi asla yok edemez. İsterse onlarca yıl beni esir tutun inancımdan ve inandığım değerlerden asla koparamazsınız. Bugün ülkenin sosyal ekonomik açıdan geldiği bu noktada adalet dağıtıcıları sorumludur. Toplumun adalete olan inancı büyük ölçüde kaybolmuştur. Birkaç örnek vermek gerekirse bir tepsi baklava çalan çocuğa sekiz yıl ceza veren adalet tüyü bitmemiş yetim hakkı olan devletin malı, parasını, milyar dolarlarını zimmetine geçirenleri ve ülkeyi soyanları kalpazanları sahte evrakçıları vekil, bakan ve başbakan ve itibarlı işadamları kisvesine yine adalet dağıtıcılarının sayesinde buralara gelmişlerdir. Halk arasında bir değim vardır az çalana hırsız çok çalana beyefendi işini bilen adam derler. Adaleti dağıtanlar bir toplumda saygınlığını yitirirse ki bunun kriteri verdikleri kararlardır ve demeçlerle toplumda adalete ve yargıya olan güven sarsıldı mı? Birde bunu adalet dağıtıcılarının ağzından toplum duymaya başlarsa yıkım ve tahribat bin kat daha fazla olur. Bir örnek vermek gerekirse yargının önemli makamında bulunmuş bir hukukçumuz yargıçlar vicdanları ve cüzdanları arasında kalıyor derken adaletin sadece ve sadece küçük mutlu ve zengin azınlığa var olduğunun altını çiziyordu. Toplumun yüzde 90’ının cüzdanları dolu olmadığı için vicdanda adalette yok diyordu. 22 Nisan 2010 tarihinde anayasa mahkemesinin başkanı Sayın Haşim Kılıç onurlu insan güçlü Türkiye diyor. Anayasanın kurucu makamının başında bulunan Sayın Haşim Kılıç burada nelerin sorgulandığından bihaber anlaşılan. Burada anayasa, Türk ceza kanunu, hukuk kısacası adalet sorgulanıyor ve yargılanıyor. Burada inançlar milli değerler Atatürk ve vatan sevgisi, bayrak sevgisi, şehide saygı, ecdada saygı sorgulanıyor ve yargılanıyor. Sayın Haşim Kılıç burada Türk milletinin inançları ve değerleri sorgulanıyor ve yargılanıyor. Bugün gelinen noktada hırsızlık, yolsuzluk ve adaletsizlik en üst boyuta çıkmıştır. Düşünün bir an 550 vekilli bir mecliste 608 suç dosyası var ki vekillikler düşse bu 1608 olur 2608’de olur. Bu dosyalarda her türlü yüz kızartıcı suç dosyası var, toplumu yönetenlerin geldiği nokta bu. Bir vilayete ve bir kazaya gittiğimizde oranın temiz bir şehir veya bir kaza olduğunu kriterlerinin biri de umumi tuvaletine gideriz ve orada göreceğimiz manzara orası hakkında bize bir fikir verir. Ülkeyi yönetenlerin şecereleri ve dosyaları bir kanaat oluşturmuyor mu acaba? Hukuku besleyen ahlaktır, ahlaka bağlı olmayan bir toplumda hukuk kuru ve anlamsız bir sözcük olmaktan öteye geçmez. Bunun içindir ki hukuku ve ahlaki değerlerimizi hayatımız pahasına savunmalıyız, onurlu insanların yapması gerekende budur. Hazreti Ali’nin dediği gibi haksızlığa karşı durmayan haksızlıkla birlikte onurunu da yitirir. Savunmamda anlattım bu adına Ergenekon denilen operasyon ülkede Totaliter faşizme doğru gidiyor. Bu davayı ve bu mahkemeyi de toplumu sindirme, bastırma aracı olarak kullanıyor ve bunu din adına dindarlık adına yaptıklarının propagandasını yapıyorlar. Bu iddianamede dini cemaatlere sızmakla suçlanıyoruz, din adına kararan gözlere kara güç denir. Osmanlı döneminde 31 Mart olayında harbiye çıkışlı subayların sırf mektepli oldukları düşmanlığıyla acımasızca öldürülmeleri de bu kara gücün kışkırtmasıyla olmuştur. Kaynağı cahillik ve yobazlık olan kara güç işte böyle sarıyor ülkeyi bugün aydınların birçoğu susuyor bu suskunluğun adına gaflet denir, yobazların tutumuna ise delalet denir. Aziz Atatürk bunu yıllar önce görmüş ve gençliğe hitabesinde söylemiştir. Ben burada doğru bildiğim değerlerimi savunmak ve doğruları söylemek mecburiyetimdeyim. Ben kadere inanırım ecel değiştirmek elimde değil bu nedenle doğru bildiğim yolda yürümekten ve düşüncelerimi açıklamaktan, tarihe karşı sorumluluğumu yerine getirmek mecburiyetimdeyim. Eskiden düşünce özgürlüğü dinsel inanışlarla sınırlandırıldı ve bu özgürlüğü savunanlar cezalandırılırdı. Günümüzde düşünce özgürlüğü sınırı her ülkede egemen olan ekonomik ve politik rejime göre değişmektedir. Ülkemizde dışa bağımlı ekonomik yapı ve bunu paralelinde savunucularının iktidar olduğu için tam bağımsızlık, ulusalcılık, Atatürkçülük ve milli değerler bugün burada yargılanmaktadır. Bu ekonomik ve siyasal erk kendi düşüncesine ve çıkarlarına göre hukuk ve adalet anlayışını hakim kılmak için her şeyi yapıyor son aşamasına gelmiştir. Bunun adı faşizmdir diktatörlüktür. Bu ekonomik ve siyasal erk rejim değişikliğini hep adalet, özgürlük ve refah diyerek toplumları uyutmuştur ama değişimi gerçekleştirdiği zaman kullandığı adaleti önce yok eder. Dikta rejimleri kendi adalet anlayışlarını diktatöre bağlı olarak adalet anlayışı olarak geliştirir bu Hitler Almanya’sında da böyleydi Stalin Rusya’sında da böyle Mao’nun Çin’inde de böyle Humeyni’nin İran’ın da böyleydi değişmez kurardır. Bizde 12 Mart ve 12 Eylül kendini yaşatan ve koruyan hukuk anlayışını uygulamıştır. Büyük halk kesimleri baskı ve işkenceyle susturulmuştur, bu zor dönemlerde birçok aydınımız ve vatanseverler zindanlara atılmış ve faili meçhul cinayetlere kurban gitmişlerdir. Bunların arasında hukukçularda vardır, Almanya’da faşizm yoktu Hitler vardı, İtalya’da faşizm yoktu Mussolini vardı, Rusya’da kominizim yoktu Stalin vardı, İran’da şeriat yoktu Humeyni vardı. Çünkü kurdukları düzen dikta rejimleridir onlar öldükten sonra bu rejimler değişime uğramış ekonomik, siyasal hem de hukuksal olarak değişime uğramışlardır. Çünkü hukuk ve ekonominin birbiriyle olan ilgisi çok yakın ve sıkıdır. Bu nedenle ekonomiyi savsaklayan ve yalnız soyut hukuk kurallarıyla uğraşan bir hukukçu gerçek anlamda hukukçu olmayıp yalnız bir yasacı olmaktan öteye gidemez. Bunun içindir ki ekonomiyi elinde tutan dış sermaye kendi çıkarlarını daim kılmak ve daha çok sömürmek için kendine uygun kanunları ve hukukçuları güçlendirmek için her şeyi yapmaktadır. Çünkü hukuk onlar için soygun talan ve sömürülerinin hukuk kisvesi altında aklarlar paklarlar. Onun için bu ülkede banka soyanlar, devleti hortumlayanlar ve devletin en üst yönetimlerine gelirler sistemlerini ve temsil ettikleri mutlu azınlığın idamesini sağlamak için. Atatürk Cumhuriyet Türkiye’sinin yaşam kurallarına ve hukuk kurallarını koyarken, demokrasinin ve çoğunluğun haklarının korunması için ve devletin daim olması için Hıyaneti Vataniye kanunu koymuştur. Bu kanunu Özal ve Kenan Evren tarafından kaldırılmıştır. Ne acıdır ki Hıyaneti Vataniye kanunu kaldırılırken hiçbir hukukçu buna karşı bir direniş göstermemiştir. Hıyaneti Vataniye kanununu kaldıranların yolundan gidenler, devletin son iki kalesini de demokrasi daha fazla özgürlük diyerek topulumu uyutarak kendi hukuk anlayışlarını egemen kılmak için son hamlelerini sizlerin üzerlerinden yapmaktadırlar en iyi kanun, en iyi kanun kötü hakim elinde kötü uygulayıcı elinde en kötü kanun olur der büyük hukukçular. Kanunlardan ve Anayasa’dan başka kimseden emir almayan vicdanından ve Allah’tan başka kimseden korkmayan hakim demokrasinin ve hukuk devletinin vazgeçilmez unsurudur. En güzel anayasayı yazınız mahkemeler bağımsız değilse Anayasada yer alan haklar kağıt üstünde kalır. Bugün gelinen noktada Başbakan bu davanın savcısıyım diyebiliyorsa, İçişleri Bakanı özel mahkeme kurduk yargılama yapıyoruz diyorsa bu söylevler yargıyı ve yargıçları kendi amaç ve çıkarları için kullandıklarının bariz bir dışa vurumudur. Onurlu bir insan bunların karşısında durmaz mı? Özel mahkeme yargılamayla Anayasa ihlal edilmiyor mu? onurlu yargıçların bunların karşısında lafla değil kararlarıyla duracaklarına inanıyorum. Sizler de kararlarınızla onurlu duruş göstermek bağımsız ve tarafsız yargıçların var olduğunu göstereceğinize inanıyorum. Tarih önünde hepimiz söylediklerimizin, savunduklarımızın ve kararlarımızın vicdan mahkemelerinde yargılanacağız ve hak ettiğimiz hükmü toplum Türk milleti vicdanında verecektir. Birde bu mahkemede ikiye bir olayı vardır. Sayın Başkanın okuduğu kara kaplı hukuk kitabı mı, Sayın Özese’nin okuduğu kırmız kaplı hukuk kitabı mı, Sayın Çalmuk’un okuduğu mavi kaplı hukuk kitabı mı, Sayın Haşıloğlu’nun okuduğu yeşil kaplı hukuk kitabı mı? burada tezat bir mahkeme görüntüsü ortaya çıkıyor. Savcıların okuduğu zaten gökkuşağı gibi rengarenk. Fransız düşünür Ossertin şu sözü akla geliyor; hukuk düzeni olmayan yerde herkes başına buyruk ve herkesin başına buyruk olduğu yerde herkes köle olur. Bu mahkemenin hukuk ve adalet anlayışı da maalesef her yargıcın başına buyruk bir görüntü çiziyor bu da bizleri üzüyor ve derin endişeye sevk ediyor. Adalet ve hukuk inancının diploma veya cübbe ile oluşan yaldızlı bir görünüm değil, gerçek insanın içini bütün benliğini aydınlatan soylu ve ışıklı bir duygu olduğunun her zaman bilincinde olmalı. Görme duyusundan yoksun olan aydın bir yazarımız Ziya Mısırlı’nın ışıksız yaşantılar adlı kitabından kendisi gibi görme özürlü bir arkadaşının duygularını okuyucularına şöyle aktarıyor; mutluyum çünkü evrende söz konusu edilen çirkinlikleri görmüyorum. Yaşamasını biliyorsak bizim evrenimizdeki güzelliğe gölge düşmez, bakıp da görmeyen sağlam gözlerin geceleri daha uzundur. Böyle yaşamaktansa görmez olmayı yeğlerdim, yüreğimin neden çarptığını ellerimle daha iyi duyuyorum. Ussumdaki yaşam kavramının ayrıntılarını bu ışıksız evrenimde daha iyi düşleyebiliyorum. Aydınların bir görevi de toplumun düşünce körelmesine karşı bilgilerini ve inandığı değerleri korkmadan yılmadan hatta özgürleri pahasına da olsa toplumu aydınlatmak görevleridir. Katledilen birçok aydınımız Uğur Mumcu, Vahriye Üçoklar, Necip Hablemitoğlu, Doğan Öz gibi niceleri düşüncelerinden ve inançlarından taviz vermediler, katledildiler. Katledilen aydınlarımız ama şunu unutmasınlar onlar katledilen aydınlarımız cellâtlarından çok çok uzun yaşayacaklar. Onları zihinlerde yüreklerde yaşatacağız ve yaşatmaya devam edeceğiz. Korkaklar ise tarihin karanlıklarında kaybolacaktır. Birçok insanın bildiği gibi bir Fransız atasözü vardır, bütün servetini yitiren kişi önemli bir şeyini yitirmiştir, sağlığını yitiren çok şeyini yitirmiştir, onurunu yitirin pek çok şeyini yitirmiştir, umudunu yitiren kişi her şeyini yitirmiştir. Gerçek aydın umudunu karartmaz yeşertir ve toplumuna umut ışığı saçar. Toplumun zihnini aydınlatır ve aydınlatmaya devam eder. Aydın ve alimin görevi budur. Bunun içindir ki Yüce Yaradan ilim ve irfan sahibine bildiğin iyiliği ve doğruyu insanlarına paylaşmasını insanlarına ilim irfan aydınlığı anlatmazsan bunun vebalini ve kavminin de vebalini ondan sorumlu tutar. İlim ve düşünce insanı toplumuna karşı hem bu dünyada hem ebedi dünyada sorumlu tutulur. Gerçek insan aydın, aydınlığa umutsuzluğa kapılmaz, kutsal kitabımızda da Kur’an’da da her gecenin gündüzü olduğu yazılıdır. Sayın Başkan Sayın Heyet, hükümet üyelerinin Silivri’de özel mahkemede kurduk dediği mahkemenizin bugün vereceği kararlarla kendi bağımsızlığınızı ve gücünüzü nereden aldığınızı göstereceksiniz, saygılarımla teşekkür ederim.”

Sanık Mehmet Ali Çelebi söz istedi verildi:" Sayın Başkan müsaade ederseniz iddianame eklerinde yer alan bazı fotoğraflar üzerinde konuşmak istiyorum CD’yi takdim ettim. Şimdi göstereceğim 210. klasördeki fotoğraflar. İddianameyi hazırlayanların Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde milletimizin göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinde ne kadar saygısız ve duygusuz olduğu yargısına hak kazanmaktadır efendim.”



Salonda 210. klasörde yer alan fotoğraflar gösterildi.

Sanık Mehmet Ali Çelebi:”Görüldüğü gibi bana ve silah arkadaşlarıma ait fotoğraflar, üniformalı fotoğraflar iddianame eklerine konmuştur. Büyüterek bakabilir miyiz, dördüncü fotoğrafa kadar. Tulumlu fotoğrafım, kamuflajlı fotoğrafım silah arkadaşlarımla beraber diploma törenindeki fotoğrafım burada kalalım diploma töreni fotoğrafı. Bu fotoğraflara baktıklarında terör görenlere üniformanın ne olduğunu Türk milletinin üniformaya bakışını tekrar hatırlatmak istiyorum efendim. Bu üniformada ne yansıyor? Yüce Türk milletinin değerleri hiçbir aşağılık zihniyetin melun siyasetine araç yapmayacağının teminatı, emperyalist güçlerden değil sadece ve sadece ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk’ten emir alan kutsal ve yüce nöbetçi Türk Silahlı Kuvvetleri yansıyor. Bu üniformadan Yüce Türk milletinin inanç ve imanıyla milletimizin egemenlik ve bağımsızlığının, dokunulmazlığının simgesi olan yıldızlar kadar parlaklı yıldızlar kadar yüksekli yıldızlar kadar temizliği, yıldızlar kadar hür olduğu yansıyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin üzerinde yükseldiği insanlık değerlerinin ölümsüz ilkeleri yansıyor ve bu ilkelerin mucidi inkılabın Türklük yıldızı ebedi önder Mustafa Kemal Atatürk yansıyor. Onu giyen komutanın ilmi ilke ve inkılabın demirden ellerde çok güçlü bir şeklide korunacağı ve Mustafa Kemal’a her yönüyle layık bir komutan yansıyor. Egemenliğimize kasteden milletimizin yaşam hakkına ve hukukuna namus ve hürriyetine kasteden düşmanlarımıza karşı vatanı işgale hazırlanan düşmanlara karşı kazandığımız zaferler yansıyor. İşgal ettikleri vatanımızda işgal ettikleri vatanımızda çiğnedikleri Türk bayrağına karşılık Mustafa Kemal Atatürk’ün yerden kaldırtarak hem uygarlıkta hem er meydanlarında yendiği düşmanlarına verdiği insanlık dersi yansıyor savaş meydanlarında yaralanarak önüne düşen düşman askerini öldürmeyen, sırtına alıp tedavi ettiren düşmanlardan topraklarımızda gömülenlere huzur içinde yatın dost ellerdesiniz diyen millet ahlakı yansıyor. Bu üniformadan kurşun ve şarapnel yağmurları altında, mayın pusularında bir kolun fazla, bir bacağım fazla diyerek paramparça vatan olan kahraman Türk askerleri üzerine topçu ateşi istemekten çekinmeyen yaralı Mehmetçiği kucağında taşırken şehit düşen Türk komutanları ona zarar gelmesin diye komutanına canlı zırh olan kınalı Mehmetçikler yansıyor. Emperyalist güçlere güvenerek milletimize, devletimize ordumuza vatanımıza düşman olanların Cumhuriyet karşısında hep kaybedecekleri yansıyor. Bir sonraki fotoğrafa geçelim. Genelkurmay Başkanımızın şahsıma diploma verirken ki fotoğraflarımı terör iddianamesine koymak Türk Silahlı Kuvvetlerine garazkarlığın en vahşi hanesidir. Bu hangi hırs hangi nefretin ürünüdür, bunlarla kimlere hizmet edilmektedir? Burası harbiye Beka vadisi değil. bebek katili Öcalan teröristleri tebrik etmiyor, Türk ordularının komutanı Genelkurmay Başkanı teğmenine diploma veriyor. Burası Harbiye Türkiye’nin kalbi, biz burada sesimizi yüreğimize biler kanla, irfanla kurduk bu Cumhuriyeti. Cehennemler kudursa ölmez nigahbanıyız, ölmez nöbetçisiyiz diye haykırırız. O kalp durursa Türkiye yaşayamaz, bunları buraya koymak Türkiye’nin kalbine hançer saplamaktır. Burası Harbiye Türkiye’nin can damarı, bunları buraya koyarak bileklerimizi kesiyorlar ama öldüremezsiniz. Türk Silahlı Kuvvetleri dimdik ayakta duracak. Bir ordu yenildiği zaman yargılanır Türk ordusu Cumhuriyetimiz kurulduğundan beri hiç savaş kaybetmemiştir. Türk askerine savaş meydanlarında diş geçiremeyenler umutlarımızdan değerlerimizden kutsallarımızdan yapılmış idam sehpalarında boynumuza ip geçirmeye çalışıyorlar. Yaşananlar bu yenilmezliğe karşı duyulan kızgınlığın yansımalarıdır. Ancak yalanın kıyımı gerçek ortaya çıkana kadardır. Adalet zulme, aydınlık karanlığa henüz hesabını sormadı henüz ona demedi ki geleceğe umutlu bir bakışı dahi çok gördü. Daha başak vermeden biçildi umutlarım neden? Kendi haysiyetinin şerefinin mahvettiğin namus nispetinde arttığını sandın. Kendi refah ve mutluluğunu vatan ve ulusun zararında aradın, neden? Ülkemin kalbine saplanan ahulu hançeri görünce yanaklarına gözyaşları saldırdı dönüp bakmadın omuz silktin. Can buldu dudaklarımda bağımsızlık, hürriyet, bilim benim kulaklarım senin ağzın için uygun bir ağız, düzeltiyorum. Sen benim kulaklarım için uygun bir ağız değilsin dedin ve sesim çıkmasın diye ağzımı tıkadın. Kapkara ihanetlerin kuluçkaya yattığı yerde pusuda kaldı ayaklarım, sırtlan gülücükleri fırlattın. Hukuksuzluk vatan evlatlarını haraca kesti, sende vicdanımızın üstüne zindan kapılarını kapattın yaşamımız ufalandıkça sessiz intikam keyfi yaptın. En barbar yalanları en masum gerekçelerle süsleyerek azgınca haram döşeğine atladın. Vatan sevgimizi heyecanla sevkle kepaze etmeye çalıştın. Hüküm giydik sevgiyi böylece ama yine de geceyi usulca çektik üzerimize. Vatan dedim satan oldun umarsız, hakikat dedim cellât oldun kaygısız. Söyle bize bunu neden ettin hangi mantık adına düşmana hak verdinde bizi haksız buldun? Kavgaya tutuşacak aydınlıkla karanlık bu çaresiz ama bir ışık zerresine bütün karanlıklar ne yapabilir ki? O zaman nefer yazın bizi aydınlığın safına. Sökecek hür şafakların müjdecisi olalım, doğalım karanlığın göğsüne. Yemin yazın yüreklere mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır diyen Mustafa Kemal’e asker olalım. Haber salın Türk milletine tek yürek tek bilek olalım. Yüce Heyeti saygıyla selamlarım.”

Sanık Durmuş Ali Özoğlu söz istedi verildi:"Efendim şahsınızda tüm salonu selamlıyorum, saygılarımı sunuyorum. 23 aydır tutuklu vaziyetteyim, 23 aydır da bu duruşmalar başladığından beri ben hep bir şeyi anlatmaya çalıştım. Anlattıklarım nedense tespitlerim mahkemeye ağır geldi ve bana suç duyurularında bulunuldu. Ama benim söylediklerim ve taleplerim 5 gün 10 gün geçmeden ortaya çıktı. Ve ben başından beri diyorum ki bu bir casusluk operasyondur, askeri casusluk yapılıyor ve bu operasyonun başında Fethullah Gülen terör örgütü vardır. Bu örgüt üyelerinin emniyete ve adliyeye sızmış üyeleri her türlü casusluğu patavatsızca yapmaktadır. Ben bunu daha öncede söyledim. Erzincan’da duruşmalar başladı aynısını Sayın Cihaner’de söyledi. Bu şahsi bir heyezan olmadığı ortada. Bu süreç içerisinde bana selam vermiş olan hasbelkader selam vermiş insanlar bile gözaltına alında tutuklandı. En son avukatım tutuklandı ve kabullenemeyeceğimiz şeyler oluyor. Medya çıldırmışçasına haberler yapıyor, o haberler mahkemeye yansıyor iddianameye yansıyor. Bu tek merkezden yapılan bir şey olduğunu bütün delilleriyle savunmalarımda da anlatım. Şimdi medya bu mensupları önce şunu yaptılar benim avukatım tutuklandığında gözaltına alındığında şöyle bir haber yaptılar; mason üstada suikast. Bunun sebebi ben burada masonluğun ne olduğunu anlattım ve masonlukla ilgili bir kitabın yazarıyım aynı zamanda. Bu onun bir rövanşıydı. Bu olayında perde arkasını yakın zamanda ben yine mahkeme huzurunda açıklayacağım. Şimdi bunu yazan aynı gazeteler aradan iki gün geçmeden şöyle bir haber yaptılar, darbe başbakanı gözaltında. Diğer gazetecilerde Ergenekonun Başbakanı diye yaptılar haberi. Ama aradan birkaç gün geçti, vatan gazetesinde yine bir haber darbenin başbakanı. Bu defa başbakanın Dalan olduğunu öğreniyoruz. Yani ya bunlar çıldırmış ya bu örgüt çıldırmış, herkesi başbakan yapıyor. Bizim akıl sağlığımızın yerinde olduğuna eminim ama bu haberler gerçek gazeteciler tarafından yapılmadığına da eminim ben. Ergün Babahan Taraf gazetesinde şöyle diyor bu tür haberleri yapanlara onlar haysiyet suikastçılarıdır diyor. Taraf gazetesinde yayınlanıyor bu ve kendilerinde nasıl haysiyet cellatlığı yaptığını anlatıyor. Ayrıca nasıl darbe planladıklarını gazete patronlarıyla ve Amerikan büyükelçisi birlikte Beyti’de yemek yerken Türkiye’de nasıl darbe planladıklarını anlatıyor. Şimdi işin içinde Amerikalı olunca suç değil o çok normal darbe de planlayabilir hatta ikin gün önce gazetelerde şöyle bir haber çıktı Amerikalı bir yetkili Türkiye’yi ziyarete geliyor ve diyor ki, Başbuğ’dan sonra Koşaneri Genelkurmay Başkanı yapmayın, emriniz baş üstüne. Bu darba sayılmıyor ama ben aile dostum çok samimi arkadaşım onunla konuştuğumda telefonda konuşuyorum iki kişi arasında, bu darbe suçu oluyor. Ne demek istedin diye sorular sıralanıyor bana. Ben burada dedim ki suikastlar olacak o tespitimden sonra gün geçmedi ki üç güne bir suikast haberleri çıkmaya başladı. Allah’tan içerideyim yoksa onları da ben planlamış olacağım. Bundan dolayı da adeta suç duyurusu var hakkımda tarafınızdan. Bu askeri casusluk olayıdır bu dava tamamen, elbette bu hiç istemediğimiz bu savaşın içine biz zorla sokulduk bu savaşın sonucuna bu savaşı başlatanlar katlanacaklar. İsrail’de bir gazete bir haber çıkıyor İsrail’de belge sızdıran askere müebbet isteniyor. Gazetede bir haber askeri yetkililer iki tane Filistinliyi öldürmüşler aslında onları canlı yakalayabilirlermiş bunun haberini sızdırdığı için casusluktan müebbet isteniyor. Türkiye devlet değil mi? valizle şov yaparak getirdiler o belgeleri oraya Türkiye Cumhuriyetinin savcıları demedi mi bu valizi sana kim getirdi, bu bir gazetecilik olayı değildir çünkü. Bu dünyanın her yerinde askeri casusluktur. Ve biz böyle bir davanın içindeyiz. Ergenekona CIA’den destek veriliyor. CIA rehberi Ergenekona. Burada siyasilerin bu raporda sözüm ona siyasilerin yol haritası var davayla ilgili ne yapmaları gerektiğine dair. Diyor ki bir an önce elinizi çabuk tutun şunlardan birkaç tanesine ceza verin. Bu Türkiye’de darbe sayılmıyor. Ben burada birçok talepte bulundum Siemens şirketinin bir başbakana rüşvet verdiğini söyledi ismini söylemedi. Bunun bu talepte bulundum o da reddedildi ama bir süre sonra Mercedes rüşvet olayı patladı peşinden Siemens patladı o olayda örtüldü. Türkiye’de hukuk var kimin için var ve nasıl var? Benim evimden tutup buraya getirerek var. Sevdiklerimi dostlarımı bana selam verenleri onları tutuklamaya yönelik var hukuk var evet, onun dışında hukuk bitiyor. Yani Türkiye’de bir savcı Albay Temizöz’ü içeride çürüteceğim diyebiliyor, bu hukuk çerçevesinde oluyor. Medya çıldırdı da bu iddianameyi yazanlar çıldırmadı mı? Onlarda çıldırmışlar. Şimdi tarihini ve numarasını vereceğim belge gerçekten bu davanın herhalde en ilginç belgesidir. Soruşturma numarası tarihi 14.01.2008 saat 18.38 annem Gülşen Özoğlu ile telefon görüşmesi yapıyorum ben ve çok içten bir görüşme hakikaten, annem 2006’da vefat etti benim ahrete telefon bağlantısı Sayın Başkan, bunlar artık hakikaten çığırından çıktı. Benim üç avukatım vardı, biri tutuklandı ikisi burada sağ olsunlar ve onların üzüntülerine dayanamıyorum gerçekten dayanamıyorum çünkü bir hukukçunun çaresiz kalması kadar kötü bir durum yoktur sanıyorum. Onlar sürekli her duruşmada buradalar ne yapıyor geliyor hukukçularda hiç bir şey her giderken sanki milyon kişi onları dövmüşte geri yolluyormuş gibi bitkin çaresiz umutsuz geri dönüyorlar artık avukatlarımızı biz motive etmeye çalışıyoruz üzmeyin kendinizi ya burada olacak olacaktır zaten diye. Şimdi ikinci dünya savaşında Hitler bir kamp kurduruyor, o kampta insanlar üzerinde deney yaptırıyor. Bu çeşitli romanlara kitaplara konu olmuştur. Toplama kampında bir gurubu sürekli hergün çalıştırıyorlar inşaata gönderiyorlar bir süre sonra bir başka gurubu da alıyor bir yerde bir kamyon dolusu toprak yığını var o gurubu da diyorlar ki bunu şu üç metre öteye taşıyacaksınız bu rutine biniyor hergün onları getiriyorlar oradan oraya, oradan oraya taşıttırıyorlar. Koğuşlarına döndüklerinde hepsi bitkin vaziyette yorgun vaziyette diğerleri daha ağır çalışıyor inşaatta çalışıyor onlara bina yaptırıyorlar ama onlar daha bir enerjikler. Bir süre sonra toprağı taşıyanlar intihar etmeye başlıyorlar, sonra bu işin psikolojik ve sosyolojik boyutuna bakıyorlar, eğer bir amaç yoksa bir iş yaptırırken amaçsızca yaptırılıyorsa insanlar onurlarını yitiriyorlar ve intihar ediyorlar. Bizde buraya geliyoruz akşam koğuşumuza döndüğümüzde inanın koca bir binaya yük taşımış gibi bitkin vaziyette hücremize kendimizi böyle zor atıyoruz ve bu onursuzluk artık benim asla bu onursuzluğa dahil olmam mümkün değil. Benim hayatımda bütün sosyal çevrem darmaduman oldu işyerim battı, sadece hayatımda eşim ve kızım kaldı birde avukatlarım. Eşime ve kızıma kapalı görüşe gelmelerini yasakladım, onlarında onurları aşınmaya başlıyor çünkü. Çok sevdiğim aynı zamanda dostlarım avukat Cavit Subaşı ve Şule hanımı bugünden itibaren avukatlıktan azlediyorum. Onları bu onursuzca üzüntü yaşatan durumdan kurtarmak için ben onlara söyleseydim bırakmazlardı avukatlığımı ama artık bundan sonra ben onursuzluğa dahil olmayacağım çünkü insanın insan gibi yaşayabilmesi için adalete ve hukuka ihtiyacı var. Burada hukuk yok adalette yok bugünden sonra eğer ben bu salonda olursam silah zoruyla gelmiş olacağım saygılar sunuyorum.”

Sanık Neriman Aydın söz istedi verildi:" Zatıâlinizi yüce mahkemeyi saygıyla selamlıyorum. İki yıldır darbe darbecilik, darbeci üzerine bilimsel bir araştırma yapıyorum. Bir yüce millet darp edilerek nereye nasıl ve hangi amaç için yönlendiriliyor. Darp edilerek Türk milletine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine ne tür saldırılar hakaretler ve sövgüler için zemin hazırlandı ve hazırlanıyor. Sayın Başkan ben gördüm ki Türk milletinin millet ve devlet tarihinde hiç yaşanmamış bir büyük fitne yaşanıyor. Vallahi bağımsızım diyen ama içişleri bakanımızın Silivri’de özel bir mahkeme kurduk orada yargılama yapıyoruz itirafı ile siyasi bir dava olduğu ispatlanan bir davada düşman adına esir alınarak Silivri zindanında tutulan Kemalist bir Türk kadınıyım. Türk milletinin geçmişinde, millet geçmişinde, devlet tarihinde, devletini yönetim tarihinde hiç yaşanmamış bu fitnenin adına düşman Ergenekon diyerek aslında bana ne kadar düşman olduğun. Ey Türk ey Kemalist seni yok etmek için her zulmü hem de senin devletini yönetenler eliyle işte böyle yaparım diyor ve devam ediyor seni Silivri kuyusuna atarım attırırım. Hakkında öyle iftiralar düzenlerim ki benimle başa çıkamazsın diyor. Düşman bu saldırıyla ne kadar şeytan olduğunu da ispat ediyor Sayın Başkan. Sadece okuryazar bir babanın okuryazar olmayan bir annenin dördüncü evladıyım ama siz yeter ki okuyun ceketimi satar sizi yine okuturum diyen rahmetli babamın isteğini yaptım. O üniversite tahsili yaptığımı görmemişti buna ömrü yetmemişti, bu nedenle ben sadece okuryazar değilim Sayın Başkan. Aynı zamanda okuduğumu da anlayan yazılanların yazılan iftiraların ne anlamlar taşıdığını hangi amaçlar taşıdığını bilen ilim irfan sahibi Kemalist bir Türk kadınıyım. Kalemim aracılığıyla Türk milletinin ve Türk devletinin tarihine fitne belgesi olarak kaydettiğim iddianame denilen bu istihbarat raporunda şahsım ve ailem hakkında öyle iftiralar düzülmüştür ki sanki kutlu yurdum Türkiye semalarında dalgalanan bayrağa mesir galip kumandan Mustafa Kemal yenilmiş Türk milleti Mustafa Kemal’in başkomutanlığında Türk istiklal harbini kaybetmiş Türkiye Cumhuriyetiyse hiç kurulmamış gibi hareket edilmekte. Türk milleti her alanda kuşatılmış seçilen millet evlatlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli subayları teğmeninden generaline kadar Silivri zindanında düşman adına esir tutulmaktadır. Sayın Başkan, fitne belgesini araştırırken ulu Tanrı son kitabı benimde iman ettiğim Kur’an’da Bakara süresinde şöyle buyuruyor; fitne baskı ve bozgunculuk öldürmekten daha kötüdür. Öldürmekten yani bizleri öldürmekten daha kötü olan bu hali ben hakkımda düzülen iftiraların kapağını aylarca açamayarak nasıl ağır bir duygu ve hal olduğunu yaşayarak gördüm ve öğrendim. Hala da bu fitne belgesini elime alamıyorum beni ancak bu hali yaşayan zulme uğrayan insanlar anlayabilir. Allah bizden sonra hiçbir kuluna Türk milletinin hiçbir ferdine böylesine ağır bir yük yüklemesin dilerim. Yaşadığım bu hal Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk milletine yönelik düşman saldırılarının ne kadar yakından ve yoğun olarak yapıldığının en canlı delilidir aynı zamanda. Sayın Başkan hepimiz biliriz meşhur Beethoven diyor ki; bütün gücünüzle iyilik yapmak hürriyeti her şeyin üstünde sevmek ve bir krallığın tacı bahasına bile olsa hakikate asla ihanet etmemek gerek. Yüzlerce iftira karşılığında 22 aydır düşman adına esir alındığım esir tutulduğum Silivri zindanında Ulu Tanrı’ya sesleniyorum. Dünyada milletler tarihinde emperyalist caniler saldırganlar topluluğuna karşı bağımsızlık bayrağı ile egemenlik ruhu ile savaşarak devlet sahibi olmuş Kemalist bir Türk kadınıyım. Ben eşkıya değilim Sayın Başkan. 22 aydır düşman adına gasp edilen hürriyetimi geri istiyorum. Türk milleti hürriyeti böyle bir fitne belgesi aracılığı ve saldırısıyla zulüm yaşasın diye mi istiklal harbini yaptı bu fitne belgesiyle kutlu yurdu zulme ve baskıya dekar olarak hem de bir Yüce devletin sahibi olarak böyle kahredici bir zulüm yaşansın diye mi istiklal harbini yaptık biz. Ben hürriyetimi geri istiyorum Sayın Başkan. Türk milleti kendisini bağımsız yurdunda düşman emirleriyle zindana atılsın bir fitne belgesiyle ayları yılları telef edilsin zulüm görsün diye devlet sahibi olmamıştır. Yüce milletimizi her tür fitneyi durdurmakla görevli kurumların sahibi olmakla buna hiçbir zaman müsaade edilmeyeceği gerçeğidir Türkiye Cumhuriyeti devletini varlığı Sayın Başkan. İnanıyorum ki yargı makamı ve adli makamlarımız bu fitneyi hazırlayan emperyalist düşmanın suratına çarpmakla asli ve ilahi görevlerini yapacaklardır. Allah’ta öyle buyurmuyor mu Enfal süresinde, kötülüğü temsil edenler istemese de hakkı ayan beyan gözler önüne koysun saçma ve tutarsız olanı hükümsüz kılsınlar. Kötülüğü değil hak ve adalet makamında yetkili heyetinizin Allah katında Allah’ın kelamında öldürmekten daha kötü olarak tanımladığı bu fitne belgesini hükümsüz kılmak vakti gelmedi mi Sayın Başkan. Şahsım için söylüyorum hayatımın her anı Alî devletimin kayıtlarında olmasına rağmen yüzlerce iftirayla bilmem kaç kere çarpılmış müebbet ceza istemiyle yargılanan Kemalist bir Türk kadınıyım. Mustafa Kemal öldükten sonra yenmeye çalışan bu nedenle psikolojik savaşın en dehşetlisiyle savaşan zavallı düşman. Sayın Başkan düşman zavallı anladım o zaten şeytanın emrinde işleri elbette şeytanca olur, peki ya kutlu yurdumda Mustafa Kemal Öldükten sonra onu yenmeye Türkiye Cumhuriyeti devletini yenmeye çalışan gafillere ne demeli burada insanın aklına bir Allah dostunun sözü geliyor Sayın Başkan, siz Allah’ı görmüyorsanız da Allah sizi görüyor. Evet, Allah onları da beni de bizi de görüyor. Hürriyetimi istiyorum Sayın Başkan öyle bir fitne belgesi ki bu fitne belgesi nedeniyle emekli olmak zorunda kaldığım 21 yıllık bankacılık meslek hayatımın her anının dahi kayıtlı olduğu devletimin doğru bildiklerine rağmen öylesine bir iftirayla iddianameyle alınmıştır ki bunu ancak düşman yapar dedirtmektedir. Sözde örgütün elemanlarına gizli yollardan kredi kartı temin ederek örgüt elemanlarının dağıttığım gibi şeytani bir iftirayla fitnenin ulaştığı boyutları yüce mahkemeye göstererek hürriyetimi neden istediğimin delilini arz etmek istedim. Bu fitne belgesiyle insanlık tarihinin en şerefli en medeni insanına düşman saldırılarının boyutlarının ulaştığı boyutu fitne dehşetini Yüce Mahkemeye göstermek istedim. Mondros ile yurduma işgal daveti alan düşmanlara bu kez fitne belgesiyle aynı davet mi yapılmak istenmektedir. Mondros ile düşmanları topyekün yurdumuzu işgale davet edenlere şöyle seslenmişti Mustafa Kemal; Türklüğün vicdanı korkunç bir sınav karşısında kaldı. Bu sonu gelmeyen saldırıların ulaşacağı sonucu ve bu sonucun yürekler acısı durumunu anlamamak mümkün değildir. Tarihin ve geleneğin gönderisiyle vatan tahtında oturan Osmanlı padişahı halife ve onun hükümetiyse yalnız kişisel ve alçak yararlarını sağlamak için tam anlamıyla düşmanlara kedilerini teslim etmişti. Vatana hıyanet konusunda onlara uymuşlardı. Sayın Başkan, bu yüce sözlere katılmamak mümkün mü? Ancak Türk milletini kahreden tarihin tekerrürü için bir fitne belgesine bağlı yaşanan zulümdür. Mustafa Kemal hayatta olsaydı yine aynı sözleri söylerdi, Türk Silahlı Kuvvetlerine, Türk milletine hayasızca saldıran düşmana ve düşman parasıyla basın maskesiyle haydutluk yapanlara yine aynı sözlerle seslenirdi. Sayın Başkan düşmanlarımız Türkiye Cumhuriyeti devletine, Türk milletine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine bir fitne belgesi üzerinden ateş etmenin karşılığını elbetteki göreceklerdir. Bu gerçeği milletimiz adına yargılama yapan yüce mahkemenin görmesi dileğimle Yüce Mahkeme huzurunda eşkıya olmadığımı söylüyorum ve Türk istiklal harbinin zaferiyle kazandığım hürriyetimi geri verilmesini arz ve talep ediyorum. Saygılarımla.”

Sanık Mehmet Koral söz istedi verildi:" Sayın Başken Değerli Üyeler, Başkanım 17 aydır tutukluyum örgüt üyesi olmakla hakkımda isnat edilen suçla ne zaman nerede ne şekilde üye olduğumu bilmediğim bir örgüt üyesi olmakla suçlanıp 17 aydır özgürlüğümden ve sağlığımdan belli bölümleri yitirmek suretiyle tutuklu bulunmaktayım. Mağduriyetime son verilmesini bihakkın tahliyemi talep ediyorum. Saygılarımı sunuyorum.”



Sanık Muzaffer Öztürk söz istedi verildi:" Sayın Başkanım Sayın Üyeler, bende 22 aydır tutukluyum hiçbir şeyden habersiz tutukluyum. Hiçbir şeyden haberim yok hiçbir şeyim yok hakkımda hiçbir şey yok. Dosyamda bana ait hiçbir şey yok 22 aydır tutukluyum. İfade verdim 4 ay oldu Sayın İddia makamı Sayın Başkanım siz tahliyemi talep ettiniz halen daha dört aydır bekliyorum. Yani ben ne yaptım? Ben mahallemde tanıştığım bir abime bir dostuma mahallemde komşu olan bir insana eşyalarını kiraya vermemden suçlanıyorum yazılı kira kontratı olmamakla suçlanıyorum, bunların belgelerini mahkemeye ibraz ettim. Aile dostumuz benim bu malzemeler içinde mühimmatlarla ilgili bilgim vardı diye hiçbir şey yok delil yok. Yani ben mahallemdeki saygı duyduğum sevgi duyduğum aynı masada defalarca oturduğumuz bir insana beyanına güvenerek depomu şey yapmışım eşyalarını koymuşum başka suçun ne benim? Bir kamyon eşya içerisinden 5-600 şişe şarap viski bir sürü eşyası çıkan eşyanın içinde benim birkaç tane silahı ben nereden bileceğim o kilitli sandıkların içerisinde silah olduğunu? Ben 22 aydır neden buradayım? Yani bu böyle bir örgüt varsa yani böyle bir örgüt varsa Arif Doğan’da bunun üyesi ise ben yani ben Arif Doğan’ın nasıl örgüt üyesi olduğunu bileceğim, bunu bilmeme imkan var mı? Yani dosyamda hiçbir şey yok olması mümkün değil. Bu sene gelecek sene üniversitede okuyacak iki oğlum var daha tutuklanmadan okula daha henüz başlamamış kızım var şimdi üçüncü sınıfa geçecek. Kızım fabrikada çalışıyorum diyordum çünkü gerçekten bende yani hakkımda olan iddialar şeyde okudum yani cezaevinde iddianame elime geldiği zaman okudum. Beni yani çıkan şeye malzemelerden çıkan eşyaları suç maddelerini bilmiyordum orada okudum bende. Kızıma fabrikada çalışıyorum diyorum bugün yarın çıkarım diye 22 ay oldu ya yani neyin cezasını yatıyorum ben? Yani 22 ay, 22 ay insan yani hiçbir şeyden habersiz cezaevinde yatar mı? Yani kızıma artık diyor bu kızımı buraya getiremiyorum ki çünkü ağlayacak biliyorum, yürekte dayanmıyor çünkü çocuk daha küçük çocuk. Bir Cuma günü geleceğim diyorum ama o babam bu Cuma’da gelmedi diyor. Tahliyemi talep ediyorum.”

Sanık Mustafa Balbay söz istedi verildi:"Sayın Başkan heyetinizi ve salondaki herkesi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, son iki aydır Cuma günleri talepler bölümünde savunmamı bölümlere ayırdım ve her birinin genel olarak uygun gördüğünüz 20-25 dakikalık zaman dilimi içerisinde ayrıca irdeleyip yeni gelişmeler ışığında heyetinize aktarıyorum. Bu kez savunmamda daha doğrusu bu talep bölümünde özellikle Mustafa Özbek ile ilgili ve benim hakkımda bu konudaki iddialara değinmek ve ardından da bugün 7 Mayıs Cumhuriyet gazetesinin kuruluşunun 84. yıldönümü. Bir terör merkezi gibi iddianamede sunulan Cumhuriyet gazetesiyle ilgili hem suçlamalara yanıt vermek hem de bu konudaki kısaca değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum. Sayın Başkan iddianamede özellikle heyet üyelerinin de üzerinde durduğu Cumhuriyet gazetesinin Türk Metal sendikasıyla ve genel başkanının Mustafa Özbek olduğu Türk Metal sendikasıyla işbirliğim ayrıca sorgulandı ve burada özellikle strateji ekinin niçin çıkardığımız nasıl çıkardığımız irdelendi. Ben o dönem fazla ayrıntı olabilir diye düşünmüştüm ama gelinen noktada ben çıkardığımız bu ekin ciltlerinden biri heyetinize sunmak istiyorum. Lütfen zaman diliminiz tabi ki sizlerde çok yoğunsunuz ancak bir 10 dakikanızı ayırıp bu ek’e baktığınızda ekin künyesi gazetelerin bu tür dergileri künye kısmı hukuk diliyle sözleşme gibidir yani o künye bu o derginin o ekin nasıl çıktığını kimlerle işbirliğiyle yapılarak sorumlusunun kim olduğunu ortaya koyan bölümdür künye bölümü. O bölümde de çok açık var gazetenin hem sorumlularının hem de bu eki birlikte çıkardığımız TUSAM ekinin strateji ekinin sorumlularının yer aldığı bölümde ayrıca dikkatinize sunmak istiyorum. Biz bu eki 2004 yılında çıkartırken bana deselerdi ki bu ek bir terör faaliyeti sayılacak değil inanmak herhalde söyleyene bir şeyler derdim. Ama ne yazık ki böyle bir ek çıkardığımız için biz terör faaliyeti yapmakla suçlanıyoruz. Eğer Aydın beyde uygunsa bu eki hem dikkatinize sunmak çünkü burada öyle bir şey ki Sayın Başkan Türkiye ile ilgili yazı miktarı onda bir bile değildir. Genellikle Irak, çevre ülkelerde olup bitenler bu 2005 yılındaki 6 aylık dilim Sayın Başkan olup bitenlerin paylaşıldığı içinde Profesörlerin konuyla ilgili uzmanların üniversitelerde uluslar arası ilişkiler bölümünde görev yapan öğretim üyelerinin düşüncelerinin yer aldığı bir ektir. Şimdi burda şu cümleyi iddia makamının da huzurunda paylaşmak istiyorum. Diyorlar ki Özbek ile ilgili bölümde Mustafa Balbay ile Mustafa Özbek arasında henüz saptamamış derin bir ilişki vardır. Sayın Başkan Sayın Heyet, bu hukukta nasıl bir şeydir? Sizin huzurunuza arada saptanamayan derin bir ilişki vardır diye gelmek derin ilişki bu efendim. Biz ortak bu topluma Türkiye’nin dünyanın nereye gittiğini Türkiye’nin bu dünyanın gidişinde nerede yer alabileceğini hem okurlarla paylaşmak. Üniversitelerin uluslar arası ilişkiler bölümünden özel toplu halde istekler gelirdi bu ek’e yani biz şu eki kaçırdık öğrencilerimize ders konusu olarak verdik derlerdi. Şimdi ben arada bir gelen mektuplarda o ekten yararlandığını söyleyenlere ne diyeceğimi bilemiyorum. Ve yine Mustafa Özbek ile iddia makamının bu iddianamede ortaya koyduğu durum, farklı düşüncelerde olan kesimlerin bir araya gelmesi ilginç. Sayın Başkan Türkiye’de terör örgütüne açılım yapılıyor ama bu ülke için kaygısı ortak olan insanların kimi konularda ortak düşüncesi terör faaliyeti sayılıyor. Ve yine bu iddianame ile birlikte bir TRT’deki geçen Çarşamba günü başkan 11:30’da TRT2 haberleri veriyor, Dışişleri Bakanı TRT2 haberleri veriyor, Dışişleri Bakanı Davutoğlu doğu blokunun önemli ülkelerinden Ukrayna’ya gidiyor. Sayın Başkan doğu bloku çökeli 19 yıl oldu ama TRT Ukrayna’yı hala doğu blokunun önemli bir ülkesi olarak sunuyor. Bu iddianamede soğuk savaşın bittiğinden habersiz geçtiğimiz yüzyılda kimi siyasi partiler arasındaki ayrılıkları kesimler arasındaki farklı düşünceleri suç saymayı iddia edecek kadar bence haddi aşan bir metin. Ve yine dün akşam dün 6 Mayıs’tı Deniz Gezmiş’in Yusuf Has’ın idamının yıl dönümüydü. Akşam Haber Türk’te 21:30 sıralarında Fikri Sağlar, Nevzat Yalçıntaş, Yaşar Okuyan televizyondaydılar. Deniz Gezmiş’i Yaşar Okuyan savundu dedi ki, onlar bağımsız Türkiye yazıyordu biz milliyetçi Türkiye yazıyorduk. Yıllar sonra baktım ki aynı şeyi söylüyormuşuz dedi. Bizde Türkiye’nin temel konularına baktığımızda Türk metal sendikasının Mustafa Özbek ile ülkenin temel konularında benzer şeylerin söylendiğini fark ettik ve bunun işte biraz öncede sunduğum bir ek haline getirdik ve bu suç unsuru oluyor Sayın Başkan. Soğuk savaşın bitmesinin ardından Sayın Başkan hem Cumhuriyet gazetesi olarak biz hem de kişi olarak ben nasıl gazetecilik yapacağız Türkiye ve etrafı nereye gidiyor diye ayrıca sorgulama gereği ve sorumlu hissettim ben ve Özbek’te bu temasımızda kendisi burada dedi ki ben üç şeye bakarım dedi. Ülkenin sınırları Atatürk’ün devrimleri, laik, demokratik sosyal hukuk devletinin yapısı dedi. Bunlarda varsanız bu eki çıkartırız dedi. Bunlar hepimizin ortak kaygıları değil mi? ve bu çerçevede bedeli Yapı Kredi bankasının Ankara Yenişehir şubesine yatmak üzeri künyede de bahsettiğim kişilerin yayın sorumlularının üstlendiği bir ek çıktı. Ama bunun ötesinde bir şey olduğunu iddia ediyor iddia makamı ve biz saptayamadık ama diyor. Ve yine Özbek ile diyor ki iki kurum işbirliği yapabilir mi? Ben Cumhuriyetin o dönem Ankara temsilcisi olarak gazetenin üst yönetimine gidiyorum böyle bir öneri var diyorum. Araştırma yapıyorlar ve şu çıkıyor Sayın Başkan, yasal olarak Türk Metal sendikasının vakfı ile Cumhuriyet vakfının işbirliği yapması mümkün değil, hukukçulardan bu görüş çıktı ve bizde vazgeçtik. Ve şimdi biz bu yasalara uyma suçu işlemiş oluyoruz. Çünkü bi tek böyle bir bu tür ekler çıkarmanın uygun olabileceği söylenmişti onun dışında çıkması mümkün değildi ve ekin çıkmasına zemin oluşturan toplantı da daha doğrusu bir konferansta Kıbrıs ile ilgili konferanstı. Kıbrıs 2004 yılında çok tartışıldı ve iddia makamı diyor ki bu ulusal değerleri bile kullandılar. Sayın Başkan önceki hafta Kıbrıs’ta seçimler vardı, Kıbrıs seçimlerini ada’da Ergenekoncu diye iddia edilen Derviş Eroğlu kazandı ama 2004’te bizler ya böyle gitmez Talat’la zor görünüyor dediğimizde biz statükocu o dönem Ergenekon çıkmamıştı ama ardından da 2008-2009’da Ergenekoncu iddia edilmişti Derviş Eroğlu’nun yada Talat gibi olmaz gitmez diyenler. Şimdi nedir orada Kıbrıs halkının şimdi ada halkının yüzde 51’ini bu iddianamenin mantığıyla Ergenekoncu ilan etmek gerekecek. Mehmet Ali Talat Yes be annem diye çıktı ama son hem 2009 seçimlerinde hem bugünkü seçimlerde Kıbrıs halkı kes be annem dedi ve o iktidara son verdi. Demokrasi zaten böyle bir şey. Bunun devamında Sayın Başkan, Cumhuriyet gazetesi bugün kuruluşunun 84. yılını kutluyor. Bu gazetenin adını Atatürk verdi bu usulen söylenmiş yada Atatürk bir gazete çıkartında önerdim dediği bir şey değil. Resmen Yunus Nadi’yi çağırıyor ve diyor ki çocuk bir gazete çıkar bunun adı Cumhuriyet olsun Cumhuriyeti bu topluma anlatalım diyor, adıyla birlikte anlatalım diyor ve Cumhuriyet çıkmaya başlıyor. Buradan çünkü soğuk savaş son dönemindeki Cumhuriyetin bütün Türkiye’nin bu tarihle birlikte dalgalanmalarına çok kısa değinmek istiyorum çünkü. Sayın Başkan Cumhuriyet gazetesi yayın hayatına başladığında o günden bu güne yazarları 1924 7 Mayıs’ta yayın hayatına başlıyor yazarları Aka Gündüz, Ziya Gökalp, Halit Ziya Uşaklıgil, Zekeriya Sertel, Nurullah Ataç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bunlarsız Türkiye’nin yakın tarihi düşünülebilir mi Sayın Başkan? Bunlar Cumhuriyet gazetesinin yazarlarıydı 20’li yıllarda ve 30’lu yıllarda. 40’lı, 50’li yıllara geldik Cumhuriyet gazetesinin yazarları; Yaşar Kemal, Cahit Tanyol tabi Ki Hıfzı Veldet Bildedeoğlu devam ediyor. Adnan Adıvar, Fahrettin Kerim Gökay, Bedri Rahmi Eyyüpoğlu. Ardından 60-70’li yıllara geliyoruz Sayın Başkan, Cahit Orhan Tütengil, Bahri Savcı, Uğur Alacakaptan, Oktay Akbal, İlhan Selçuk, Muammer Aksoy, Şevket Süreyya Aydemir, Uğur Mumcu, Ali Sirmen. Yani Türkiye’nin kuruluşundan bu yana bu ülkenin edebiyatından gazeteciliğine bu ülkenin harcında olan herkes Cumhuriyetten geçmiştir. Ve şimdi Sayın Başkan iddia makamı bu gazeteyi terör örgütü merkezi olmakla suçluyor. Cumhuriyet daha kurulduğu gün Yunus Nadi başyazısında bu gazete hiçbir kesimin adamı olmayacak. Türkiye Cumhuriyetinin ve devrimlerinin adamı olacak diye kuruluş günü başyazısında yazmıştı. Ve o ilkeler doğrultusunda yayın hayatını bu ülkede nefes alıp vererek bu ülkede gerilimler doğduğunda onun acısını içinde hissederek ve toplumda zaman zaman farklı yansımaları da değişik kesimlerinde farklı yorumladığı konumlara da düşerek bunu da kabul ediyorum, kimi kamplaşmalarda kendini Türkiye Cumhuriyetinin temellerinden yana taraf sayarak yayın hayatını sürdürdü. Ama ben bugün gelinen noktada Cumhuriyet gazetesinin yazarıyım, yayın kurulu üyesiyim, Cumhuriyet vakfının yönetim kurulu üyesiyim ve bu gazeteyi bombalayan örgütün üyesiyim. Bu en hafif anlatımla işkencedir. Bu en hafif anlatımla bizim hem aklımızla oynamak hem de, hem de düşünsel soykırımdır. Çünkü biz hem kendi temellerimizle ilgili bu gazetenin varlığını sürdürmek için mücadele edeceğiz hem de bu gazeteyi bombalayan örgütün üyesi olmakla yargılanacağız. Sayın Başkan Sayın Üyeler, ben 90’lı yıllarda Cumhuriyet gazetesinde 30’lu yaşlarda sorumluluk almış bir kişi olarak, hem soğuk savaşın bitimi ardından gazete nereye oturabilir, köşe yazılarımı nasıl yazabilirim, Türkiye nereye gidiyor, dünya nereye gidiyor sorusunu kendim maaşımdan para biriktirerek çevre ülkeleri dolaşıp yazarak da bu bilgileri edinmeye ve kendimi bu şekilde doldurmaya çalıştım. Ben bu yanıyla farklı bir gazeteciyim ben maaşımdan dişimden tırnağımdan ayırdığım parayla Sayın Başkan 1994 yılında Çin’e gidip yazdım Çin uzun yürüyüşü diye. 95’te Amerika’ya gittim orada ne oluyor? Latin Amerika, orta Amerika ve tarihin arka noktası diye yazdım. 96’da Afrika’ya gittim ve Afrika’nın uçlarında kara Afrika’nın dibi diye o kara kıtada Mandela sonrasında olanları yazdım. 1997’de Balkanlar’a gittim ve ilk kez bal tadının olduğu kan kokusunun olduğu topraklar diye bal, kan, lar diye yazdım. Ve Hırvatistan büyükelçisi bunun isim hakkını istiyorum sizden dedi, dedim feda olsun ben yazdıktan sonra yeter ki çok kişi bunu kullansın dedim. 1998 yılında Orta Asya’ya uçakla Ulan Batur’a gittim Moğolistan’ın başkentine oradan sürüne sürüne Sarp sınır kapısından Türkiye’ye girdim ve ortadaki Asya ülkeleri diye yazdım ve 20. yüzyılın ikinci yarısında Türk Sağ’ının orta Asya’yı mutlaklaştırmasını, Türk solunun da orta Asya’yı dışlamasını eleştirdim ortasında bir yer varmış. Onlar ne abi istiyorlar nede bu kadar soğukluk ve mesafe istiyorlar. Bunu ortadaki Asya ülkeleri yazdım ve bu ülkeler hala ortadaki ülkeler. Kırgızistan’da olanlara bakın, Türkmenistan’daki zaman zaman meydana gelen olaylara bakın ben bu yanıyla ayrıcalıklı bir gazeteciyim, kendimi Ankara’ya hapsetmedim. Ben İzmir’de gazetecilik yaparken şöyle düşünüyordum Sayın Başkan, Balbay Türkiye’de gazetecilik yaptığını düşün sadece Ege bölgesine hapsetme kendini ve akşam 19 haberlerini dinlemeden o dönem radyo vardı gazeteden ayrılmazdım. Türkiye’de bir şey olabilir bilmem gerekir diye. Öğleyin bir haberlerini dinlemeden yemeğe çıkmazdım, bir şey olursa belki Ankara’da bir şey olur İzmir’den müdahale etmek gerekir diye. Ankara’ya gittiğimde şöyle düşünmüştüm, rahatsın Balbay nede olsa Türkiye’de gazetecilik yaptığını düşünüyordun bak işte Ankara’daki gazetecilik kolay olacak. Ama Ankara’ya gelince altıncı ayda şunu söyledim kendime, kardeşim dünyada gazetecilik yaptığını düşünmek zorundasın ve bu bağlamda bahsettiğim gezileri yaptım. Ardından 99 yılında Yemen’e gittim Yemen’de iç savaş bitmişti kuzey güney savaşı ama bizim içinde ayrı bir tarihi vardı. Yemen’e gittiğim 3. gün Yemen’de bir ortaokul öğrencisine Türkiye deyince ne anlıyorsun Türkler deyince dedim, ilk şunu söyledi makber eletrek dedi. Nedir dedim? Türkler Mezarlığı dedi biz Yemen için Türkler Mezarlığı deriz dedi, çünkü her tarafında Türk mezarlığı vardır demişti. Bunu da döndüm Yemen’i Yemen Türkler Mezarlığı diye yazdım. Yani ben kendimi Ankara’ya hapsedip sadece bu kentte yada bu ülkede ne oluyor diye bakmadım ama şimdi benim bu araştırmacılığım devamında çevre ülkeleri de daha çok çevre ülkelerde açıkça söylemek istiyorum Suriye’ye vize vermediler bana. Niye dedim, İsrail vizen var dediler. Orayı da devlet raporlarından, iddianamede de var o çerçevede yazdım. Irak’ın belli bölgelerine gidebilmiştim savaş vardı, Irak, İran ve Suriye kitaplarını da daha çok raporlara dayalı yazdım. Ben sorumluluğunu bu ülkeyle birlikte hisseden ve ama kendisini sadece bu ülkeye hapsetmemiş bir gazeteceyim. Bu anlamda Cumhuriyet gazetesinin yakın tarihi beni çok ilgilendiriyordu. Gazetenin Yunus Nadi’nin kurduğu, Nadir Nadi’nin kurumlaştırdığı, ilhan Selçuk’un 21. yüzyıla taşıdığı Cumhuriyetin yeni yüzyılda da sadece gelenek bekçiliği yapmadan bekçilik sadece yakışmaz bize hem geleneklerini korumak hem de gazeteyi 21. yüzyılın gazetesi yapabilmek için çırpındım. Bu ekin danışmanı benim danışman Mustafa Balbay diye yazıyor ama sorumlu arkadaşları vardı. Ben sadece danışman olarak arkadaşlar götürsünler dedim. Ben bu ek gibi Sayın Başkan tarım eki çıkardım, birincil tekil şahıs konuşmayı sevmiyorum ama bu noktada demek gerekir. Oranın künyesi de var danışmanı Mustafa Balbay diye. Ben bu şekilde gezi eki çıkardım Türkiye’nin turizm gücünü ortaya çıkarmak gerekir diye. Ben bu şekilde Ankara eki çıkardım kentte Ankara için gerekir diye, bu şekilde üç tane daha vardı kafamda biri eğitim ekiydi çok zor yapabildik yani aydı bir yapabildik. Ama şimdi bütün bunların ardından Sayın Başkan, kendini şu anda Uğur Mumcu’nun terör saldırısı sonucu katledildiği, Ahmet Taner Kışlalı’nın terör saldırısı sonucu katledildiği 90’lı yıllardaki bu iki önemli yazarımızın terör saldırısı sonucu katledildiği bir gazetenin yazarı olarak böyle bir terör davasında yargılanmam ve şu anda 15. aya girerken ne düşünüyorum bir 5 dakika buna ayırmak istiyorum Sayın Başkan. Şöyle ki şimdi söyleyeceklerimi eğer ileride söylersem kızım, ailem, okurlarım bunu niye zamanında söylemedin diye diyebilirler bana biz burada kendimce ben burayı olabildiğince zamanda belli ölçülerde var ama, Silivri dolum tesisleri diye adlandırdım. Belli alanlarda her ay bir konu seçip kendimi ayrıca eğitmeye çalışıyorum. Bunu bir şekilde en azından üniversite yıllarımdan sonra okuyabildiğim en iyi dönem bu dönem ancak biraz önce anlattığım gazetemin bir terör merkezi olarak gösterilmesi. Benim iki ağırlaştırılmış müebbet ki yazılarımda ben iç barışı her şeyin önüne koymuş bir gazeteci olarak halkı hükümete karşı silahlı isyana teşvikten yargılanan bir gazeteci olarak ve burada hapsedilmiş kişi olarak Sayın Başkan, ben Arçus kampını gördüm ve ülkelere değil savaşa düşmanım kitabımda yazdım. Ben Balkanlar’daki tecrit kamplarını gördüm o kamplardakilerle konuştum yazdım. Ben Belene kampını Bulgaristan’daki rejim muhaliflerinin kampını ve Türklerin yerleştirildiği kamplarda yaşayanları dinledim Tuna içindeki kampa giremedim. Gulak takım adalarını Sovyet dönemindeki o muhaliflerin yazarların kaldığı takım adaları Soljenistin’in kitaplarından öğrendim. Bütün bunların bağlamında Sayın Başkan, burası Silivri yargılama kampıdır. Biz yargılama kampındayız. Tecrit kampı var tarihte ölüm kampları var, kimi değişik devamında savaş dönemlerinin yaşandığı kamplar var burada ben kendimi Silivri yargılama kampında hissediyorum ve bu kampta biz belki de adına bir ek daha yapıp Silivri infazlı yargılama kampı denebilir buna. Çünkü her şey demokratik gibi görünüyor, her şey hukukun içinde gibi görünüyor. Ama bize yöneltilen sorular bu iddianamede bizim yaşam biçimimiz, düşüncelerimiz, çıkardığımız, bu topluma hizmet olabileceğini düşünerek çıkardığımız bu eklerin, bu yayınların Ankara’da başkentte yaptığımız kimi görüşmelerini burada bir terör faaliyeti olarak sunulması böyle yaşama, eğer sana bizim düşünülmesi uygundur dediğim düşünceyi tanırsan tamam ama taşımazsın seni ya terörist yada darbeci ilan ederiz mantığı Sayın Başkan, bu mantık düşünsel soykırımdır. Sayın Başkan Hitler’i Ankara tarihin sayfalarında değil Silivri’nin iddianamelerinde arasın. Hitler bu iddianamenin sayfalarında var tarihin sayfalarında değil, o ayrıca var orada. Ama biz bu iddianame ile bu iddianamede ben Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile görüşme suçu işledim. Ben Ankara’da hiçbir gazetecinin bu dönem böyleymiş deyip o döneme göre giden gazeteciler yatmadan nereye gider bu ülke diye düşünme suçu işledim. Ben bu ülkenin ve Cumhuriyet gazetesinin kendi tarihi içinde özünü bozmadan demokrasinin zarar almamasını sağlayarak bu ülke kendi değerlerini nasıl korur, bunun için biz ne yapabiliriz? Bunu okurla açıkça paylaşma suçu işledim. Ben bütün kitaplarımın önsözünde var ev alma komşu al, komşu komşunun külüne muhtaç, Atatürk’ün savaştığı Yunanistan ile bile Balkan paktını kuran Atatürk’ün batıda Balkan paktını doğuda Sadabat paktını kuran Atatürk’ün o düşünceleri 21. yüzyıla nasıl taşınabilir diye komşu ülkelerle mevcut işimi bırakarak üstüne iş ekleyerek çocuğumu kucağımda uyutmaya çalışırken bir elimde bilgisayarla düzeltmeler yapmaya çalışarak komşu ülkelerde ilişkilerimizle ilgili kitap yazma suçu işledim. Bu bağlamda şu anda Sayın Başkan geldiğimiz noktada ben bir gazeteci olarak dışarıdaki tartışmaları izliyorum mütareke basınından tutun, yalaka basına yandaş basından tutun, gammazcı basına her şey konuşuluyor dışarıda ve kim iktidar yandaşı kimi yandaşı olmayan bütün bunların tartışıldığı bir Türkiye’de biz Mustafa Balbay medyayı ele geçirmeye çalıştı diye iddia ediyor iddia makamı, ne kadar gerçekçi Allah aşkına? Ben bir tek delili olmayan medyadan benim görüştüğüm bir kişi gösterini sen bu kişiyle şu gazeteciyle ayrıca konuşmuşsun, başkaca bir plan yapmışsın diyin bana, yoktur. Ama ben şu medya ortamında benim suçum hatta iddianamede delillerin ve hukuki durumun değerlendirilmesi bölümünde var kuvai milliye tipi bir medya isteme suçu işlemişim Sayın Başkan. Metin aynen böyle kuvai milliye gibi bir medya yapısı olsa, bu cümle benim medyayı ele geçirme çabam olarak algılanıyor. Bu düşünsel soykırım değil de nedir? Bu Hitler’in tarihin sayfalarına gelip iddianame sayfalarına girmesi değildir de nedir? Sayın Başkan bu konularda hassas olmamın bir nedeni medyada Ergenekon deyince ilk akla gelen 4-5 isimden biri Mustafa Balbay. Bunun tabi ki kendince olumluya yorumlanabilecek olumsuza yorumlanabilecek pek çok yanı var ama öyle bir şey ki biz şu anda bu örgüt yada bu dava gelecekte işlenecek suçları da işledi. Ne demek istiyorum bu hafta içinde mecliste bir oylama yapıldı ve AKP fire verdi, o akşam biz arkadaşlarla dedik ki ya bunu da bize yüklemesinler. Ertesi gün 8 tane köşe yazısı AKP içindeki Ergenekon diye çıktı, bir tanesini hatta getirdim Ak partideki Ergenekon şebekesi. Şimdi burada yani oranında içinde yani orayı da ele geçiren şebek Sayın Başkan bunun ben hükümetin 2B yasası varsa benim 2B yasamda beden ve beyin sağlığını korumak. Bütün bunlara karşı kendimi olabildiğince güçlü tutuyorum ama bu akla zarar. Daha dün akşam rasgele üç kanal çevirdim ikisinde daha bastım, ama Mustafa Balbay diye bir laf işte onunda şuradan yargılandı onunda buradan yargılandı. Öyle bir tablo çiziliyor ki medyada ben yeri geldiğince söyledim bu dava medyada ayrıca devam ediyor ve medya mahkemesi sizlerden öte, kendince Ada yargılıyor, infaz, son işte yeni aynı anda üç dört görev birden veriyor orada devam ederken, şimdi bu dava eskisinden daha aktif bir şekilde siyasette de devam etmeye başladı. Siyasette artık kendi içindeki sorunu bile hemen Ergenekona vermeye başladı, AKP’liler bile Suat Kılıç AKP’li milletvekilleri kendi içindekileri bile kendinden değilse Ergenekoncu diyecek kadar kabul edemez bir mantığın içinde Sayın Başkan ve bizim bu durumumuz kim uluslar arası kurumlarda da yankı yapmaya başladı. Bugün haber geldi işte Free Deem House uluslar arası işte özgürlük evi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kimi kurumlarından özel, ayrıca ilgilendiklerini söylediler. Şimdi Sayın Başkan, uluslar arası yargı kurumları Türk hukukunun bir parçasıdır ve tabi ki saygı duyuyoruz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve benzer kurumalara, Rıza Türmen gibi çok önemli bize uluslar arası deneyimi de içinde barındıran ve çok önemli işlevler üstlendiler. Sayın Başkan bize hukuku bu ülkenin sınırları dışında aratmayın istemiyoruz. Ben saygı duyuyorum dediğim gibi Türkiye dünyanın bir parçası, Türkiye kendi içinde kapanamaz. Tabi ki o kurumların o kurumlara temsilci gönderecek oralarla diyalogu olacak ama bize bunu yapmayın hukuku bu ülkenin sınırları dışında aratmayın ve buradaki toplama kampını dağıtma kampı yapın ve bizi özgürlüğümüze kavuşturun. Gerçek ortaya çıksın, yazmazsam namerdim. Uğur Mumcu’nun katilleri yıllarca kalem oynattık Susurluk şebekesinin perde arkası ne varsa kaleme alacağız ama bu orası değil Sayın Başkan burası orası değil. Burayı toplumsal düzenin kaynağı akıldır, eğer siz aklı yasaklarsanız düzen bozulur. Burada aklı olan biz bu ülke için kafa yoran insanlarız ve bizim özgürlüğümüze kavuşmamız kişi olarak Mustafa Balbay değil Türk okurunun toplumun özgürlüğüne kavuşmasıdır. Aydınlar toplumun akciğeridir eğer aydınları varsa o toplum büyür. Son 500 yıl Sayın Başkan İngiltere tek adamımız var binlerce adamı gelmiş gitmiş, yüzlerce yöneticisi gelmiş gitmiş tek adamımız var der Shakespeare. Aydınlar o toplumun hem o günün aydınlatan ama ondan önemlisi o toplumun geleceğine harç taşıyan insanlardır. Bu bağlamda ben zamanı aştımsa özür diliyorum ama bu kampı dağıtın diyorum Sayın Başkan, bizi bu mahkemeye bitirmeyin sonuçlansın ama bizi tutuksuz yargılayan. Ve her şey olabildiğince açığa çıktığında da bende heyetinde huzurunda ve dinleyenlerin huzurunda görevimi en aktif şekilde yapacağımı da söz veriyorum Sayın Başkan. Saygılar sunuyorum.”

Sanık Tuncay Özkan söz istedi verildi:" Sayın Başkan Değerli Heyet, kıymetli hazirun, Değerli dostlar, Sevgili Mustafa Balbay’ın yaptığı konuşmaya canı yürekten katıldığımı ve kendisini kutladığımı söyleyerek başlamak istiyorum sözlerime. İki Sayın yargıçtan artık bazı kelimeleri kullanırken sizden çekinmek istemediğimi Türkiye’nin o yasak kelimelerle bir yere geldiğini söyleyerek sözlerime başlamak istiyorum. Artık iç savaş var, ben söylemiyorum güçler savaşı var ülke bir savaş yaşıyor. Yani iddianameyi tekrar yazmayacaklarına göre bu kelimeleri kullanırken siyaset bilimi anlamında lütfen altında başka bir şey aramayın bununla ilgili değerlendirmeleri dünkü gazetelerden değerlendirmeleri de bu ülkede bir iç savaşın bu ülkede bir iç savaşın, kansız bir iç savaşın. Bu ülkede bir mücadelenin, kavganın yaşandığını artık bu salonda yasaklasanız da dışarıda bunun varlığının kabul gördüğünü ve buranın o iç savaşın uzantısı olduğunu siyaset bilim anlamında kabul etmeniz gerektiğini söyleyerek sözlerime başlıyorum ve bu gazeteyi bu anlamdaki değerlendirmeler için takdirlerinize sunuyorum. İkincisi Türkiye’de düşünce Ergenekon davaları nedeniyle burada sergilenen tutum nedeniyle savcılığın ortaya koyduğu korkutma sindirme baskı yıldırma tutumu nedeniyle bilim adamlarını bilim dünyasını bilim kadınlarının bilim insanlarını ayağa kaldırmıştır. İnsanlar özgür düşüncenin Silivri de öldürülmek istendiği özgür düşüncenin prangalara vurularak Silivri de yok edilmek istendiği kanısındadırlar. Boğaziçi üniversitesi yirmi dört 29.4.2010 günü saat 16:10’da bir bildiriyle yetmiş seksen kadar bilim insanının altına imza attığı bir bildiriyle yaratılmak istenen korku toplumunun ve burada sürmekte olan davanın hukuki boyutunun dehşetengiz buradan okuyorum. Dehşetengiz görüntüsünün kendilerini korkutmakta olduğunu ifade etmektedirler. Bu insanlar Boğaziçi üniversitesinin profesörleri doçentleri doktorları bilim insanları bunu da size sunuyorum. Bu korkuya ben yol açmadım. Ben mağdurum, ben sanığım, bu kampın girişinde Silivri kampusu yazıyor. Kampus bilimin düşüncenin yada bir emek ürününün ortaya konduğu şekillendirildiği yer demektir. Nereden almışlar bunu biliyor musunuz hangi kafa. Ben gittim bende Alşuvisti gezdim orda Hitler kapıya yazdırmış çalışmak özgürleştirir diye. Bir cezaevi yerleşkesini kampus diye adlandırmak o kafanın yani tek dil, tek devlet, tek millet; tek toprak yani 44 1944 Hitler seçim kampanyasının sloganlarını Türkiye de kullanılan kafanın ürünüdür. Ben değilim o. Örneğin burada siz yoktunuz ama mutlaka tutanakları okumuşsunuzdur. Çok ilginç tartışmalar yaşandı. Tartışmalardan bir tanesi şu, hani biz Mehmet Ali beyle yaşadık ya burada bir tartışma ben insan sevgisi dedim biz sizden de daha çok seviyoruz insanı diyor. Savcılık makamı mesela devlet deniyor burada birisi devleti çok seviyor sanıklardan birisi kalkıp ya bunlar devleti az seviyor dedi mi savcılık ordan bağırıyor. Ben senden daha çok seviyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerini daha çok hayır ben senden daha çok seviyorum. Yargı makamında da oluyor aynı şey. Biz Türk Silahlı Kuvvetlerini senden daha çok seviyoruz. E buradaki sanıkların hepsi çok seviyor. E bunların yarısı asker yarısı polis hepsi devlet memuru ben değilim Mustafa değil birkaç arkadaş daha var. Mesela ben kutsal devlete inanmam. Ama belki buradaki duygular düşünceler örtüşüyor kutsal devlet anlayışı burada egemen ben hizmetkar devlete inanırım. Devlet hizmetkardır. Kutsal olan halktır orada oturan insanlardır. Ve yenilirse yenilirse o memurlar yenilir ordu yenilir millet yenilmez. Hani burada Sayın Haşıloğlu bir aile büyüğünden bahsetti kurtuluş savaşı sırasında. Mecliste kalkıp ordunun yenilmesi bir şey değil yeni ordu kurarız millet yenilmesin demiş. İşte o anlayışa inanırım ben. Kutsal devlete inanmıyorum. Ama burada pek çok insan kutsal devlete inanıyor. E savcılar da inanıyor yargıçlar da inanıyor. Sen mi daha çok seviyorsun ben mi daha çok seviyorum. En çok seven hangimiziz. Valla karar verin aranızda. Karar verirseniz bizde kurtuluruz. Savcıların kafasında iki tip devlet memuru var. İki tip insan var. Onlar gibi düşünen onlar gibi yaşayan ve egemen ideolojinin yani Ankara da şu an kiracı olan milletin kendisine verdiği yetkiyle kiracı olan ideolojinin tapınanları elitist bir bakış açısı. O bakış açısı buraya yansıyor ve buradaki savcılık makamı o bakış açısının buraya yansımasını gösteriyor. Ama sanıklarda farklı düşünmüyorlar ki. Bu çelişki nereden kaynaklanıyor. Çelişki Türkiye’nin değişim sancısı. İnsanların bir kısmının savaş, bir kısmının iç çatışma diye adlandırdığı değişim sancısı. Peki siz bunun neresinde yer alıyorsunuz? Yani siz buradaki sanıklara yada avukatlara yanıt verirken sanık kutsal devletten bahsettiğinde devlet daha kutsal derken devleti seviyorum ben daha çok seviyorum derken Türk Silahlı Kuvvetlerini hayır en çok ben seviyorum derken siz bu tartışmanın neresinde yer alıyorsunuz. Hangi duygu ve düşünceyle bu karşılığı veriyorsunuz. Soğuk savaş bitti diyoruz. Çalışmak özgürleştirir. Silivri dolum tesislerinde doluyoruz neyle doluyoruz çalışıyoruz. Ne için çalışıyoruz ben burada çalışmak özgürlük kendimize bir meşgale olsun diye yoksa çürüyeceğiz. Niye ne yapmaya çalışıyoruz. Üretmeye çalışıyoruz. Peki, üretirken nasıl üreteceğiz kelepçeli üreteceğiz, prangalı üreteceğiz. Savcı beyin istediği gibi üreteceğiz. Mehmet Ali beyi seviyorum Mehmet Ali beyle çıkıp buradan konuşacağız diyorum ama biraz daha insanlık sev ben en çok insanlık sevgisi bende var diyor. Devlet sevgisi en çok bende var, millet sevgisi en çok bende var, ordu en çok ben seviyorum. Tamam, bütün enler sizde. Peki, bize bişey ne kalıyor bize. Bize Silivri kampında çalışmak özgürleştirir tabelası kalıyor. Neye çalışacağız, beyefendilerin iddianameleri hatmettik bu bilgiyi nereden aldınız dedi. İddianameden aldım dedim. Ha öyle mi dedi. Böyle. Bak gülmeyin ha. Gülmeyin karışmam. Burası çok ciddi bir kamp. Gülerseniz karışmam. Sadece sevgilerimizi yarıştırabiliriz burada. Ama post modern bir yargılama heyeti oluşturabiliyoruz. Ne demek o, örneğin avukatım kalkıyor bir düşünceyi dile getiriyor. Sayın Haşıloğlu ona yanıt veriyor. Sayın başkan da ona yanıt veriyor. Ve burada gözümün önünde bir anglo sakson post modern mahkemesi izliyorum. Diyalektik olarak bu bizim hukuk anlayışımızın dışında. Sen olsaydın zaten o gün duruşma bitmezdi. Bu bizim hukuk anlayışımızın dışında. Bizim hukuk bilimimizin öğretisinin de dışında. Ben çok memnunum ben bu ikili diyaloglardan çoklu diyaloglardan çok memnunum. Hani başbakan diyor ya halka gidelim, memnuniyetle. Yan yana çıkalım televizyonlar yanıtlasın ikimiz yan yana duralım konuşalım halk karar versin ben bundan çok memnunum. Ama çok ilginç bir şey oluyor orda. Orda görüşler ortaya çıkıyor. Düşünceler ortaya çıkıyor duygular ön plana çıkıyor. Sonra ben diyorum ki ya aslında Ahmet sizin gibi düşünüyor. Siz Ahmet’i yanlış anladınız. O da sizin demek istediğinizi söylüyor. Sonra anlıyorum ki, çeşitli konuşmalardan etkileşimler var ve o etkileşimlerin ortaya çıkarttığı bir insani refleks var. Ama hani biz mahkemelerde bu tür reflekslerimizi gömerek davranıyorduk. Öyle değil. Dışarıdaki çatışma içeride bizi yönlendiriyor. Bizi yönlendiren bu çatışma Türkiye’yi yeni bir siyasi yapıya doğru ittiriyor. Burada ne yapıyoruz o zaman yani biz burada hukuk biliminin gereğini mi yerine getiriyoruz asla. CMK’ya uygunluk, usul hukukuna uygunluk, iddianamenin oluşturulmasındaki yasal olguya uygunluk, geçen gün dinliyorum şok oldum. Beyefendi anlatır herhalde yada anlatmaz bilmiyorum. Naip hakim hani benim dosyalarımı incelerken ordan yapıyor ya, hiç duygularını falan belli etmeden ihsası rey oluşturmadan. Ve benim avukatım ayağa kalktığında 16 Aralık dediğinde hemen Sayın başkanın yanına gelip ben bilmiyorum ne gösterdiğini. İçeride bir sessiz oyun var, sessiz tiyatro oynanıyor ve ben şekillerden çıkartmaya çalışıyorum eyvah beni birazdan asacaklar galiba. Yok canım seni biraz daha bekletirler. Yok yok Hasan Hüseyin bey öyle yapmaz. Benim hiçbir şeyden haberim yok çünkü. Beyefendi soruyor, burada ayağa kalktı dedi ki, efendim 51 numaralı DVD’nin inceleme raporu falan işte adli emanetten geldi kırık çıkmış incelenememiş ben onu bir yerden buldum diyor. Beyefendi ısrarla soruyor nereden buldunuz efendim diyor. Vay ya bir yerde bi yedeği varmış aldım baktım diyor. O yedek nerdeymiş. Yedek nereden bulunmuş. Naip hakim adli emanette kırık olarak gelen ve incelemesi yapılmadığına dair buraya rapor gönderilen bir CD’nin bir DVD’nin incelemesini nasıl gerçekleştirmiş. Soru işaretleri. Siz yanıt aldınız ben yanıt verdiğini duymadım. Şimdi soru işaretleriyle bir bak. Peki, burada hukuk bilimi var mı asla yok. Hukuk bilimi bir delille ilgili değerlendirme nedeniyle elinizdeki objeyle ilgili gerçeği aramak demek savcılarla beraber suçlu çıkartmak çalışması demek değildir ki, hukuk bilimi savcıyla yargıcın arasına koyduğu bu mesafeyi dava ile ilgili görüşmeler konusunda özel hayatta da ayırır. Yapamazsınız anlattım savunmamda eski savcılar, eski yargıçlar. Ama burada böyle bir şey yok. Örneğin Emcet Olcaytu bir Rus adı Nihat Bey sordu galiba Emcet beyde burada ne yapacaksınız dedi. Suçla alakası ne dedi. Bana açık ben açıklayım dedi. Ordan yanıt gelmeyince Emcet beyde bakkalın çırağı dedi geçti. Bir üyemiz tekrar sordu soruyu ve o soruyu şöyle yanıt Emcet abi orda yanıt verdi. Üyemiz şöyle dedi demin sorduk yanıtlamamıştınız ama ama soruyu soran savcıydı. Hukuk bilimi diyor ki, savcılık makamıyla yargılayan makam birbirinden ayrılır. Ama burada öyle bir şey yok. Burada savcılığın suçlarıyla ilgili herhangi bir değerlendirme bile yok. Suç işleme özgürlükleri var. Yasayı çiğneme özgürlükleri var. Bile bile yaptıkları uygulamalarını yasaya aykırılıklarını bile bile bunu yapma özgürlükleri var. Şimdi bu özgürlüğü suç işleme özgürlüğünü verdiğiniz insanlara siz objektif iddianame hazırlayacaksınız diyebilir misiniz? Peki, onların suçlamalarını görmezden gelen yargı heyetine burada objektif yargılama yapıyorsunuz bunlar da bu yargılamada işte sanıklar diyebilir misiniz? Mümkün değil. Mümkün değildir. Peki, hukuk biliminin ilkeleri geçerli değilse biz burada ne yapıyoruz. Yani Silivri yargılama kampı dolum tesisi prangalı insanların durağı peki biz burada ne yapıyoruz. Yukarıdan tarih yazıyoruz. Yukarıdan tarih yazmak demek bir yukardan tarih anlayışını savunmak demek elitistlerin iktidar sahiplerinin arzusuna göre tutanak memurluğu yapmak demektir. Aşağıdan gelen dalgayı yani halkın istek ve görüşlerini dikkate almadan alkışlamayacaksınız. Yuhalamayacaksınız, tepkinizi göstermeyeceksiniz, izleyeceksiniz. Halka bu düzende sadece izlemek düşer. Katılmak isterseniz omzunuzu atıp kendinize yer açmak isterseniz aşağıdan bir tarih yazım anlayışı gerçekleştirmek isterseniz oradan alırız buraya koyarız. Aykırılık sırası diye bir şey vardır Sayın başkanım bilirsiniz burayı da meclis iç tüzüğünün bir yansıması olarak yönetiyorsunuz. Meclis iç tüzüğünde avukatlardan diyelim ki iki kişiye konuşma üç kişiye konuşma hakkı vereceksiniz. Konuşma yapacakların yapmak istedikleri konuşmanın içeriğindeki aykırılığına göre öncelik sırası vereceksiniz. En aykırı olanla en yakın gelene konuşma hakkı tanıyacaksınız. Çünkü meclis iç tüzüğü o. Ben parlamento muhabirliği yaptım meclis iç tüzüğü onu gerektirir. Görüşlerine katılmıyorum dörtte üçüne üslubuna da katılmıyorum ama burada bir avukat tanıdım Yusuf Erikel diye bir avukat. Adam en aykırı savunmayı yaptı, en aykırı savunma. Katılmıyorum burada avukatları da kınıyorum. Savunma hakkının kutsallığı konusunda bir ikisi dışında kılları kıpırdamıyor baronun kılı kıpırdamıyor. Öyle seyrediyorlar. Korkuyorlar. Neden korkmasınlar. Adam orda aykırı savunmayı yaptı. Biz sabah duyduk ki adamı ergenekondan içeri almışlar. Orda savunma yaparken burada sanık oldu. Adamı geçen gün avukat görüşmesi sırasında yüzünü gördüm bembeyaz camdan bana bakıyor. Aman dedim kendine 2B’ye sahip ol. Bedenine ve beynine. Aman sağlığını koru rengin bembeyaz. Ve biz burada sorduk. Beyefendi Sayın Dizdar da kalktı dedi ki, işte şunu sordular bunu sordular. Bugün ortaya ne çıktı. Neden alınmış savcılık makamı kendilerini o avukatı finans kaynaklarından birisi olarak almış serbest mi kalmış itiraz etmiş tutuklatmış. Peki, beyefendi burada ne söyledi aykırılık adalet bakanı benim abimdir. Bülent Arınç benim abimdir AKP iktidarı iyidir. Deniz Baykal kötüdür. Buranın av savcısı başbakan iyi savcıdır. Buranın avukatı Deniz Baykal kötü avukattır. Ve meclis ve başbakanlık Hazreti Yusuf’tan bir örnek verdi. Gömlek önden mi yırtılmış arkadan mı yırtılmış onu da firavun diye verdi örnek de yanlış firavun değil maliye nazırı e şimdi sordu buradan dedi ki ya başbakanın gömleği önden mi yırtılmış arkadan mı yırtılmış. Başbakanın değil senin gömleğin yırtılmış canım dediler. Ama biz adamın gömleğinin önden mi arkadan mı yırtıldığını anlayamadık. Şimdi ek iddianame düzenlenecek herhalde. Buraya dahil edilecek. Şimdi böyle bir yerde hukuk var demek, böyle bir yerde avukatlar kalkıp konuşacaklar özgür ifade edecekler kendilerini savunma görevini yerine getirecekler Celal bey bana çipil çipil bakacak ya ben seni 22 aydır nasılda çıkaramadım herkesi çıkartıyorum diyecek. Ahmet ben senin dostunum kahroluyorum kardeşim intihar ediyorum diyecek. Dizdar da ordan eee ben bu davaları çok gördüm diyecek. E şimdi bütün bununla birlikte buradaki şeyin adı hukuksa o zaman yanlış biliyoruz. Burası çalışma kampı toplama kampı hukuk kampı burada çalıştığınız sürece özgürleşirsiniz. Üç tane kitap yazdım. Burada çalışma kampında. Soruların bir kısmı kitaplardan geldi. Yazmayabilirdim. Ama amaç Türkiye’ye katkı. Peki Türkiye’deki bu iç savaşın buradaki yansıması konusunda ne oluyor. Sayın Özese, Sayın Haşıloğlu soruyor çok önemli bir soru, burada Sayın başkanın sorduğu soru Mehmet Ali beyin verdiği yanıt, darbeyi mi yargılıyoruz evet , bu da darbenin özü. Ve Sayın Haşıloğlu soruyor NATO bursu aldınız mı? Amerikan bursu aldınız mı? NATO da hizmet gördünüz mü? Ben bu Gladio mladio hikayelerini Türkiye de ilk yazan gazeteciyim. Milli istihbarat teşkilatı üzerine ilk kitabı ben yazdım. Milli istihbarat teşkilatı üzerine ikinci kitabı da ben yazdım. Benim yazdığım kitabı kaynak gösterip doktora tezi hazırlayan kişi bir ay sonra MİT müsteşarı olacak. Ben o kitaplar nedeniyle buradayım. O kişi MİT müsteşarı oluyor. Genelkurmay başkanı NATO bursu aldı. Kuvvet komutanlarının tamamı NATO bursu aldı. Ayrıca soğuk savaş döneminde Türkiye de komünizmle mücadele için kurulan komünizmle mücadele derneğinin kurucusu Turgut Özal’dı. Başbakan ve Cumhurbaşkanı oldu. Korkut Özal’dı, Recep Tayyip Erdoğan komünizmle mücadele derneğinin üyesiydi. Abdullah Gül komünizmle mücadele derneğinin üyesi idi. Bunlar NATO burslu kuruluşlardır. Kime karşı örgütlenmişlerdi. Teritöryal savunma kapsamında komünizme karşı örgütlenmişlerdi. Fethullah Gülen altı kurucudan biriydi. Peki darbe yargılaması yapıyoruz ya, hani darbeleri yargılayacağız 27 Mayıs darbesini darbe midir değil midir? E darbe. Kim yaptı Cemal Gürsel yaptı, Cemal Gürsel yaptıktan dört gün sonra komünizme karşı mücadele derneğindeki görevinden istifa ettiğini açıkladı dört gün sonra. Dedi ki, ben hem başbakan hem devlet başkanıyım komünizme karşı mücadele derneğindeki görevimden istifa ediyorum. 71 de ordunun içindeki Amerikancılar ordunun içindeki ulusalcıları temizlediler. Aynı zamanda Demirel’i devirdiler. Demirel’in adı neydi? Morison Demirel, nerede yetmiş yetişmişti, rocka feller kursuyla yetişmişti. Amerika da yetişmişti. Kim devirde Amerikancı askerler devirdiler. Peki yerine kim geldi bir başka Amerikacı geldi. Peki sonra ne oldu İsmet paşa hani sizi ben bile kurtaramam diyen İsmet paşa, İsmet paşa Johanson’la yani yeni bir dünya kurulur Türkiye de orda yerini alır diye kendisine mektup yazdığı Johanson’la görüşmek için başbakan sıfatıyla Amerika’ya uçtu koalisyon ortağı da Süleyman Demirel. O havadayken Demirel hükümetten çekildi Amerikan devlet başkanıyla görüşmeye giden Türkiye Cumhuriyeti başbakanının başbakanlık sıfatı düştü. Uçaktan aşağı indiğinde artık başbakan olmadığı kendisine söylendi. Yaşı da 78’di. Johanson kendisini oraya kadar geldiği ve tarihi bir kişilik olduğu için kabul etti hatta çok güzel bir fotoğraf vardır. Böyle beyaz sarayın bahçesinde elinden tutar çocuk gezdirir gibi gezdirir. O günden sonra bir daha başbakan olamadı İsmet paşa. Deviren kimdi Amerikancı Demirel’di. Devrilen kimdi Johanson’un teselli ettiği İsmet paşaydı. Peki 80’de buralara da gelelim. Bugünkü tarihlere gelelim 12 Eylülü kim yaptı. Kime karşı yaptı. Amerikancı Demirel gitti Amerikancı Kenan Evren geldi. Amerikancı Kenan Evren’in darbeyi yaparkenki görüşü neydi. Türkiye’yi eyaletlere bölmek. Kim karşı çıktı Türkiye’nin eyaletlere bölünmesine Turgut Özal kimdi Amerikancıydı. Hem de amerikancının şahı diye anılıyordu. Şimdi böyle bakarsak olaylara siyaseti kendi dinamiklerinden ülke yönetiminden koparırsak siyasi parti kuran, siyasi parti kurduğunu iki gün sonra açıklayacak olan adamı alırsınız buraya darbeci diye koyarsınız. Gazetecilik faaliyetlerini darbecilik diye adlandırırsınız ama o gazetecilik faaliyetlerinden çıkan kitabı kendisine kaynak yapan doktora tezi olarak sunan kişi MİT’e müsteşar olur. Peki, buradaki olayın adı ne olur. Tarih yazıcılığı olur. Hukuk olmaz. Peki, sen ne istiyorsun Tuncay Özkan, ben hukuk istiyorum. Ben tarihi sizden iyi yazarım. Yazılmış kitaplarım var bu konuda başarım var, ben tarihi sizden iyi yazarım. Savcılar da benim elime su dökemez çok özür dilerim. Sizde benim tarih yazıcılığıma yaklaşamazsınız. Ben daha iyi yazarım. Ama siz hukuku herkesten iyi yaparsınız, benden de iyi yaparsınız. Ben de sizin elinize su dökemem o yüzden buraya hukuku getirin. Burayı kamp olmaktan çıkartın. Burayı duruşma salonu haline getirin. Bu insanlara avukatlık kisvesini geri verin. Korkmasınlar, savcılara dur deyin. Her şeyin en iyisini onlar yapmıyorlar. Yanlış da yapıyorlar. Tartışalım konuşalım bizim üstümüze ne görev düşüyorsa onu yerine getirelim. Ama buraya hukuk getirelim. Burada hukuk olsun. Hukuk yoksa bu yukarıdan aşağı tarih yazıcılığına halk müdahale eder. O zaman ben derim ki, burada faşizm var. Ankara’daki o toprakların, o toprak devlet yöneticilerinin, kutsal devlet yöneticilerinin ben burada bağlı danası olmam. O zaman sizi dinlemem. O zaman seçim de seçim derim. Adaylığımı koyarım buradan milletvekili olur çıkar giderim. Türk milleti de beni buradan çıkartır. Çıkartmaz mısınız beni? Çıkarım buradan iki tane kampanyaya bakar. İki tane kampanyaya bakar. Ama ben burada hukuk arıyorum gerçeğin peşindeyim ben. Ben Nazlıcan’ın babasının bana inanan insanların suçsuzluğuma inanarak buradan çıkmasını istiyorum. Beni burada eğer Levent Ersöz nedeniyle tutuyorsanız lütfen parasını ben vereceğim neyse üstleniyorum lütfen çıkartın burada ifade versin. Yada gidin ifadesini alın. 16 Aralık diye bir şey yoktur. Yoktur. Yoktur. Yoktur ve yoktur. Konuşmaların bir kısmı Deniz Baykal’ın odasının dinlenmesinden elde edilmiştir. Bir kısmı Önder Sav’ın odasının dinlenmesinden elde edilmiştir. Bir kısmı da gazetelere verdiğim röportajlardan elde edilmiştir. Deniz Baykal’ın dinlendiği bugünkü skandalla ortaya çıkmıştır. Alçakça bir saldırıdır. İnsanlıktan nasibini alamamış insanların saldırısıdır kendisine karşı girişilen. Belden aşağı kime karşı olursa olsun. Eğer biz Türkiye’deki bu güçler mücadelesini iç savaşı bu hayasızlık düzeyinde kabul edeceksek ben bunu kabul etmiyorum. Ben Ankara’daki beyefendilerin siyaset yapıcıların yada yurtdışındaki siyaset yapıcıların buradaki bağlı danası olmam. Burada tepeden aşağıya tarih yazıcılığı reddederim. Ben halkın benimsemediği, halkın kabul etmediği hiçbir şeyi kabul etmem. Hiçbir şeyi, benim tarih anlayışım aşağıdan yukarıyadır. Ben bir matbaa işçisinin oğluyum. Ordan buraya kendime yer açarak geldim. Yaşım 44 Konfüçyüs’ün dediği şeyi hiç aklımdan çıkartmıyorum. Eğer uzun yaşarsam bütün düşmanlarımın cenazesinin bir gün önümden geçeceğini biliyorum. Ama kimseye karşı düşmanlığım da yok kin duygumda yok. Size yeminle söylüyorum bu da yok. En çok size kızmam lazım. Çoğu zaman acıyorum. Yeminle söylüyorum acıyorum. Yüreğimde kin ve nefrete yer bırakmıyorum. En çok bu iki arkadaşa kızmam lazım. En çok Zekeriya beyle Nihat beye kızmam lazım kızmıyorum. Asla kızmıyorum. Çünkü kavganın onların üstünde devam ettiğini bu savaşın Türkiye’deki değişimle beraber normalleşmesi gerektiğini biliyorum. Bu kavga da benim aradığım şey sizin hukukçu kimliğinizdir. Siz gerçeği arayacaksınız. Önümüzdeki hafta naip hakim bey buraya geldiğinde kendisinin reddi hakimliğini talep edeceğim. Böyle naip hakimlik olur mu? Yapamazsınız böyle. Bir heyecan içerisinde defterime yazdığım şeyleri getirip beyefendiye gösteriyor. Beyefendi sakinleştiriyor çoğu zaman, böyle inceleme olur mu? Size gösterdiği şey nedir Allah aşkına. Ben bilmiyorum bana vermediniz. Bana göstermiyorsunuz. Ama ordan bir sessiz film oynanıyor. Bende burada bi adamım. O size gösterdiği şey benim kellem mi kolum mu bacağım mı tahliye tarihim mi, idam kararım mı, nedir o? Böyle yargılama olur mu? Nasıl yargılayacaksınız beni böyle? Tarih yazıcılığı görevini reddetmenizi talep ediyorum. Yukarıdan tarih yazıcılığı işini reddetmenizi talep ediyorum. Hukukçu kimliğinizle boynum kıldan incedir. Bakın burada siyaseti aşan bir duruş var. Bir gün Sayın Haşıloğlu burada dedi ki, adalet bakanı kim oluyor be. Adalet bakanı kim oluyor. Sayın başkan diyemiyor. Müfettişler gelmiş gazeteciler sormuşlar Sayın başkana Sayın başkan boynum kıldan ince demiş. Adalet bakanı kim oluyor dediğiniz adam hakimler savcılar yüksek kurulunun başkanı. Sizin sicil amiriniz. Mahkeme salonu tutanaklara geçti. Şimdi bende soruyorum. Bu tarih yazma işi böyle devam ederse burada biraz önce diğer beyefendinin söylediği Durmuş Ali Özoğlu’nun sözü ve beni çok son bölümü çok duygulandırdı beni inanılmaz bir şey yani hakikatten şey böyle bir gel git yaşadım duygusal olarak da bir insan kendi savunmasından onurum zedeleniyor diyerek vazgeçemez. Bakın sanıklar buraya gelirken gelmek istemiyorlar. Burada aileler olmasın sevenler gelmesin buraya sanıkları buraya getiremezsiniz. Böyle yargılama olmaz. Ben yıllarca polis adliye muhabirliği yaptım insanlar koşarak gelir duruşmaya. Görüşlerini söyleyecekler kendilerini savunacaklar anlatacaklar. Bu inançsızlığı yıkın. Bu inançsızlığı yıkın ki, o inançsızlığın yerini siz alabilin, hukuk alabilsin. Eğer bu olmazsa burada yürümez size çok teşekkür ediyorum beni dinlediğiniz için ve tekrar talebimi söyleyip buradan ayrılıyorum. Talebim şudur ben bu duruşma salonuna hukuku rica ediyorum.”

Sanık Mustafa Levent Göktaş söz istedi verildi:” Sayın başkanım Sayın mahkeme üyeleri, üzülerek söylüyorum ancak ne yazık ki bugün aynı amaç uğruna kader birliği yaptığımız silah arkadaşlarımızla birbirimizi tanımıyoruz birbirimizle görüşmedik demenin suçsuzluğumuzun delili olarak algılandığı istisnai günler yaşamaktayız. Sayın mahkemenin son olarak kabul ettiği iddianamede benimle ilgili olmadık bahanelerle örgüt irtibatı kurulmaya çalışılan avukatım Av. Serdar Öztürk ile beni geçmişte Avukat Serdar Öztürk ile ben geçmişte hiç birlikte görev yapmadık. Ancak size kendisiyle nasıl tanıştığımızı kısaca anlatmak suretiyle neden bana destek olduğunu neden avukatlığımı canhıraş yaptığını neden savcılığa devamlı gittiğini, polis karakollarına gittiğini anlamanızı istiyorum. Son haftalarda meydana gelen karakol baskını olaylarında olduğu gibi bölücü terör örgütü tarafından Şırnak Çukurca arasındaki karakollara yine o zamanlarda havan tacizleri ve makineli tüfeklerle tacizler yapılmakta ve her gün şehitler vermekteydik. Ve bu tacizler hep kuzey ıraktan gelmekteydi. Benimde bulunduğum bir karakola PKK’nın yapmış olduğu saldırı neticesi 4 tane askerimiz şehit oldu. Bu dört askerin şehit olmasından sonra kırk kişilik bir kuvvetle bölücü terör örgütüne gereken darbeyi vurmak için kuzey ırak içlerine girdim. Kuzey ırak içlerine girdiğimde, bu bölgeye girdiğimde 10-15 kişi zannettiğimiz grup 50 kişi çıktı. Bilahare çatışma başladığında diğer grupların da takviyesiyle beraber 100-120 kişiye ulaşan grup etrafımızı çembere aldı. Ben elimdeki silahlarla ve mevcut kuvvetle bunları püskürtmeye çalıştım ve arkadaşlarımın şehit olmaması için tepelere çıkmalarını bizim iki kişi de aşağıda kalarak teröristleri oyalamamızı düşündüm. Ve bu şekilde yaptık bu şekilde icra ettik. Bu hareketi yaparken etrafımızın sarıldığını ve imha olmak üzere olduğumuzu fark ettiğimizde bizi gören üsteğmen Serdar Öztürk bulunduğu bölgeden iki timle hiç kimsenin emrini almadan kendiliğinden çıkmak suretiyle yanımıza gelerek kendi inisiyatifiyle beş saat boyunca hem teröristlerin büyük bir bölümünü etkisiz hale getirmemize hem de burada yaralı arkadaşlarımızı alarak çıkmamıza yardımcı olmuştur. İddia edilen örgüt üyesi gazi üsteğmen Serdar Öztürk ile ilk tanışmamız bu şekilde olmuştur. Daha sonra o bölgede kaldığım süre içerisinde en son girmiş olduğumuz çatışmada çok yoğun göğüs göğse bir muharebe olması nedeniyle Serdar Öztürk burada yaralanmış bir gözü kör olmuş bir gözü yüzde doksan görmez hale gelmiş vücudunda bir sürü arızalar oluşmuş ve şu anda da yürüyemeyecek haldedir. Ayakta duramayacak bir hale gelmiştir. Örgüt üyesi ve aramızda örgüt irtibatı olduğu iddia edilen Serdar Öztürk ile olan ilişkimiz dostluğumuz ve irtibatımız bu şeklide Türkiye’yi bölmek yıkmak isteyen bölücü terör örgütünün bertaraf edilmesi için verdiğimiz mücadele esnasında olmuştur. Ülkemizin üniter yapısının bozulmaması için canı pahasına savaşan insanların nasıl bir örgütlenme içinde olacağının taktiri de yüce mahkemenizindir. Çöp sepetinde yırtılmış olarak bulunduğu ve sonradan birleştirildiği iddia edilen ve Serdar Öztürk’ün beni kaçırması yada hastaneye götürmesiyle ilgili uydurma senaryo içinde birkaç cümle söylemek istiyorum çünkü başka savunacak bir yerimiz yok başkanım. Ben tutuklanıp cezaevine girdikten sonraki dönemde hem tansiyonumun birkaç kez 19 ve 20’ye çıkması ve neticesinde bayılmam ki bunda koğuş arkadaşlarım şahittir burada kendileri de burada bulunuyorlar. Hem de sol bacağımda 38 adet dikiş bulunan bölümde meydana gelen iltihaplanma ve dayanılmaz sancılar nedeniyle ki bunların raporları da cezaevinde mevcuttur iki kez gece iki kez gündüz olmak üzere cezaevine 112 acil servis çağrılarak Silivri devlet hastanesine kaldırıldım. Maalesef burada biz Ergenekon tutuklusu sanıklara ikinci sınıf insan muamelesi yapılması nedeniyle her seferinde iki iğne vurulup tahlil ve tansiyon ölçmeye lüzum görülmeden rutin hale gelen iki dilaltı hap ile muayene edilmeksiniz cezaevine geri gönderildim. Dikişli bölgede meydana gelen dayanılmaz ağrılarım ve tansiyonumun aralıklarla aşırı yükselmesi nedeniyle avukat Serdar’dan ve diğer avukat arkadaşlarımdan hastalık durumumu anlatarak rahatsızlığım konusunda yardımcı olmaları için ricada bulundum. İsmi geçen avukat Filiz Esen’i hiç tanımam ben. Cezaevine hayatımda bir kere gelmiştir. O geldiğinde de kendisinden ne bir hastalık için ne de hastane için hiçbir yardım talebim olmamıştır. Emekli albay olmam ve hastane işleriyle jandarma komutanlığının ilgilendiğini görmem sebebiyle özellikle tansiyon şikayetimi jandarma komutanlığı veya hastaneyle ilgili hangi bölük varsa o bölüğe bildirilmesini Serdar’dan talep ettim. Hiç değilse Silivri hastanesi dahiliye servisiyle görüşülüp muayene olmamın ve ilaç almamın sağlanması için talepte bulundum. Avukatlarımdan da ayrıca eğer Silivri de dahiliye servisi yoksa tam teşekküllü Çapa, Haseki, Bakırköy yada imkan varsa asker olduğum için ve korumalı personel olduğum için Gata da Gata’ya gönderilmemi talep ettim, ettim. Gerçekten ettim. Hastane talebim bundan ibaret olup kayıtlardan da anlaşılacağı üzere acil olarak iki kez Silivri devlet hastanesine kaldırılmamın dışında bu güne kadar bir kere dahi bir yıldır hastaneye dahi gitmedim. Buradaki jandarma subaylarını ömrümde bir kez burada gördüm. Hiç tanımam. Bahsi geçen Mustafa isimli bir yüzbaşının da bu taburda zaten mevcut olmadığını öğrendim. Bahsi geçenlere de bu mahalde avukatlarımın hiçbir görüşmesi olmamıştır. Diğer bir asılsız iddiaya gelince hastaneye gitmek için cezaevi vardiya nöbetçilerinin ayarlanması konusu. Sayın başkanım hem basın hem halk bilsin ki, cezaevlerinde hastaneye gitmek çok kolay. Şöyle çok kolay eğer hastaysanız geceleyin birden rahatsızlanmışsanız bir buton var butona basıyorsunuz o düdük devamlı çalıyor. Devamlı çalıyor. O çalmayı ancak gardiyan giderebiliyor yani gelip gardiyan o düğmeye basmadığı sürece sizi görmediği sürece o düdük susmuyor. Gardiyan geliyor gardiyana diyorsun ki, arkadaşım bayıldı veya arkadaşım hastalandı hemen sizi alıyorlar mahkum kabule götürüyorlar. Mahkum kabulden 112 acili çağırıyorlar. 112 acilden gelen doktorlar sizi muayene ediyorlar. Muayenenizden sonra eğer sizin Silivri’ye gitmeniz gerekiyorsa hastaneye onlar sizin için bir karar veriyorlar. Yani bir gardiyan bir müdür bir jandarma asla sizi hastaneye götüremez asla sizin için bir hastane, hastaneye gitmeniz için bir tavassutta bulunamaz. Şunu söylemek istiyorum ayrıca zaten beni hapishaneden, hapishaneden kaçırmak konusu da işleniyor şu anda. Hapishaneden kaçırmak için geldiği şeklinde bir bahaneyle iddiayla Ankara İstanbul yolunda sabah saat 05:30 da otobüs içinde yolcuların gözü önünde apar topar yakalayıp ellerine kelepçe takılan avukatlık büromuzda çalışan çocuk üzerinde beni kaçırmak için geldiği çok özür dileyerek bunu okuyorum. İki adet mavi bir adet siyah gömlek. Yüzlük şeffaf dosya, dört adet faber marka keçeli kalem, dört adet pilot bir adet kurşun kalem, bir adet 30 cm. cetvel 13. ağır ceza mahkemesi Sayın başkanına hitaben yazılmış saygılarımla arz ve talep ederim Mustafa Levent Göktaş şeklinde biten 9 sayfa savunma dilekçesiyle yakalanmıştır. Ve bu çocuk dört gün hücrede tutulduktan sonra savcılık tarafından serbest bırakılmıştır. Ayrıca yine başka bir konuşulan konu Fethullah Gülen isimli şahsa mektup yazdığım konusundaki yazılan çizilenler için de sadece bir cümle söylemek isterim. Atatürkçü hiçbir Türk subayı adı geçen şahsa mektup yazmaz. Mümkün değil. Sayın başkanım, Sayın mahkeme üyeleri övünerek ve gururla söylüyorum. Ama söylemekten de çekiniyorum. 750 bin mevcutlu Türk Silahlı Kuvvetlerinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde girdiği çatışmalarda üç adet kahramanlık madalyası olan tek Türk subayı benim. Türk silahlı kuvvetlerinde tek Türk subayı benim üç tane altın madalyası olan üç tane madalyası olan, kahramanlık madalyası olan. Ancak bugün milli konularda meydana gelen duyarsızlıkları da özellikle ülkemizi çok kısa yabancı ülkelerle kıyasladığımda hiç anlayamıyorum. Örneğin Amerika birleşik devletlerinde, Amerika birleşik devletleri bir kıtayı işgal ederek kurulmuş bir ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti dünyada kurtuluş savaşıyla kurulmuş bir ülkedir. Örneğin Amerika birleşik devletlerinde toprağı kazdığınızda hiç şehit bedeniyle, şehit kanıyla karşılaşamazsınız. Ancak Türkiye’nin her toprağında şehit ve kan ve bedeniyle karşılaşırsınız. Biliyorsunuz İslamiyet de şehit kanları ebedi nur işaretidir. Dolayısıyla ülkemiz şehit kanlarıyla nurlanmış topraklara sahiptir. Halklarını karşılaştırdığınızda ise size çok kısa bir örnek anlatmak istiyorum. Benim Ercüment Türkmen adında oğlum gibi sevdiğim, oğlum gibi sevdiğim teğmenken alıp büyük emeklerle yetiştirdiğim, büyüttüğüm sonra kendim toprağa verdiğim bir tim komutanım vardı. Mehmetçik ölmesin diye”

Mahkeme Başkanı:" Ara verebiliriz.”

Sanık Mustafa Levent Göktaş:”Sorun değil Sayın başkanım ben bi sorunum var ondan dolayı ben 30 tane şehitle beraber yattım iki gün öyle bir şey var.”


Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin