Çevre sorunları toplumsal ve ekonomik gelişmeye paralel olarak, her geçen gün artmaktadır. Günümüzde bu artış, doğada binlerce yıllık bir birikimin sonucunda ortaya çıkmış olan olağanüstü yaşam döngüsünü tehdit eden bir noktaya gelmiştir. Bu yaşam döngüsünü yok edebilecek ya da onun üzerinde önemli değişiklik yapabilecekken tipik örnek, kuşkusuz iklim değişikliğine yol açan küresel ısınmadır. Küresel ısınma dünyayı kirli ve gri bir gezegen haline getirecek kadar tehlikeli gözükmektedir.
Çevre sorunlarının insanlığı tehdit eden bir noktaya ulaşmasının nedeni, insanın doğanın kurallarını yeterince gözetmemesinden kaynaklanmaktadır. İnsanın bu davranışlarının arkasında önemli ölçüde teknoloji ve endüstriyel üretimle özdeşleşmiş olan modern toplum anlayışı bulunmaktadır.
AKP’nin mevcut kentleşme ve şehircilik anlayışı, geçmiş dönemlerden çok daha yıkıcı bir kentleşme sürecini beraberinde getirmektedir. AKP’nin kentleşmeyi, beton sesine duyulan patolojik bir hazla yorumlama yaklaşımı, “yol medeniyettir”, “kestiğimiz ağaçların yerine binlerce fidan dikiyoruz” gibi fütursuz söylemleri ve yetkileri tek elde toplayan katı-merkeziyetçi tutumu, ülkemizde çevre ve ekolojinin korunmasında, şehirciliğin ve kentsel gelişmenin sağlıklı bir biçimde sağlanmasında en büyük engeldir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sorumluluk alanına giren bazı problem alanlarını başlıklar halinde vurgulamakta fayda vardır.
İmar Yetkisinin Devri
Kent ölçeğindeki imar planlarına ilişkin yetkilerin ilgili belediyede toplanması ana hedeftir. Mevcut uygulamada Özelleştirme İdaresi’nden Demiryolları’na kadar çok sayıda kamu kurumu ilgi alanlarına göre plan yapma yetkisine sahiptir. En tepede yer alan kurum ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’dır. Özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın KHK ile kurulduğu günden bu yana, kamuoyuna da yansıyan birçok durumda belediyelerin kabul etmediği plan değişikliklerinin Bakanlıkça gerçekleştirildiği uygulamalar artmış durumdadır. Ağaoğlu’nun Bakırköy 46 projesinde istenen emsal İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından kabul edilmemiş ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı emsali yükselterek iş adamına büyük rantlar kazandırmıştır. Benzeri hususlar başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirler olmak üzere, ülkenin her tarafında Bakanlık eliyle gerçekleşen plan onayları şekilde devam etmektedir. Son zamanlarda, “İstanbul’a ihanet ettik” cümleleriyle mevcut iktidarın yaptığı itiraf esasen, yükü belediyelere atmak ise de, özünde bu ihanetin esas sorumlusu, Bakanlığın kendisidir.
Acele Kamulaştırma
Acele Kamulaştırma yetkisi 1939 tarihli Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu ile başvurulabilecek bir yöntem iken günümüzde HES gibi uygulamaların hukuki dayanağı haline gelmiştir. Doğanın fütursuzca yağmalanmasına neden olan uygulamaya son verecek düzenlemeler yapılmalı savaş durumunda dahi yerel idarelerin görüşlerine başvurulmalıdır. 2.Dünya Savaşı öncesi Türkiye’nin savaşa girme olasılığı gözetilerek 1939 yılında çıkartılan bu kanun ile savaş koşullarındaki acil askeri ihtiyaçların karşılanması için Bakanlar Kurulu’na yurt savunması gerekçesiyle ihtiyaç duyulan taşınmazlara “el koyma” yetkisi verilmiştir. Bu halde dahi “askeriye” bu yetkiyi tek başına kullanamamakta ve ihtiyaç duyduğu taşınmaza olağan kamulaştırma prosedürü dışında el konulabilmesi için Bakanlar Kurulu’nun kararına ihtiyaç duyulmaktadır. El koyma kararı ve hangi taşınmazlara el konulduğu belirtilmek suretiyle Resmi Gazete’de yayımlanmaktadır. Kentsel dönüşümden, baraj yapımına kadar her alanda mevzuatı kolayca aşmayı sağlayan bu yöntem aynı zamanda “acil güvenlik ihtiyaçları” nedeniyle de kullanılmaktadır. Sur ve Silopi gibi yıkılan kentleri yeniden imar etmek bahanesiyle Hükümetin çıkardığı acele kamulaştırma eliyle, neredeyse bu kentlerin tamamına mülkiyet hakkını, barınma hakkını hiçe sayan ve özellikle Sur gibi tarihi, kültürü ve kimliği yansıtan bölgeleri sermaye birikim alanları yaratarak el değiştirmesine sebebiyet veren bir uygulamaya gidilmiştir. Acele kamulaştırma, son zamanlarda AKP Hükümetlerinin çokça başvurduğu ve kentsel dönüşüm, HES gibi halkın karşı durduğu uygulamaları yürürlüğe koymak adına yürütülen bir yönteme dönüşmüştür.
Kentsel Dönüşüm
Kentsel dönüşüm uygulamaları tanımı gereği; hızlı kentleşme sonucu oluşan niteliksiz ve sağlıksız alanların yeniden yapılandırılması amacıyla yapılmaktadır. Kentsel dönüşümlerde, ilk olarak ele alınması gereken konu; bölge insanlarının ekonomik ve sosyal sorunlarıdır. Kentsel dönüşüm; AKP’nin yaptığı gibi yıkım, temizlik, proje ve inşaatlarla değil; sosyal ve ekonomik gelişmeye yönelik programlarla yerel halkın, mahallelilerin ortak ihtiyaç ve özelliklerine uygun, onları bütünleştirecek yöntemlerle yerinden dönüşüm şeklinde yürütülmelidir. Fakat AKP bu alanda da çok eleştirilen projelere giderek daha fazla imza atıldığı açıktır. Hükümetin Bakanlık eliyle yaptığı sayısız projelerdeki hukuksuzluklar, rantsal anlayışın kamu yararını teslim almasının tezahürüdür. Oysaki doğru olan anlayış; kamuoyunun tepkilerini göz ardı etmeksizin, doğrudan demokrasiyi esas alan bir yaklaşım ile kentte yaşayanların karar süreçlerine katılımını esas almak olmalıdır. Günümüzde kentsel dönüşüm uygulamaları, belediye meclislerinin talebiyle Bakanlar Kurulu tarafından verilen kararla uygulanmaktadır. Kentsel yenilemenin gerektirdiği durumlarda, yerel halkı karar sürecine dâhil ederek, Bakanlar Kurulu kararına gerek duyulmaksızın belediye meclisleri yetki kullanabilmelidir. Verilecek yenileme kararlarında özellikle emsal artışları, kentsel doku ve üst ölçekli planlara uyacak şekilde şehircilik ilkeleri doğrultusunda bir yöntem izlenmelidir. Burada esas alınması gereken husus; Kentsel Yenileme yapılan alanda ikamet eden yurttaşların mevcut kentin çeperlerinde TOKİ kutucuklarına mahkûm edilmesi yaklaşımı yerine yaşam alanlarında ikamet etmelerine devam etmelerinin sağlanmasıdır.
AKP’nin Kentsel Talanı
Çatışmalı sürecin başladığı süreçten sonra yıkılan kentler ile ilgili Sur başta olmak üzere, bölgedeki diğer kentlerde iktidar, Kürtlerin bu kentlerde birikmiş tarihsel kimliğini, kültürünü kentsel dönüşüm eliyle yıkmaya dönük uygulamalara gitmiş ve bununla birlikte yaratılacak kentsel rantı kendi siyasi yaklaşımı doğrultusunda dağıtma eğilimine girmiştir. Müdahale ile AKP, hem kentsel mekân karakterini değiştirmek, hem de bu alanların konumu itibariyle sahip oldukları kentsel rantı yeniden üretmek istemekte ve bu alanları politik yoksul Kürtlerden arındırarak “soylulaştırma” eliyle, kendine yakın sermaye kesimlerine (özellikle Sur için) peşkeş çekmeyi planladığı görülmektedir. Bu plana uygun örnek olarak bizzat Başbakan Davutoğlu’nun ifade ettiği Toledo örneği tesadüfi seçilmemiştir. Zira Davutoğlu’nun Sur / Toledo benzetmesinin şöyle bir boyutu vardır; Toledo, İspanya iç savaşı sonrası yeniden inşa edilirken, soylulaştırma (gentrification) yoluyla yoksulların kentten dışlanması ve kentin turizm ile sermaye kesimlerinin eğlencelerine ayrılması ilkesi uyarınca yenilenmiştir. Bu durum, AKP’nin Sur ile ilgili mevcut yapısını kentsel dönüşüm eliyle bütünüyle değiştirip, Sur’un yerel halkını, yoksullarını, bütünüyle kentin dışına çıkarıp, “soylulaştırma” yoluyla sermaye kesimlerine peşkeş çekeceğinin irade beyanıdır. Yıkılan kentlerde halkın evlerinden zorla çıkartılması, bu amacın açık örneği niteliğindedir.
Munzur Vadisi
Munzur Vadisinin sonunu hazırlayan baraj çalışmalarına başlandı. Kitle örgütlerinin karşı çıkışlarını ve uyarılarını dikkate almayan AKP Hükümeti, Munzur Vadisi üzerine kurulmak istenen 8 barajdan biri olan Bozkaya Barajının sondaj çalışmalarına başladı. İl merkeziyle iç içe olan alan içerisinde yapımı düşünülen Bozkaya Barajı, Tunceli il merkeziyle Ovacık ilçesi arasındaki geçiş güzergâhındaki ilk baraj yeri olması bakımından da özel bir öneme sahip. Bozkaya Barajının yapımı gerçekleşirse, kalan 7 barajın yapımının önündeki engel de büyük oranda kalkacak.
Munzur Nehrinin mevsim koşulları sebebiyle neredeyse bir dereye dönüşmüş olması, barajların, üretim değil bölgenin insansızlaştırılması için yapıldığı kuşkusunu güçlendiriyor.
Kıyılar Yağmaya Açıldı
Resmi Gazetenin 13 Mart 2008 tarihli 26815. sayısında yayımlanan kararla, Karadeniz sahil yolu nedeniyle bozulmayan sahilin bir bölümü koruma altına alınırken, tarihi özelliği de olan diğer bölgelerin turizm alanları kapsamı dışında tutulması tepkiyle karşılanmıştı. Fatsa’nın Bolaman beldesi ile Perşembe ilçesinin Medreseönü arası turizm alanı kapsamına alınırken, tarihi kilisesi de bulunan Yason Burnu, Beyaz Kumu ile ünlü Doğal Çaka Plajı ve Kuş Cenneti gibi koruma altındaki kıyılar turizm alanı dışına çıkarıldı.
Bunların yanı sıra Karadeniz’in doğal güzellikleriyle, dünyada eşine az rastlanan, yaylaları çoğunlukla Arap sermayesine talan ettirilmiştir. Kaçak yapılanmanın yanı sıra ekolojik yıkımları da beraberinde getirmiştir.
Yeşil Yol Projesi
Doğu Karadeniz Bölgesel Gelişme Planı (DOKAP) Turizm Master Planı kapsamında Artvin’den Samsuna 8 ilin yaylalarını birbirine bağlamak amacıyla “Yeşil Yol Projesi” hazırlanıp 2013 yılında çalışmalara başlamıştı. 2013 yılından bugüne, doğu Karadeniz coğrafyasına büyük zararlar veren bu projeye karşı protestolar ve projeyi durdurma kampanyaları yürütülse de AKP hükümetinin rant hırsından dolayı devam ediyor. 2016 Sayıştay raporunda da çevreye ciddi zararlar verildiği tespit edilmişti.
Kanal İstanbul Projesi
27 Nisan 2011 yılında açıklanan Kanal İstanbul projesi, 45 km uzunluğunda, 25 m derinliğinde, 250 m genişliğinde planlanmaktadır. Bu proje gerçekleştiği taktirde yeni bir ekolojik yıkım yaşanacaktır. İstanbul’un suyu azalacak, doğal eko sistem zarar görecek, iklim değişecek, orman varlığı yok edilecek, yaban hayatı yok olacak, yerleşim alanları etkilenecek, tarım arazileri üretim dışı kalacak ve çeşitli iktisadi riskler ortaya çıkacaktır.
Bu denli büyük zararların ortaya çıkacağı bir projede ısrar edilmesi kabul edilemezdir.
21 Mart 2013 tarihinde başlayan müzakere sürecinin, 2015 Temmuz ayında sona ermesinin ardından, 14 Ağustos 2015 tarihinde Diyarbakır Valiliği tarafından 6-7 Eylül, 13-14Eylül, 10-13 Ekim. 28-30 Kasım, 2 Aralık (10 Aralık’da 1 günlük ara verildi) tarihlerini kapsayan sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 13 Ekim’de sona eren 2. yasaktan sonra bu mahallelerde TMMOB Diyarbakır İKK tarafından yürütülen çalışmada 706 işyeri ve konutun hasar tespit çalışması yapılmış ve 693 yapının basit onarımlarla hasarının giderilebileceği 13 yapının ise detaylı incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. 21.03.2016 tarihinde yapılan açıklama ile 16 mahalle riskli alan sınırları içerisinde ilan edilmiştir. Bu mahallelerde yer alan ada, parsel numaraları 2016/8659 kararnamesinde belirtilen taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması kararlaştırılmış, bu karar Bakanlar kurulunca onaylanmıştır. 21.03.2016 tarih ve 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. Maddesine dayanılarak Suriçi’ndeki 7714 parselin 6292’si için Acele Kamulaştırma kararı alındı. Kalan parseller önceki kentsel dönüşüm sürecinde kamulaştırıldığı için bu karara dâhil edilmedi. Acele kamulaştırma kararına dayanak olarak da 2012’de alınan ‘Riskli Alan’ kararı gösterildi fakat bu durumun kendisi de Kamulaştırma Kanunu’na aykırıdır. 9 Mart 2016’da “Operasyonlar bitti” açıklamasının ardından 10 Mayıs 2016 tarihli uydu görüntüsü üzerinden yapılan tespitlere göre Hasırlı Mahallesi’nde 347, Fatihpaşa Mahallesi’nde 232, Cemal Yılmaz Mahallesi’nde 126, Savaş Mahallesi’nde 83 ve Dabanoğlu Mahallesi’nde 44 yapı olmak üzere, toplam da 832 yapının yıkıldığı, 257 yapının ise hasarlı olduğu tespit edildi. TMMOB’un 11 Temmuz 2017 tarihinde uydu görüntüleri üzerinde elde ettiği tespitlere göre de Sur içinde toplam 148 hektar alan, yasaklı 6 mahallede ise toplam 75,3 hektar yıkıldı. Yasaklı 6 mahallenin yüzde 61’i yıkılırken, yıkılan yapı sayısı ise yüzde 72 oldu.
Dostları ilə paylaş: |