2019 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’na ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu muhalefet şerhimiz aşağıdaki gibidir



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə27/33
tarix27.12.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#87132
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   33

Gençlik ve Spor


TÜİK’in yayınlamış olduğu “İstatistiklerle Gençlik 2017” araştırmasına göre, 2017 yılı itibarıyla Türkiye’de 12 milyon 983 bin 97 genç bulunmaktadır. Yani TÜİK verilerine göre toplam ülke nüfusunun yüzde 16,1’ini 15-24 yaş grubundaki genç nüfus oluşturmaktadır. Cinsiyete göre dağılıma bakıldığında ise bu genç nüfusun yüzde 51,2’sini genç erkeklerin, yüzde 48,8’ini ise genç kadınların oluşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla ülke nüfusu her ne kadar görece yaşlanma eğilimine girmiş olsa da, hala ciddi bir genç nüfus söz konusudur. Ülke nüfusu hala gençtir.

2019 Bütçesi Genç Bir Bütçe Değildir


Ancak nüfusun önemli bir kesimini gençliğin oluşturmasına rağmen 2019 yılı bütçesi genç bir bütçe değildir. Toplam ülke nüfusunun yaklaşık %17’sini oluşturan gençler, 2019 bütçesinden de hak ettikleri payı alamamıştır. 2019 yılı merkezi yönetim bütçesi 949.025.615.000 TL iken, Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın 2019 bütçesi sadece 16.474.681.000 TL’dir. Yani 2019 yılı merkezi yönetim bütçesinin sadece yaklaşık %1,7’si Gençlik ve Spor Bakanlığı’na ayrılmıştır. Bu sayısal verilerin ötesinde 2019 bütçesi lâfzen ve ruhen gençlere hiçbir şey vaat etmemektedir. Oysa gençliğin AKP hükümetleri dönemleriyle birlikte şiddetlenerek devam eden ciddi sorunları vardır.

Gençlik Geleceksizleştirilmiştir, Genç İşsizlik Yüksektir


Gençlik, gelecek demektir. Ancak gençlik, geleceğinden kaygılıdır. Ülke gençliği her geçen gün kendisini daha güvencesiz hissetmektedir. Çünkü AKP iktidarları gençleri geleceksizleştirmiştir. Ülke gençliği işsizlik tehdidi altındadır. Ülkedeki genç işsizlik oranı her geçen gün artmaktadır. TÜİK’in açıkladığı verilere göre Türkiye genelinde 15 yaş ve üstü işsiz sayısı 2018 yılı Ağustos döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 266 bin kişi artarak 3 milyon 670 bin kişi olmuştur. 15 ile 24 yaş grubundaki genç nüfusta işsizlik oranı 0,2 puanlık artış ile %20,8 olurken,15-64 yaş grubunda bu oran 0,6 puanlık artış ile %11,4 olarak gerçekleşmiştir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki; güncel işsizlik verileri TÜİK rakamlarına henüz yansımamıştır. Enflasyonun son 15 yılın en yüksek değerine ulaşarak %25’i bulması göstermektedir ki; işsizlik oranları TÜİK’in önümüzdeki aylarda açıklayacağı verilerde de ciddi oranda artacaktır. Yani ülkedeki işsizlik esasen gençleri vurmaktadır!

DİSK-AR’ın Haziran 2018 tarihli İşsizlik ve İstihdam Raporu’na göre genç kadın işsizlik oranı yüzde 22,7 olarak gerçekleşmiş, yükseköğrenim işsizliği 11,1 olarak hesaplanmış, ne eğitimde ne istihdamda (NEET) olanların oranı yüzde 21,8 olarak açıklanmıştır. Yani 2 milyon 600 bin genç ne eğitimde ne istihdamda yer almaktadır. Bir diğer deyişle 2,6 milyon genç boşta gezmektedir!150 DİSK-AR’ın söz konusu raporuna göre: “OECD verilerine göre en yüksek boşta gezer genç oranı Türkiye’de. OECD 2016 verilerine göre 15-19 yaş grubunda ne eğitimde ne istihdam olanların oranı OECD ortalamasında yüzde 13,9 iken Türkiye’de 28,2’dir. İspanya, Yunanistan ve İtalya dışında genellikle yüzde 17’nin altında olan NEET oranında Türkiye OECD liderliğini koruyor. Norveç’te 9,2 olan NEET oranı, Hollanda’da 7,8, İzlanda’da ise 5,2 düzeyindedir.”151

Öte yandan çoğu genç, işbaşı eğitim adı altında çıraklık, stajyerlik, kursiyerlik yaparak ucuz iş gücü deposu olarak görülmektedir. Ayrıca gençler iş bulamadığı için güvencesiz ve iş güvenliğinin olmadığı sektörlere yönelmektedir. Zor şartlarda ucuz işgücü olarak çalışmanın yanında gençlere esnek çalışma da dayatılmaktadır. Türkiye’deki gençler, hayatlarının en güzel yıllarını yoksulluk ve işsizlikle cebelleşerek heba etmektedir. İşsizlik, yoksulluk ve gelecek kaygısı gençleri, umutsuzluğa, karamsarlığa itmektedir.

AKP iktidarlarının geliştirdiği yanlış politikaların sonucunda gençler, arzu ettikleri mutlu geleceği ülke dışına çıkarak kurmaktan başka bir çare olmadığını düşünmektedir. Bu kapkaranlık ortamda, işsizlik, yoksulluk ve güvencesizlik gençleri yurtdışında bir gelecek aramaya itmektedir. Gençlerimiz yurtdışına ülke şartlarından dolayı göç etmektedir. Esasında bu göç bir tür zorla yerinden etmedir.


Gençler Arasında Uyuşturucu Kullanımı Hızla Artıyor


Ülkemizde gençlerin en temel sorunlarından biri olan uyuşturucu madde kullanımı ve bağımlılığı her geçen yıl artmaktadır. Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin (EMCDDA) 2017 Uyuşturucu Raporu’na göre, Türkiye sentetik uyuşturucu kullanımı sonucu ölümlerde, Avrupa ülkeleri içinde ilk sırada yer almaktadır. Yapılan araştırmalarda son 10 yılda uyuşturucu tedavisi için hastaneye yatan hastaların yüzde 40’ının 15-19 yaş aralığında, yüzde 30’unun 20-24 yaş aralığında, yüzde 11’nin ise 25-29 yaş aralığında olduğu belirtilmektedir. Gençlerde uyuşturucu madde kulanım yaşının 12-13’lü yaşlara kadar düşmesi durumun ciddiyetini gözler önüne sermektedir.

Uyuşturucu madde bağımlılığının özellikle Kürt kentlerinde ülkenin geri kalanına nazaran daha fazla olması ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. Güvenlik nedeniyle Kürt kentlerinde neredeyse her sokak başında MOBESE’ler bulunurken, uyuşturucu kullanan ve satanlar hakkında yasal işlem yapılmaması kamuoyunda kuşkulara neden olmaktadır. Medyada yer alan birçok haberde, Kürt kentlerindeki gençlere uyuşturucu madde kullanımı sağlamada kimi polislerin rolü olduğu iddiaları yer almıştır. Açıktır ki Kürt illerinde gençler üzerinde uygulamaya geçirilen kültürsüzleştirme ve yozlaştırma politikası, uyuşturucu kullanımının yaygınlaştırılması ya da uyuşturucu kullanımına göz yumulması üzerinden de gerçekleştirilmektedir. Bölge halkının da pek çok fırsatta ifade ettiği gibi Cizre, Silopi, Nusaybin gibi 2016 yılında başlayan çatışmalarda yıkılan kentlerde uyuşturucu kullanımının ciddi anlamda artmış olması da buna örnek olarak gösterilebilir.

Bu gerçeklere rağmen 2019 bütçesinin ne lafzında ne ruhunda, ne de AKP’nin gençlik politikalarında uyuşturucuyla mücadeleye ilişkin gerçekçi bir çözüm önerisi yoktur. 2018 yılının Ekim ayında Meclis Genel Kurulu’na getirilen torba yasa da bunu doğrulamıştır. AKP, uyuşturucuyla mücadelenin ihbarcılıkla yapılabileceğini zannetmektedir! Uyuşturucuyla mücadelede ihbarcılık yapanlara ikramiye verilmesi gibi yöntemler asla çözüm getirmez. Aksine daha büyük sorunlara sebebiyet verilebilir. Uyuşturucunun yaygınlaşmasını önlemede ikramiye ve ödüllendirme sistemini esas almak, doğru bir yöntem değildir. Mesele bu kadar basit değildir. Sorun toplumsaldır, çözüm de toplumsal olmalıdır. Gençleri kıskaç altına alan uyuşturucu belasıyla salt ihbarcılıkla mücadele edilmez.

Üniversite Gençliğinin Üzerindeki Baskılar Artıyor


Barış İçin Akademisyenler’in “Barış Hakkı”nı savunarak yaşanan çatışmalara ve sivil kayıplarına ilişkin itirazlarını kamuoyuyla paylaşmasının ardından üniversiteler darbe dönemlerine rahmet okutacak cinsten bir baskı ve sindirme süreciyle karşı karşıya kalmıştır. Pek çok bilim insanı sadece fikrini açıkladığı için üniversitelerden ihraç edilmiştir. Medyadaki tekelleşmenin artarak devam etmesine paralel bir biçimde, toplumun itiraz kanallarının kapatılması politikaları üniversitelerdeki barış talepleri bahane edilerek üniversitelerde de yaşanmaktadır. AKP, tüm muhalif seslerin kısıldığı tek tip bir gençlik, tek tip bir üniversite istemektedir. Bunun için hem akademisyenleri, hem de üniversite öğrencilerini baskı altına almaktadır. Bu da üniversitelerin özgür, demokratik, özerk ve bilimsel niteliğine büyük bir darbe vurmaktadır.

Üniversiteli muhalif gençlere yönelik sistematik gözetim ve potansiyel suçlu uygulamaları yaygınlaşmaktadır. Üniversitelerde korku iklimi hâkimdir. Gençler üniversitelerden mezun olduktan sonra “güvenlik soruşturmaları” nedeniyle meslek hayatına başlayamama kaygısı yaşamaktadır. Hatırlanacağı üzere, 6 Temmuz 2018’de ODTÜ’de gerçekleşen diploma töreninde “Tayyipler Alemi” pankartı taşıdıkları gerekçesiyle 4 öğrenci tutuklanmıştı. Her ne kadar cumhurbaşkanı Erdoğan davayı geri çekmiş olsa da, bu olay gençlerin mizahi eleştirilerine dahi tahammül gösterilmediğinin net bir örneğini teşkil etmiştir. Yine Mart 2018’de Boğaziçi Üniversitesi’nde Efrin İşgaline destek amaçlı yapılan bir etkinliğe karşı “işgalin ve katliamın lokumu olmaz” pankartı açan 15 öğrenci gözaltına alınmış, 9 kişi tutuklanmıştır. Olayın ardından cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gözaltına alınan öğrencilere yönelik söylediği “o komünist, o vatan haini terörist gençlere üniversitede okuma hakkı vermeyeceğiz” sözleri muhalif öğrencilere nasıl bir düşmanlık beslendiğini ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte birçok defa sınav dönemlerinde polislerin Kürt ve devrimci öğrencilerin evlerine baskınlar düzenlediği, öğrencilerin gözaltına alındığı ve dolaylı yollardan öğrenim hakları ellerinden alındığı da bilinmektedir. Özellikle taşra üniversitelerinin çoğunda özellikle Kürt öğrencilere yönelik toplumsal linçler örgütlenmektedir. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, 2013 yılının mayıs ayında ise cezaevlerinde 2 bin 776 tutuklu ve hükümlü öğrenci bulunurken bugün bu sayı 25 kat artarak 69 bin olmuştur.

Öte yandan üniversiteler ve üniversite gençliği üzerinde artan baskı politikaları, eğitimdeki çöküşü daha da hızlandırmıştır. 2018 yılında açıklana dünyanın en iyi 500 üniversitesi listesinde ne yazık ki Türkiye’den hiç bir üniversite yer almamıştır. Çünkü üniversiteler özgür değildir, üniversite gençliği özgürce fikirlerini ifade edememekte, protesto hakkını kullanamamaktadır. Demokrasi ve özgürlüğün olmadığı yerde bilim de var olamamaktadır.


Üniversite Öğrencilerinin Burs, Kredi ve Barınma Sorunları Çözülmemiştir


Ulaşım, barınma, beslenme, eğitim öğretim materyalleri, sosyal ve kültürel gider gibi çok sayıda harcama yapmak zorunda kalan bir üniversite öğrencisinin aylık minimum gideri 1.000 TL’nin üzerinde iken öğrencilere ödenen başbakanlık bursu sadece 500 TL’dir. Bununla birlikte milyonlarca öğrenciden sadece çok azı bu burstan yararlanmaktadır. Oysa sosyal devlet olmanın gereği olarak; eğitimin her kademesinde hem kamusal hizmet hem de eşitlik ilkesi gereği tüm öğrencilere barınma, beslenme, ulaşım, eğitim öğretim materyalleri, internet gibi temel gereksinimler ücretsiz olarak verilmelidir. Türkiye’de bu yapılmadığı gibi her yıl yüz binlerce öğrenci borçlandırılmaktadır. Çünkü öğrenim ve katkı kredisi adı altında öğrencilere verilen bu borç para üniversite eğitimi sonrası gençlerden faiziyle geri alınmaktadır. Resmi verilere göre; öğrenim kredisi kullanan 1 milyon 156 bin 832 öğrenciden 239 bin 97’sinin borcunu zamanında ödeyemediği belirtilmektedir. Hal böyleyken, komisyon üyesi milletvekillerimizin Gençlik ve Spor Bakanlığı bütçesi görüşülürken bursların iki katına çıkarılmasına dair verdikleri önerge AKP’liler tarafından ret edilmiştir.

AKP iktidarları döneminde yurt sorunu çok daha büyük boyutlara taşınmıştır. Son on yılda öğrencilerin yurt talebi ile öğrencilere sağlanan barınma imkânları arasındaki uçurum giderek büyümüştür. Üniversite öğrencileri başta olmak üzere birçok öğrencinin devlet yurduna yerleşemediği için farklı vakıf, dernek, cemaat ve tarikat yurtlarına mahkûm olduğu bilinmektedir. AKP iktidarları geçmişten bu yana eğitimi ve yurtları ideolojik ve mezhepsel saiklerle ele almaktadır. Cemaat ve tarikatlara peşkeş çekilen bu alanda tam bir denetimsizlik söz konusudur. Türkiye’de kaç cemaat yurdu olduğu ve buralarda kaç öğrencinin kaldığı bilinmemektedir. Yurt tahsisinden sorumlu olan Yüksek Öğrenim Kredi Yurtlar Kurumu’nun 81 ildeki toplam yatak kapasitesi 600 bindir. Oysa kontenjan artışları ve yeni üniversitelerin kurulması, öğrenci sayısını hızla artırmaktadır. 2002–2003 akademik yılında yükseköğretimde toplam 1 milyon 223 bin 330 öğrenci eğitim görürken, 2017’de bu sayı 6 milyonu geçmiştir. Öğrenci sayısı neredeyse beşe katlanırken, devlet yurtlarındaki artış 1,5 kat düzeyinde kalmıştır. Öyle ki devlet yurtları her on üniversite öğrencisinden yalnızca birine barınma imkânı sağlayabilmektedir. Maddi olanaklardan yoksun olanlar cemaat yurtlarına yönelmekte, yakınlarının yanında kalarak yurtta yer çıkmasını beklemekte ya da kayıt dondurma yoluna gitmektedir.


Sporda Şiddet Yükseliyor, Amedspor’a Irkçı Saldırılar Yapılıyor


İktidarın başvurduğu gerilim ve çatışma politikaları hayatın her alanına olduğu gibi spora da yansımaktadır. Şiddetin en çok yaşandığı spor dalı ise futboldur. 6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesi yasası spordaki ve özellikle futboldaki şiddetin önlenmesinde yetersiz kalmaktadır. Son zamanlarda futbolda şiddet olayları ırkçı anlayışlarla bütünleşmiştir. Amedspor’a yönelik sistematik şiddet ve ırkçı tutumlar devam etmektedir. Amedspor deplasmanda oynadığı birçok maçta şiddete uğramıştır. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz yıl Ankara’da oynanan bir maçta Amedspor taraftarları ve yöneticileri şiddete maruz kalmıştı. Bu yıl da en son Sakarya deplasmanında bir kez daha Amedspor’a karşı şiddet uygulanmıştır. Kürt sorununda uygulanan şiddet politikasına ilişkin görüntüler, Sakarya’da stadyumun billboardında gösterilmiştir. Amedspor oyuncuları ve teknik kadrosu şiddete maruz kalmış olmasına rağmen sorumlular hakkında yasal işlem başlatılmamıştır.

Öte yandan altını çizmek gerekir ki Türkiye’de spor ile erkeklik ile doğrudan militarist bir bağ vardır. Sahalarda cansız mankenlerin, zafer adı altında taciz edildiği görüntüler ortaya çıkmaktadır. Yanı sıra insanların ölümü üzerinden stadyumlarda ırkçılık yapılmaktadır.

Amedspor başta olmak üzere Kürtlere, kadınlara, Alevilere ve diğer tüm ötekilere yönelik saldırılar, ırkçı yaklaşımlar hem ilgili soruşturma makamlarınca hem de TFF tarafından görmezden gelinmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nikâh şahitliği yaptığı ve referandum sürecinde “evet” kampanyasını sürdüren bir profesyonel bir futbolcunun elinde silahla karıştığı şiddet olaylarına dair hükümetin her hangi bir açıklama yapmaması ve olayı mahkûm etmemesi, şiddetin tepeden başlayarak spordaki tüm alanlara yayılmasına olanak sağlamaktadır. Unutulmamalıdır ki, sahalardaki şiddet, siyasi iktidarın toplumsal kutuplaşma ve kadın karşıtı politikalarından bağımsız değildir.

Spor alanlarında şiddetin önlenmesi iddiasıyla, 6222 sayılı yasanın e-bilet ile ilgili hükümlerinin uygulandığı passolig sürecinde, tribünler üzerindeki baskı artmıştır. Passolig kullanıcılarının kişisel bilgileri herkesin erişimine açık ve pazarlanabilir bir meta haline gelmiştir. Uygulama, tribündeki şiddet olaylarını çözmek iddiasıyla başlatılsa da bunu yerine getiremediği gibi herhangi muhalif ve politik bir tutumun, sloganın, pankartın sahalarda yer almasını engellemiştir. Passolig kartı olan makul seyirci olarak görülmüş, passolig kartını kabul etmeyen taraftar kriminalize edilmiştir. Passolig kartı üzerinden bankalara sermeye aktarımı yapılmıştır.

Siyasi iktidar spordaki tahakkümünü hem futbol kulüpleri hem Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) hem de medya üzerinden sürdürmektedir. Bilindiği üzere, AKP iktidarı ile yakın ilişkilere sahip olan TFF Başkanı Yıldırım Demirören, Doğan Medya Grubu’nu ederinin çok altında bir meblağa satın almıştır. Aynı zamanda Demirören’e yakın TV kanallarında siyasi iktidarın spor üzerindeki tahakkümü TV programlarıyla pekiştirilmektedir. Söz konusu TV programlarında sporun barış, eğlence, fair-play gibi ilkeleri es geçilmekte; şiddet, sınırsız rekabet, endüstri ve kar hırsına yer verilmektedir. Ayrıca AKP iktidarları Başakşehir futbol kulübünü eşit rekabet ilkesine aykırı şekilde açıktan desteklemiştir. Yani siyasi iktidar futbola türlü yollarla açıktan müdahil olmuştur.


Şans Oyunları Yayılıyor, Bağımlılık Artıyor


Şans oyunları, teknoloji ve medya etkisiyle Türkiye’de her geçen gün yayılmaktadır. Konuyla ilgili kimi kurumların raporlarına göre, şans oyunları adı altında “kumar” oynayanların yüzde 60’ını 18-25 yaş arası gençler oluşturmaktadır. Türkiye’de kumar, şans oyunları adı altında serbest bırakılmıştır. Şans oyunları, insanları daha fazla yoksulluğa itmekte, psikolojik sorunlara, aile içi şiddete, sosyal çöküntüye ve intiharlara sebep olmaktadır. Türkiye’de yaklaşık 14 milyon kişinin şans oyunları oynadığı ifade edilmektedir. Hiç kuşku yok ki sayının bu kadar yükselmesinde ekonomik sorunlar ve işsizlik kadar hükümetlerin şans oyunlarını teşvik eden politikaları da belirleyici olmuştur. AKP döneminde şans oyunlarına yenileri eklenmiş, şans oyunları çeşitlenmiştir. Oysa devletin şans oyunlarını yasaklamadan, teşvik etmeden ve özelleştirmeden kendi kontrolünde tutarak bağlamlılığı önleyici tedbirler alarak toplumun bu alana olan ilgisini azaltması gerekmektedir. Zaten asıl ironik olan, gençlikle ilgili bir bakanlığın aynı zamanda şans oyunlarını da idare etmesidir.

Söz, Yetki ve Karar Gençlere


2019 Bütçesinde gençlerin adı yoktur. Oysa gençler bütçe yapım sürecine aktif olarak katılabilip taleplerini sunabilmelidir. Halkların Demokratik Partisi olarak söz de, yetki de, karar da gençlerindir diyoruz. Gençler bütçede de, kendi gelecekleri üzerinde de söz, yetki, karar sahibi olabilmelidir.

Gençliği işsizliğe, ucuz işgücü sömürüsüne mahkûm eden şey kapitalist politikalardır. Gençler bugün hala ayrımcı, milliyetçi, cinsiyetçi, homofobik ve transfobik, tekçi ve niteliksiz eğitim anlayışına mahkûm edilmek istenmektedir. Halkların Demokratik Partisi olarak herkese yaşam boyu, parasız, eşit, demokratik, bilimsel, anadilinde ve ulaşılabilir eğitim hakkının sağlanması ve çalışma yaşındaki her gence sağlıklı iş olanağı yaratılması gerektiğini savunuyoruz. 

Gençliğin adeta kâbusu haline gelmiş rekabetçi, eşitsizliğe dayanan ve eşitsizliği derinleştiren sınav sistemi ortadan kaldırılmalıdır. Üniversitelerin akademik ve bilimsel özgürlüğü sağlanmalı, YÖK kaldırılmalı, üniversitelerin kendi bileşenleriyle yönetilmesi modeli getirilmelidir. Gençler üzerindeki her türlü zor ve baskının, yıldırma politikaları son bulmalıdır.

Gençler toplumsal yaşama eşit katılım için gerekli kaynaklara erişmek, ihtiyaç duydukları sosyal hizmetlerden yararlanmak, sosyal güvenceye sahip olmak ve tüm yurttaşlar gibi kaliteli ve insanca barınma hakkına sahiptir. Tüm gençlik kesimlerinin eğitim, sağlık, beslenme, barınma, ulaşım, spor, sosyal ve kültürel faaliyet gereksinimlerinin kamusal ve parasız olarak karşılanması bir gençlik hakkı olarak hayat bulması gerekir.

Gençlerin kendi ihtiyaçlarını belirlediği ve çözümler ürettiği araçlar ve politikalar geliştirilmelidir. Yasalara, seçim düzenlemelerine, resmi mevzuata ve toplumsal yaşamın pek çok yerine sinmiş olan yaş ayrımcılığına karşı, gençlerin eşit yurttaşlığı perspektifiyle politikalar geliştirilmelidir.

Demokratik bir toplum içerisinde gençlerin karar mekanizmalarına, siyasi ve toplumsal süreçlere katılımının yerelden başlayarak sağlanması; gençlerin siyasi temsil ve katılımı önündeki engellerin kaldırılması ve siyasete katılım kanallarının geliştirilmelidir. Bu çerçevede siyasi partilere üyelik yaşının 16’ya, seçilme yaş sınırının 18’e düşürülmeli; milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı için askerlik yapmış olma şartı ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı için 40 yaş sınırının kaldırılmalıdır. Benzer engeller yerel yönetim seçimlerinde de kaldırılmalı ve yerel yönetim organlarında, 18-27 yaş arası gençlerin katılımını güçlendirecek ve karar alma süreçlerine dâhil edecek şekilde kota uygulaması sistemi getirilmelidir.

Gençlere Anayasa’nın sınırlı olarak tanıdığı örgütlenme özgürlüğünün genişletilmelidir. Gençlerin bir araya gelerek oluşturdukları kulüp, platform, sendika vs. gibi farklı yapılar ile kendilerini ifade etme hakkı ve örgütlenme özgürlüğü anayasal olarak tanınmalıdır. Öğrenci gençlerin lise ve üniversitelerde ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan tüm engeller üniversitelerin de demokratikleştirilmesi süreciyle paralel bir biçimde aşılmalıdır. Zorunlu askerlik uygulaması kaldırılmalı ve vicdani ret hakkı yasalarca güvence altına alınmalıdır.


  1. Yüklə 1,43 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin