2019 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’na ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu muhalefet şerhimiz aşağıdaki gibidir



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə29/33
tarix27.12.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#87132
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33

Ticaret Bakanlığı


Ticaret, sadece ekonomi bir ilişki değildir. Sadece mal alışverişi değildir. Ticaret, insanlık tarihi boyunca kültürel ve sosyal ilişki ve etkileşim anlamına gelmiştir. Ticari ilişkilere sadece parasal artı gözüyle bakılmamalıdır. Ülkeler ve coğrafyalar arası ticaretin gelişmesi, kardeşliğin, dostluğun ve barışın gelişmesinde vesile olarak değerlendirilmelidir. Bu noktada gümrük kapıları sadece mal, hizmet ve kişilerin geçiş yaptığı kapılar değildir.

Gümrük Kapıları Kardeşlik ve Barış Kapıları Olmalıdır


AKP hükümetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, dış politikada önemli hatalar yapmıştır ve hala da bu hatalar sürdürülmektedir. Komşu halk ve coğrafyalara komşuluk, kardeşlik ve dostluk gözüyle bakılacağına, genişlemeci irredantist-kolonyalist bir yaklaşımla bakılmaktadır. “Osmanlı bakiyesi” söylemi, “büyümezsek küçülürüz” şeklindeki yayılmacı mottoyla içeriklendirilerek dış politikanın itici motivasyonu haline gelmiş durumdadır. Bu temelde, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü yerine çözümsüzlükte ısrar eden politikalar, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizin en önemli nedenlerinden birini oluştururken ticaretin gelişmesine de engel olmaktadır. Komşu coğrafyalara ve Ortadoğu’ya kardeşleşme ve barış politikalarıyla açılmak yerine, savaşla açılma politikaları halklara refah getirmemektedir.

Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve geliştirilen bu çatışmayı esas alan politikalar, ticareti de vurmaktadır. Uygulanan yanlış politikalar, Irak ve Suriye sınırında yer alan gümrük kapılarının aktif bir biçimde çalışmasına engel olmaktadır. Irak ve Suriye sınırları boyunca yer alan 16 gümrük kapısından, Irak sınırında 2, Suriye sınırında ise 4 olmak üzere toplamda sadece 6 adet gümrük kapısı faal durumdadır. 2017 yılında Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde yapılan bağımsızlık referandumuna tepki olarak Habur sınır kapısının kapatılması tehdidi örneğinde olduğu gibi, AKP iktidarı ticareti ve gümrük kapılarını barış ve kardeşlik kapıları olarak görmekten ziyade bir koz olarak görmektedir. Ticareti, açlık ve yoklukla terbiye etme pragmatizminin bir aracı olarak değerlendirmektedir. Oysa gümrük kapıları kardeşliğin ve barışın kapıları haline getirilmelidir.


Piyasalarda Tekelleşme Artıyor, Rekabet Kurumu Pasifize Ediliyor


Dünya genelinde agresif neoliberal atağın 1990’larla birlikte yumuşamasıyla (Post-Washington Uzlaşması süreci),152 piyasaların sağlıklı işleyişinin sağlanması amacından hareketle bağımsız idari piyasa regülatörlerinin oluşturulmasına ilişkin bir yaklaşım gelişti. Serbest piyasa ekonomisinin işler biçimde sağlanabilmesi için kurumların önemli olduğu fikri ağırlık kazanmaya başladı. “Bağımsız idari otoriteler” ya da “düzenleyici kurullar” bu arayışın sonucunda ortaya çıktı. Ekonomideki pek çok alanda (Enerji, Tütün, Bilişim vs.) regülatör kurumlar oluşturularak bu alanlar piyasanın dizginsiz işleyişinin yarattığı aksaklıkların giderilmesi için regülatör kurumların denetimine açıldı. Esasında bu durum, kamusal olan ne varsa kötüleyen pür neoliberal yaklaşımdan samimi itiraflarla atılan bir geri adım anlamına geliyordu. İddia edildiği gibi ekonomiye kamusal müdahale (devlet) piyasanın işlerliğine halel getirmiyor, bilakis dizginsiz “serbest piyasa ekonomisi” bizzat piyasanın işlerliğini bozuyordu. Zaten tarihsel bir gerçeklik olan gerçekten serbest bir piyasanın kurumsallaşmasında ve meşrulaştırılmasında kamusal müdahalenin (devlet) bir zorunluluk olduğu itiraf edilmiş oluyordu.153

Bilindiği üzere Türkiye’de de Rekabet Kurumu, 1994 yılında çıkarılan Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’dan hareketle, bu kanunu uygulamakla yükümlü olarak 1997 yılında kurulmuştur. Rekabet Kurumu kendisini “özelleştirme aşamasında kamu teşebbüslerinin özel sektöre devrini de incelemek ve özelleştirme yoluyla devletin ekonomideki etkinliği azaltılırken kamunun terk ettiği alanlarda tekelleşmeye engel olmak” misyonuyla tanımlamıştır. Fakat AKP iktidarı, diğer devlet kurumlarında olduğu gibi Rekabet Kurumunun da içini boşaltmış, iş göremez hale getirmiştir. Rekabet Kurumu pasifize edilmiş, piyasadaki rekabet iyiden iyiye bozulup tekelleşme artarken Rekabet Kurumu sessiz kalmıştır. Oysa Rekabet Kurumu, kendisini tanımlarken “piyasalardaki rekabeti olumsuz yönde etkileyecek ya da kısıtlayacak nitelikteki çeşitli kanunlar ve düzenlemelerle ilgili olarak ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına görüşler göndererek piyasalarda rekabet koşullarının hâkim kılınmasını sağlamaktadır”154 der. Ancak örneğin Enflasyonla Topyekûn Mücadele Programı oluşturulurken belli ki Rekabet Kurumu’ndan görüş alınmamıştır. Hâlbuki programın rekabeti bozucu bir potansiyeli vardır. Mal ve hizmet satış fiyatlarında % 10’luk bir indirim öngören program, tüm işletmeleri kapsamaktadır.

Yine Türkiye’de hayata geçirilen pek çok özelleştirme uygulamasının rekabeti bozup tekelleşme yarattığına dair ciddi eleştiriler vardır. Ancak Rekabet Kurumu, özelleştirmelerin açığa çıkardığı tekelleşme durumlarına karşı da sessiz kalmıştır. Örneğin Rekabet Kurumu’nun şaibelerle dolu Türk Telekom’un özelleştirilmesi sürecine niçin gerçek anlamda müdahil olmadığı kamuoyu tarafından hala sorgulanmaktadır.

Yine yakın zamanda Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF) kurulması sürecinde Rekabet Kurumu’nun devreye girmemiş olması da anlaşılabilir değildir. Ülkenin en önemli değerlerini tek çatı altında toplayıp bir anlamda tekel oluşturularak kurulan fonun, tekelleşme ve rekabeti bozma kriterleri üzerinden Rekabet Kurumu’ndan görüş alınmalıydı. Hâlihazırda da TVF’nun faaliyetleri Rekabet Kurumu tarafından dikkatle izlenmelidir.

Hatırlatmak gerekirse 1982 Anayasası’nın 167. Maddesi “Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiilî veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler” der. Ancak bugün medya sahipliği ve özellikle inşaat sektöründe faaliyet gösteren sermaye grupları arasında bir yoğunlaşma ve tekelleşme söz konusu. Bu durum açıkça Anayasa’ya aykırılık teşkil etmektedir. Ancak böylesi kritik bir konuda dahi Rekabet Kurumu’nu devreye girememektedir. Türkiye’de medya sahipliği çok ciddi bir meseledir. Medyada muhteşem bir tekelleşme vardır. Medya kuruluşlarının ezici çoğunluğu hükümet yanlısıdır. Ve bu medya grupları hükümetten özellikle inşaat sektöründe ortaklaşa büyük ihaleler almaktadırlar. Bu kabul edilemez! Halkın farklı haber kanallarından haber alma hakkı vardır. Medya özgürlüğü ve medyadaki anti-tröst yasalarının varlığı demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsurlarıdır.

Rekabet Kurumu’nun, ekonomideki tekelleşme eğilimleri artarken anti-tröst müdahaleci rolünü oynayamamasının en önemli nedeni, AKP tarafından 2011 yılında yapılan bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyle bağımsız olması gereken düzenleyici ve denetleyici kurum ve kurullar, bakanlıklarla ilişkili hale getirilmiştir. Böylelikle idari ve mali özerkliğe sahip bağımsız kurum ve kurullar, siyasetin açık etkisine girmeye başlamıştır. Rekabet Kurumu da, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunu’nun 20. Maddesi’nde Ticaret Bakanlığı ile ilişkili bir kurum olarak tanımlanmıştır. Ancak bu durum, Rekabet Kurumu’nun sağlıklı şekilde işleyişine engel olmaktadır. Bağımsız bir kurum olarak oluşturulan Rekabet Kurumu’nun kuruluş felsefesi ihlal edilmektedir. Rekabet Kurumu, siyasi iktidarın etkilerine açık hale getirilmiştir. Piyasalarda tekelleşme muazzam ölçüde artarken, buna paralel olarak Rekabet Kurumu da pasifize edilmiştir.


Neye Göre, Kime Göre Helal?


1 Kasım 2017 tarihinde kurulan Ticaret Bakanlığı ile ilişkili olmakla birlikte mali ve idari açıdan özerk olarak tanımlanan Helal Akreditasyon Kurumu (HAK) 4 trilyon dolarlık helal gıda pazarında akreditasyon verme ve pazarda yer edinme amacına sahiptir. Yeni bir kurum olan HAK, akreditasyon kuruluşları ve akreditasyon kuruluşu bulunmayan ülkelerdeki helal akreditasyonla ilgili kurum ve kuruluşlarla ilişkiler kuracak ve iş birliğinde bulunmasına yetki verilmiştir. Yurt dışında yapılacak akreditasyon işlemleri için başka ülkelerde de temsilcilik açma yetkisine sahiptir.

Ancak bu kurumun faaliyet alanıyla ilgili ciddi bir temel sorun alanı vardır. Bu da bizzat kurumun adında geçen “helal” kavramıdır. Helal sınırının neleri kapsadığı muğlaktır. Kanun metni içinde İslam, din veya inanç gibi kavramlar bulunmamakla birlikte helal sınırının hangi bağlamda olacağı netleştirilmemiştir. Bu nedenle kurum oluşturulurken bu hususun göz ardı edildiğini söylemek mümkündür.

Örneğin yurtdışından ithal edilecek etlerin helal olup olmadığı ile nasıl bir politika ortaya konulacaktır? İşlenmiş etlerin inceleneceği laboratuar gibi teknik alt yapılara nasıl erişim sağlanacaktır? Hatta bu laboratuarların helal standartlarının nasıl olacağı ile ilgili olarak açıklayıcı bir gerekçe sunulmamaktadır.

Öte yandan Türk Akreditasyon Kurumu’nun (TÜRKAK) helal akreditasyon işlemlerini neden gerçekleştirmediği de bilinmemektedir. Hâlihazırda zaten bir akreditasyon kurumu varken aynı alanda başka bir kurum açmak bürokratik hantallaşmadan başka bir işe yaramayacaktır. Kurumun kurulma kanununun komisyonda ve Meclis Genel Kurulu’nda yapılan görüşmelerde niçin TÜRKAK’ın bu işlemleri yapmadığına dair tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır. Oysa TÜRKAK hali hazırda AB’nin akreditasyon sisteminin parçasıdır. Ancak buna rağmen HAK adıyla yeni bir kurum oluşturulmuştur.


Serbest Bölgeler, Serbest Usulsüzlük Bölgeleri Haline Getirilmiştir


Ekonominin ve ticaretin gelişmesi için oluşturulan serbest bölgeler, ne yazık ki gelinen aşamada serbest usulsüzlük bölgeleri haline getirilmiştir. AKP’ye yakın şirketlere, sermaye gruplarına imtiyazlar tanınarak haksız kazanç elde etmelerinin önü açılmıştır. 2017 Sayıştay raporlarında pek çok serbest bölgeye ilişkin çok ciddi usulsüzlükler ve yolsuzluklar tespit edilmiştir.

Devlete karşı mali yükümlülüklerini yerine getirmeyen firmaların desteklendiği tespit edilmiştir. Hazine’nin özel mülkiyetindeki taşınmazlar ile ilgili Maliye Bakanlığı’nın sahip olduğu tasarruf yetkisi Ekonomi Bakanlığı tarafından kullanılmış, serbest bölgelerde Hazine taşınmazları yasaya aykırı olarak kiraya verilmiş ve kullanım hakları tahsis adı altında kullanıcılara bırakılmıştır.


Sermaye ve İktidar Tekelleri, Ekonominin ve Demokrasinin Can Düşmanıdır!


Halkların Demokratik Partisi siyasette de, ekonomide de tekellere karşıdır. Ekonomideki tekelleşme nasıl ki ekonomiyi ekonomi olmaktan çıkarıyorsa, siyasetteki tekelleşme de siyaseti siyaset olmaktan çıkarır. Ekonomideki tekelleşme ile merkezileşme, ekonomideki demokrasinin; siyasetteki tekelleşme ile merkezileşme siyasetteki demokrasinin düşmanıdır. Tekelleşme gerçekten piyasanın yani yurttaşların geçim ekonomisinin karşısında ve aleyhindedir.155

Bu nedenle yurttaşların geçim ekonomisi, sermaye tekellerine karşı korunmalıdır. Piyasada hem üretici, hem de tüketici olarak yer alan yurttaşların tekeller tarafından ezdirilmesine müsaade edilemez. Unutulmamalıdır ki sermaye gibi, iktidar da birikir. Sermaye ve siyasetin birikimi sürecinde yurttaşların emeği ve girişim özgürlüğü korunmalıdır. Tam da bu amaçla Halkların Demokratik Partisi olarak yurttaşların sermaye tekellerine karşı korunması için üretim ve tüketim kooperatiflerini öneriyoruz.



  1. Yüklə 1,43 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin