ATİLLA KART (Konya) – 3 No.lu Alt Komisyon olarak ben Cumhuriyet Halk Partisinden Atilla Kart. Milliyetçi Hareket Partisinden Erzurum Milletvekili Sayın Oktay Öztürk, Barış ve Demokrasi Partisinden Diyarbakır Milletvekili Sayın Altan Tan, hepinize hoş geldiniz diyor, saygılarımızı sunuyoruz.
Adalet ve Kalkınma Partisinin 3 No.lu Komisyon üyesi arkadaşımız Sayın İyimaya rahatsız olduğu için katılamıyor; diğer 2 arkadaşımızın da zannediyorum programları uygun değil, o sebeple katılamayacakları anlaşılıyor ama biz, Komisyon olarak toplantımızı yapacağız, programımızı uygulayacağız.
Efendim, şimdi, çalışma usulümüzü hemen ifade edeyim; konuşmalar, görüşmeler kayıtlara intikal ediyor. Şu andaki uygulamamıza göre Meclisin İnternet sitesinde sizin görüş ve düşünceleriniz yayınlanmıyor ama bana göre hatalı, bunu ayrıca kendi aramızda konuşacağız, değerlendireceğiz, üst komisyonda konuşacağız. Sizler zaten kendi görüş ve düşüncelerinizi kamuoyuyla paylaşmak isterseniz o sizin takdirinizde olan bir konudur, tamamen sizin bileceğiniz bir konudur. Burada biz görüşme esnasında nötr konumdayız, dinleyici konumdayız, bir karşı tez ileri sürmemiz söz konusu değildir; belki son beş on dakikada birtakım sorular yoluyla konulara daha açıklık getirilmesini, sizin görüşlerinize daha açıklık getirilmesini isteyebiliriz. Genel çalışma usulümüz budur.
Buyurun efendim. Tek başınıza da sunuş yapabilirsiniz, paylaşabilirsiniz de.
ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ BAŞKANI PROF. DR. MEHMET ÖZCAN – Teşekkür ediyoruz önce davet ettiğiniz için.
Bizim yapmış olduğumuz çalışma, üniversitelerden, anayasa kürsülerinden 10 doçent hocamızın başlatmış olduğu bir anayasa çalıştayı. İki seans hâlinde, ikişer günden dört gün boyunca yapmış olduğumuz çalışmalar neticesinde elde ettiğimiz sonuçlar bunlar sizlere takdim ettiğimiz anayasa raporumuz. Bu çalışmalarda, farklı üniversitelerden, özellikle biz Anadolu’daki anayasa konusunda çalışan, belki çok da seslerini duyuramayan arkadaşlarımızı Ankara Strateji Enstitüsü Platformu altında bunların seslerinin duyurulmasını -çünkü üniversitelerden bu anlamda çok ciddi katkı sağlanmadığı konusunda eleştiriler de vardı- biz üniversite hocalarımızın farklı platformda seslerini duyurması için böyle bir çalışmaya imza attık. Buraya gelemeyen arkadaşların isimlerini ben takdim etmek istiyorum. Bizim usulümüz şu: Üyelerimizden Yüksel Hocam, sunumumuzu o yapacak; ben bir takdim yapıp, hemen sözü kendisine vereceğim. Değişik üniversitelerden, Ayhan Döner Hocam Erzincan Üniversitesinden, Yüksel Hocam Isparta Üniversitesinden. Ben Ankara Strateji Enstitüsü Başkanıyım, aynı zamanda Polis Akademisi hocasıyım. Mehmet Arıcan Hocam da yine Ankara Strateji Enstitüsü Hukuk Bölüm Başkanı. Bunun dışında, Selçuk’tan Faruk Bilir Hocamız var bu çalışmada. Kasım Karagöz Hocamız Erciyes Üniversitesinden, Hüseyin Özcan Hocamız İstanbul Üniversitesinden, Murat Tümay Yardımcı Doçent arkadaşımız Selçuk’tan yine. Mehmet Ali Zengin, Muhammet Ateş ve Metin Baykan da Selçuk, Ondokuz Mayıs ve Ankara Strateji Enstitüsünden katılan arkadaşlarımız.
Yapmış olduğumuz çalışmalarda, biz, her konuyu usul olarak, metodolojik olarak şöyle çalıştık: Bütün hocalarımız bir konuyu aldı, bu konuyu derinlemesine çalıştı, bizim çalıştaylarımıza sundu; biz kendi içimizde tartıştık ve sonuçta ortak bir metin üzerinde mutabakat, konsensüs sağlanmış oldu yani bizim önerilerimizde her arkadaş her şeyiyle bütün görüşleri paylaşıyor değil ama sonuçta konsensüse ulaştık. Konsensüsün bu anlamda sizlerin çalışmalarında da -özellikle ben Avrupa Birliği çalışan bir insanım bir boyutuyla- Avrupa Birliği anayasa yapımında konsensüsün çok önemli bir yeri oldu. O modelin de bir şekilde model olarak alınmasını ve sizin biraz önce belirtmiş olduğunuz buradaki çalışmaların aslında kamuoyuyla her şeyiyle paylaşılmasını… Çünkü Avrupa Birliği anayasa hazırlama sürecinde çok ciddi şekilde kamuoyuna İnternet üzerinden forumlar düzenleyerek belirli sektörler üzerinde ciddi görüşmeler yapılmıştı. Model olarak Avrupa Birliğinin belki şu anda kabul edilmemiş olsa bile dünyadaki en çağdaş anayasa olarak elimizde bulunan Avrupa Birliği anayasasının çalışma yönteminin Mecliste de kullanılması gerektiği taraftarıyım ben.
Şimdi, uzatmadan, sözü Yüksel Hocama vereyim.
Hocam buyurun.
ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ UZMANI DOÇ. DR. YÜKSEL METİN – Teşekkür ediyorum Sayın Hocam.
Biz, raporumuza, yeni anayasanın bir toplumsal sözleşme olma özelliğini vurgulamak adına birlikte yaşam belgesi olarak “Yeni Bir Anayasa” ismini verdik. Burada, yeni anayasaya ilişkin önemli gördüğümüz noktaları kısa ve öz bir şekilde bir rapor hâline getirmeye çalıştık. Önce anayasa yapım yöntemine ilişkin olarak -tabii, bu raporumuz bizim Aralık 2011 tarihli- raporun yayınlanmasından önceki aşamayı da düşünecek olursak o dönemlerde daha fazla üzerinde tartışılan bir konu idi. Biz, anayasa yapım yöntemiyle ilgili olarak, bir anayasanın içeriği kadar, ne zaman, kim tarafından ve nasıl yapılacağının da önemli olduğunu ifade ettik. Demokratik bir anayasa yapım sürecinin meşruiyeti, her şeyden önce yapılması düşünülen yeni anayasa ile ilgili olarak toplumun mümkün olduğunca geniş kesimlerinin görüş, öneri ve eleştirilerinin alınmasına ve bunların anayasa yapımına dâhil edilmesine bağlı olduğunu yani yeni anayasanın toplumun tüm kesimlerinin katılımı ve katkısı ile hazırlanması gerektiğine inanıyoruz. Eğer bu şekilde toplumun her kesiminin katılımı, katkısı, eleştirisi ile bir anayasa hazırlanabilir ise bu anayasanın bir toplumsal sözleşme hâline gelebileceğini ve bunun da anayasanın uzun ömürlü ve istikrarlı bir anayasa olabileceğini düşünüyoruz.
Oluşturulan Uzlaşma Komisyonunun içe dönük bir çalışma yapmaktan ziyade, toplumun her kesiminin görüşünü alacak bir yapıya büründürülmesi gerektiğini ifade etmiştik ki şu anda Komisyonunun bunu yaptığını da görüyoruz. Bunun için de Meclisin içinden, Meclis dışından ve sivil toplum örgütlerinden gelecek talepleri değerlendirerek bunları Uzlaşma Komisyonuna aktaracak alt komisyonlar ile sekretaryanın kurulmasını ve sekretaryada yeteri kadar uzman çalıştırılmasının doğru olacağını düşünüyoruz.
Komisyonun çalışmalarında üzerinde uzlaşma sağlanması güç görünen hususların ilk tartışma konusu olarak gündeme getirilmemesini, daha sonraya bırakılmasının isabetli olacağını düşünüyoruz. Keza, görüşmeler sonucunda uzlaşma zemini sağlanamayan ve anayasada düzenlenmesi zorunlu da olmayan konuların anayasanın kapsamı dışında bırakılabileceğini mümkünse eğer yani mutlaka bir anayasada düzenlenmesi gerekmiyor ise üzerinde de uzlaşma sağlanamamış ise bunun anayasanın kapsamı dışında bırakılabileceğini belirttik.
Yeni anayasa yapımı sürecinde demokratik bir tartışma ortamının oluşabilmesi için bireysel ve kurumsal ifade özgürlüğünün önündeki her türlü mevzuat engelinin kaldırılması çok faydalı olacaktır. Böylelikle yeni anayasa yapım sürecinde toplumun her kesiminin bu anayasa yapımına katkı sağlamak amacıyla ortaya koyacağı görüşler, eleştiriler ve bir endişe duymayacaktır, rahatlıkla görüşlerini ifade edebileceklerdir.
Yeni anayasanın temel ilkeleri neler olması gerekir? Yeni anayasa, devletçi, otoriter, vesayetçi ve yasakçı 82 Anayasası’nın en çok eleştirilen bu özelliklerini terk edip, daha başlangıçtan itibaren bireyi ve onun haklarını esas alan, devleti aşkın bir varlık değil bireye ve topluma hizmet eden bir araç olarak gören, toplumsal çeşitliliği bir tehlike değil zenginlik olarak kabul eden, tek sesliliği değil çoğulculuğu öne çıkaran ve anayasal demokrasiyi tüm unsurlarıyla benimseyen bir metin olması gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, yeni anayasanın temel ilkeleri, özgürlükçülük, çoğulculuk, eşitlik ve katılımcılık, insan onurunun ve evrensel insan haklarının önceliği, insan haklarının korunmasının esas, sınırlandırılmasının istisna olması, klasik parlamenter hükûmet sisteminin benimsenmesi, kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik hukuk devletinin tesis edilmesi, vesayetsiz tam demokrasi, iktidarın hukuka ve demokrasiye aykırı olarak kullanılmasını engelleyecek denge ve denetleme mekanizmalarının oluşturulması, silahlı kuvvetlerin sivil iktidar tarafından tam kontrolü, her türlü ayrımcılığın yasaklanması, uluslararası hukuka ve hukukun genel ilkelerine saygı, yerinden yönetimin güçlendirilmesi ve siyasetin alanının genişletilmesi olmalıdır.
1982 Anayasası, bireyi devlete karşı değil, devleti bireye karşı koruyan hükümler içermekte, öngördüğü resmî ideoloji ile toplum mühendisliğinin bir aracı haline gelmektedir. Oysa anayasa bir ideoloji dayatmaması gerekir, ideolojik olarak yansız olmalıdır. Burada anayasa, daha ziyade oyunun kurallarını belirleyen usulî bir düzenleme içermesi gerekir.
“Başlangıç” metniyle ilgili olarak, Türk anayasacılık geleneğinde anayasalara “Başlangıç” kısmı yazma geleneği 61 Anayasası ile başlamış, gerek 1961 Anayasası’nın gerekse 1982 Anayasası’nın hazırlanması döneminde darbeleri meşrulaştırmak için bir mekân aranmış ve bunun için de bu anayasaların “Başlangıç” kısmı seçilmiştir. “Başlangıç” metinleri anayasada mutlaka olması gereken bir kısım değildir ancak çoğu ülkenin yazılı anayasa geleneğinde “Başlangıç” kısmına yer verildiği görülüyor.
Dolayısıyla, yeni anayasada anayasa metnine dâhil olmamak şartıyla, anayasa metnine katılmamak şartıyla, anayasanın temel felsefesini ortaya koyacak şekilde kısa, özlü ve edebî bir üslupla kaleme alınmış bir “Başlangıç” kısmı bulunmasında sakınca görmüyoruz. “Başlangıç” kısmında özellikle hukukun üstünlüğü, insan onuru, demokrasi, çoğulculuk gibi evrensel ilkelere, farklılıklarımızın zenginlik olduğuna ve anayasanın birlikte yaşam belgesi olduğuna vurgu yapılması gerekir. Bu hususları içerecek bir “Başlangıç” metni üzerinde uzlaşma sağlanır ise “Başlangıç” metni olmalı ama üzerinde uzlaşma sağlanamayacak, tam tersine tartışma yaratacak bir “Başlangıç” metni hiç koymamak bize göre daha doğru olur.
Değiştirilemez maddeler konusunda, yeni anayasada değişmez nitelikteki maddelerin bulunmaması daha uygun olacaktır çünkü anayasalarda değişmez maddelerin varlığı, gelecek nesillerin iradesine ipotek koyma manasına gelmekte, bir nevi ölülerin dirilere hükmetmesi sonucunu doğurmaktadır. Bununla birlikte, mutlaka değişmez maddeler bulunacaksa bunların kapsamı dar tutulmalı, 1924 ve 1961 Anayasası’nda olduğu gibi “cumhuriyetçilik” ilkesinin değişmezliğiyle sınırlı olmalıdır. Öte yandan, cumhuriyetin değiştirilemez olduğu şeklindeki hüküm, şimdiki 4’üncü maddede değil yani sistematik açısından anayasanın değiştirilmesi usulünü düzenleyen maddede yer alması, anayasa yapım yöntemi açısından daha doğru olacaktır.
Temel hak ve hürriyetlerle ilgili olarak, anayasacılığın özü, bireysel özgürlükleri korumak için devlet iktidarını sınırlandırmak, sınırlı devletin hukuki zeminini oluşturmaktır yani anayasacının iki temel amacı var: Devlet iktidarını sınırlandırmak, hak ve özgürlükleri güvence altına almaktır. Dolayısıyla, burada yeni bir anayasa yapacak isek temel hak ve özgürlükleri güvence altına almamız gerekir.
Yeni anayasada “insan onurunun dokunulmazlığı” ilkesine yer verilmeli, insan haklarının korunmasının esas, sınırlandırılmasının istisna olduğu anlayışı benimsenmelidir. Ayrıca, devletin temel nitelikleri arasında “insan haklarına dayalı devlet” ilkesi de yer almalıdır.
Yeni anayasanın hedefi, uluslararası sözleşmelerin temel hak ve hürriyetlere ilişkin belirlediği asgari standartları yakalamak değil, onların üzerine çıkmak, daha ileri bir noktaya gitmektir. Yeni anayasa, temel hak ve hürriyetleri geniş bir liste halinde düzenlemekle yetinmemelidir, onları hukuki güvenceye kavuşturması da gerekir.
Temel hak ve hürriyetler anayasada düzenlenirken 82 Anayasası’nda var olan üçlü kategoriden vazgeçilmelidir. “Temel haklar” bölümünde bölüm başlıkları olmaksızın ilk olarak “klasik haklar” dediğimiz kişi hakları, siyasi haklar, sonra olumlu edim gerektirmeyen sosyal haklar ve en sonda da program hükümlere ve yeni kuşak haklara yer verilmesi gerekir. Böyle bir düzenleme şekli, örneğin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası metinlere atıf yapılması ihtiyacını ortadan kaldırır, doğrudan anayasanın ilgili maddelerine atıf yaparak bireysel başvuruyu düzenleyebiliriz. Yine, bir hakkın şu bölümde mi yoksa diğer bölümde mi yer alacağı tartışma konusu olmaktadır, bu tartışmayı da ortadan kaldırmakta.
Temel hak ve hürriyetler kataloğu “insan onuru” kavramı ile başlamalı, “eşitlik” ilkesi ayrımcılık yasağını da içerecek şekilde “temel haklar” bölümünde düzenlenmesi gerekir.
Anayasanın temel hak ve hürriyetlerle ilgili bölümüne, özgürlüğün asıl, sınırlandırmanın ise istisna olduğunu vurgulayan bir hüküm konulmasında fayda var. Keza, anayasanın temel hak ve hürriyetleri düzenleyen bölümünün başlığında “hak” ve “ödev” ifadelerinin birlikte kullanılmaması, “ödev” ibaresinin çıkarılması gerekir. Bu bağlamda, temel hak ve hürriyetlerin, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva edeceğine ilişkin bir hükme yeni anayasada yer verilmemelidir.
Temel hak ve hürriyetlere ilişkin kısıtlamalar net tanımlamalarla, açık ve kesin ifadelerle düzenleme yapılması gerekir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının şartlarını düzenleyen maddede “laik cumhuriyetin gerekleri” ve “anayasanın ruhu” gibi muğlâk ibareler yer almamalıdır.
Yeni anayasada temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasını yasaklayan hükümlere yer verilmemelidir zira militan demokrasi anlayışının ürünü olan bu tür hükümler gerek devlet organları gerekse yüksek yargı makamlarınca temel hak ve hürriyetleri haksız bir şekilde sınırlandırmanın meşruiyet aracı olarak kullanılabilmektedir.
Her bir temel hak ve hürriyetle ilgili özel sınırlama sebepleri yeniden ele alınarak, özellikle ifade hürriyeti ve türevi olan hürriyetlerin önündeki aşırı sınırlama sebepleri kaldırılmalıdır. Yine bu bağlamda, uluslararası sözleşmelerin Türk hukukundaki yerini düzenleyen madde yeniden ele alınmalı, temel hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile kanunların çatışması hâlinde, hak ve hürriyetleri daha geniş ölçüde düzenleyen hükmün esas alınması gerektiğine yönelik bir hüküm eklenmelidir. Ayrıca, uluslararası sözleşmeler ile ilgili ön denetim sistemi getirilmeli ve bu denetim Anayasa Mahkemesine verilmelidir.
Vicdan ve din hürriyeti konusu da yeni anayasa bakımından önem taşıdığını düşündüğümüz bir hak ve özgürlük, dolayısıyla buna ayrıca değinme gereği duyduk. Vicdan ve din hürriyeti bir temel hak olarak uluslararası belgelere uygun olarak güvence altına alınmalıdır. İnanç hürriyeti herhangi bir sınırlama içermeksizin düzenlenmeli, ibadet hürriyetinin ise yalnızca kamu düzeninin, genel sağlığın, genel ahlakın ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla ve demokratik toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlandırılabileceği öngörülmelidir. Buradaki önerimiz, büyük ölçüde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9’uncu maddesine benzer nitelikte.
Din eğitimi ve öğretimi: Devlet, eğitim ve öğretim alanındaki görevlerini yerine getirirken eğitim ve öğretimin ana ve babanın dinî ve felsefi inançlarına göre yapılmasını isteme hakkına riayet etmeli, din eğitim ve öğretimi, kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanuni temsilcisinin talebine bağlı olmalıdır. Burada 1961 Anayasası sistemine büyük ölçüde dönülmesini biz ifade etmiş oluyoruz. Buna, sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesindeki eğitim hakkına ilişkin maddede yer alan, devletin eğitim ve öğretim alanında anne babanın dinî ve felsefi inançlarına saygı göstermesi eklenmiş olmakta.
Diyanet İşleri Başkanlığının konumuyla ilgili olarak, Diyanet İşleri Başkanlığının yeniden düzenlenerek özerk bir statüye kavuşturulması, bütün din ve mezheplerin taleplerine cevap verecek şekilde çoğulcu bir yapıya büründürülmesi gerektiğini ifade ettik.
Ana dil eğitimi ve ana dilde eğitim konusunda ise önerimiz, tırnak içinde bunu, doğrudan önerimizi buraya aldım: “Farklı dillerin varlığı Türkiye’nin kültürel zenginliği olarak kabul edilir ve bunların eğitim öğretimine özel saygı ve koruma gösterilmesi gerekir. Devlet ana dillerin öğretimi konusunda gerekli tedbirleri alır. İlk ve ortaöğretimde ana diller seçimlik ders olarak verilebilir. Eğitim dili Türkçedir. Özel okullarda Türkçe dışındaki diğer ana dillerde eğitim verilebilir.” şeklinde bizim önerimiz.
“Vatandaşlık” konusunda, vatandaşlığın anayasada düzenlenmesi konusunda iki farklı yaklaşım benimsenebilir. Buna göre “vatandaşlık” teknik bir konu olduğu için yeni anayasada burada bir düzenleme yapılmayıp konunun düzenlenmesi kanuna bırakılabilir ya da anayasada “vatandaşlık” hususuna yer verilecekse herhangi bir etnik vurgu yapmadan, devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunun vurgulanması gerekir.
Siyasi partilerle ilgili olarak, siyasi parti özgürlüğünün genişletilmesi ve demokrasi ile bağdaşmayan sınırlamalara yer verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Siyasi partilere üye olma hakkına sahip olanların kapsamı genişletilmelidir. Bu bağlamda, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları, emniyet mensupları, hâkim ve savcılar dışında kalan diğer kişilere siyasi partilere üye olma hakkı tanınmalıdır.
Siyasi partilerin yasaklanması veya kapatılması, partilerin ancak anayasayla güvence altına alınan hak ve hürriyetleri ortadan kaldıracak şekilde, demokratik anayasal düzenin devrilmesi için şiddet kullanılmasını savunmaları veya bir siyasi araç olarak şiddet kullanmaları durumunda mümkün olmalıdır. Siyasi partilerin kapatılma davası açılma usulüyle ilgili olarak da Avrupa’nın hiçbir ülkesinde bulunmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının resen dava açma yetkisinin kaldırılması, bu yetkinin başsavcının tamamen kendi inisiyatifi ile kullanabileceği bir yetki olmaktan çıkartılıp bağlı yetki hâline getirilmesi gerekir.
Bir diğer husus, bir partinin tüzük veya programının anayasaya aykırılığı durumunda, doğrudan kapatma davası açılması yerine, Anayasa Mahkemesi tarafından ilgili partiye ihtar verilmesine yönelik bir yöntemin benimsenmesi gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de yaklaşımı bu yöndedir; tüzük veya programın anayasaya aykırılığı hâlinde doğrudan hemen dava açılmasını doğru, yerinde bulmuyor Mahkeme. Bu yöntemin amacı, muhtemel aykırılıkları gidermek için siyasi partilere bir fırsat verilmesini sağlamaktır. Ayrıca, kapatma yaptırımına alternatif olarak para cezası verilmesi, siyasi faaliyetlerin askıya alınması ya da seçimlere katılmama gibi yaptırımlar da öngörülebilir.
Siyasi partilerin devlet yardımı almaları için öngörülen barajın kaldırılarak, son genel seçimlerde elde ettikleri oy ile orantılı olarak bu yardımdan yararlanmalarına yönelik bir düzenleme getirilmesi gerekir.
Siyasi partilerin mali denetimi konusunda, yeni anayasada siyasi partilerin mali denetiminin tamamıyla Sayıştaya bırakılmasının daha uygun olacağını düşünüyoruz. Böylelikle hem Anayasa Mahkemesinin iş yükü azalacak hem de bu konuda daha uzman bir kurum olan Sayıştayın bu denetimi yapması sağlanacaktır.
Devletin temel organlarıyla ilgili olarak, yeni anayasada devletin temel organları klasik üçlü ayrım benimsenerek yasama, yürütme ve yargı olmak üzere temel hak ve hürriyetlere ilişkin bölümden sonra “kuvvetler ayrılığı” ilkesine özellikle de fren ve denge sistemine uygun olarak düzenlenmesi gerekir. 1982 Anayasası’nın benimsemiş olduğu tek meclis sisteminin sürdürülmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz.
Seçim sistemiyle ilgili olarak mevcut Anayasa’da yer alan “temsilde adalet” ve “yönetimde istikrar” şeklinde formüle edilen düzenlemenin yeni anayasada yer almaması gerektiğini düşünüyoruz çünkü bu iki ilkeyi ideal bir şekilde bağdaştıracak bir seçim sistemi tasarlamak imkânsızdır. Temsilde adalet ne kadar ideale yakın ölçüde sağlanırsa, istikrar o derecede bozulacaktır. Ayrıca, bu ilkelere yer verilmemesi ile Anayasa Mahkemesinin seçim sistemine gereksiz müdahaleleri de engellenmiş olacaktır.
Türk seçim sisteminde temsilde adaleti sağlamanın önündeki en büyük engelin ülke barajı olduğunu ve bu barajın en fazla yüzde 5 olması gerektiğini düşünüyoruz. Getirilen bu barajın da temsil adaleti açısından yaratabileceği olumsuz etkileri gidermek amacıyla da “ülke seçim çevresi milletvekilliği” getirilmelidir; buna göre 100 milletvekili herhangi bir baraj aranmaksızın ülke seçim çevresinden seçilebilir.
Yedek milletvekilliği kurumunun düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Böylece, herhangi bir seçim çevresinin temsilcisinin milletvekilliğinin sona ermesi durumunda o seçim çevresi eksik temsil edilmekten kurtulmuş olacaktır. Keza, ara seçime alternatif olabilecek bu sistem sayesinde, ara seçimlerin siyasal ve ekonomik külfetleri de yaşanmamış olacaktır.
Yerel seçimlerde Türkiye’de belirli bir süre ikamet etmek şartıyla yabancılara da seçme ve seçilme hakkının tanınması gerekir.
Milletvekili seçilme yeterliliği yeniden düzenlenmelidir. Anayasada sadece yaş ve vatandaşlık şartı aranmalı; burada yaş şartının ne olması gerektiği konusunda farklı öneriler geldi kendi içerimizden, bunun yirmi bir yaşa kadar çekilebileceğini kabul ettik. Dolayısıyla, anayasa sadece yaş ve vatandaşlık şartını düzenlemeli, seçilme yeterliliğine ilişkin diğer hususlar kanuna bırakılmalıdır.
Seçimlerde aday olabilmek için görevden çekilmenin zorunlu tutulması, yargı, silahlı kuvvetler ve emniyet mensupları ile üst düzey kamu görevlileri bakımından korunmalıdır; diğer kişiler bakımından görevden çekilme bir zorunluluk olmamalıdır.
Yasama bağışıklığı konusunda “yasama dokunulmazlığı” ve “yasama sorumsuzluğu” anayasada farklı maddelerde düzenlenmelidir. Yasama sorumsuzluğuna ilişkin mevcut düzenleme aynen korunmalı, dokunulmazlığın kapsamı daraltılmalıdır.
Dokunulmazlığın milletvekillerinin şahısları için sınırsız bir imtiyaz olmaması ve bütün suçlarda ve bütün hâllerde milletvekillerine ayrıcalık olarak tanınmaması gerekir. Bu bağlamda, milletvekilleri hakkında, tutuklanma ve tutulamama dışında, diğer işlemler yapılabilmelidir, dolayısıyla milletvekilleri sorguya çekilebilmeli, yargılanabilmelidir.
Hükûmet sistemiyle ilgili olarak, hükûmet sistemi tartışmalarının yeni anayasa bağlamında Türkiye’nin öncelikli sorunu olmadığını düşünüyoruz. Hükûmet sistemi tartışmaları yeni anayasanın çözmesi gereken temel sorunların gölgede kalmasına ve ertelenmesine sebep olmamalıdır, bu nedenle, yeni anayasa yapımında hükûmet sistemi ile ilgili tartışmalara yoğunlaşmamak gerekir. Bununla birlikte, mevcut sistemin yeni anayasada revize edilmesi de gerekmektedir. Bizim buradaki düşüncemiz klasik parlamenter sistemin devamından yanadır ancak bu parlamenter sistemle ilgili olarak yeni anayasada birtakım düzeltmelerin de yapılması gerekiyor. Öncelikle Cumhurbaşkanının mevcut sistemdeki konumunun gözden geçirilmesi gerekir. Yeni anayasada Cumhurbaşkanının yetkileri klasik parlamenter sisteme uygun hâle getirilmeli, klasik parlamenter sisteme uygun hâle getirildikten sonra, halk tarafından seçilmesi sisteminin işleyişi açısından bir sakınca doğurmayacaktır ama yeni anayasa yapılırken Cumhurbaşkanının daha öncesinde olduğu gibi tekrar Parlamento tarafından seçilmesi de ele alınabilir, tekrar düşünülebilir, bu bir fırsat olarak görülebilir.
Yeni anayasada “yapıcı, kurucu, güvensizlik oyu” gibi rasyonelleştirilmiş parlamentarizm araçlarına yer verilmesi gerekir. Şu an için böyle bir ihtiyaç gözükmüyor ama ileride nasıl bir tablonun ortaya çıkacağını kestirmek mümkün olmadığı için önceden tedbir almakta fayda var.
Cumhurbaşkanıyla ilgili olarak, yeni anayasada Cumhurbaşkanının konumu ve statüsünün parlamenter sisteme uygun olarak belirlenmesi gerektiğini, Cumhurbaşkanının tek başına kullanacağı
Cumhurbaşkanının tek başına kullanacağı yetkiler ile karşı imza kuralına göre kullanacağı yetkilerin Anayasada açıkça düzenlenmesi yoluna gidilmelidir. Tek başına kullanılacak yetkiler sınırlı sayım yöntemiyle belirtilmeli, diğer yetkiler karşı imza kuralına tabi olmalıdır.