47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə5/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72

1- "Üstad'ımı bu fakire lütuf ve kereminden ihsan buyuran kadîr-i mutlak, ezel ve ebed sultanı Cenab-ı Hayy-ı Layemut Hazretlerine her dakikada yüzbinlerce hamd ve şükür etsem -ki ediyorum- yine yüzbinde bir borcumu ifa edemem. Lehül-hamdü vel rninnet, haza min fadli rabbi!..

Pür-taksir olan bu fakir, bilâ-fasıla otuz dört sene olan hayat-ı askeriyemde muktaza-i beşeriyet, az çok ma'siyet, fırtına ve dalgalarına tutulmuş, vazife-i diniye-i uhreviye ve ubudiyet ciheti pek çok noksan kalmış ve hab-ı gaflet perdesine bürünmekle imrar-ı hayat etmiş olduğumu şimdi anlıyorum... Ve kusurlu geçmiş zamanlarıma pişman ve nâdim olup, evvelki güldüklerime şimdi ağlıyorum. Bu da siz Üstad'ıma ve Risalelerimize kavuşmakla hasıl olmuştur, Ki yüzbinlerce şükür Cenab-ı Hak sizi bu fakire ihsan buyurdu.

Dört sene evvel Burdur'a geldiğimde, kardeşimiz Şeyh Muhammed Efendi'nin delâlet ve tavassutu ile muhabereye başlanmış ve binnetice hikmetresan ve nur-efşan ve müşkil-küşa ve kâinatın muamma-i tılsımını açan anahtarları bu fakirin eline veren, yine o Risalelerdir. İşte o baha takdir edilemiyen o anahtarlar, öyle mücevherat ve pırlanta elmaslardır ki, ne diyeyim..

iktidarsızlığımdan lisanım ve kalemim tercümanı olamıyor, aciz kalıyor. Şeriat, hakikat ve ma'rifet hazine ve definelerini küşad edecek ve eden ancak ve ancak bu Nur Risale-i şerifeleridir...(43)"

2- "Üstad-ı Ekremim!

Bu kere ikmaline muvaffak olabildiğim üç risale-i şerife ki, "24, 29, 31. mektubun beşinci lem'ası, ”Mirkat-i Sünnet" risaleleri beray-i tashih menzur-u üstadanelerine buyurulmak üzere takdim edildi. Risale-i Şerifelerin cümlesi birer hakikat nuru fışkıran, birer gülistan-ı cihandır. Hele Otuzbirinci Mektub'un lem'aları ki "Minhac-ı Sünnet" ve gerekse, "Tiryak u marazil bid'at" olan "Mirkat-üs-Sünnet" okunmaya doyulmaz. Okundukça hissedilen manevi sürûr ve füyuzatın had ve hududu bulunmaz bir umman-ı feyizdir. Bazı cümleler oluyor ki; namazdan evvel ve sonra fakirhaneye gelen ihvana müteaddit defalar okuyup feyizleniyoruz. Hele Giritli Hasan Efendi(44) göz yaşlarından kendisini alamıyor. Malûm-u Üstadaneleri, kendisi Kadirî şeyhidir. Zat-ı Üstadanelerine ve bahusus Gavs-ül a'zam Şeyh-i Geylanî Hazretlerine merbutiyet ve muhabbeti derece-i nihayettedir...(45)"

(42) Barla Iahikası, Envar S: 80

(43) Barla lahikası, Envar S: 63

(44) Bu zat Hazret-i Üstad ile Burdur'da ahiret kardeşliği akdetmiş, ehl-i kalb mübarek bir insandır.A.B.

(45) Aynı eser, S: 68

791


3- Merhum Binbaşı Asım Bey'in şu gelecek şiiri de, onun Hazret-i Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkındaki telâkkisinin derecesini göstermeye kâfi bir ölçüdür:

"Münezzehdir şuunattan hep ilham-ı İlahîdir.

Okurken nur alır vicdan sutûr-u bîtenahîdir,

Nasıl bir vecd içinde anladım bilsen bu âsarı,

Bu ayetler gibi nuranî ve lahuti bu efkârı,

Riyadan, kibirden her maasiden münezzehdir,

Kelâm-ı layezaliden gelen bir nur müferrahdır.

Measir mi, eser mi, müncelî yoksa müessir mi?

İlahi bir seradan berk vuran hayret-feza sır mı?

Anılmaz, anlatılmaz sırr-ı vahdet'ten haberlerdir

Sen ey gafil beşer! Bil nefsini gör ki ne şeylerdir.

Bütün kevn valihu hayran!.. Düşündükçe serencamın,

Kerim hayretle hürmetle anar namın, büyük namın.

Asım(46)”

792

793


ISPARTA'DAN İKİNCİ BÜYÜK BİR NUR TALEBESİNİN TELÂKKİSİ:

YÜZBAŞI RE’FET BEY

Bu da, merhum Asım Bey gibi, müstakim ve ehl-i takva bir zat olan emekli yüzbaşı Re'fet beydir. Vefatı 1974'dür. Merhum Re'fet Bey'in (Barutçu) şahsını, sohbetlerini, derslerini çok gördüğümüz ve dinlediğimiz halde; onun hayatı, askerliği, nereli olduğu, ne zaman emekli

olduğu hakkında bir bilgi maalesef tesbit edememişiz. N.Şahiner de onun vefat tarihinden başka bir şey kaydetmemiştir.Sadece 1906'da İşkodra da doğduğunu yazmıştır.Bu büyük zatların hususî ahvali, gelecek nesiller için tarihî çok ehemmiyetli şeyler ise de;Üstadın hayatı olan bu kitapta, yazılmasa da kitaba bir eksiklik vermez. Burada Re'fet Bey ve diğer zatlar için mühim olan şey, o zatların hakikat olarak Risale-i Nur ve Hazret-i Üstad'la olan alâkalarının keyfiyetidir.

İşte Re'fet Bey, ta 1920'lerden beri Üstad Bediüzzaman'ı gıyaben tanımış ve takib etmiş bir zattır. Bilâhare de 1930'larda Barla'da Üstad Bediüzzaman'ı ziyaret etmiş, mesleğini ve Kur'an hizmetindeki müstakim ve metin olan manevî caddesini tanımış ve mesleğini benimseyip ona ruhu canıyla talebe olmuştur. Merhum Re'fet Bey'in sadakat ve vefadarlığının bir alâmeti olarak da, Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın her üç hapis hadisesinde ona arkadaş ve cihad safında ona asker olmasıdır.

(46) Osmanlıca Barla Lahikası aslı, S: 81

Bu zat, 1930'da Üstad Bediüzzaman Hazretlerini gidip Barla'da ziyaret ettikten sonra, Hulusi Bey gibi, birden bire parlamış, terakki etmiş ve en yüksek Nur talebeleri sınıfına dahil olmuştur. Zaten Hazret-i Bediüzzaman'la halis niyetlerle görüşen herkes, derecesine göre öyle olmuştur.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de, emekli yüzbaşı Re'fet Bey'i Hulusi Bey kadar sevmiş, ona çok büyük iltifatlarda bulunmuş, has talebelerinin merkezine dahil etmiştir. Ayrıca Hazret-i Üstad, Re'fet Bey'in 1934'ler de Barlada, kendisiyle ve Risale-i Nurla bir kez daha tanışıp talebe olduğunu yazmaktadır.(47) Hazret-i Üstad ona bazen "Nur Kumandanı"(48) bazen de"Kur'an aşıkı" gibi iltifatlarda bulunmuş ve taltif etmiştir.

Re'fet Bey, yalnız Barla hayatında Hazret-i Üstad'a, gerek müstakil, gerekse arkadaşlarıyla birlikte yazdığı takrizli fıkra ve mektuplarıyla ve Hazret-i Üstad'ın da ona yirmi iki tane hususi, beş tane de umumi ve müşterek hitab eden çok mühim ve çok orıjinal mektuplar yazmasıyla; Barla lahikasını Hulusi Bey'den ve Bedre'li Sabri Hoca'dan sonra, en çok süslendiren o olmuştur. Ayrıca da Risale-i Nur'un Mektubat mecmuasının ekseri Hulusi Beyin suallerinin cevabları neticesinde vücuda geldiği gibi, Lem'alar mecmuasının bazıları da Re'fet Bey'in müştakane suallerinin semeresi olmuştur.

(47)İlk baskı Barla Lahikası, Envar, S: 185

(48) Şualar, Envar Neşrivat, S: 474

794


İşte merhum emekli yüzbaşı Re'fet Bey'in Risale-i Nur ve Üstad'ı Bediüzzaman Said-i Nursi hakkındaki duygularını ve takdir hislerini dile getiren yazılı takrizli mektuplarından bir iki nümune:

1- "Bu defa Süleyman vasıtasıyla Yirmibeşinci Sözü, tashih olmak üzere huzur-u âlinize takdim ediyorum " İ'caz-ı Kur'an" el-hak bir şaheserdir. İhtiva ettiği hayret-bahş hakaik itibariyle, âsar-ı aliyenizin en mühimmidir. Mu'cizat-ı Ahmediyeyi de okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymettar bir eserdir. Şu kadar ki, Mu'cizat-ı Ahmediye'nin en büyüğü Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan olduğuna göre; i'caz-ı Kur'anın ruhumda husule getirdiği tebeddülât ve münderecatından ettiğim istifade çok azimdir Bu eserinizle ayet-i celilesinin muhtevî olduğu şümullü ve pek azametli maani-i ulviye ispat edilmiş oluyor. Bugünkü

terakkiyat-ı medeniye ve ihtıraat-ı beşeriyeyi kendi mahsulât-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyanı mühmel bırakarak Avrupa'dan ilim ve irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller; beşerin dünyevi ve uhrevî saadetini te'min edecek maaliyat ve desatir-i muazzama ile memlu bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-u arifane ile mütalâa etselerdi, dalmış oldukları hab-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat heyhat!.. Bizler arpa ambarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-i hakaik dururken, ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz.

İ'caz-ı Kur'an'ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften acizdir. Kudreti kalemiyem olsaydı, hakkını vermeye çalışırdım.Olmadığı için acizane olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle ellerinizden öper, hizmet-i Kur'aniyede sabit olmam hakkındaki duanızı taleb ve istirham ederim efendim.

Re'fet (49)” .

Merhum Yüzbaşı Re'fet Bey'in Şifahî Hatıraları:

Bu hatıraların bir kısmı Bediüzzaman Hazretlerinin 1920'lerde İstanbul'daki hayatına ait olup o kısımda kaydedilmiştir. Barla ve Isparta hayatıyla ilgili olanlarından bazı bölümlerini burada kaydedeceğiz. Merhum şöyle der:

"1930 yıllarında Isparta'da şube reisi olan eniştemin yanında bulunuyordum. Hergün kütübhaneye gidiyordum. Bir gün kütübhanedeki me'murlar, âlimler mevzuunda konuşurken, söz Bediüzzaman'dan açılmıştı. Memur arkadaş, Bediüzzaman Hoca Efendi'nin Barla Nahiyesinde oldu

(49)İlk baskı Barla Lahikası, Envar Neşriyat, S: 48

795


ğunu söyleyince, heyecanlandım. "Allah Allah!" Ben o zatı mütarake yıllarından tanırım, hemen ziyaretine gideyim" dedim. Bunun üzerine bazıları: "Aman gitme, sonra seni mimlerler" dedi. Bu sözler çok garibime gitmişti. Ne demek istiyorlardı?.. "Ben mimi cimi bilmem, öyle şeylere metelik verenlerden değilim"

Ziyaretçileri Üstad'la görüştüren Bekir Ağa diye bir zatı buldum. İki at temin ettik. Bağ ve bahçelerden geçerek gidiyorduk. Yollarda köylüler bizim Barla'ya gittiğimizi anlıyor ve "Hocaya selâm söyleyin" diye bağırıyorlardı. Saatler süren uzun bir at yolculuğundan sonra Barla'ya geldik. Hemen üstad'ın evine indik. Bize, Üstad'ın Paşakayası'na (Karakavak) gittiğini söylediler. Hemen ayağımızın tozu ile Paşakayası'na gittik. Barla'ya yirmi dakikalık bir mesafede... Bol suları, bahçeler arasındaki bu mevki de, Üstad beyazlar içinde kitapları ile haşr ü neşir çalışıyordu. Hürmetle varıp ellerini öptük. Ziyaretine varmadan önce kendisine Isparta'dan mektup yazmıştım. Beyazıdda ilk defa uzaktan gördüğümü ifade etmiştim. Bana gönderdiği cevabî mektubunda: "Kardeşim ben seni ta o zaman talebeliğe kabul etmiştim.” diyor. Ben mektupta askerliğimden hiç bahsetmediğim halde, bana: "Ben sende asker ruhu görüyorum" demişti. İlk ziyaretim bu duygular içerisinde tahakkuk etmişti"

İKİNCİ BİR ZİYARET

Merhum Emekli Yüzbaşı Re'fet Ağabey Üstad'ı ikinci defa ziyareti hususunda da şöyle der:

"Tenekeci Küçük Mehmed Efendi ile, bir de oğlum Bedreddin yanımda olduğu halde, Isparta'dan İslam köyüne kadar vasıta ile, oradan da Barla'ya kadar yaya olarak gitmiştik. Üstad uzun uzun sohbet etmişti. Zevkle dinlemiştik. Ziyaretimiz esnasında, bizim yaya olarak

geldiğimizi anlamış idi. "Madem bu kardeşlerim benim için yorulmuşlar, ben de alâ-külli hal sizi Karaca Ahmed Sultan'a kadar teşyi' etmek mecburiyetindeyim." deyince, biz onun nezaketi karşısında çok mahcub olmuştuk. Aman efendim, nasıl olur dedik.

"Siz benim için yoruldunuz, ben de sizin için biraz yorulayım" diyordu. Çok rica ederek bu fikrinden vazgeçirdik. Yoksa bizi Karaca Ahmed Sultan'a kadar uğurlıyacaktı.(50)"

(50) Nurs Yolu, S: 91-92

796

Re'fet Beyin Isparta Merkeziyle İlgili Hatıraları



Hazret-i Üstad, 1934 yılı Ağustos ayında Barla'dan Isparta'ya getirilmişti. Barla'da tam kontrol edemiyoruz diye tedbir olarak ehl-i hükümet onu Isparta'nın merkezine getirmişlerdi. Hazret-i Üstad Isparta Merkezinde sekizbuçuk ay kadar durdurulmuş, sonra Eskişehir hadisesi sebebiyle 1935 Nisanında Eskişehir'e götürmüşlerdi. Re'fet Beyin Üstad'ıyla beraber Isparta'da geçirmiş olduğu tatlı hatıralarından bazılarını da şöyle anlatmıştı:

"Isparta'nın Ada kahvesi denilen mevki'deki bağ içinde iki katlı bir evde Üstad'la beraber bulunduğumuz zaman, Hüsrev Altınbaşak ile birlikte Nur risalelerini yazarak çoğaltıyor ve yazdıklarımızı zaman zaman tashih ediyorduk. Bir gün yine tashihat yapıyorduk. Üstad üst kattaydı. Bir ara kapı tıkırdadı ve hemen açıldı. Ne görelim, Üstad Hazretleri elindeki bir çay tepsisinde iki bardak çay ile içeri girdi. Biz heyecan ve mahcubiyetle aman Üstadım! deyip fırladık ve elinden tepsiyi almak istedik. Elini havaya kaldırarak "Yok, yok... Ben size hizmet etmeye mecburıım" dedi. Aman Ya Rabbi!.. bir de mecburiyet ekliyordu. Bu ne tevazu', bu ne nezaket... Ben bu nezaket ve tevazu'u ne mekteb-i aliyede, ne mekteb-i harbiyede, ne de ailemde hiç bir yerde görmedim.(51)

ISPARTA'DAN ÜÇÜNCÜ BÜYÜK NUR TALEBESİ

HAFIZ ALİ

"Nur fabrikası sahibi" unvanı ile meşhur, Ispartanın İslam köyü kasabasından Hafız Ali Efendi de, Hazret-i Üstad henüz Barla'da iken, ona şakirt olmuş ve pür-aşk ve şevk ve gayret ile Nur risalelerini yazıp çoğaltmakla, Kur'an ve iman hizmetinin Nurlu dairesinde büyük bir rükün olma şerefine nail olmuş ve Risale-i Nur talebelerinin saff-ı evvellerinin mümtaz simalarından birisi olmuştur.

Bu zat, Hazret-i Üstad Bediüzzaman Eskişehir hapsinden 1936'da çıktıktan ve Kastamonu vilâyetine gönderildikten sonra, İslam köyü ve civarı Nur talebelerinden bir hey'et teşkil etmiş, gece gündüz durmadan Nur Risalelerini bir matbaa gibi el yazılarıyla çoğaltıp neşretmek için, çok büyük gayretler sarf etmiş Nurun büyük bir kahramanıdır. Adeta insanlardan yapılı bir matbaa makinası gibi, bir fabrika gibi Nur Risalelerini çoğaltmak için sarfettiği gayret ve yaptığı büyük hizmetlerinden dolayı: "Nur Fabrikası sahibi" unvanını kazanmıştır. Merhum Atabeyli Tâhiri Mutlu gibi büyük velî insan, 1935'lerden sonra, Merhum Hafız Ali Efendi'nin Nur fabrikası dairesinde yetişen şahsiyetlerden birisidir. Hafız Ali Efendinin ihlâs ve safveti, samimiyet ve sadakatı en bâlâ derecelerdeydi. Hazret-i Üstad'ın on

(51) Nurs Yolu, S: 91

797


798

da gördüğü samimî ihlâs ve safveti misal vererek tüm Nur talebelerinin onun gibi olmalarını istemiş ve Nur talebelerine onun ihlâs ve samimiyetini nümüne-i iktida göstermiştir.

Hazret-i Üstad Hafız Ali'nin ihlâsını nümûne olarak gösterdiği mektubunda şunlan kaydeder:

"...Kardeşlerimizden İslam köylü Hafız Ali Efendi, kendisine rakib olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zat yanıma geldi: "Ötekinin hattı kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder" dedim. Baktım ki: Hafız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâs ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem Üstad'ının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimi olduğunu hissettim. Cenab-ı Hakk’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşaallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillah yavaş yavaş o his civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor...(52)"

Hazret-i Üstad'ın bu tahsinkâr ifade ve beyanları münasebetiyle; Hafız Ali Efendi hakkında Tâhirî Ağabeyden çok defa duymuş olduğum bir hatırasını burada nakletmek istiyorum: "Hüsrev Ağabey, Isparta'da GÜL FABRİKASI heyetini teşkil ederek, İslâm Köyündeki Nur fabrikası tarzında çalışmaya başladıktan sonra; Isparta civarındaki umum talebelerin çalışma nizamını kendisine bağlamak ve kendisinin direktifleri istikametinde hizmet hareketlerini idare etmek istiyordu. Hafız Ali Efendi onun bu halini uygun bulmamaktaydı. Dolayısıyla bir rekabet meselesi mevzu-u bahis olmuştu. Hazret-i Üstad Kastamonu da olduğu halde, bu hali hissediyor ve bazı mektuplarında işaretlerle ihsas ediyordu. Rekabet ve ikilik istemiyor, birlik ve beraberlik, ihlâs ve vifak içinde rekabet istiyordu. Tâbii bu durumda, Hüsrev Ağabeyin hususi meşrebi, hali ve yaşayışı itibariyle, gelip de Hafız Ali'ye iktida etmesi mümkin değildi.

Bunun üzerine, Hafız Ali Efendi beni çağırdı. “Kardeşim gel Ispartaya gideceğiz.” dedi.. Ve bütün yazı malzemelerini, kâğıtları, mürekkepleri ne varsa hepsini topladık ve ikimiz geceleyin onları yanımıza alarak doğruca Isparta ya, Hüsrev Ağabeyin evine gittik. Hafız Ali Efendi ondan hem kıdemli hemde yaşlı olduğu halde, kalktı onun elini öptü. Ben de öptüm ve bütün yazı malzemelerini kendisine teslim ederek: "Artık sizin emrinizdeyiz" dedik. Böylece Hafız Ali ihlâs ve samimiyetteki yüksek derecesini bir daha göstermiş oldu. Üstadımız da bu hadiseye fevkalâde memnun olmuş ve tebrik etmişti.

(52) Barla Lahikası, 1.baskı-Envar-Sh.88

799

Tahiri Ağabeyden Hafız Ali Hakkında Bir Hatıra Daha



"Üstad'ımız Kastamonu'ya gittikten sonra; yazdığı risale, mektup vesaire ne varsa, adres olarak Bedreli Santral Sabri Efendi'ye teslim edilmek üzere Eğridirdeki Çilingir Ali Efendi adresine gelirdi. Santral Sabri Efendi de, onları alır o gece yazar, ferdası gün, İslâm köylü Hafız Ali Efendi'ye ulaştırırdı. Buradan da sair yerlerdeki Nur talebelerine ulaştırılırdı. Santral

Sabri Efendi, insan hali bazen geç kaldığında; Hafız Ali Efendi evinin damına çıkar, yüzünü Bedreye doğru çevirir ve şöyle bağırırdı: "Keçel-i keçeli, indallah mes'ulsun!..”

Daha bu hatıralar gibi merhum Hafız Ali'nin ihlâs, samimiyet, sadakat ve velâyetinin alâmetleri olan hadiseler saymakla bitmez.

Merhum Hafız Ali Efendi, 17 Mart 1944 senesinde, Denizli hapishanesinde hem gurbet diyarı, hem din için, Kur'an için mahpusluğu sırasında zehirlendirilerek şehiden vefat hadisesini tafsilâtlı olarak zaman ve tarihi sırasında kaydetmeye çalışacağımızdan; şimdi burada onun, Üstad Hazretleri Barla Hayatı sırasında Üstad'ına ve Risale-i Nurlara karşı duyduğu samimi kanaat ve telâkkilerinden yazılı bir iki nümûne arzedeceğiz. Kendisinden gelen, yani üstadı hakkında şifahi hatıralar maalesef bize ulaşmış değildir. Fakat yazılı takriz fıkraları çoktur.

Birinci nümune: Üstad'ına bedelen (On sene sonra) şehid olacağını(53) bildiren fıkrasından:

"Eyyühel-Üstad-ül muhterem!

Hayatımın her safhasından kıymetli ve o hayatı pervane misal bir emrinin infazına ateşte yakmaya her an hazır olduğum kıymetli Üstad'ım!

Evet, değil böyle hakikat uğrunda, hatta bu kıymetli hediyeyi ihsan eden padişah-ı zişan için o hediyeyi sarfetmekte tereddüt edilmez. Öyle de Üstadım, bize emanet olarak ve ne zaman alınacağı meçhul olan hayatın ve her zaman emrine âmâde ve hazır olduğum Cenab-ı Mün'imin o emanet üzerine ne gibi emri vaki' olsa, inşaallah bila-tereddüt emanetini iadeye hazırız. Madem, siz o padişahı-i bizevalin kurbiyet-i ilâhiyyesinde aynı emrini tebliğe me'mur bulunuyorsunuz. Öyle ise, hem mübarek sözünüz hak ve aynı rahmettir.. Hem efendim bahçivan-misal fidanları büyütmek üzere hayvanat-ı muzırranın taarruzundan bir an evvel kurtarmak için aşağı dallar kesilir ki, ta yükselsin.. O fidanların hiç bir cihette hakları yoktur ki, bunu tımar eden ve hayatımıza sebep olan, bizi bazen rencide ediyor diyemezler. Zira hal-i asıllarıyla kalsa idiler, bir muzır hayvan dahi koparacaktı ve topraktaki kökü de tefessüh edecekti, yok olacaktı.

(53) Hafız Ali'nin bu mektubunu 1934 yılı içinde yazmış olduğunu kuvvetli ihtimal ile düşünüyoruz. Şehitliği ise, 1944'dür.A.B.

800


Evet Üstad'ım, mübalağasız pür-kusurlukta mislim olmadığını nefsime bile bazen kabul ettirdiğim, yalnız pür-zünûb talebenizi; dizlerime değil, belime değil, boğaz çukuruma değil, belki de boyundan aşağı ve belki dahilimin de siyah çamurlarla mezc olduğu ve tefessüh etmeye başladığı bir zamanda, Hızır gibi yetişip ve misl-i Lokman Kur'an-ı Hakimin şifahanesinden lemaan eden muamelelerle tedaviye başladınız. Hayat ismine lâyık bir hayat bahşına vesilesiniz. O hayatı ihsan edene ve vesile olanın uğruna o hayatı ifna etmemek (*) kâr-ı akıl mıdır?

Hem bir hasta ameliyata muhtaç olduğunu bilmelidir.. Ve hastasını gece gündüz tedavi altında bulunduran eczacıya karşı yüzbinlerle teşekkür ve o eczacıya eczahaneyi teslim eden hakim-i pür-kemal, kadir-i bî-misal hazretlerine nihayetsiz hamd ve şüküre borçluyuz.. Ve bu borcumu ifa edemediğimden pek mükedderim. Allah ü Teâlâ sizden ebeden razı olsun. Hafız Ali (R.A.)”

Hazret-i Üstad'ın da dipnotundan anlaşıldığı gibi; Hafız Ali Efendi, Binbaşı Asım Bey'le beraber aynı mana ve aynı ruhta olarak, ikisi de 1934 yılında yazdıkları mektuplarında Üstadlarına -kalblerinin son derece samimiyetleri ile- bedel olarak vefat etmelerini niyaz etmişlerdi. Aynı senede ve müteakip seneler içerisinde Üstad'ları ve Risale-i Nur aleyhinde hazırlanan gizli imha plânlarını hissetmişler, bedel ve fidye olarak ahirete gitmeye can atmışlardı. Bir kaç ay sonra Asım Bey, Eskişehir hadisesiyle hazırlanan su-i kast plânlarının fidyesi ve bedeli olmuş ve bu noktada birinci dereceyi almıştır. Hafız Ali Efendi ise, on sene sonra, yine aynı su-i kast plânlarının bir başka bedeli olarak da, vazifesini ifa ederken Denizli hapishanesinde şehadet rütbesiyle Üstad'ına bedel olarak ahirete gitmiştir.

Acib bir tevafuktur ki; ruhlarını Üstad'larına feda etmek isteyen bu iki alî cenab, sıddık zatın fidye hakkındaki mektupları da, Barla Lahikasında yan yana gelmiş, orada da birinci sırayı Âsım Bey'in mektubu almıştır. Rahmetullahi aleyhima ecmain.

İKİNCİ NÜMUNE: Hafız Ali'nin Risale-i Nur'a ve Üstad'a karşı çok samimi kanaat ve hissiyatını bildiren başka fıkralarından bazı bölümler:

"Sözler öyle hazık bir doktor ki; gözsüzlere hidayet-i hak ile göz, kalbsizlere -inhidam-ı kat'iyye uğramamış ise- kalb.. ve şuurunda çatlaklık yoksa tenvir ile düşünceye.. Ve "nereden, nereye, necisin?" sual-i müşkilin halli ile insanlığın iktiza ettiği insaniyeti bahşediyor.(55)"

(*)Benim bedelime şehid olacağını hissetmiş, kuvvet-i ihlâsının kerameti olarak haber veriyor. Haber verdigi gibi şehid oldu. Said-i Nursi(54)

(54) Barla Lahikssı,(1.baskı) Envar Neşriyat, S: 80

(55) Barla Lapikası, Envar Neşriyat, S:28

801


"... Evet Üstad'ım, madem şu zamanda iki mühim cereyan-ı azimenin birisinin kumandasını Cenab-ı Hak size tahmil etmiş, bütün dünya Kur'anın beyan ve esrarından ma'nen sizi dinliyor, İnşaallah her vakit dinliyecek.. Bu manevî muharebe zamanında, netice-i muharebe yalnız insanların izmihlâline değil, belki bütün mevcudatın netice-i tahribini taşıyan ve isti'mal eden muharriblerdir. Öyle ise siz yalnız bize değil, ila-yevm-il-kıyam bakî kalacak Müslüman yavrularının yaralanmaması için zırh ve bir endahte, dünyayı saran güruh-u hazeleyi boğucu dumanlar içinde bırakan Kur'an-ı Hakimin son sistem malzeme-i mübarekelerini icada vesilesiniz. Var ol sevgili Üstad'ım!..(56)"

ÜÇÜNCÜ NÜMUNE: Hafız Ali'nin Risale-i Nur'dan dersini ne tarzda anladığını gösteren fıkrasından:

"Muhterem Üstad'ım!

Otuzbirinci Mektub'un On dördüncü Lem'ası'nın İkinci Makamı'nı bir defa kendim okudum, pek cüz'î istifade ile beraber dimağımda bir lezzet hissettim. İkinci ve üçüncü tekrarlarımda öyle bir zevk-i ruhanî uyandırdı ki: Eğer kalb ve kalemim ruhuma tercüman olabilseler, belki bir derece siz Üstad'ıma minnettarane arza cür'et eylerdim. Heyhat! Ne kalbim ve ne kalemim ve ne ruhum!.. Acz ile önüme çıktılar ve i'tiraf-ı kusur ediverdiler.

Sevgili Hocam! Sözler ünvanı ile neşr-i envar ve feth-i bab-ı rahmet eden envar-ı Kur'aniye, esasen has, mahsus bir sikke-i hatemi taşımaktadırlar. Her bir parçasından şümullu rahmet-i İlâhiyye cüz'i-küllî bir kapısı var gösteriyor ve göstermekle kapıları açık bırakıyorlar.(57)"

(56) Aynı eser, Envar Neşriyat, S:67

(57) Aynı eser, Envar Neşriyat, S:69

802


803

ISPARTA'NIN DÖRDÜNCÜ BÜYÜK NUR HADİMİ

AHMET HÜSREV BEY (ALTINBAŞAK) 'DIR.

Bu zat, Risale-i Nur hizmetinde bilhassa yazı ve neşir işinde en büyük payelere ulaşmış, şöhreti tavsiften müstağnidir. Üstadı Hazret-i Bediüzzaman'ın her üç hapsinde de beraber bulunmuş, azm-i metin ve cehd-i rasin sahibi bir insandır. Üstad Bediüzzaman onun çok büyük ve unutulmaz hizmetleri için, merhum Hüsrev Ağabeye büyük iltifat ve taltiflerde bulunmuş, Nur risaleleri içinde ismi en çok geçen zatlardan birisi belki birincisidir.

Ayrıca, Hazret-i Üstad'ın Barla'da iken Kur'an'ın yazısında ve matbu' şeklinde keşfettiği tevafuk mu'cizesini, Üstad'ın ta'rifleri istikametinde yazan ve bitiren yine o zattır. Bu yüzden de Hazret-i Üstad'ın ayrıca büyük teveccühlerini kazanmış ve "Mu'cizeli Kur'an'ın kâtibi, Nurun Kahramanı" gibi taltif nişanlarını almış mes'ud bir şahsiyettir.

Ben şahsen merhum Hüsrev Ağabeyle müteaddit defalar görüştüm. 1962 yılında onunla beraber karakolda nezarette bulunduğumuz gibi, aynı da'vadan mahkemelik olduk ve yine birlikte beraat ettik.

Ziyaretlerimin birisinde, kendisinden şu hatırayı bizzat dinlemiştim, şöyle demişti:

"Ben bir ara Üstad'ımızın bedeline ahirete gitmeye dair ciddi arzumu kendilerine arz ettim. Üstadımız: "Hayır, Hayır! '' dedi ve "Sen benden sonra onbeş yirmi sene daha yaşayacaksın.. Ve hem kendi vazifeni, hem de benim vazifemi yapacaksın!" demişlerdi"


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin