47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə4/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72


İşte Albay Hacı Hulusî Bey'in -tesbit ettiğimiz kadarıyle- sadece Üstad'ının Barla hayatında ona yazıp göndermiş olduğu otuz yedi adet mektupları içerisinden nümunelik gösterdiğimiz sadakatkar ifadeleri gibi, daha bir çok nümuneler göstermek mümkündür. Fakat bunlar maksada kâfi geldiğinden kısa kesiyorum.

Evet, Hacı Hulusi Bey, Hazret-i Üstad'ın bizzat ifadeleri ile; "Mektubatın ekserisi ve Lem'aların bazıları ve Sözlerin ahirki risaleleri, onun iştiyak ve gayreti; ve çok yerinde pek mühim olan suallerinin cevabları olarak te'lif edildiğini kaydettiği gibi... Henüz Hulusi Bey Üstadıyla tanışıp görüşmezden çok zaman evvel, Bediüzzaman Hazretleri onu ma'nen muhatap ittihaz ederek, sözler mecmuasında bir kısım temsilatını hep asker ve askerlik vazifesiyle alâkadar şekilde yazmıştır.(29) Ayrıca da 27. Mektup olan lahikaların teşekkül etmesine ve mebde' teşkil etmesine ve ona başlanmasına onun hararetli ve çok halisane yazdığı mektupları vesile olmuştur.

Hülâsa: Hulusi Bey, Bediüzzaman'ın saff-ı evvel olan sabıkin-i evvelîn talebelerinin birinci, müstesna talebe ve sahabelerinden olup, çok seçkin ve mümtaz simalarındandır.

ŞİFAHİ BEYANLARI

Şimdi de merhum Hulusi Beyin Üstad'ının ulvî şahsiyeti ve yüce mazhariyetleriyle ilgili şifahi olarak bize ve bu arada bir çok kimselere anlatmış olduğu hatıralarının mühim kısımlarından da bir kaç nümune alacağız. Bu hatıralar çoktur. Muhterem Hulusi Ağabeyimizle görüştüğümüz her defasında bir iki hatırasını mutlaka dinlemişizdir. Bir çok insan da bunları dinlemiş ve duymuştur. N.Şahiner "Aydınlar Konuşuyor" ve "Son Şahitler-1" de bunların bir çoğunu bir araya getirerek neşretti. Dinlediğimiz ve duyduklarımızla Şahiner'inki birbirine mutabık gelirse, te'kid için onun kitaplarına da atıflar yapacağız.

(28) Barla lahikası, Envar neşriyat S:15

(29) Aynı eser, Mukaddeme S:10

781


HULUSİ BEY'İN ŞİFAHÎ HATIRALARI

BİRİNCİ HATIRASI; (Eğridir'de iken, iki sene zarfında Üstad Hazretlerini altı defa ziyaret eden Hulusi Bey ilk ziyaretiyle ilgili hatırasını şöyle anlattı:)

"... Eğridir'de iken, cami’ cemaatından ve ev komşumuz meczub Şeyh Mustafa(*) adında bir zat vardı. Camiden her çıkarken, müteaddit defalar bana: "Senin derdinin dermanı Barla'dadır. Orada bir zat vardır, Onu ziyaret etmelisin!" diyordu. Şeyh Mustafa, kendi el yazısı olan Üstadın bir Risalesini bana vermişti. Okumamı söyledi. Fakat öyle bir yazı ki, yazıdan başka her şeye benziyordu. O risaleden fazla bir şey istifade edemedim.

Nihayet 14 Nisan 1929'da, Dağ talimgâhından üç tane at tedarik ederek, ben, meczub Şeyh Mustafa, bir nefer asker ve iki zat daha Barla'ya doğru yola düştük. Yolda nöbetleşerek atlara binildi. Tabiri caiz ise adeta Hazret-i Ömer'in kölesiyle birlikte Kudüs şehrine yolculuk yaptığı şekilde gittik. Nihayet Barla'ya vardık. Ben daha önceleri, yani 1925 yıllarında Bediüzzaman Said-i Kûrdî diye bir zat duymuştum. Fakat onu bir tarikat şeyhi olarak tasavvur ediyordum. Kendi kendime "Elbet bir gün onu bulur ziyaret eder, intisab ederim" diyordum. Bu ilk ziyaretimde o niyet ve sâikle gidiyordum.

Barla'nın Karaca Ahmet Sultan mevkiine gelmiştik. Orada taze bir abdest aldık ve Barla'ya doğru gidiyorduk. Fakat ben çok heyecanlıydım. "Ya bu zat, iç yüzümüzü okur da, günahlarımızı görür, kabul etmezse!.. " diye düşünüyordum. Ama yok, o zat âli-cenablık yaptı. Kusur ve hatalarımıza göre muamele yapmadı. Elhamdûlillah bizi kabul etti, içeri aldı. İçeriye odasına girdik, ziyaret ettik. Henüz ayakta idik, oturmamıştık. Herhangi bir şey de söylememiştim.. Benim kolumdan tuttu ve "Kardeşim! Ben şeyh değ'ilim, imamım. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali gibi bir imamım" dedi.

Oturmamızı emretti, oturduk.. Konuşmaya, sohbete başladı. Mukadder suallerimizi cevablandıracak bir çok mes'elelerimize temas etti, halletti. Kendi şive tarzıyla konuşuyordu. İşte bu ilk sohbette benim gönlüm artık hakikat ateşiyle tutuşmaya başladı. Meseleyi kavradım. O zatın nasıl bir vazifeyle muvazzaf olduğunu anladım. Bütün kalbimle ona teslim oldum. İmanî ve Kur'anî olan hizmet yoluna ben de girdim. İşte Risale-i Nur'un parlaması da Elhamdülillah o tarihte başladı.

Hazret-i Üstad, sohbet ederken, hep Şeyh Mustafa'yı muhatab alıyordu. Şeyh Mustafa ise, Hazret-i Üstad'ın hitap ve tevcihlerine dayanamıyor, kalkıp kalkıp yer değiştiriyordu. Bazan çocukça hareketler yapıyordu. Hazret-i Üstad da, arada sırada lâtifeden ona tokat da vuruyordu. O da; "Efendim Hulusî Bey'i size ben getirdim" diyordu.

(*) Şeyh Mustafa 1890 yılında Egidirde dünyaya gelmiş, 1959 sonlarında vefat etmiştir. Cezbe halleri ve kerametleri çok görülen bu zat ,âlim bir insandı. A.B.

782

Sohbet hayli uzun sürmüştü. Üstad çok coşmuştu. Bütün müşkillerimizi halletti. Umum mukadder suallerimize de kâfi ve şâfi cevablar verdi. Veda edip ayrıldık. Artık Risale-i Nur'un dairesine iman hizmeti içine girmiş oldum:(30) gece gündüz durmadan risale yazıp çoğaltmaya başladım."



İKİNCİ HATIRASI: (İlk ziyaretten sonra Eğridir'de iken diğer ziyaretleri)

"İlk ziyaretimizden sonra, Eğridir'de bulunduğum iki sene zaman zarfında beş defa daha Üstad'ı Barla'da ziyaret ettim. Bu ziyaretlerimin birisinde kalkıp veda' ediyordum. Üstad bana: "Kardeşim! uzaklığın alâmeti olan mektuplaşmak adetim değildir. Fakat sen yazabilirsin." dedi.

İşte elhamdülillah, Hazret-i Üstad'ın bu izni üzerine bir çok mes'elelere dair sualler sormak üzere mektuplar yazdım. Bu mektuplaşmalar MEKTUBAT mecmuasının tulu'una bir sebep oldu.(31)"

ÜÇÜNCÜ HATIRASI: "Yine ziyaretlerimin birisinde, vedâlaşıp ayrılırken, İLAMA köyüne uğrayacağımı da söyledim. Üstad bana: "Ben de cami’ için dağa, odun getirmeye gidecektim" dedi. Vedalaşıp ayrıldık. Biz İlâma'ya doğru gidiyorduk. Birden Ustad Hazretleri zihnime ilişti, "Şimdi âniden önümüze çıkmasın" diye düşünürken, birden baktım; oduna giden kafilenin önünde Üstad bir merkebe binmiş geliyor. Ben Hazret-i Üstad, beni görüp de merkebinden inmesin diye yol kenarındaki büyük bir ağacın arkasına saklandım. Üstad tam yaklaşınca, âniden çıkıp ellerine sarıldım. Üstad'ın elinde bir parça kuru ekmek parçası vardı. Onu merkebin üstünde giderken yiyormuş. Beni görür görmez, hemen o ekmeğin kalanını bana uzattı. Ben de aldım öptüm, başıma koydum. Ayak üstü biraz konuştuk, konuşma esnasında kendi şivesiyle bana: "Kardeşim şemşiyen yok mu?" diye söyledi. Ben üstümdeki muşambayı gösterdim. Yine ayrılmak için izin istedim, tam ayrılırken, bir daha bana: "Kardeşim şemşiyen yok mu?" dedi. Biz asker olduğumuz için şemsiye taşımıyorduk. Yine üzerimdeki muşambayı gösterdim ve ayrıldım.

Giderken düşündüm, şemsiye yağmur içindir. Halbuki havada hiç yağmur alâmeti yoktu, apaçıktı. Ayrıldığımızda Üstad: "Peki kardeşim Allah'a ısmarladık" deyip gitmişti. Biz de yolumuza devam ettik. Az sonra sağnak şeklinde müthiş bir yağmur geldi. Öyle ki yolun sağında, solunda seller kalkıyordu. Amma baktım ki yağmur yağdığı halde bize değmiyor. Allah Allah! dedim, yoksa yağmur bizim yolun üstünde mi yağmıyor?.. atımı sellerin kattığı yerlere sürdüm. Fakat baktım hayır, yağmur hususî olarak

(30) Hacı Hulusi Bey gibi, bir çok insan Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın böyle tek bir sohbetiyle; veya bazıları onu uzaktan görmesiyle, vahut da onun nevvar ve feyyaz olan mübarek simasını bir defa müşahede etmesiyle; Hakka ve hakikata aşinalık peyda etmiş, Ruhunda, hayatında büyük bir inkılab olmuş ve bütün ruhu caniyla Bediüzzaman'a talebe olarak lslâm'a ve Kur'an'a hâdim olmuş olanlar pek çoktur.A.B.

(31) Aydınlar konuşuyor S: 86

783


bize değmiyor. Anladım ki; o zat, (Hazret-i Üstad) yağmurun yakında geleceğini hissetmiş ve kalben Allah'a niyaz etmiş ki böyle oluyor.

Dört saat kadar yağmur altındaki yolculuğumuzda Eğridir'e kadar yürüdük. Hiç ıslanmadan vardık(32)

Hulusî Bey, bu hadise için: "Bu benim için bir sır idi. Üstadın hayatı boyunca bunu kimseye fâş etmedim. Fakat Üstad'ın vefatından sonra bu sırrı da benden çıkarttınız." şeklinde ifade buyuruyorlardı.

Hacı Hulusi Bey'in Barla'da Üstad Hazretlerini ziyaretleri ile ilgili anlatmış olduğu müteferrik bazı hatıraları daha vardır. Onlardan da bir kaçını zikredelim:

1- "Benim onu ziyaretlerimde, yanında gördüğüm kitaplar şunlardı: Kur'an-i Kerim, Hafız Şirazî'nin bir eseri, bir de Gûmüşhaneli Şeyh Ahmed Ziyaeddin'in üç ciltlik Mecmuat-ül Ahzab kitabı..."

2- "Bir ziyaretimde çay yapıldı. İçiyorduk. Ben güya nezaket ve edep yapıyorum düşüncesiyle, bardağın dibinde bir parmak kadar çay bıraktım, içmedim. Üstad Hazretleri bana baktı, tebessüm ederek: "Kardeşim sen sünnet bilmez?" diye lâtifekârane ders verdi. Artık o gün bugün, bardağın dibinde çayın zerresini de bırakmamaya başladım"

3- "Yine ziyaretlerimin birisinde, meşhur Hüseyin-i Cisrînin "Risale-i Hamidiye" eserinin bahsi geçmişti. O kitabı daha önceleri okuduğum için, güya kendimi malumat sahibi bilerek: "O kitabı okumuşum efendim" dedim ve 1322'de te'lif edildiğini söyledim.

Üstad bana tebessüm içinde bir baktı. Kitabın te'lif tarihi için: "yakın, yakın kardeşim...” dedi. Biraz sonra da, buyurdular ki: "Evet kardeşim, Risale-i Nur bütün o gibi kitaplara ateş verdi, ışıklandırdı."

4- "1916'da, Şeyh Rıza Tâlebanî'nindir diye elime geçen Farsça "Ya Resulallah Çibaşed çün sek-i ashab-ı kehf...” olan kasideyi, bilâhare Üstad'la tanıştıktan sonra, ona bir mektupla göndermiş ve kasidenin içinde bahsi geçen "Ashab-ı kehf in köpeği" gibi, beni de Risale-i Nur şakirtleri içinde, Ashab-ı Kehf'in Kıtmiri g'ibi kabul buyurun" diye yazmıştım.

(32) Bu hadisenin aynine benzer bir iki hadise de, şöyledir: 1- Üstad'ın talebelerinden Egridir'li Demirci Salih'in rivayet ve şehadetiyle nakledilmiştir. Şöyle ki;1954 yılı Kurban Bayramı'nda Eğridir'den Barla'ya kayıkla üstadla beraber yapılmış bir yolculukta, denizin müthiş fırtınası yanında, gökten boşanan yağmurdan herkes sırıl-sıklam olmuşken; Hz.Üstad'a tek bir damla suyun değmemiş olmasıdır. (Bkz. tafsilat: Son Şahitler-2, S: 82)

2- Barlalı Şamlı Hafız Tevfik’in rivayetinde, Hz. Üstad kırda bir risale yazdırırken yağmur’un geldiğini.. ve duasıyla yağmurun kendilerine değmediğinibeyanhatırasıdır.Bu hatıra, az yukarıda tafsilatıyla kayıtlıdır. A.B.

784


Üstad Hazretlerinin yazdığı cevabta: "Inşaallah kardeşim, sen bu zamanda Ashab-ı Kehf'in birincilerinden olacaksın. Biz senin mektubundan KITMİR kelimesini kaldırdık. Sen de kaldır!" diye emir buyurmuşlardı.

Bilâhare ziyaretine gittiğimde, bana: "Kardeşim! Bu beyt, Şeyh Rıza'nın değil, çünki o heccavdır(Hicivci). Mevlânâ Câmî'nindir.(33)" diye tashih buyurdular.

Hazret-i Üstad Mevlânâ Camî'nin bahsi geçmesi münasebetiyle şunu da söylemişlerdi ki: "Mevlana Celaleddin-i Rumi, Molla Ahmed-i Cezeri ve Mevlânâ Camî'nin aşk meşrebindeki makamları birdir."

Bilâhare kendileri, Mevlânâ Camî'nin o beytini 27. Sözün zeyli olan sahabeler bahsini te'lif ettiğinde onun başına yazdılar."

5- Hacı Hulusi Bey'in bir de 1929 yılı içerisinde Üstad'ıyla görüştükten üç gün sonra, yani 17 Nisan 1929'da gördüğü rü'ya ile ilgili bir hatırası ve izahı vardır. Hulusî Bey bu rü'yayı gördükten üç sene sonra, onun tabirini Üstad'ından sorması münasebetiyle, Hazret-i Üstad da o rü'yayı mühim bir risaleye mevzu yapmış ve o vesileyle bir risale vücuda gelmiştir.

Rü'yanın sureti ve sarıklı genç mes'elesi:

Hacı Hulusî Bey, mezkür rü'ya hakkında şöyle diyordu:

"Rü'yada gördûğüm sarıklı genç, beni ilk defa Üstad'a götüren meczub Şeyh Mustafa idi. Şeyh Mustafa sakallı iken, onu ben rü'yada sakalsız, bıyıksız bir delikanlı suretinde görmüştüm. O zat, mübarek bir meczub olduğu için çocuk meşrebliydi. Rü'ya içinde elinde bir leblebi tablası vardı. Fakat tablada leblebi çok azdı. Ben tablasından leblebi almak için elimi uzatınca, birden tabla leblebiyle dolmuştu. Rü'yada onun daha bazı acaib hallerini ve hareketlerini görmüş ve Üstada yazmıştım"

Hacı Hulusî Bey, bu mes'elede bazı zatların sun'î şekilde kendilerini o sarıklı genç tasavvur etmelerine üzülüyordu. Ve "Halbuki o mes'ele sun'îlikten uzak olması lâzımdır. Hem de herkesin o olabilme ihtimali vardır. Onu inhisar altına almamak lâzımdır. Edenler ne oldu sanki!.. Evet, herkes evvela gençtir. Ve her bir genç nur talebesi de o olabilme imkânı vardır. Bu açık kapılı ihtimal içindir ki, her zaman da öylesi ferdlerin çıkması mümkindir." diyordu (34)"

(33) Gerçekten Şeyh Rıza Talebanî'nin veya diğer adıyla Şeyh Rıza Kürdî'nin Bağdad'daki türbesinin taşında bu beyitler onundur diye yazılmıştır. Türbesi Şeyh Abdul-Kadir-i Geylan'nin mevkii civarındadır, diye Hûlasat-üt Tarih, Muhammed Emin Zeki 364. sahifesinde yazılıdır.

(34) Hz.Üstad'ımız 1955 senesinde, Isparta'da bir gün "Ben bir zaman o sarıklı genç Ceylandır demiştim... Hakikatta o bir kişi değildir. Muteaddit kişilerdir" demişlerdi. Evet, gerçekten Hz.Üstad Risale-i Nur'un hizmet-i imaniyesinde istihdam edilmiş bazı zatlara o sarıklı genç olabileceklerine -teşvik tarzında- iltifatlarda bulunmuştur. M.Sungur.

785


6- Yine Hulusi Bey, henüz Eğridir'den ayrılmadan, Üstad'ın ziyaretleriyle ilgili bir hatırası da şöyledir:

"1930 senesi ilk ayında Üstad Hazretlerinin ziyaretine gitmiştik. O günlerde Mareşal Fevzi Çakmakla Fahreddin Paşa (Altay) Eğridir'e gelmişlerdi. Hazret-i Üstad: "Kardeşim! Fevzi Çakmak ile Fahreddin Paşa bana selâm göndermişler. Ben de onlara Onuncu Söz'ü

göndermek istedim. Fakat ben bunlardan yalnız birisine göndermek istiyorum. Hangisine göndereyim?.: ' diye sormuşlardı. Ben de efendim, biz Fevzi Paşa'yı dindar biliyoruz. İsterseniz ona gönderelim, dedim.

Hazret-i Üstad, "Yok yok! Siz Fahreddin Paşa'ya gönderin" dedi. Kırmızı kalemini eline aldı, kitabın üstüne "Bana bir selâm göndermişsiniz, ben de selâmınıza mukabil bu kitabı sana gönderiyorum.” diye yazdı. Ben de Onuncu Söz'ü Üstad'dan alarak Fahreddin Paşa'ya postalamak üzere adını ve adresini yazdım ve postaya verdim.

Fahreddin Paşa, Konya'da ikinci ordu kumandanı iken, Menemen veya Kubilay Hadisesinde İstiklal Mahkemesi reisliğine getirildi. Astı, kesti, yaptığını yaptı.

Hazret-i Üstad'ın Fevzi Paşaya değil, Fahreddin Paşa'ya Onuncu Söz'ü göndermesinde şöyle bir hikmet ve mana fehmettim ki: "Yani dikkat et! Olüm var!.. Haşir ve ahiret var.. Öyle bir vazifenin başına geldiğin zaman, zulüm etme! Adaletten ayrılma!..” gibi ihtarlar veriyordu. Nitekim aynı senenin sonunda, yani 23 Aralık 1930'da cereyan eden Menemen vakasına selahiyetli bir kimse olarak gönderileceğini ihbar edip bildiriyor gibi idi"

7- Hulusi Bey'den, ayrı bir hatıra:

"Bir gün ders esnasında bize: "Eğer siz eski zamanda olsaydınız, bu dersleri ve hakikatları gelip dinlemek ve almak için, kilometreler uzaktan buraya diz üstü sürüne sürüne gelirdiniz." diye buyurmuşlardı.

Bu hadiseyi te'yiden, Emirdağlı Merhum Mehmet Çalışkan Ağabey de şöyle bir hatıra anlatmışlardı: -Mealen

"Bir gün Üstad'ımız bize: "Siz nasıl bir Üstad'ın talebeleri olduğunuzu bilmiyorsunuz. Eğer bilseydiniz, uzak mesafelerden diz üstü emekliye emekliye gelirdiniz.." şeklinde söylemişlerdi.

8- Yine Hulusi Beyden: “Barla'da Üstad Hazretlerini ziyaretlerimin sonuncusu idi. Eğridir'den tayinim çıkmıştı. Maddeten hayli uzağa gidiyordum. Ayrılacaktım. Amma çok üzülüyordum. Bu ayrılığa nasıl tahammül edeceğim diye çok düşünüyordum. Üstad benim çok üzüldüğümü anlamıştı. Bana hitaben: "Sana askerce emrediyorum, merak etmiyeceksin, üzülmiyeceksin!" dedi. Üstad'ın bu sözleri ile, sanki ateşe su döküldü gibi bütün üzüntülerim bir anda yok oldu.”

786


İşte Merhum Albay Hacı Hulusi Bey'in Üstad'ın Barla hayatı ile ilgili şifahî hatıralarının dinlediğimiz ve kaydettiğimiz kadarıyla- en önemli kısımları bunlardan ibarettir. Sair hatıralarını da inşaallah tarih sırasına göre kaydetmeye gayret edeceğiz.

Hulusî Bey'in hatıraları başında, kendisinin Üstad Hazretlerine Barla'ya yazdığı mektuplarının sayısı için 37 diye kaydetmiştik. Buna mukabil Hazret-i Üstad Mektubat mecmuası büyük çoğunluğunu onun suallerine cevablar şeklinde tezahür ettiği ve Mektubatın o kısımları bâşında onun ismiyle hitab edildiği gibi, ayrıca Üstad'ın sadece Barla'da iken ona cevaben yazdığı hususî mektuplarının sayısı on iki tanedir.

Hulusî Bey'in diğer bazı hatıraları ve hayatı hakkında geniş bilgi 1. Baskı Son Şahitler-1 kitabının 33-35. sahifelerindedir. Müracaat edilebilir.

787


HAKKI TIĞLI'NIN TELÂKKİLERİ

Eğridir Nur talebelerinden Avukat (Dava vekili) Hakkı Tığlı efendinin hatıra ve telakileri :

(Bu zatın hayat ve vefatı hakkında maalesef fazla bir bilgimiz yoktur. Yalnız "kendisinin 1875 doğumlu olduğu ve 1935'te Eskişehir hadisesinde Hz. Üstadla birlikte bir müddet hapis yattığını ve 1957'de, bir Kaymakamın Hz. Üstadı kanunsuz olarak Eğridir'e girmesine mani' olması hadisesinde Eğridir Demokratları olarak Ankaraya hadiseyi tel'in eden bir yazı yazdığını ve ilk sıralarında Eğridir'de müftülük yapan Hüseyin Hüsnü Efendi'nin kardeşi olduğunu ve Nur talebelerinin maddî kıdem sırasına göre birincilerinden olup, Hazret-i Üstad'a ve Risale-i Nur'a bağlılığı, sadakatı yüksek derecede bir zat olduğunu, müftü kardeşi Hüseyin Hüsnü Efendi'nin ehl-i dünyaya kapılarak 1931'lerde oğlu Tevfik Tığlı vasıtasıyla Barla'da Üstad'a eziyet vermesinden, ondan alâkasını kesip reddettiğini, hususi mesleği ise, dava vekilliğini yaptığını biliyoruz.)

Bu zatın Üstad'la olan hususi ve şifahî hatıraları zabtedilmiş değildir. Fakat Üstad Bediüzzaman'a ve Risale-i Nur'a karşı hissiyat ve telâkkilerini dile getiren yazılı bir kaç takriz mektupları vardır. Bu takrizlerden nümûne için bir iki bölüm alıyoruz.

Hakkı Efendi'nin bir fıkrasının başında Hazret-i Üstad şunları yazmıştır: "Şu fıkra hakiki ve birinci kardeşim Hakkı Efendinindir.”

Ayrıca Hakkı Efendi'nin ismi ve bahsi "Onuncu Lem'a" olan şefkat tokadları risalesinde ve 28. Mektubun içinde ve 27.Lemada da geçmektedir.

Hakkı Efendinin birinci fıkrasının hülâsası şöyledir:

"Mükerreren mütalâa ve kıraet ederek, arş kadar yüksek eseriniz hakkında mütalâa serdine bir kelime, hatta bir nokta ilavesine kendimde cür'et ve kudret bulamadığımdan dolayı, bu babta bir mütalâa dermeyanına imkân göremiyorum. Yalnız çok yüksek, cihan kadar kıymettar mübarek eserleri okuyup cehaletimiz hasebiyle idrak edebildiğimiz kadar istifade ve istifazaya çalışarak müstefid olabilmek, bizim için büyük bir ni'mettir.(35)"

Hakkı Efendi'nin ikinci hülâsalı ve câmi' fıkrası:

"İşbu cihan-kıymet eserin mütalâasında, nasıl bulduğumuz istifsar buyruluyor.. Dekaik-ı hikmet ve hakaik-ı ilmiye ile tezyin ve tersim edilmiş yüksek eser hakkında bir mütalaâ serd etmek bidaâmın fevkindedir.(36)"

(35) Barla lahikası, Envar neşriyat S: 25

(36) Aynı eser, S: 32

788

Dr. YUSUF KEMAL'İN TELÂKKİLERİ



Eğridir Nur talebelerinden mühim ve sadık ve bahtiyar bir zat da doktor Yusuf Kemal'dir. Bu zatın hayat ve vefatı kısaca şöyledir: 1900 yılında Ispartanın Uluborlu kazasında dünyaya geldi. İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olduktan sonra, Samsun ve Eğridirde vazife yaptı. Daha sonra Isparta merkezinde baştabiblik yaptı. Daha sonrada İstanbul'da aynı vazifeyi yaptı. Emekli olduktan sonra 1969'da Uluborluda vefat etti.(1) Risalelerde ismi geçen Eczacı

Efendi ile bu Doktor Yusuf Kemal aynı şahıs mıdır, değil midir? bilemiyoruz. Fakat Hazret-i Üstad'ın Barla Lahikası'nda: "Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimi ve aziz dostum...(37)" diye hitap ettiği zat, bu doktordur. Gerçi Barla lahikasında bir de doktor İbrahim vardır. Fakat Doktor İbrahim'in nereli olduğunu ve Risale-i Nurla ne derece alâkadar olduğunu bilemiyoruz. Amma doktor Yusuf Kemal'in yazdığı takrizli mektuplarında çok samimi ve ulvî hislerin ifadesi vardır.

İşte bu zatın Hazret-i Üstad ve Risale-i Nur hakkındaki hissiyat ve telâkkilerini ifade eden bir iki mektubu:

"Hocam! emaneten bendenizde bulunan iki kitabı emrediyorsunuz. Bendeniz de yalvarıyorum ki; gelecek hafta takdim edeceğim. Çünkü küçüğünü iki defa, büyüğünü bir defa okuyabildim. İhatamın darlığı veya aczim dolayısıyla idrakim de kıttır. Binaenaleyh, sizin o muhteşem temsillerinizi bir defa daha okumak istiyorum ki, cüz'î küllî bir alâka olabilsin.

Yarab! O ne büyük mantık.. O ne büyük müskit beyan ve tarz-ı telâkki!.. Ah Üstadım, bu mûbarek dinin mübecceliyetini idrak ve ihata ve takdirde, size ve ancak size medyûn ve minnettaınm.

Li-sebeb-in min-el esbab dinî akidelerimin azim bir inkılâbı var. Nur risalelerinden aldığım dinî ve insanî ve vicdanî ve iktisadî ve ilmî dersler bana hayatta muvaffakiyet verecektir.

Doktor Yusuf Kemal (38) "

İkinci mektubundan:

"Tam manalarıyla mefhumlarını kavramak idrakinde olmadığım o yüksek eserlerinizi fırsat buldukça okuyorum. İrşad-ı aliyeleri unutulmaz şaheser hatıralardır. Mezarıma kadar dini akidelerinizin esiri ve kurbanıyım.

Üstadım! Sizin sözleriniz benim dini muhayyilemi cidden değiştirdi ve daha sevimli bir mecraya sevk etti. Şimdi bendeniz, doktorların düşündüğü gibi düşünmüyorum.

Doktor Yusuf Kemal(39)"

(1) Son Şahitler-4 S:383

(37) Barla Lahikası, S: 52

(38) Barla Lahikası, Envar neşriyat S: 41

(39) Aynı eser, S: 42

789


ISPARTALI NUR TALEBELERİ

Isparta ve civarında 1926-1935 yılları arasında Üstad Bediüzzaman'a ve Risale-i Nur'a sadıkane talebe olmuş çok bahtiyar kimseler vardır. Bunların içinde asker, zabit, ulema, meşayih, hoca, hafız, esnaf ve hülâsa yediden yetmişe kadar çok çeşitli insan sınıfları vardır. Bunlardan bir çoğunun Risale-i Nur ve Üstad hakkında yazmış oldukları takriz mektupları ve fıkraları da vardır. Fakat mezkûr yazılı telâkkilerin hepsini buraya almak mümkin olmıyacaktır. Zaten bu zatların takriz mahiyetindeki fikraları kısmen "Barla Lahikası" kitabında toplanmıştır. Biz bu saff-ı evvel olan ali-kadr insanların içinden nümûne için sadece üç dört zatın hissiyatlarının tercümanı olan fıkralarından birer ikişer parağraf almakla iktifa etmek mecburiyetindeyiz. Tafsilâtını arzu edenleri Barla Lahikalarına havale ederiz.

Birincisi: İstikamet şehidi ve Üstad'ının kurbanı ve bedeli merhum Binbaşı Asım beydir. Bu zatın hayatı hakkında da maalesef fazla bir bilgiye sahip değiliz. Yalnız N.Şahiner'in tesbitlerinde, merhum Binbaşı Asım Bey'in (Ahmed Asım Önerdem) 1877 yılında (Hz. Üztadla aynı senede doğmuş) İzmitte doğmuş ve askerliğini Trablusgarp, Şam, Muğla, Tefenni ve Manisada geçirmiş, daha sonra Burdur'a gelmiştir. Burada iken, Nasûhîzade Şeyh Mehmed Efendi delaletiyle Bediüzzaman Hz.leriyle görüşmüştür.. (Bkz. Son Şahitler-5, Sh:144) Hazret-i Üstad Bediüzzaman Burdur'a geldiği zaman ve sonra Barla'da bulundukları günlerde, ona can u gönülden samimi talebe olmuş, Nur risalelerini el yazısıyla çok istinsah etmiş.. Ve üstad'ına bir çok samimi ve âli hislerin tercümanlığını yapan mektuplar yazmış bir zattır. Yazdığı mektuplarından birisinde; O Mektubu Üstad'ına yazdığı tarih için: "dört sene evvel Burdur'a geldiğimde kardeşimiz Şeyh Muhammed Efendi'nin delâlet ve tavassutu ile muhabereye başlanmış..."

ifadesinden ve: "... Bilâ-fasıla otuzdört sene olan hayat-ı askeriyemde..(40)" gibi beyanından anlıyoruz ki, bu zatın Risale-i Nur'a talebe oluşu 1929-1930 yıllarındadır. 1935 Nisanında Eskişehir hadisesi dolayısıyla Isparta'da onun da sorgulanması yapılmak üzere mahkemeye celb edilmiş, mahkeme koridorunda sorgulanmasını beklerken; "Her şeyi dos doğru söylesem, belki sevgili Üstadıma zarar gelebilir. Doğruyu söylemezsem, yalana girmem ihtimali vardır" diyerek, Cenab-ı Hak'tan o anda ruhunun teslim alınmasını niyaz etmiş ve hemen orada ruhunu Rabbine teslim etmiş olduğunu biliyoruz. Daha önceleri yazmış olduğu bir mektubunda, nezretmiş olduğu Üstad'ına bedelen vefat va'di de böylece gerçekleşmiş oluyordu.(41) Bu çok acip ve şayan-ı ibret vak'ayı TAN gazetesi,sekiz Mayıs 1935 nüshasında, baş haber olarak verdiği gibi, Haz

(40) Barla Lahikası,Envar neşriyat, S:32

(41) Osmanlıca Lem'alar, S: 743

790

ret-i Üstad Eskişehir mahkeme müdafaasında bir kaç kez dile getiımiştir.(42) Bu acib hadiseyi tarihi sırasında tekrar ele almak niyetiyle burada bu işaretle iktifa ediyoruz.



İşte bu ehl-i kalb, Velî, büyük insan alî-cenab asker merhum binbaşı Asım Bey'in Risale-i Nur ve Üstad'ı Bediüzzaman hakkındaki telâkkî ve ihtisaslarından bir iki nümûne:


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin