16. YAPILAR, KENTLER VE İKLİM
İnsanlar varolduğu ilk günden beri kendisini iklimin negatif etkilerinden koruyacak tedbirleri araştırmaya başlamıştır. Örneğin, binlerce yıl önce tropiklerde yaşayan insanlar sıcaklık değişimlerine karşı kendilerini koruyacak yapı şekillerini yaşam tecrübeleri ile bulmuşlardır. Buldukları bu yapılar; alt kısmı hava akımlarına sürekli açık olan ve üst kısmı ise çeşitli yaprak ve dallardan oluşan bir çatı sisteminden ibarettir. Yine aynı şekilde kutuplarda yaşayan insanlar ise tropiklerin aksine hava akımlarına kapalı olan ve dış yüzey ile iç ortam arasında minimum alanlı bir iletişim kuran bir yapı tarzını (iglio) bulmuşlardır. Bu şekilde dondurucu soğuklara daha kolay karşı koyabileceği bir yapı içinde yaşayabilmişlerdir.
İklime bağlı olarak bina yapımında kullanılan malzemeler ve bina şekilleri değişmektedir. Yerleşmelerin en küçük birimleri olan konutların yapı malzemesi, kırsal kesimde ve geri kalmış yerlerde doğal çevre ile uyumludur. Örneğin, kurak iklimin hakim olduğu bir mekanda evlerin çatıları düzdür ve kullanılan malzeme bölgenin iklimine bağlı olarak oluşan litolojik özelliklerine bağlıdır (taş, kerpiç, toprak vb.). Kar yağışının fazla olduğu bölgelerde ise çatılar dik olmalıdır (Şekil 32). Gelişmiş bölgelerde ise konut tiplerinde teknolojinin etkileri belirgindir. Ayrıca, yerleşme şekilleri de toplu, dağınık, büyük ya da küçük yerleşmeler olarak temelde iklim ve coğrafi yapıya bağlı olarak değişiklik göstermektedir.
Şekil 32. Farklı iklimlerde farklı yerel yapı tipleri
Binalarda kullanılan enerjinin üçte ikisi iç iklimlendirme oluşturmak için harcandığından, ısıtma, soğutma, havalandırma ve aydınlatma için, doğal koşullar da yerine getirebileceği işlevlerden büyük miktarda tasarruf etmek olasıdır. Enerji ihtiyacının sürekli artması nedeniyle doğal yapı ile iklimsel özelliklerin ilişkisi üzerindeki değerlendirmelerin hız kazanması ve özellikle ekstrem iklim özellikleri gösteren yörelerde meydana gelen atmosferik olaylar üzerinde durulması, konunun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İklime göre tasarım; güneş ışığı, rüzgar ve yağmur gibi şartların bölgelere göre gösterdiği değişime uyum sağlamaktır. Binaların yapımında, özellikle rüzgar yönü ve hava sıcaklığı ile ilgili verilerin göz önüne alınması gerekir. İyi bir yönlendirme ile yapılacak olan bir bina olumsuz iklim koşullarından daha az etkilenir. Binanın, rüzgar yönü ve güneşlenme özelliklerine göre yönlendirilmesi gün ışığından daha çok yararlanılmasını sağlayabileceği gibi binanın içindeki sıcaklık durumunu da etkileyebilir. Bir binanın hakim rüzgar yönüne geniş bir cephe göstermesi, soğuk dönemde fazla ısı kaybetmesine, yağışlı havalarda ise nem almasına neden olmaktadır. Özellikle, orta kuşak ve soğuk iklim bölgeleri için geçerli olan bu durum, büyük binaların sık açılıp kapanan ana giriş kapılarının yönlendirilmesi açısından da önemlidir. Ayrıca, enerji kaybını düşürmek için pencerelerin küçük tutulması, direk güneş radyasyonundan uygun bir şekilde yararlanmak için bina içindeki odaların iyi planlanması gerekir. Çok nemli iklimlerde de binaların hem çatılarının, hem de bodrum kısımlarının havalandırılması önemlidir. Ayrıca, bina dışından ve içinden oluşabilecek ısı kayıpları için yörenin iklim özelliklerine uygun yalıtkan malzeme kullanılmalıdır. Soğuk iklimlerdeki küçük binalar, iç kullanım alanı başına daha fazla ısı geçiren dış yüzeye sahiptir, bu yüzden yalıtım öncelikli hale gelir.
Genellikle soğuk iklim koşullarının hüküm sürdüğü bir yöredeki, binaların yerleşim planında; binaların güneş gören alanları maksimum olmalı, güneş görmeyen ve rüzgar alan alanlar minimum tutulmalı, binaların gölgeleri diğer binaların güneşlenmelerine engel olmayacak şekilde düzenleme yapılmalı, güneye bakan çatının alanı maksimum olmalı ve eğimi maksimum güneşlenecek şekilde ayarlanmalıdır.
Planlı ve sağlıklı bir yerleşmenin oluşabilmesi için; yerleşim birimi oluşturacak olan yerin klimatolojik özelliklerinin yani sıcaklık dağılımı, yağış dağılımı, rüzgar hızı-yönü, rüzgarın yükseklikle değişimi, nem dağılımı, toprak sıcaklıkları dağılımı, alçak bulut ve sis oluşumu, kar kalınlığı ve karın kalış süresi, güneşlenme yoğunluğu gibi parametrelerin çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Yapıların tek başlarına iklimle olan etkileşimleri yanında birçok yapı grubunun bir arada bulunduğu şehirlerin de genel olarak iklim koşulları ile etkileşimleri mevcuttur (Şekil 33).
Şekil 33. Şehir İklimini Etkileyen Faktörler
Bir yerleşim birimi kurulduğunda, hiç şüphesiz, yerleşim birimi içinde çevre ikliminden çok daha farklı yeni bir iklim oluşacaktır. Yerleşim alanlarında bina yüzeyleri tarafından absorbe edilen güneş radyasyonunun tekrar geri atmosfere yansımasından dolayı klimatolojik koruma kalkanı içerisinde hava sıcaklığı kırsal alanlara göre çok daha yüksek olmaktadır (Şekil 34).
Şekil 34. Güneşten gelen radyasyonunun binalar arasındaki ve açık alandaki yansıma farkları
Oluşan bu “şehir iklimi” yerleşim biriminin büyüklüğüne, topoğrafik yapısına, yerleşim düzeni ve bina klimatolojisine bağlı olacaktır. Büyük şehirlerde, binalar ve diğer beton yapılar gündüzleri ortamdaki ısıyı absorbe ederek bünyelerinde tutarlar. Bu olay, şehrin üzerindeki havayı, geceleri çevresindeki açık alanlardan daha sıcak bir bölge haline getirir ki buna ısı adası denir. Isı adacığındaki hava, bir şemsiye gibi bölgenin atmosferini kaplar ve kararlı bir durum alır. Bu da, sıcaklığın yükselmesine, inversiyona, hava kirliliğinin artmasına vb. neden olur. Hava akımlarına uygun yapılaşma ile bu durum önlenebilir. Ayrıca, evsel yakıt kullanımı sonucu ve taşıt araçlarından çıkan gazların yarattığı sera etkisi de sıcaklıkların artmasına neden olmaktadır. Örneğin, yapılan bir araştırmada, yanlış şehirleşme nedeniyle Frankfurt’ta, yıllık ısının son yıllarda ortalama 1.8oC gibi bir artış gösterdiği gözlenmiştir. Ayrıca, gökdelen tarzı yerleşim üniteleri, yerleşim alanlarının nefes almasını sağlayan rüzgar dağılım yapısını da büyük ölçüde olumsuz etkilemektedir. Eğer bir binanın önüne rüzgarı karşılayacak şekilde daha yüksek bir bina gelirse, normal akış tamamen bozulacak ve havalandırmayı, dolayısıyla kirliliği azaltacak olan gerekli sirkülasyon sağlanamayacaktır. Bu tip oluşumları hemen hemen tüm büyük şehirlerde, uygun yapılaşma olmadığı için yoğun olarak görebilmek mümkündür. Diğer taraftan bu tip binaların olduğu alanlarda özellikle alt seviyelerde, insanları rahatsız edecek kuvvette türbülans olayları meydana gelecektir.
Yerleşim merkezlerinde yaşayan tüm canlıların rahat ve konforu ile birlikte iklimsel özelliklerden maksimum yararlanan, daha az enerji tüketen ve çevreyi minimum kirleten yerleşim merkezlerinin oluşturabilmesi için meteorolojistler ile diğer yapı mühendislik disiplinleri arasında sıkı bir ilişkinin olması zorunlu hale gelmiştir. Bugün, gelişmiş bir çok ülkede, meteorolojik parametrelerin yapılar üzerindeki etkileri ile ilgili geniş çaplı araştırmalar yapılmaktadır. Binaların iklim şartlarına uyumu için yapılan çalışmalara örnek olarak Guangzou'da yapılan 69 katlı bir büro binası verilebilir (Şekil 35) Kendi enerjisini üretecek olan Pearl River Tower, rüzgar ve güneş enerjisinden faydalanacak şekilde planlanmıştır. Rüzgar, kulenin özel olarak tasarlanmış cephesinden binanın içinde iki tünele alınacak ve türbinlerin yerleştirileceği bu tünellerde ısıtma, havalandırma ve klimalar için gereken enerji üretilecektir. Enerji üretiminin kalanı, gün ışığının en üst seviyede kullanımı ile sağlanacak olan yapıda, sıcak suyun üretimi de yapılacak ve yağmur suyunun da tekrar kullanılması da sağlanacaktır.
Şekil 35. Pearl Nehri Kulesi
17. SANAYİ VE İKLİM İLİŞKİSİ
Sanayi, ham madde işlemek, enerji kaynakları yaratmak için kullanılan yöntemlerin ve araçların bütünü olarak tanımlanabilir. İklim koşullarının sanayi üzerindeki etkisi, tarımsal faaliyetlerde olduğu kadar güçlü ve açık değildir. Tarımda doğal koşullar, özellikle iklim büyük rol oynarken sanayide başrolü oynayan insandır. Bununla beraber, iklim koşullarının da önemli etkilerini ihmal etmemek gerekir. İklim olayları; fabrikaların yerlerini, şekillerini ve karlılık oranlarını etkiler. İklim şartlarını göz önünde bulundurmadan bir işletme kurmak, işletmenin karlılık oranını olumsuz yönde etkileyecektir. Örneğin, hammadde olarak tarımsal ürün kullanan sanayi tesislerinin bir kısmında iklim faktörü önemlidir. Burada, dolaylı etki söz konusu iken örneğin, uçak sanayinde iklimin doğrudan etkisi görülebilir. Buna ABD’den bir örnek verirsek; uçak motoru, pervane vb. parçaları üreten tesisler ülkenin kuzeyinde kurulurken, gövde imal eden ve birleştirme işlemleri yapan tesisler, bir çok malzemenin açıkta rahatça depolanabileceği ve tecrübe uçuşlarının yapılabileceği yerlerde, yani daha ılıman koşulların hüküm sürdüğü güney bölgesinde toplanmışlardır. Bu yer seçiminde, milyonlarca metrekare alana sahip geniş uçak tesislerinin ısıtma harcamalarının en aza indirgenebilmesi de rol oynamaktadır.
Şiddetli sıcak devrelerde sanayide verim azalmaktadır. Bu durumda, işletmeler ya üretim düşüşünü kabullenmekte ya da havalandırma sistemi kurarak işletme harcamalarının artışını göze almaktadırlar. Soğuk iklim koşullarında ise ısıtma ile ilgili sorunlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, soğuk bölgelerde kurulmuş gemi yapım tesislerinde, özellikle soğuk devrelerde faaliyet tamamen durmaktadır. Bu tesisler sıcak bölgelerde kurulduğunda da sıcak devrede çok güç çalışma koşulları ortaya çıkmaktadır. Böyle tesislerin, daha iyi üretim yapabilmeleri için iklimin çok daha uygun olduğu bölgelerde kurulmaları önemlidir. Ayrıca, sanayide kullanılan makinelerin elektronik-mekanik aksamaları neme duyarlıdır ve eğer fabrika nemli bir bölgedeyse tesisin içini nemden izole etmek gerekir ki bu da ekstra bir maliyet olarak karşımıza çıkar. Ayrıca, sanayi tesis yeri seçiminde önemli bir faktör olan ürünlerin taşınmasında akarsu ve deniz trafiği büyük pay sahibidir ve bunlarda iklimin çok büyük bir önemi vardır.
İklim koşulları, tüketicilerin de alışkanlık ve ihtiyaçlarını da etkilemektedir. Bu nedenle, özellikle tüketim malları üretiminde bölgesel istekler göz önünde tutulmalıdır. Örneğin; tekstilde, coğrafi koşullar göz önüne alınarak yapılan imalatın iyi sonuçlar verdiği çok açıktır. Sanayiciler, özellikle iklimin zararlarını önlemek için bir çok teknik geliştirmek zorunda kalmışlardır. Nemli-sıcak veya kuru-sıcak iklimin egemen olduğu bölgelerde, üretilen elektronik ürünlerin çabuk paslanması, lehim yerlerinin çabuk kopması gibi iklimin olumsuz etkilerine karşın paslanmaz çelik ya da plastik kullanılarak bunun önüne geçmeye çalışılmıştır. Günümüzde çevre koşullarına uyan imalata doğru önemli bir eğilim söz konusudur. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerde, sanayi tesislerinde genelde bulundukları bölgenin çevre koşullarına uygun üretim yapılmaktadır.
İklimin sanayi üzerindeki bu dolaylı etkileri yanında, sanayinin de iklim üzerinde çok önemli etkileri vardır. Sanayi tesislerinden havaya verilen zararlı maddeler, bacaların yüksekliğine, rüzgar yönüne ve şiddetine, sıcaklık ve nem faktörlerine bağlı olarak kirletici faktör olarak etkili olur. Kirlilik, iklim parametrelerinin kombinasyonuna ve atmosfer çevrimine bağlı olarak binlerce kilometre uzağa taşınabilir veya bulunduğu bölgede hareketsiz kalarak, ölümlere neden olacak kadar etkili olabilir. (Şekil 36). Bugün karşı karşıya kaldığımız iki büyük tehlike olan sera etkisi ve ozon tabakasının incelmesinin en büyük etkenlerinden biri sanayi tesislerinden kaynaklanan emisyonlardır.
Şekil 36. Hava Koşullarına Bağlı Olarak Sanayi Tesisi Bacasından Çıkan Kirliliğin Yayılma Şekilleri
18. İKLİM ÖZELLİKLERİNİN ULAŞIM VE HABERLEŞME ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Haberleşme ve deniz, kara, hava ulaştırması ile klimatik ortam arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Özellikle, deniz taşımacılığı en çok etkilenen sektördür. Eski dönemde, yelkenli gemileri hareket ettiren rüzgar, bugün de gemilerin ekonomik çalışmasında önemli bir etkendir. Rüzgar hızında bir misli artış, gemi üzerindeki basınçta iki misli artış oluşturmaktadır. Şiddetli rüzgarlar, kıyıya yakın giden küçük gemileri ve limanlardaki yanaşma, yükleme ve boşaltma işlemlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Görüş uzaklığı da deniz ulaştırmasında çok önemlidir. Büyük deniz kazalarının çoğu sisli günlerde oluştuğundan sis oluşumu ile ilgili bilgilerin önceden alınması hayati önem taşımaktadır. Yüksek enlemler ve kutup sularında denizin yer yer donması ulaşımı olumsuz yönde etkilemektedir.
Demiryolu ve karayolu ulaştırmasında ise kar yağışları, şiddetli rüzgarlar, sis, donma-çözülme olayları gibi olumsuz iklim koşulları; sinyalizasyon hatalarına, zaman zaman trafiğin tamamen durmasına, büyük kazalara, araçların mekanik aksamında bozulmalara ve karayollarının yüzeyinin bozulmasına neden olabilir. Ayrıca, yüksek nem, demiryollarında korozyona neden olmaktadır. Bunun dışında, sel olayları da önemli olumsuz etkiler yaratmaktadır. Havayolu ulaştırması ise direkt olarak hava koşullarına bağlıdır.
Atmosferik şartların değişmesinin haberleşme üzerinde de etkileri mevcuttur. Özellikle, radyo dalgaları üzerinde alınan sinyallerde oynamalara neden olması açısından önemli olumsuz değişiklikler yaratmaktadır. Kötü hava koşullarında radarların bilgi aktarımında da kesintiler yaşanabilmektedir. Yüzeyde bulunan iletişim kabloları, buzlanma, yüksek rüzgar hızı, aşırı güneşlenme gibi sıcaklık değişimlerinden etkilenmektedir. Maliyetinin yüksek olmasına karşılık su geçirmez kabloların kullanıldığı yer altı şebekeleri, haberleşme ağının hava koşullarından etkilenmesini önlemektedir.
19. DÜNYANIN ISINMASINI VE İKLİMLERİN DEĞİŞİMİNİ ÖNLEMEK !
Küresel ısınmaya yol açan gazların emisyonu hemen şimdi 1990 yılındaki seviyesine düşürülse bile, atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu ancak önümüzdeki yüzyılın sonlarında sabitleşebilecektir. Dolayısıyla, zaman kaybetmeden önlemlerin alınması gerekmektedir. Temel önlemlerin yanında öncelikle küresel dolaşım modelleri ile hidrolojik modelleri beraber kullanıp hangi bölgenin ne şekilde ısınmadan etkileneceğinin saptanması gerekir.
İklim değişimi, dünyadaki yaşamı felce uğratacak kadar ciddi bir sorun olduğundan bu soruna dikkat çekmek ve çözüm bulmak için uluslararası konferanslar düzenlenmekte ve protokoller imzaya açılmaktadır. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından 1979’da düzenlenen ‘Birinci Dünya İklim Konferansı’ bunların ilkidir. 1985 ve 1987 yıllarında Villach’ta (Avusturya) ve 1988 de Toronto’da düzenlenen toplantılar, dikkatleri ilk kez iklim değişikliği karşısında siyasal seçenekler geliştirilmesi konusu üzerinde toplamıştır. ‘Değişen Atmosfer’ konulu Toronto konferansında, uluslararası bir hedef olarak, küresel karbon dioksit emisyonlarının 2005 yılına kadar %20 azaltılması ve protokollerle geliştirilecek olan bir çerçeve iklim sözleşmesinin hazırlanması önerilmiştir.
Aralık 1988 de BM genel kurulu Malta'nın girişimiyle, “İnsanoğlunun Bugünkü ve Gelecek Kuşakları için Küresel İklim Korunması” konulu kararı kabul etmiştir. Kararda, küresel iklimin insanoğlunun ortak mirası olduğu ve ortak sorun olduğu belirtilmiştir. Kasım 1989 da, Hollanda’da yapılan Bakanlar konferansında ise; ABD, Japonya ve eski Sovyetler Birliği dışındaki ülkelerin çoğu, kardondioksit salınımlarının %20 oranında azaltılmasını destekledikleri halde, azaltmaya ilişkin özel bir hedef ya da takvim belirlenememiştir. 1990 yılında Cenevre’de yapılan İkinci Dünya İklim Konferansı, küresel bir anlaşmaya yönelik bir sonraki adımdır. İklim değişikliği ve sera gazları temelinde oluşturulan İkinci dünya konferansı Bakanlar Deklarasyonu, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 137 ülke tarafından onaylanmıştır.
1991 yılında sera gazı salınımlarını belirli bir yıl düzeyinde tutma ya da belirlenen bir yıla kadar istenen oranda azaltma girişimleri yapılmış ve “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (IDÇS)” hazırlanmıştır. İlgili hükümleri gereğince, sözleşmenin yürürlüğe girmesi için 50 ülkenin onay ya da kabul belgesinin BM’ye sunulmuş olması gerekmekteydi. Şubat 1994 tarihine kadar 50’den fazla ülke, onay ya da kabul belgelerini BM’ye sunmuş ve sözleşme 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Haziran 1992’de imzaya açılan sözleşmeyi, bugüne kadar Türkiye de dahil 189 ülke imzalamıştır. Sözleşmenin son amacı, atmosferdeki sera gazı birikimlerini, iklim sistemi üzerindeki tehlikeli antropojen etkileri önleyecek bir düzeyde durdurmak biçiminde tanımlanmıştır. Bu toplantı, yıllık taraflar toplantısı şeklinde her yıl devam ettirilmektedir. 2001 yılı Kasım ayında Marakeş'te yapılan 7. taraflar toplantısı da, Türkiye’nin sözleşmenin en önemli önlemleri alması gereken gelişmiş ülkelerin bulunduğu Ek II listesinden çıkarılarak özgün koşulları çerçevesinde ve diğer Ek I ülke taraflarından farklı bir konumda sözleşmeye taraf olması kabul edilmiştir. Mayıs 2004 tarihi itibariyle de iklim değişikliği çerçeve sözleşmesine taraf olmamız T.B.M.M’nde onaylanmıştır.
İDÇS’nin 3. Taraflar Konferansı, 1997 yılında Japonya’nın Kyoto Kentinde yapılmıştır. 1997 yılında Japonya'nın Kyoto kentinde toplanan ve 160 ülkeden gelen 10000 civarında bilim adamı, uzman ve hükümet yetkilisinin katıldığı uluslararası konferansta, iklim değişikliği ile ilgili konular bütün açıklığı ile gündeme gelmiştir. Konferans sonunda, Kyoto Protokolü olarak adlandırılan bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma hükümlerine göre; gelişmiş ülkeler, başta karbon dioksit ve metan olmak üzere sera gazı üretimlerini 2012 yılına kadar, 1990 yılı düzeyinin en az %5 i oranında azaltacaklardır. Tek başına dünya sera gazı üretiminin dörtte birini atmosfere yayan ABD için, bu oran % 8, Japonya için %6 olarak belirlenmiştir. Kyoto protokolüne göre, söz konusu anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için, en az 55 ülke parlamentosunun anlaşma maddelerini kabul etmesi gerekiyordu. Kyoto protokolü, en son Rusya’nın imzalaması ile 16 Şubat 2005 tarihi itibariyle resmen yürürlüğe girmiştir. Protokole 140 ülke taraftır ve en önemli taraf olan ABD tarafından henüz imzalanmamıştır. Türkiye bu protokolü 2009 yılında imzalayarak taraf olmuştur.
Dünya çapında 500 bilim adamını bir araya getiren ve BM desteğinde Paris’te toplanan “Devletlerarası İklim Değişikliği Paneli” sonuç bildirgesinde küresel ısınmanın son 50 yılda yüzde 90 oranında insan eliyle yaratıldığı ve etkilerinin asırlar boyu sürebileceği açıklanmıştır. İklim değişikliği çerçeve sözleşmesinin 2007 yılında Bali’de gerçekleştirilen toplantıda alınan kararlarda ise özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyayı kirlettiğini kabul eder bir tavır içine girmiş olması önemli bir adım gibi görünse de, sera gazı indirimlerinin azaltılmasının ancak emisyon ticareti mekanizması ile mümkün olduğu ve havanın alınır satılır bir mal haline geldiği esnek bir yaptırım dönemi açılmaktadır.
26 Mayıs 2009 tarihinde Paris’te Büyük Ekonomiler Forumu adı altında yapılan toplantıda aralarında Amerika, Avrupa Birliği ve Çin’in de bulunduğu 17 büyük ülke temsil edilmiştir. Bu ülkeler topluca dünya enerji tüketimi ile sera etkisi yaratan gaz emisyonlarının yüzde 80’inden sorumludur. Amacı, 2009 yılı Aralık ayında Kopenhag’da Kyoto Protokolu’nu yenilemek için yapılan olan zirveye kadar bazı çevre sorunlarını çözüme kavuşturmak olan toplantıda özellikle suların yükselmesiyle büyük tehlikeyle karşılaşacak olan küçük ada devletlerin geleceğinin pazarlık konusu yapılmaması gerekliliği ön plana çıkarılmıştır.
Küresel ısınmayı engelleyecek ya da yavaşlatacak uzun ve kısa vadeli önlemleri özetlemek gerekirse:
-
Tüm sektörlerde enerji verimliliğinin ve tasarrufunun arttırılması, fabrikalarda enerji kayıplarının önlenmesi, geri dönüşüm sistemleri üzerine çalışılması ve zararlı gazlar salan sistemlerin değiştirilmesi,
-
Yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının (hidrolik, güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle, vb.) birincil enerji kaynakları içindeki payının arttırılması,
-
Fosil yakıt yakma teknolojilerinin iyileştirilmesi ile birleşik ısı ve güç santrallerinin yaygınlaştırılması,
-
Daha az CO2 salan yakıtlara dönüşüm,
-
Dünyada tüketilen enerjinin yüzde 36’sının harcandığı ısıtma veya soğutmadan tasarruf edilmesi için binalarda yalıtım yapılması
-
Geri dönüşüm ve yeniden kullanım teknolojilerinin geliştirilmesi
-
Ulaştırma ve kent içi trafik sistemlerinin, motorlu taşıtların daha az yakıt tüketmelerini sağlayabilecek biçimde düzenlenmesi,
-
Kent içinde raylı toplu taşımacılığın, şehirlerarası yük ve yolcu taşımacılığında demiryollarının ve denizyollarının önemsenmesi,
-
Alternatif yakıt veya doğaya dost yakıtların (biyokütle, hidrojen vb.) kullanılması,
-
Karbon dioksitin yeraltına verilmesi, okyanuslarda depolanması ve biokütlede (fotosentez) veya toprakta saklanması. Karbon dioksitin biokütlede saklanabilmesi için öncelikle ormanlarin yok edilmesinin önlenmesi ve ormanlaştırma çalışmaları yapılması,
-
Nüfusun hızla artması demek, ihtiyaç ve tüketimin artması anlamına geldiğinden nüfüs artışının mutlak kontrol altına alınması.
Bu önlemlerin alınmasında bireylerin ve sivil toplum kuruluşlarının çabaları önemli olmakla birlikte devletler maddi kaynak ayırmazsa bu çabalar yeterli olmayacağı için küresel ısınmaya karşı duracak en önemli güç siyasi erki elinde bulunduran devlet yöneticileridir..
--------------------
KAYNAKLAR
-
J.F. Griffiths, “Climate and the Environment”, Westview Pres, A.B.D, 1976.
-
S.Erinç, “Klimatoloji ve Metodları”, İstanbul Üniversitesi yayınları, 1980.
-
M. Kadıoğlu, “Bildiğiniz Havaların Sonu”, Güncel yayıncılık, İstanbul, 2001.
-
G.T. Miller, “Living in the Environment”, Brooks-Cole Publishing, 1999.
-
A.Koçman, “Türkiye İklimi”, Ege Üniv. Yayınları, İzmir, 1993.
-
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, “İklim Değişikliklerinin Tarım Üzerine Etkileri”, Panel, Ankara, 2001.
-
F.Watt, F. Wison, “Hava ve İklim”, Tübitak yayınları, 1997.
-
Türkeş, M. 2001d. ‘Küresel iklim değişikliği: Tarım ve su kaynakları üzerindeki olası etkiler,’ İklim Değişikliklerinin Tarım Üzerine Etkileri Paneli,Bildiriler Kitabı, 91-128, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, KKGM, Ankara.
-
Türkeş, M. 1995. ‘İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Türkiye,’ Çevre ve Mühendis, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, 9, 16-20, Ankara.
-
www.dmi.gov.tr
-
www.grida.no
-
www.insanvebilim.com
-
http://www.toprakforum.org/content

Dostları ilə paylaş: |