keristen: keristendey bolup catkanın karaçı; yan gelip yattığına baksana; keristen dey kerilgen: kurulan.
keriş I, 1. çekişme; kavga; ağız kavgası; uruş keriş: sövme ve kavga; uruş kiriş düşmadıktın belgisi ats. : ağız kavgası ve çekişme- düşmanlık beldeğildir; 2. tutuşma, kapışma.
keriş- II, sövüşmek; biri-birine sövmek: çekişmek; kavga etmek; uruşpas uul, kerişpes kelin bolboyt ats. : çekişmiyen oğul, kavga etmiyen gelin bulunmaz.
keriştir-, biri-birine sövsün diye birini ötekisine kışkırtmak.
kerkey- = = kekirey- .
kerki keser; aştama kerki: sap deliği bulunmayan keser.
kerme, atları bağlamak için iki çadır arasına gerilen urgan; kermege at bayla: kerme’ye at bağlamak; kemre too: uzun dağ; kemre kaş bk. kaş I.
kermek, bir bitkinin adıdır; kermek daam: ekşi.
kerney = = keriney.
kersey- , kurulmak, gururlanmak.
kerseyüü, kurulma, gururlanma.
kert, I. kıtırtı sesini taklittir; kert edip: kıtırdayıp; kert dep çöpcebeyt: bir parçacık bile ot yemiyor at hakk.)
kert II, (baş sözü ile bir arada ): kendi. yalnız kendisi, şahsiyet; kert başıma tigen akça: şahsıma düşen para; köptön oolaktap, kert başına sıyınat: cemiyetten kaçınıyor, yalnız kendisine güveniyor.
kert, III, kesmek; kertik açmak; odun kert-: odun kırmak; kerte-kerte süylö-: vazıh söylemek.
kerte, bk. kert –III.
kertik, çentik, kertik.
kertmek, kertik.
kerüü I, otla örtülen dağ yamacı.
kerüü II, germe, çekme.
kes-, 1. kesmek; kesip ayırmak; kesip ayt-: kat’î kesin olarak söylemek; kese ubada bekit-: (karşılıklıca) kat’î sağlam söz vermek; 2. tayin etmek; birisini mahkûm etmek; uurunu beş cıl kesti: hırsızı beş yıla mahkûm ettiler.
kese I, f. kâse; piale.
kese- II = = keze.
kesek, 1. parça, topak, kesek taklan: iri kavut; kelin- kesek: genç kadınlar; kempir-kesek: kocakarılar; kelin –kesek, kız kırkın: genç kadınlar vegelinlik kızlar; 2. kurumuş balcık topu: kesek (ayakyolunda iş bitirdikten sonra kullanılır); 3. ancak; muhasıran ( yalnız beğenmemezliği ifade eden tabirlerde); kesek mitaamdar: baştan-başa dolandırıcıdırlar; kesek kudayurğandar: baştan başa kalleşler, sırf hergele takımı.
kesel I, a. 1. hastalık; emine keseli bar? : hastalığı nedir? neden muztariptir? 2. hasta.
kesel II: üzül-kesel bk. üzül II.
keselde- , hastalanmak, hasta olmak.
keseldüü, hasta; hastalıklı.
kesep, a. dalaşman, arbedeci, külhanbeyi.
kesepet, a. felâket, dert, başbelâsı; alçaklık, alçakcasına insanın başına iş açan.
keseptüü, felaketli; felâket getiren.
keser I: at keserden (başlıca, kar hakkında): atın ğöysüne kadar.
kesil- II, mut. kes-’ten; sırttan kesil-, bk. sırt; uuru beş cılğa kesildi: hırsız beş seneye mahkûm oldu; kendiri kesilgen: zayıfladı, kurudu; butu kesildi: ayak derisi çatladı.
kesilt- , et. kesil-’den.
kesim, 1. kesilmiş parça; parça; bir kesim et: bir parça et; bir kesim nan: bir dilim ekmek; 2. mahkeme kararı, cezanın tayin edilişi, hüküm; kesim kes-: hükmetmek; mahkemede karar çıkarmak; kesim mal: tar. (niza maddesi hırsızlık mı, karı ayartma mı ve başkası mı, ne olursa-olsun) dava edilenin dava edene, tazminat olmak üzere, ödediği hayvan yahut para.
kesimdüü, muayyen, maktu; kesimdüü malay tar. : muayyen bir iş ücreti alan ırgat.
kesipçildik, bir zanaata, mesleğe intisap ediş; meslektaşlık; meslek sahibi olmaklık; kesipçilikdik uyumu (yahut soyuzu): meslektaşlar birliği.
kesir, 1. istihfaflı muamele; bir nesneye magrurca istihfafla bakmanın bir neticesi olan felaket; tamaktı kesir kılba: yiyeceğe istihfaf gözüyle bakma; kesiri conğ: her şeye istihfaf ve hor görme göziyle bakan; güç beğenir kimse; bütkön boyunun barı ele kesir: o- müccesem bir gurur, mücessem bir istihfaf’tır; senin ooz kesirinğ ala ketti: farfalalığınla felâket getirdin; maldı tepe, kesiri bolot: malı tepme (yoksa) felâket gelir (bir daha mal yüzü görmezsin); 2.kendini beğenen; kibirli.
kesirdüü, belâ, felâket getiren, muzır; al kesirdüü ittin kesiri tiydin: o me’şum köpeğin yüzünden felâket geldi.
kesiri: kenğ-kesiri; serbestçe, genişçe; kenğ-kesiri kiyim: geniş, bol giyim; kenğ-kesiri oturalı: rahat oturalım; kenğ-kesir cigit: cömert, konuksever delikanlı, eliaçık yiğit; bu un bir ayga kenğ-kesiri cetet: bu un bir aya ferah-ferah yeter.
kesirlen-, I, fena etkiye (tesire) uğdamak.
kesirlen- II, kendini serbest, hür hissetmek; cazdıktı çıkanaktap, kesirlenip oltoruptup: mindere yaslanarak, kurulup oturuyor.
keşene, kuşak; beş orolğon keşene: beş kere sarılmış kuşak.
keşik, 1. gelin gelince güveyin evinde tertip edilen ziyafet (yiyecekleri gelinin akrabaları kendileriyle birlikte getirirler). 2. karının (zevcenin) ebeveyninin evinden getirdiği yemek kalıntısı, bakiyesi; 3. talih; keşigi cok: talihi yok, betbaht.
keşiktüü mes’ut, uğurlu (adet olduğu, ırıs söziyle bir arada kullanılır) ırıs-keşiktüü yahut ırıstuu- keşiktüü: uğurlu, işlerinde muvaffak olan, talihli; kelin keşiktüü keldi (karş. Keşik): gelin (güveyin evine) yiyecek-içecekle beraber geldi.
keşmiş, ufak çekirdeksiz üzüm.
keşpir I, f. 1. hernevi ince pamuklu kumaşların adıdır (başma, keten bezi ve buna benzerler buna dahil değildirler); 2. kaşmir.
ket- , I, 1. gitmek, uzaklaşmak, kayda ketti? : nereye getti? : 2. vaki olmak, husule gelmek; senden bir balalık iş ketiptir: çocukça bir iş yaptın, haltettin; 3. (bu fiil sık-sık yardımcı fiil gibi kullanılır (karş. kal-II); ötüp ket-: yanından geçmek, geçip gitmek; cürüp ket-: hareket etmek, yola çıkmak; közünö kelip ketti: aklına geldi, (görem) hafızasının önünden geçti, (zihnen) göz önünde peyda oldu; men canında turğanımda cığılıp ketti: ben yanında iken düşüverdi; al menin közümçö bir ayak kımızdı tınbastan içip ketti: benim gözümün önünde bir çanak kımızı nefes almadan içiverdi; bir litre kımızı içip ketçi, köröyün: bir litre kımızı içsene, göreyim seni; maksatına cepte ölü ketti: maksadına ermeden ölüverdi; uyku kelip ketti: uyku bastı.
ketiril- , mut. ketir-’den; ketirilgen canğılıştık: ika edilen yanlışlık.
ketiş- II. müş. ket- ’ den; eki koğşu ketişip kalmak: iki komşu ayrıldılar, kavga ettiler; cay-cayına ketişti: yerli yerine gittiler.
kektin, kaçkın.
ketkis- , gitmiyen; gitmek iktidarında bulunmıyan (bk. kököy).
ketmen, f. bel, kazma; ketmendin cebesi, bk. cebe; buttun ketmeni: parmaklarla ağım arasındaki ayağın üst kısmı; ketmen ooz: büyük ağızlı; ketmen çap-: kazma ile kazamak.
keyi-, kederlenmek; mugber olmak; keyip-kepçip: kederlenerek ve üzülerek.
keyikçeel, boyuna sızlanan.
keyip, keyp, a. 1. keyif, mizaç; keyi pi ketken: keyfi kaçmış; 2. kılık, şekil; uykusu açılmağan keyipi menen: uykudan gözlerini açmadığı halde; keyipi caman: görünüşü nâhoş; üydün keyipi ketken: evin rahatı kaçmış; ev nâhoş bir şekle girmiş.
keyipker, a-f. srk. personnage.
keyipten-, bir şekle, kılığa girmek; caktırbağan keyiptenip: beğenmeyenmeyen bir çehre göstererek.
keyipteniş- , müş. keyipten- ’ den.
keyiş I, müteessir etmek; keyişke sal-: müteessir etmek, hoşa gitmiyen bir iş yapmak; keyiş tart-: müteessir olmak; mugber olmak.
keyiş- II, müş. keyi-’den.
keyiştüü, müteessir edici; keyiştüü oor turmuş ele: ağır ıstıraplı bir hayattı.
keyit I, müteessir etme, iğbirarı mucip olma.
keyit- II, 1. müteessir etmek, kederi mucip olmak. 2. zahmet vermek.
keykekte-, 1. başını yukarıya kaldırmak; at keykektep basat: at başını yukarıya doğru kaldırarak gidiyor; 2.mec. direnmek, inat etmek.
keykenğde- , 1. geriye atılmak (başlıca, baş hakk.); 2. mec. kurulmak, gurur satmak.
keykey- = = keykenğde- .
keyp = = keyip.
kez I, f. arşın.
kez II, an, zaman, fırsat, elverişli fırsat; kezi kelgende: münasip fırsatta; kez bol- yahut kez kel-: rast gelmek, karşılaşmak; kez-kezi menen: sıra ile, zaman zaman, bazen.
kez- III, gezmek, dolaşmak; düynö kezip cür-: dünyayı dolaşmak; köptü kördük, köp kezdik: çok (şeyi) gördük, çok gezdik.
kezde-, arşınla ölçmek.
kezdeme, arşınla mal, manifatura.
kezdeş- , karşılamak, rastgelmek.
kezdeşüü, işs. kezdeş-’ ten.
kezdet- , et. kezde-’den.
kezdik= = kestik.
keze-, nişan almak; nayzanı kezedi: mızrağı nişan alma vaziyetinde tutu.
kezeer = = kezer.
kezeert- = = kezeert- .
kezegen. kezegen mergen. : mahir nişancı.
kezek I, 1. sıra, nöbet; menin kezegim: benim sıram; kezektegi mildet: sıradaki vazife; kezekme-kezek: sıra ile; 2. zaman, an.
kezek II, = = kezek.
kezekçi, nöbetçi, nöbet bekliyen.
kezekçil = = kezekçi.
kezeksiz, sıra dışı; fevkâlede.
kezekte- , sıraile nöbetle yapmak; kezektep sebüü: muhtelif hububatı sıra ile ekme.
kezekteş I, nöbetleşme.
kezekteş- II, nöbetleşmek.
keekteşüü, işs. kezekteş- II’den.
kezektüü, sıradaki; kezektüü cıyılış: mutat toplantı.
kezen- , niyet etmek, azmetmek, bir hedefe göz dikmek; çeçinğen sudan kaytpas ats. : soyunmuş olan sudan korkmaz, nişan alan düşmandan korkmaz.
kezüülöş-, bir işi sıra ile yapmak; münavebe ile iş görmek; hayvanları sıraile gütmek.
kıba: kıbam kandı: tamamile tatmin edildim, zevkimi aldım; kıbası kanganday cümdörü cata kaldı: adamakıllı tatmin edilmiş gibi, büsbütün rahat etti; kılanı kaldıra süylödünğ: hoşa gidecek bir tarzda söyledin; kıygırgan cooğo kirgende, kıbanğdı cazar coldoşum folk. haykıran düşman üzerine saldırırken, senin can sıkıntını benim arkadaşım gideriz.
kıbaçı, 1. tecrübeli, malumatlı ve becerikli adam; işlerde tecrübe görerek pişmiş adam; 2. (islah edilmiş olan arap harflerinde ve Lâtin alfabesinin ilkin kabul edilen şekillerinde) incelik işareti.
kıbaçıl, çıkıkçı.
kıbala- , 1. çıkık sarmak (çıkan veya kırılan kemiği düzeltmek); 2. sakatlıkları veya eksiklikleri muayene etmek ve onların düzeltilmesi için çareler göstermek; 3. bir işi ustalıkla ve uzlukla yapmak.
kıbas, r. “kvas”: hububattan yapılan ve hareket teskin eden bir içecektir.
kıbıla, a. Müslümanların namaz kılarken doğruldukları cihet: kıble; tört cağı = = telegeyi tegiz (bk. telegey); kıbıla nama es. pusula; tört kıbılası tügöl cetim: hem annesi,
hem babası ölmüş öksüz; tört kıbıla tarapka folk. bütün dört cihete.
kıbılanama = = kıbıla nama (bk. kıbıla).
kıbılcı- , 1. bir işi ağır ve kırıtarak yapmak; 2. mütevazi ve çekingencesine hareket etmek.
kıbılcıt- , et. kıbılcı-’ dan.
kıbınğda- , 1. çabuk ve telâşla hareket etmek; 2. sık–sık göz kırpmak; közü kıbınğdayt: sık–sık göz kırpıyor; 3. gözleri gülmek; kubanıp turğanday kıbınğdağan közü dayım külümsüröp turat: sevinmiş gibi boyuna gözleri gülüyor.
kıbınğdat- , et. kıbınğda–’ dan; közkıbınğdat: göz kırpmak.
kıbır, 1. ağır ve tembelce hareket, ağır ve tembelce hareket eden, yerinde sayan, gayet yavaş ve ağır davranan; oozu kıbır etti: ağzı hafifçe kımıldadı; kıbır etken can kalmadı: (kimse kalmadı); kıbır işteyt: gayet ağır daranıyor; 2. cıbır ve kıl I. sözlerinin tekidir; kıbır-cıbır cürgön adam: ileri geri yürüyen, kaynaşan adamlar; kıl-kıbır: her nevi kıl, çör-çöp.
kıbıra-, ağır hareket etmek; gayet yavaş ve ağır davranmak.
kıbıraş- , müş. kıbıra-’ dan.
kıbırat- ,ağır ve tenbelce hareket ettirmek.
kıbırda- , kıbırla- = = kıbıra.
kıcalat, a. 1. utangaçlık, hacalet; 2. ihtiyaç, zaruret; men bugün akçağa kıcalat bolup turam: bugün paraya muhtacım; kıcalat koomu es. yoğaltım (istihlâk) kooperatifi.
kıcalatçıl, utangaç, çekingen.
kıcılda- , 1.fışnamak (tahammür ederken); cürogüm kıcıldayt: midem kaynıyor: safra hissediyorum; 2. kaynaşmak, pek çok olmak; kıcıldağan kalınğ el: kaynaşan çok halk; kıcıldağan köçö: işlek sokak.
kıcıldat- , et, kıcılda- ’dan.
kıcınğ, kucunğ sözün tekidir.
kıcır, hırs, kin; kıcırı kaynadı: hiddetten kendinden geçti; hırslanıyor, kızıyor; kıcırların kaynattı: onların kızmasını, hırslanmasına sebep oldu.
kıcıra- , pek çok olmak, kaynaşmak; kıcırağankarğa: dünya kadar karga.
kıcırdan- , tevehhüre gelmek.
kıça- , israrla istemek; sen çok cerden kıcaysınğ: sen bulunmayan yerden (zamanda) istiyorsun.
kıçaştık, 1. bıktırıcılık; aç gözlülük; haset; kaçaştık kılıp, meniki dep, talaşa ketiçüü: aç gözlülük ederek, benimki diye iddiada bulunarak çekişti; 2. takılma: kusur araştırma.
kıçı I, 1. çamurdan ve rüzgârdan el ve ayaklarda husule gelen çatlaklar; butu-kolun kıçı baksan: bacakları ve elleri çatlak içinde; çor taman, kıçı kolduu: nasırlı ayak ve elleri çatlak içinde olan; 2. tabanlarındaki kir (yazmayak gezen adamlarda); kıçınğdı cuuçu! : ayak kirini yıkasana! ; kıçı kara konğuz: kap-kara tezekböceği; 3. nazlı, maymun iştahlı; her şeye takılan, her şeyden kusur arayan; anlaşmaya gelmiyen(başlıca, çocuk oyunlarında).
kıçı ιι, brassıcanapus oleifera denilen bit-ki
kıçıla-, kavga, gürültü-patırtı çıkarmak.
kıçılaş-, kavga etmek, birbirine çatmak.
kıçılaştır-, kavga etmeye bırakmak, kav-gaya tutuşturmak, işi kavgaya kadar götürmek; eköön kıçılaştırbay acıratıp koy: ikisini kavgaya tutuşturmadan a-yır!