A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


kerek, lâzım, gerek, lüzümlü, zarurî; kerek bolso, terek cigilat ats



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə48/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   90

kerek, lâzım, gerek, lüzümlü, zarurî; kerek bolso, terek cigilat ats. icap ederse, kavak devrilir; kerek emes: istemez; kelse kerek: gelse gerek; kelişi kerek: gelmesi lâzım; muhakkak gelir; ; aytıp keregi cok: söylemeye lüzüm yok; kerek kıluu: 1) istihlâk yoğaltım; 2) ihtiyaçlar, talep, istek; eldinğ kerek kıluusu ösköndön ösüp bara catat: halkın ihtiyaçları günde-güne artmaktadır; öz kerekteri için; kerek-carak bk. carak.

kereksint- , lüzümlü gibi yapmak.

kereksiz, lüzumsuz.

kereksizdik, lüzumsuzluk; gereksizlik.

kerekte- , istihlâk etmek.

kerektik, gereklilik, lüzum.

kerektöö, istihlâk, yoğaltım.

kerektööçü, müstehlik, yoğaltman.

kerektüü, üzumlü; zaruri; kerektüü taştınğ ooru cok ats. : lüzumlü taş ağır sayılmaz.

kerele- , 1. (Rad. , V) gerilerek sallamak; 2. = = kerelen-.

kerelen-, direnmek, inat etmek.

kereli = = kereeli.

keremet, a. mucize karemet,

keremettüü, kerametli.

kerene, (kumaşın) kenarı.

kerenğ, f. sağır.

kerenğdik, sağırlık.

keret, harikulâde bir tarzda önceden görüş istidadı; keretinde bildi: folk. o, önceden gördü.

kerevet = = kerebet.

kerez = = kereez.

kergiç, herhangi bir nesneyi germek için yarayan aygıt; kergiç cip: çocuk beşiğinde bir nevi ağ teşkil eden örme.

kergilçek (Rad.), gerilmiş, gergin.

kerğiştet, atı kızıştırmak; atı oynatmak.

keri I = = kerüü I.

keri II, geri; geri tarafa; geriye; kerisinçe: tersince, bilakis; keri ket- yahut keriget-: gerilemek; tedenni etmek, fakir düşmek.

keriget- , bk. keri II.

kerik, f. gerden.

keril- , I. gerilmek; 2. mec. kurulmak, caka satmak.

keriliş- , müş. kerilden- ’den.

kerilt- , et. keril-’den.

kerim, a. Kerim (Allahın sıfatıdır).

kerimsel, f.sıcak rüzgâr; sam.

keriney, f. 1. madeni boru (krş. mor I) ; 2. borazan (çalgı).

keristen: keristendey bolup catkanın karaçı; yan gelip yattığına baksana; keristen dey kerilgen: kurulan.

keriş I, 1. çekişme; kavga; ağız kavgası; uruş keriş: sövme ve kavga; uruş kiriş düşmadıktın belgisi ats. : ağız kavgası ve çekişme- düşmanlık beldeğildir; 2. tutuşma, kapışma.

keriş- II, sövüşmek; biri-birine sövmek: çekişmek; kavga etmek; uruşpas uul, kerişpes kelin bolboyt ats. : çekişmiyen oğul, kavga etmiyen gelin bulunmaz.

keriştir-, biri-birine sövsün diye birini ötekisine kışkırtmak.

kerkey- = = kekirey- .

kerki keser; aştama kerki: sap deliği bulunmayan keser.

kerme, atları bağlamak için iki çadır arasına gerilen urgan; kermege at bayla: kerme’ye at bağlamak; kemre too: uzun dağ; kemre kaş bk. kaş I.

kermek, bir bitkinin adıdır; kermek daam: ekşi.

kerney = = keriney.

kersey- , kurulmak, gururlanmak.

kerseyüü, kurulma, gururlanma.

kert, I. kıtırtı sesini taklittir; kert edip: kıtırdayıp; kert dep çöpcebeyt: bir parçacık bile ot yemiyor at hakk.)

kert II, (baş sözü ile bir arada ): kendi. yalnız kendisi, şahsiyet; kert başıma tigen akça: şahsıma düşen para; köptön oolaktap, kert başına sıyınat: cemiyetten kaçınıyor, yalnız kendisine güveniyor.

kert, III, kesmek; kertik açmak; odun kert-: odun kırmak; kerte-kerte süylö-: vazıh söylemek.

kerte, bk. kert –III.

kertik, çentik, kertik.

kertmek, kertik.

kerüü I, otla örtülen dağ yamacı.

kerüü II, germe, çekme.

kes-, 1. kesmek; kesip ayırmak; kesip ayt-: kat’î kesin olarak söylemek; kese ubada bekit-: (karşılıklıca) kat’î sağlam söz vermek; 2. tayin etmek; birisini mahkûm etmek; uurunu beş cıl kesti: hırsızı beş yıla mahkûm ettiler.

kese I, f. kâse; piale.

kese- II = = keze.

kesek, 1. parça, topak, kesek taklan: iri kavut; kelin- kesek: genç kadınlar; kempir-kesek: kocakarılar; kelin –kesek, kız kırkın: genç kadınlar vegelinlik kızlar; 2. kurumuş balcık topu: kesek (ayakyolunda iş bitirdikten sonra kullanılır); 3. ancak; muhasıran ( yalnız beğenmemezliği ifade eden tabirlerde); kesek mitaamdar: baştan-başa dolandırıcıdırlar; kesek kudayurğandar: baştan başa kalleşler, sırf hergele takımı.

kesel I, a. 1. hastalık; emine keseli bar? : hastalığı nedir? neden muztariptir? 2. hasta.

kesel II: üzül-kesel bk. üzül II.

keselde- , hastalanmak, hasta olmak.

keseldüü, hasta; hastalıklı.

kesep, a. dalaşman, arbedeci, külhanbeyi.

kesepet, a. felâket, dert, başbelâsı; alçaklık, alçakcasına insanın başına iş açan.

keseptüü, felaketli; felâket getiren.

keser I: at keserden (başlıca, kar hakkında): atın ğöysüne kadar.

keser- II = = kezer.

kesik I = = kezik I.

kesik II, kesilmiş. kesik, kesilmiş parça; kesikter tenğdiği mat. kıt’- aların müsaviliği.

kesil I: üzül-kesik, bk. üzül II.

kesil- II, mut. kes-’ten; sırttan kesil-, bk. sırt; uuru beş cılğa kesildi: hırsız beş seneye mahkûm oldu; kendiri kesilgen: zayıfladı, kurudu; butu kesildi: ayak derisi çatladı.

kesilt- , et. kesil-’den.

kesim, 1. kesilmiş parça; parça; bir kesim et: bir parça et; bir kesim nan: bir dilim ekmek; 2. mahkeme kararı, cezanın tayin edilişi, hüküm; kesim kes-: hükmetmek; mahkemede karar çıkarmak; kesim mal: tar. (niza maddesi hırsızlık mı, karı ayartma mı ve başkası mı, ne olursa-olsun) dava edilenin dava edene, tazminat olmak üzere, ödediği hayvan yahut para.

kesimdüü, muayyen, maktu; kesimdüü malay tar. : muayyen bir iş ücreti alan ırgat.

kesindi, kesinti, parça.

kesip, a. meşgale, meslek; kol kesibi: zanat.

kesipçi, zanaatçı; meslek sahibi; kesipçiler yahut kesipçilder uyumu (yahut soyunuzu): meslektaşlar birliği; kesipçilder kooperatsiyasi: meslektaşlar koopratifi.

kesipçil, bk. kesipçi.

kesipçildik, bir zanaata, mesleğe intisap ediş; meslektaşlık; meslek sahibi olmaklık; kesipçilikdik uyumu (yahut soyuzu): meslektaşlar birliği.

kesir, 1. istihfaflı muamele; bir nesneye magrurca istihfafla bakmanın bir neticesi olan felaket; tamaktı kesir kılba: yiyeceğe istihfaf gözüyle bakma; kesiri conğ: her şeye istihfaf ve hor görme göziyle bakan; güç beğenir kimse; bütkön boyunun barı ele kesir: o- müccesem bir gurur, mücessem bir istihfaf’tır; senin ooz kesirinğ ala ketti: farfalalığınla felâket getirdin; maldı tepe, kesiri bolot: malı tepme (yoksa) felâket gelir (bir daha mal yüzü görmezsin); 2.kendini beğenen; kibirli.

kesirdüü, belâ, felâket getiren, muzır; al kesirdüü ittin kesiri tiydin: o me’şum köpeğin yüzünden felâket geldi.

kesiri: kenğ-kesiri; serbestçe, genişçe; kenğ-kesiri kiyim: geniş, bol giyim; kenğ-kesiri oturalı: rahat oturalım; kenğ-kesir cigit: cömert, konuksever delikanlı, eliaçık yiğit; bu un bir ayga kenğ-kesiri cetet: bu un bir aya ferah-ferah yeter.

kesirlen-, I, fena etkiye (tesire) uğdamak.

kesirlen- II, kendini serbest, hür hissetmek; cazdıktı çıkanaktap, kesirlenip oltoruptup: mindere yaslanarak, kurulup oturuyor.

kesirlenüü, işs. kesirlen- I, II ‘den.

kesiş-, müş. kes’ten.

keksek = = keskeldirik.

keksel- = = kez kel- (bk. kez II).

keskeldirik, kertenkele.

kesker- = = kezger.

keski, kurnazca, hilebaz, kalleş, sergüzeştçi; kıyan keski = = çakar.

keskiç, keski, marangoz oyma kalemi, marangoz kalemi.

keskile- , it. Kes-’ten.

keskilik, hile, kurnazlık.

keskin, çok keser, keskin, kesin, kat’î; keskin türdö: keskin tarzda, katiyetle, katiyen.

kesme, erişte; nar kesme = = nar kesken (bk. nar).

kemsele- : kemelep et ce: erişte ile birlikte et yemek.

kesmen = = kepsen.

kesse = = kon. kassa.

ketse I, bezek, nakış.

ketse- II, nakışlarla bezemek, işlemek, işlemlerle bezemek.

kestelen- , nakışlarla kaplanmak, bezenmek.

kestelent- , nakışlarla kaplamak, bezemek.

kestelentüü, nakışlarla kaplama; bezeme.

kestelenüü, işs. kestelen-’den.

kestelüü, işlemeli, işlenmiş, nakışlı; bezekli.

kestik, küçük bir bıçak; bolot kestik: çelik bıçak.

kestir-, dn. Sünnet etmek; kestirbegen: sünentsiz; mec. gayri müslim.

keş (Rad.) kuşak.

keşene, kuşak; beş orolğon keşene: beş kere sarılmış kuşak.

keşik, 1. gelin gelince güveyin evinde tertip edilen ziyafet (yiyecekleri gelinin akrabaları kendileriyle birlikte getirirler). 2. karının (zevcenin) ebeveyninin evinden getirdiği yemek kalıntısı, bakiyesi; 3. talih; keşigi cok: talihi yok, betbaht.

keşiktüü mes’ut, uğurlu (adet olduğu, ırıs söziyle bir arada kullanılır) ırıs-keşiktüü yahut ırıstuu- keşiktüü: uğurlu, işlerinde muvaffak olan, talihli; kelin keşiktüü keldi (karş. Keşik): gelin (güveyin evine) yiyecek-içecekle beraber geldi.

keşmiş, ufak çekirdeksiz üzüm.

keşpir I, f. 1. hernevi ince pamuklu kumaşların adıdır (başma, keten bezi ve buna benzerler buna dahil değildirler); 2. kaşmir.

keşpir II, çehre, şekil, kılık; keşpiri (yahut kebete keşpiri) caman. Çirkin; suratsız.

keşte- (Rad.) unutmak, ehemmiyet vermemek, aldırmamak.

ket- , I, 1. gitmek, uzaklaşmak, kayda ketti? : nereye getti? : 2. vaki olmak, husule gelmek; senden bir balalık iş ketiptir: çocukça bir iş yaptın, haltettin; 3. (bu fiil sık-sık yardımcı fiil gibi kullanılır (karş. kal-II); ötüp ket-: yanından geçmek, geçip gitmek; cürüp ket-: hareket etmek, yola çıkmak; közünö kelip ketti: aklına geldi, (görem) hafızasının önünden geçti, (zihnen) göz önünde peyda oldu; men canında turğanımda cığılıp ketti: ben yanında iken düşüverdi; al menin közümçö bir ayak kımızdı tınbastan içip ketti: benim gözümün önünde bir çanak kımızı nefes almadan içiverdi; bir litre kımızı içip ketçi, köröyün: bir litre kımızı içsene, göreyim seni; maksatına cepte ölü ketti: maksadına ermeden ölüverdi; uyku kelip ketti: uyku bastı.

ket II, kenarını kırmak, kenarını diş-diş eylemek, çentiklemek; baltanı ketip koyuptur: baltayı diş, diş etmiş; kentti ketip ce; şekeri dişliyerek ye; tişimdi ketip aldım:dişimin kenarını kırdım.

kete, (karş. kite) 1. (Rad.) genç kadınların güzel elbisesi; 2. (Rad, V) kadınlara mahsus başa giyilen şey, serpuş.

keteçe, keteçi = = keteçik.

keteçik, es. Avrupalı kadınların dikiş kutusunun yerini tutan işlemeli küçük kese (bu keseyi kadınlar, bir süs olmak üzere, boyunlarına takarlardı).

keteçin (Rad.) , işlemeli mendil, başörtüsü.

ketençik, tedenni, degradation, gerileme, regression.

ketençikçil, gerileyen, regresif.

ketençikte- , gerisin-geri gitmek, gerilemek, ricat etmek; tedenni etmek, geride kalmak.

ketençikteme, geri, geride kalan.

ketik, gedik, çentilmiş, kenarı kırılmış; kem-ketik: kusur, eksiklik, sakatlık, hesap noksanı; kem-ketiği: eksikleri-kusurları; tişi gedik yahut ketik diş: kenarı kırılmış diş; çeti ketik çını: kenarı kırılmış fincan.

ketil- , I, ket-’den; mut. (yalnız yardımcı fiil olarak) unutulup ket idi: unutuluverdi.

ketil- , II, kenarı kırılmak; diş-diş olmak; tulpardın tuğayı ketilse, sazğa bassa cetilet ats. yürük atın tuynağı (tırnağı) kırılırsa bataklıkta gezmekle düzelir.

ketim, kelim sözünün tekidir.

ketimsek, kelimsek sözün tekidir.

ketir- , 1. gidermek, gitmeye zorlamak, uzaklaştırmak; tınçtık ketir-: rahatı gidermek; keriş başka kelgen baktı ketirer ats. niza ayağa gelen talihi uzaklaştırır; 2. kaçırmak; canğılıştık ketir-: yanlışlık kaçırmak, yanlışlığa müsaade etmek.

ketiril- , mut. ketir-’den; ketirilgen canğılıştık: ika edilen yanlışlık.

ketiş- II. müş. ket- ’ den; eki koğşu ketişip kalmak: iki komşu ayrıldılar, kavga ettiler; cay-cayına ketişti: yerli yerine gittiler.

kektin, kaçkın.

ketkis- , gitmiyen; gitmek iktidarında bulunmıyan (bk. kököy).

ketmen, f. bel, kazma; ketmendin cebesi, bk. cebe; buttun ketmeni: parmaklarla ağım arasındaki ayağın üst kısmı; ketmen ooz: büyük ağızlı; ketmen çap-: kazma ile kazamak.

ketmençi, 1. kazma yapan; 2. kazma ile çalışan.

ketmende-, bellemek.

kette, f. büyük; kocaman.

keybir, 1. kaçık (şuuru bozuk), yarı deli; 2. saçma-sapan şeyler söyliyen, zevzek.

keybire- = = kelcire- .

keyde, bk. keeII.

keyi-, kederlenmek; mugber olmak; keyip-kepçip: kederlenerek ve üzülerek.

keyikçeel, boyuna sızlanan.

keyip, keyp, a. 1. keyif, mizaç; keyi pi ketken: keyfi kaçmış; 2. kılık, şekil; uykusu açılmağan keyipi menen: uykudan gözlerini açmadığı halde; keyipi caman: görünüşü nâhoş; üydün keyipi ketken: evin rahatı kaçmış; ev nâhoş bir şekle girmiş.

keyipker, a-f. srk. personnage.

keyipten-, bir şekle, kılığa girmek; caktırbağan keyiptenip: beğenmeyenmeyen bir çehre göstererek.

keyipteniş- , müş. keyipten- ’ den.

keyiş I, müteessir etmek; keyişke sal-: müteessir etmek, hoşa gitmiyen bir iş yapmak; keyiş tart-: müteessir olmak; mugber olmak.

keyiş- II, müş. keyi-’den.

keyiştüü, müteessir edici; keyiştüü oor turmuş ele: ağır ıstıraplı bir hayattı.

keyit I, müteessir etme, iğbirarı mucip olma.

keyit- II, 1. müteessir etmek, kederi mucip olmak. 2. zahmet vermek.

keykekte-, 1. başını yukarıya kaldırmak; at keykektep basat: at başını yukarıya doğru kaldırarak gidiyor; 2.mec. direnmek, inat etmek.

keykenğde- , 1. geriye atılmak (başlıca, baş hakk.); 2. mec. kurulmak, gurur satmak.

keykey- = = keykenğde- .

keyp = = keyip.

kez I, f. arşın.

kez II, an, zaman, fırsat, elverişli fırsat; kezi kelgende: münasip fırsatta; kez bol- yahut kez kel-: rast gelmek, karşılaşmak; kez-kezi menen: sıra ile, zaman zaman, bazen.

kez- III, gezmek, dolaşmak; düynö kezip cür-: dünyayı dolaşmak; köptü kördük, köp kezdik: çok (şeyi) gördük, çok gezdik.

kezde-, arşınla ölçmek.

kezdeme, arşınla mal, manifatura.

kezdeş- , karşılamak, rastgelmek.

kezdeşüü, işs. kezdeş-’ ten.

kezdet- , et. kezde-’den.

kezdik= = kestik.

keze-, nişan almak; nayzanı kezedi: mızrağı nişan alma vaziyetinde tutu.

kezeer = = kezer.

kezeert- = = kezeert- .

kezegen. kezegen mergen. : mahir nişancı.

kezek I, 1. sıra, nöbet; menin kezegim: benim sıram; kezektegi mildet: sıradaki vazife; kezekme-kezek: sıra ile; 2. zaman, an.

kezek II, = = kezek.

kezekçi, nöbetçi, nöbet bekliyen.

kezekçil = = kezekçi.

kezeksiz, sıra dışı; fevkâlede.

kezekte- , sıraile nöbetle yapmak; kezektep sebüü: muhtelif hububatı sıra ile ekme.

kezekteş I, nöbetleşme.

kezekteş- II, nöbetleşmek.

keekteşüü, işs. kezekteş- II’den.

kezektüü, sıradaki; kezektüü cıyılış: mutat toplantı.

kezen- , niyet etmek, azmetmek, bir hedefe göz dikmek; çeçinğen sudan kaytpas ats. : soyunmuş olan sudan korkmaz, nişan alan düşmandan korkmaz.

kezenğ, yahut ayrı kezenğ: çatlak yarık (dağda).

kezeniş- , müş. kezen-’den.

kezer- , 1. şiddetlice yemek istemek, açlık hissetmek; 2. kurumak ve çatlamak (mes. dudaklar hakk.); 3. cimrilik etmek; istenilen nesneyi vermemek.

kezert- , acıkmayı mucip olmak, şiddetli arzu uyandırmak; kezertip ele eştemke berbey koydu: yalnız iştahı uyandırdı, fakat hiçbir şey vermedi.

kezerüü, işs. kezer-’den.

kezeş- , karşılıklıca nişan almak vurmak maksadiyla el kaldırmak.

kezet- , 1. yöneltmek; tevcih eylemek; 2. göz dağı vermek.

kezger-, vurmak maksadiyle el kaldırmak.

kezgin, memleketler dolaşma, seyahat.

kezginçi, seyyâh.

kezik I, şiddetli sıtma; salgın hastalık; onulmaz hastalık.

kezik- II, karşılamak; ooruğa kezik-: hastalanmak.

kezit, kon. = = gazeta; kezitke çık-: gazeteye düşmek, gazete makalesi mevzuu olmak.

kezmal = = kezdeme.

kezme, gezginlik eden; serserice dolaşan; kezme cürök: rahatı kaçmış olan kalp.

kezmek, sıra, nöbet; kezmek menen: sıra ile.

kezmet, vakit, an; kezmeti kegende körsötörmün! : sırası geldikte (ben ona) gösteririm!.

kezüü, es. hayvan otağı için sıra.

kezüülöş-, bir işi sıra ile yapmak; münavebe ile iş görmek; hayvanları sıraile gütmek.

kıba: kıbam kandı: tamamile tatmin edildim, zevkimi aldım; kıbası kanganday cümdörü cata kaldı: adamakıllı tatmin edilmiş gibi, büsbütün rahat etti; kılanı kaldıra süylödünğ: hoşa gidecek bir tarzda söyledin; kıygırgan cooğo kirgende, kıbanğdı cazar coldoşum folk. haykıran düşman üzerine saldırırken, senin can sıkıntını benim arkadaşım gideriz.

kıbaçı, 1. tecrübeli, malumatlı ve becerikli adam; işlerde tecrübe görerek pişmiş adam; 2. (islah edilmiş olan arap harflerinde ve Lâtin alfabesinin ilkin kabul edilen şekillerinde) incelik işareti.

kıbaçıl, çıkıkçı.

kıbala- , 1. çıkık sarmak (çıkan veya kırılan kemiği düzeltmek); 2. sakatlıkları veya eksiklikleri muayene etmek ve onların düzeltilmesi için çareler göstermek; 3. bir işi ustalıkla ve uzlukla yapmak.

kıbas, r. “kvas”: hububattan yapılan ve hareket teskin eden bir içecektir.

kıbıla, a. Müslümanların namaz kılarken doğruldukları cihet: kıble; tört cağı = = telegeyi tegiz (bk. telegey); kıbıla nama es. pusula; tört kıbılası tügöl cetim: hem annesi,

hem babası ölmüş öksüz; tört kıbıla tarapka folk. bütün dört cihete.



kıbılanama = = kıbıla nama (bk. kıbıla).

kıbılcı- , 1. bir işi ağır ve kırıtarak yapmak; 2. mütevazi ve çekingencesine hareket etmek.

kıbılcıt- , et. kıbılcı-’ dan.

kıbınğda- , 1. çabuk ve telâşla hareket etmek; 2. sık–sık göz kırpmak; közü kıbınğdayt: sık–sık göz kırpıyor; 3. gözleri gülmek; kubanıp turğanday kıbınğdağan közü dayım külümsüröp turat: sevinmiş gibi boyuna gözleri gülüyor.

kıbınğdat- , et. kıbınğda–’ dan; közkıbınğdat: göz kırpmak.

kıbır, 1. ağır ve tembelce hareket, ağır ve tembelce hareket eden, yerinde sayan, gayet yavaş ve ağır davranan; oozu kıbır etti: ağzı hafifçe kımıldadı; kıbır etken can kalmadı: (kimse kalmadı); kıbır işteyt: gayet ağır daranıyor; 2. cıbır ve kıl I. sözlerinin tekidir; kıbır-cıbır cürgön adam: ileri geri yürüyen, kaynaşan adamlar; kıl-kıbır: her nevi kıl, çör-çöp.

kıbıra-, ağır hareket etmek; gayet yavaş ve ağır davranmak.

kıbıraş- , müş. kıbıra-’ dan.

kıbırat- ,ağır ve tenbelce hareket ettirmek.

kıbırda- , kıbırla- = = kıbıra.

kıcalat, a. 1. utangaçlık, hacalet; 2. ihtiyaç, zaruret; men bugün akçağa kıcalat bolup turam: bugün paraya muhtacım; kıcalat koomu es. yoğaltım (istihlâk) kooperatifi.

kıcalatçıl, utangaç, çekingen.

kıcılda- , 1.fışnamak (tahammür ederken); cürogüm kıcıldayt: midem kaynıyor: safra hissediyorum; 2. kaynaşmak, pek çok olmak; kıcıldağan kalınğ el: kaynaşan çok halk; kıcıldağan köçö: işlek sokak.

kıcıldat- , et, kıcılda- ’dan.

kıcınğ, kucunğ sözün tekidir.

kıcır, hırs, kin; kıcırı kaynadı: hiddetten kendinden geçti; hırslanıyor, kızıyor; kıcırların kaynattı: onların kızmasını, hırslanmasına sebep oldu.

kıcıra- , pek çok olmak, kaynaşmak; kıcırağankarğa: dünya kadar karga.

kıcırdan- , tevehhüre gelmek.

kıça- , israrla istemek; sen çok cerden kıcaysınğ: sen bulunmayan yerden (zamanda) istiyorsun.

kıçaştık, 1. bıktırıcılık; aç gözlülük; haset; kaçaştık kılıp, meniki dep, talaşa ketiçüü: aç gözlülük ederek, benimki diye iddiada bulunarak çekişti; 2. takılma: kusur araştırma.

kıçı I, 1. çamurdan ve rüzgârdan el ve ayaklarda husule gelen çatlaklar; butu-kolun kıçı baksan: bacakları ve elleri çatlak içinde; çor taman, kıçı kolduu: nasırlı ayak ve elleri çatlak içinde olan; 2. tabanlarındaki kir (yazmayak gezen adamlarda); kıçınğdı cuuçu! : ayak kirini yıkasana! ; kıçı kara konğuz: kap-kara tezekböceği; 3. nazlı, maymun iştahlı; her şeye takılan, her şeyden kusur arayan; anlaşmaya gelmiyen(başlıca, çocuk oyunlarında).

kıçı ιι, brassıcanapus oleifera denilen bit-ki

kıçıla-, kavga, gürültü-patırtı çıkarmak.

kıçılaş-, kavga etmek, birbirine çatmak.

kıçılaştır-, kavga etmeye bırakmak, kav-gaya tutuşturmak, işi kavgaya kadar götürmek; eköön kıçılaştırbay acıratıp koy: ikisini kavgaya tutuşturmadan a-yır!

kıçık ι, gıdık, gıcık; çabuk ve çok gıdık- lanma istidadı; meninğ kıçığıma tiydi: beni kızdırdı; kıçık söz: iğneli söz, birisine çatmak maksadile söylenen söz.

kıçık ιι, iki nesnenin bitişmesinden hasıl olan köşe; köz kıçığı: gözlerin köşeleri; taştın kıçığında: taşın arkasında. (taşı siper olarak kullanarak.)

kıçıra-, kıtırdamak, gıcırdamak; kar kıçırayt: kar gıcırdıyor

kıçırat-, et. kıçıra-‘dan; tiş kıçırat-: diş gıcırdatmak.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin