kıran, 1. çevik, göregen, iyi kapan; kıran bürküt: iyi kapan karakuş; kıran tayğan: çevik av köpeği; borbaş kançalık kıran bolso da, boz torğoyço-luk alı çok ats. saksağan ne kadar iyi kapan olursa-olsun, onun kuvveti tarla kuşunu yakalamaya bile yetmez; kıştın kıran çildesi: kış soğuğun en şiddetli çağı: zemheri; 2. mec. en iyi doğan; falco candicans; yanılmadan vuran çevik kuş; 3. bahadırın sık-sık tesadüf edilen sıfatı.
kırandık, çeviklik, iyi kapma (yakalama) istidadı (yırtıcı hayvan ve alıcı kuş hakkında).
kıranğ = = kır ι.
kırç ι: kırça çap-: kesip almak, kapıp al-mak; tört kolumdu balta menen kırça çaap aldım: baltayla dört parmağımı kestim; kırça tişte-: şiddetle dişlemek – ısırmak; kırça bas-: amudî katetmek (dikey boyunca geçmek).
kırçın 1. küçük zanaat sahibi; kırçın tal bk. tal ι; 2. genç oğlan; 3. ufak – tefek, mini-mini; kırçın caştar: «taze gençlik»; kırçınında öldü: gençken öl-dü; 4. kırçınım: gençliğinde ölen oğlunu anne bu kelimeyle anarak ağlar.
kırçıy-, gayet zayıf olmak.
kırçoo, 1. keçe evi dış taraftan sardıkları ip (tir ki, kerege (bk.) nin ortasından geçer); bel kırçoo: batnı esfelin yanları; suu bel kırçoomo çıktı: su belime kadar çıktı; çonğ kırçoo es. hattı istiva; şar kırçoosu mat. küre kuşağı; 2. bir tekerleğin demir veya lâstik çemberi.
kırçoolo-, keçe evi kırçoo ile sarmak.
kırda-, 1. yana doğru yamık koymak; tebeteydi kırdap kiy-: kalpağı iğri giymek; 2. kenarları düzeltmek, kenarları sivriltmek; tört kırdap con-: dört kenarlı şekil vermek suretile rendelemek.
kırduu, sivri kenarlı, faseteli olarak kesilmiş; tört kırduu: dört faseteli; senden kırduumun: ben sana nisbeten daha uzun boyluyum: maseleni kırduu kılıp koy-: meseleyi bütün kesinliğiyle koymak.
kırduusu- = = kırduusun-.
kırduusun-, başkalarına karşı küçümse-yerek muamele etmek.
kırğak, eleçek (bk.) tarafından geniş bir şerit kılığında geçen ve kıymetli kumaştan (mutat olduğu üzere, ipekten) sarğı, bağ.
kırğıç, 1. kazıma aleti; 2. haşhaş kummesinde sertleşmiş usareyi almak için kullanılan ve yarımay şeklinde olan bıçak.
kırğın, kılıçtan geçirme: katliâm; kırğın boldu: çok (insan) kırıldı: helâk oldu; kırğın sal-: kılıçtan geçirmek, katliâm tertip eylemek; kırğın saluuçu: hav. avcu-muhrip-(tayyare); kırğında kan ölöt: ats. katliâm sırasında han dahi ölüyor.
kırğınçılık, askerî akınlar neticesinde rahatsız zamanlar; katliâm.
kırğıy, bir nevi atmaca; kırğıy ükü: atmacamsı puhu.
kırğıyek, genç atmaca.
kırğız, kırgız; kırğız en: bir kumaşın adıdır.
kırğızcılık, eski kırgız hayatına mahsus olan bütün ahlâk ve adetler (karş. kılık).
kırın- ιι, kazılmak: bir şeyin üst tabakası alınmak; kırınıp cuundu: kazıldı ve yıkandı.
kırındı, kazıyıp alınmış olan nesne; içek kırındısı: bağırsaktan kazımak suretile alnan şey.
kırış-, müş. kır- ιι’den.
kırk ι, 1. dört on: kırk; 2. çocuk doğurduktan sonra geçen kırk gün; kırk köynök: es. (annenin çocuğuna doğduktan kırk gün geçtikten sonra giydirdiği) gömlek; kırk çelpek: es. kırk yufka (bunlar çocuğa «kırk köynök» giydirilen günde loğusanın evinde pişirilir ve kırk çocuğa dağıtılır); 3. kırk çilten, bk. çilten.
kırk- ιι, kırpmak; kesip almak; koy kırk-: koyun kırpmak; çıbık kırk-, bk. çıbık.
kırka, sıra; dizi; kırka tikken üy: sıra ile kurulan keçe evler; kırka-kırka: sıra-sıra; kırka tartıp kon-: sıra-sıra dizile-rek konmak; too kırkası: dağın sırtı.
kırsıktııu, 1. tâlihsiz, şanssız; hiçbir zaman muvaffak olmayan; 2. kaprisli, inatçı.
kırsılda-, kıtırdamak; çatırdamak; kırsıldap kül-: kahkaha ile gülmek.
kırsıldaş-, müş. kırsılda-‘dan.
kırstık, çabuk alevlenme, alınganlık.
kırt, 1. narinliği, çabuk kırılma istidadını ifade eden taklitlik sözdür; kırt dey tüş-: çatlamak, patlamak; 2. çabuk kızan; kıyalı caman, bat ele kırt dey tüşöt: tabiatı berbattır: durup – dururken alevleniveriyor; kırt baytal: 1) sert huylu kısrak; 2) mec. çıt kırıldım.
kırtıl, boşboğaz, geveze.
kırtılda-, 1. kıtırdamak, yüksek ses çıkarmak (mes. şeker çiğnerken); 2. boş ve manasız sözler söylemek, dırlanmak, boyuna çene çalmak, çenesi düşük olmak.
kırtış, satıh, yüzey, üst tabaka, zemin; cerdin kırtışı: derinin yağı şeffaf olan üst tabakası, beşere, epiderme; menin kırtışım süygön cok: hoşuma gitmedi, sevmedim; men barsam anın kırtışı süygön cok: ben gittim, ancak o, beni soğuk kabul etti.
kırtışta-, üst tabakasını almak; teri kırtışta-: (yağdan ayıklarken bıçakla) derinin üst tabakasını almak.
kırtıştat-, et. kırtışta-‘dan.
kırtıştuu, kırtış (bk.) i çıkarılmamış nesne; kırtıştuu cer: saban girmemiş olan toprak.
kırtıy-, alınmak, küsmek.
kırtıyt-, et. kırtıy-‘dan.
kıruu, kenar, kumaşın kenarı, dikiş yeri.
kıs-, sıkmak, sıkıştırmak, basmak, kısmak; koltukka kıs-: koltuk altını kısmak; kolunğuzdu kısamın: elinizi sıkıyorum; köz kıs: göz kırpmak, köt kıs-: rahat oturmak; kötünğdü kısıp otur: rahat otur! (otur ve kıpırdama!); aytkan sözümdü kötünö kıspayt: söylediğim söze asla ehemmiyet vermiyor; ben ona diyorum, o ise aldırış etmiyor.
kısa, a. hisse, pay; kısa cok: zarar yok; bir şey değil; başka bir şey yok; kelişse boluptur, kısa cok: mademki geldiler, mesele yok; 2. intikam; karşılık.
kısap, a. hesap; esep-kısap: hesap-kitap, verilen hesap.
kısasız, 1. hissesiz; 2. intikamsız; kısasız kıyamet cok ats. hareket intikamsız kalmaz.
kısık, sıkışık, sıkıştırılmış, dar; kısık köz: dar göz, dar gözlü; kısık cer: dar geçit, dar boğaz; eşkitin kısığı, kapı yarığı (aralık kalan kapının yarığı); kısık ündüü tıbış: db. dar sadalı ses.
kısıl-, sıkıştırılmak, tazyik edilmek, sokulmak.
kısılış ι, sıkıştırılış, tazyik ediliş, zor durum.
kısılış- ιι, müş. kısıl-‘dan.
kısım, tazyik, tesir, baskı; kısımğa al-: sıkıştırmak, tazyik etmek; kıyın kısım kez: zor ve mudil an.
kısımçılık, tazyik; baskı, müşkülât, sıkışık durum, zor ahval, şiddetli tedbirler.
kısın-, sıkışmak; kırçıldaşar coo kelse, kısımbaymın kılçanğdap: folk. amansız düşman geldiğinde büzülecek ve şaşkın şaşkın bakınacak değilim.
kısınğkı, 1. bir parça sıkışık, bir parça daralmış, bir parça dar; 2. coğ. boğaz.
kısınğkıra-, hafifçe sıkıştırmak; köz kısınğkıra-: gözü hafifçe kapamak, yummak.
kısır, doğurmaz, çocuğu olmaz; kısır emdi (bazan düzce kısır) annelerini, kendileri için tayin edilen müddet geçtikten sonra da emmekte devam eden buzağı yahut tay; kısırğaldı- (yahut kısır kaldı): kuzulamıyan toktu (bk.) yahut çebiç (bk.); toktusunda tuubay, kısırğaldısında tuudu: bir yaşında iken kuzulamadı, o müddet geçtikten sonra kuzuladı; kısır anğız: toprağını dinlendirmek için bırakılan tarla.
kısırak, henüz sürüye katılan ve daha doğurmamış olan genç kısrak.
kısırğaldı, bk. kısır.
kıska, kısa, muhtasar, kısaca, muhtasaran; sözdün kıskası yahut kıskasınan aytkanda yahut uzun sözdün kıskası: sözün kısası, hulâsa.
kıskaça, kısaca.
kıskaçala: kıskaçalap: kısaca, hulâsaten.
kıskaloo, bir parça kısa.
kıskar-, 1. kısalmak, ihtisar edilmek; 2. mec. kendini yeis ve fütura kaptırmak.
kıtmır, a.1. mit. ashabi kahfin köpekleri; 2. çevik, işini bilen; enğ ele kıtmır kuu neme eken: amma da hilekâr, kurnaz, dessâs adammış.
kıy ι: kıy sübö: adlâi kazibe (fausses côtes); kıy sübönğdön orğuştap, kızıl kanınğ katkan kim! folk. sahte kaburgalarında tümsek halinde kanı birikmiş olan, kimsin sen?
kıy- ιι, 1. kesmek, kesip almak; (ufak ağaçları) kıymak; tal kıy-: söğüdü kesmek; ep kıy-: sık-sıkı bitiştirmek, uydurmak, rendeleyip kavuşturmak (mes. iki tahtayı), eski haline getirmek suretiyle düzeltmek; kıyğan kamış kulağtuu folk. (at hakkında): dim-dik duran sivri kulaklı; 2. çarpık kesmek; 3. (eteğin, kürkün, yorganın, örtünün kenarlarına) şerit çekmek.
kıy- ιιι, acımamak; bir şeyi kurban etmek; tehlikeyi göze almak; cesaret etmek; can kıy-: hayatına acımamak; canın kıybadı: kararını veremedi; cesaret edemedi; canın kıyıp kim barat!: hayatını tehlikeye koyarak, kim gidecek!; kıyamın desenğ can mına, tögömün desenğ kan mına folk. (karar verir isen) acımazsan, işte can (öldür), dökmek istersen, işte kan!; can kıydı 1) cananı feda etti; 2) canına kıydı, intihar etti; atınğdı kıysanğ maa ber: eğer acımazsan, atını bana ver!; saa berüügö kıybay turam: sana vermeye karar veremiyorum; sana vermeye acıyorum; coldoştorun kıyğan cok: arkadaşlarına acıdı; ketüügö köönüm kıybay turat: gitmeye karar veremiyorum; senin köönünğdü kıybadım: senin hatrını kırmak istemedim; silerdi camandıkka kıybas cerdi özüm bilem: onun size fenalık istemediğini ben kendim de biliyorum; meni kıybastığınan aytıp berdi: bana karşı, hürmetinden dolayı anlattı; kirenge cer katuu, kıyarğa can tatuu ats. ölmek istenmiyor (harfiyen: harfiyen toprak sert), ayrılmak için can tatlı.
kıyakçı, kemancı; kımızduu üydö ayakçı, kızduu üydö kıyakçı ats. kımızlı evde sâki, kızlı evde kemancı.
kıyakçılık, kemancılık; kemancı mesleği.
kıyal a. hayal, rüya, utopi, düşünce, düşünceye dalma, tefekkürler; kıyal sür-: düşünmek, tefekküre dalmak, tahayyül etmek; topoz kıyal: 1) kalın kafalı; 2) tembel ve çolpa; cindi kıyal: hoppa; koş kıyal: dağınık; bir işi bitirmeden başka bir işe başlayan; kıyalı caman yahut kıyalı buzuk: tabiatı fena.
kıyala-, dağ yamacı yürümek, yılankavî hat boyunca gitmek (yüksek bir dağa çıkarken).
kıyalat-, et. kıyala-‘dan.
kıyaldan-, düşünceye dalmak, tahayyül etmek, tefekkür etmek, hayalâta kapılmak.
kıyaldandır-, tahayyülü mucip olmak, düşündürmek.
kıyaldanuu, işs. kıyaldan-‘dan.
kıyaldık: cat kıyaldık: yabancı, ideoloji.
kıyalduu: koş kıyalduu: kanaatları gevşek olan kimse, mütereddit.
kıyaluu: kıyaluu cer: inişler-yokuşların çok bulunduğu mahal.
kıyam, a.1. öğle zamanı; 2. es. cenûp.
kıyamat, a. 1. dn. bütün ölülerin yeniden dirildiği gün: kıyamet günü; 2. mec. zor ahval, güç vaziyet; dehşet.
kıyan 1. yağmur suyunun şiddetli ve hızlı akıntısı, feyezan, su taşması; camğır köp caap, köpüröölördü kıyan alıp ketti: şiddetli yağmur yağarak, akıntı köprüleri alıp götürdü; 2. kıyan-keski: hırçın, harın (at hakkında).