Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə46/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   52

TÂRİK LONCASI Sermaye sahipleri tarafından kurulup bağımsız fakir esnafın yamak olarak kabul edildiği, üyeleri onlardan ibaret olan loncalar. (Bak. Yamak Esnaf). Mesolâ tellâklar ve natırlar hamam sahiplerinin, gemi marangozan, ziftçiler, kalafatçılar, dalgıçlar Karadeniz Kaptanlarının kurdukları Tarik loncaları'-na yamak olarak bağlı olup onların üyelerini teşkil ederlerdi. Tarik Loncalarında söz sahibi olanlar, kurucu sermaye sahipleriydi. Esnafın onlara karşı haklarını ise Yiğitbaşılar savunurduM.Sertoğlu.

TARİK MAAŞI (Bak. Arpalık)M.Sertoğlu.

TARİKAT Pir adı verilen büyük îs-lâm mutasavvıf ve mütefekkirlerinin kanaat ve ictihadlarına göre kurdukları düşünce ve inanış yolu. Bunlar: Mevlevi, Sadî, Rifaî, Bedevi, Kadiri, Nakşbendi, Bektaşî, Halvetî, Arusî gibi isimlerle a-nılırlar ve mensuplarına Derviş denirdi. Her tarikatin kendisine mahsus âdâb ve erkânı ve Mukabele denilen zikir ve ibâdet şekli vardı. Bunların yapıldığı yere Tekye'den bozma olarak Tekke ve Tekkeleri idare ve dervişlerin yetişmelerine nezaret edenlere Şeyh, oğullarına Şeyhzâde, Şeyhlerin seçtikleri şeyh namzedlerine Halife denirdi. Türkiye'de Tekke ve onların küçüğü olan Zaviye'ler 3 mart 1924 tarihli kanunla kapatılmış ve tarikat unvanlarının resmen kullanılması yasaklanmıştırM.Sertoğlu.

TAS AKÇESİ Yeniçeri ocağında her orta ve bölüğün sandığına konmak üzere ulufeden ulufeye yeniçerilerden alınan bir miktar para. Bu para, orta veya bölüğün müşterek ihtiyaçları için harcanırdıM.Sertoğlu.

TASHİH BEDERGÂH Herhangi bir sebepten dolayı ocaktan ihraç olunan bir Kapıkulu askerinin affa uğrıyarak tekrar ocağa alınmasını ifade eden bir tâbirM.Sertoğlu.

TASHİH DERKENARI Yeni bir tahrir vukuunda hazırlanan tahrir defterlerinde icabında Nişancı tarafından kendi el yazısıyla yapılan tahsis. (Bak. Tahrir)M.Sertoğlu.

TASLAKÇI Yeniçeri ocağı teşkilâtı bozulduktan ve hariçten adam alınır olduktan sonra, yeniçerilik şerefini ihraz i-çin fahrî olarak, yani ulufe almadan yalnız ismen yeniçeri olanlara verilen isimM.Sertoğlu.

TAŞ KULE (Bak. Baş lala kulesi)M.Sertoğlu.

TAŞRA KULLUĞU (Bak. Kulluk)M.Sertoğlu.

TAŞRA HAZİNESİ (Bak. Maliye hazinesi)M.Sertoğlu.

TAŞRALI Kapıkulu süvari askerlerine maaş verilirken hazır bulunup ulufesini bizzat alanlara şergili, bizzat hazır bulunmayıp ulufesi subayları veya diğer arkadaşları tarafından vekâlet suretiyle a-lınanlara ise taşralı veya Merd-i garib denirdiM.Sertoğlu.

TAŞRALI NEFERAT (Bak. Kalyoncu)M.Sertoğlu.

TATAR Dobruca civarında ve daha güney bölgelerde iskân edilmiş tatarlara verilen isim. Eşkinciler gibi otuzar kişilik ocak tımara mutasarrıf olup beşi sefere gider ve yirmi beşi yamak olarak kalırdı. Sefer zamanlarında ordu geri hizmetlerinde kullanılırlardı. Bundan maada vezir kapılarında haberci olarak kullanılan tatarlar vardıM.Sertoğlu.

TA VASİ Hadım demektir. (Bak. Hadım)M.Sertoğlu.

TAVİÇE Akıncıların küçük rütbedeki subayları. (Bak. Akıncı)M.Sertoğlu.

TAVLA KÂTİBİ Has ahır tavlalarının her çeşit masraf hesaplarını tutan memur. (Bak. Ot Kâtibi)M.Sertoğlu.

TAYCILAR Has ahır için yetiştirilea taylara hizmet eden kimseler. Bunlar, memleketin muhtelif yerlerinde ve bilhassa Sultanönü, Eskişehir ve Karacahisar'-da bulunurlardı: Gördükleri hizmetlere karşılık vergilerden muaf tutulurlardı. Amirleri olan taylar ağasının tımarı vardıM.Sertoğlu.

TAYLAR AĞASI (Bak. Taycılar)M.Sertoğlu.

TAYYARAT Maliyede hesap dışı ve umulmayan gelirlere verilen isimM.Sertoğlu.

TAZICILAR OCAĞI Hünkâra mahsus tazıların bakılıp yetiştirildikleri ocak. Üsküdar'da Doğancılar'da idi ve Bostancı ocağına bağlı bulunuyorduM.Sertoğlu.

TEBDİL ESKİLERİ Has ahır mensuplarından olup padişah atla tebdil gezdiği zaman süvari olarak uzaktan takip ederlerdi. (Bak. Ok Kâtibi)M.Sertoğlu.

TEBDİL GEZMEK Hükümdarların bulundukları yerde gizlice dolaşıp halkın halini vasıtasız olarak öğrenmek için kıyafet değiştirerek gezmeleri. Osmanlı padişahları sık sık tebdil gezerlerdi. Kanunî Sultan Süleyman enderundan çıkma sipahi kıyafetine, II. Osman bostancı kıyafetine, III. Mustafa tebdil hasekisi kıyafetine, I. Abdülhamid şerif kıyafetine, III. Selim delibaşı, kalyoncu veya zâim, paçalı kıyafetine girerlerdi. Diğer hükümdarlar da muhtelif kılıklara bürünürlerdi. Bu sırada yanlarında itimat ettikleri kimseler bulunur ve onlar da aynı şekilde kıyafet değiştirirlerdi. Bostancı hasekileri ise, uzaktan, yakından padişahı belli etmeden takip ederlerdi. Bu yüzden bu işi görenlere tebdil hasekileri denirdi. Padişahlar, tebdil gezerlerken gördükleri yolsuzlukları bilâhare Sadrıâzamlara bildirip derhal gidarilmes'ni isterlerdi. Ttb-dil gezdiği sırada padişahı tanıyan olursa tamınamazlıktan gelirdi. Tanıdığını belli ederek hükümdara arzuhal veren idam o-lunurdu. Padişahlar bazan da kıyafet teb-diliyle muhtelif carniilere gidip ibadette bulunurlar veya tekkelere gidip âyinleri seyrederler, bazan da ayrı bir maksatları olmadan sırf eğlenmek için gezip dolaşırlardı

TEBDİL HASEKİSİ (Bak. Bostancı Ocağı, Tebdil Gezmek)M.Sertoğlu.

TEBERDAR (Bak. Baltacı)M.Sertoğlu.

TEBERDÂRAN-I SARAY-I ATİK: (Bak. Eski Saray Baltacıları).

TEBERDÂRAN-I ZÜLÜFDARAN Zülüflü baltacı demektir. (Bak. Baltacı)M.Sertoğlu.

TEDAHÜL İleri yulara ait vergilerin halktan peşin olarak alınması neticesinde hazinede hâsıl olan vaziyet. Böyle bir halin sebep olmasına devletin sıkışık zamanlarda mültezimlerden ileri yılların vergilerini iskonto ile peşin alması sebep olurdu. Mültezimler ise, vakti gelince bu parayı halktan normal miktarda, hatta fazlasıyla toplayıp büyük kazançlar elde ederlerdi. Böylece, hazinede bazan iki hatta üç yıllık tedahül hasıl olurdu. Bu hal, 1645 yılında Köprülünün sadaretinden sonra alınan tedbirlerle ortadan kalkmıştır: (Bak. İltizam). Bundan maada, devletin ödemekle mükellef bulunduğu aylık ve u-lûfeleri para darlığı yüzünden ödeyemeyip hazinede bu şekilde açık hasıl olmasına da tedahül denirdiM.Sertoğlu.

TEFAVÜT-Ü HASENE Maliye tarafından bir mukataa ihale olunduğu zaman muamele Hicri sene üzerinden yapılır, lâkin hesabı Rumi yıl üzerinden yürütülür ve bu suretle on bir gün kadar tutan fark ayrıca hazineye kalırdı. İşte buna tefa-vüt-i hasene denirdiM.Sertoğlu.

TEKALİF Rüsum-ı örfiye'den olup öbürü avânz'dır. (Bak. Rüsum-ı örfiye. Avarız). Tekâlif-i örfiye adı altında toplanmış olan bu vergilerin miktarı her e-yâlete göre o eyâletin kanunnamesiyle tesbit ve tâyin edilmişti. Tekâlifin başlı-caları şunlardı: Mücerred, Raiyet, Çift, Bennak, İspen-çe, Bâdıhava, Arusiyye, Cürüm ve Cinayet, İhtisab, Çift bozan, Tapu, Bağ ve Bağçe ve Bastan, Kovan, Çift ve Ağıl, Yaylak ve Kışlak, Balta, Yava ve Kaçkua, Gümrük v.s... (Kendi maddelerine bak). Tekâlif, has ve zeametlerde, serbest tımar ve serbest vakıflarda tamamen sa-hib-i arza aitti. Serbest olmayan tımarlarda ise kısmen sipahinin, kısmen ise Sancak beğinin veya subaşının olup derecesini o eyâletin kanunnamesi tâyin ederdiM.Sertoğlu.

TEKE - OĞULLARI Selçuklular zamanında uç beylerinden olan Teke beğinin Antalya havalisinde tesis ettiği bir emaret olup 1300 yılından 1426 yılına kadar devam etmiştir. Bu emaretin mevcudiyetine Osmanlılar tarafından son verilmiş ve ülkeleri Osmanlı memleketlerine eklenmiştirM.Sertoğlu.

TELHİS Kısaltılmış, hulâsa haline getirilmiş yazı demektir. Eskiden Sadrı-âzamlar herhangi bir mesele hakkında padişahın müsaadesini, mütalâasını veya emrini almak için bunu gayet açık ifade ve güzel yazı ile kısaca yazılmış olarak gönderirlerdi ki, bunun adı telhis idi. Telhislerin baş tarafında padişaha ait elkap gayet kısa şekilde yazılır ve ekseriya şev-ketlû, keramctlû, saadetlû, merhametlû padişahım efendim demekle iktifa olunurdu. Hükümdar bunu okuduktan sonra üst tarafına mütalâasını çok zaman kısaca, hatta bazan tek bir kelime ile yazıp idade ederdi ki buna da Hatt-ı hümayun denirdi. (Bak. Hatt-ı Hümayun). Teir.is yazmak için sadrıâzamların maiyetinde ayrı bir memur bulunur ve buna telhisçi denirdi. Bu usul, 1832 tarihinde terkolun-muş ve yerine irade tarzı kabul edilmiştir. (Bak. irade, Takrir)M.Sertoğlu.

TELHİSÇİ (Bak. Telhis)M.Sertoğlu.

TELLİ KAVUK (Bak. Kallavi)M.Sertoğlu.

TEMEŞVAR EYÂLETİ Osmanlı devletinin Avrupa tarafında bulunan eyâletlerinden biri olup altı sancaktan mürekkepti. Zeamet ve tımar sahipleri sekiz bin altı yüz on dokuz kılıçtı. Cebelileri ile birlikte yirmi beş bin kişilik bir seferi kuvvet teşkil ederdi. Sancakları şunlardı: Temeşvar merkez, Göle, Modova, Li-pova, Çanad, BatovaM.Sertoğlu.

TEMREN Tahta mızrak veya kargının yahut da okun ucuna takılan ve del-miye, yaralamaya yarıyan demir veya çelikten mamul sivri kısımM.Sertoğlu.

TENEDOS Bozcaadanın Türk fethinden evvelki adıM.Sertoğlu.

TENGE Akkoyunlular devletinde kullanılan bir cins madenî para. Bir Tenge iki Osmanlı akçesi değerindeydiM.Sertoğlu.

TENOS tstindil adasının Türk fethinden evvelki adıM.Sertoğlu.

TEPSİCİBAŞI Kiler koğuşu eskilerinden olup Bülbülcübaşı'dan sonra ve Yemişçibaşı'dan evvel gelirdi. (Bak. Kiler Koğuşu, Peşkir Şagirdi)M.Sertoğlu.

TERAKKİ Kapıkulu askeriyle, topraklı süvariye ve diğer askeri sınıflarla devletten para alan her cins memurlara ait aidatın muhtelif vesilelerle artması. Bu artış, ya yeni bir cülus veyahut harb-de gösterilen büyük bir yararlık yahut da fevkalâde bir başarı dolayısıyla ve nihayet muayyen bir müddet hizmet karşılığında olurdu. Ulûfelilerin gündeliklerine zam yapılır, tımarlıların tımarına yeni gelir eklenirdi. Cülus zamanlarında ayrıca cülus bahşişi ve bir padişahın ilk sefere çıkışında sefer bahşişi verilirdi. Bilhassa bir padişah tahta geçtiği zaman askerin huzurunda cümle bahşiş ve terakkileriniz makbuli hümaytunundur, verilsin demesi âdetti. Cülus bahşişi her kapıkulu askeri için üç bin ve sefer bahşişi bin akçe idi. Birincisi Fatih zamanında ihdas edilmiş olup, i-kincisinin daha eski olduğu zannedilmektedir. Tımarlı süvari bahşiş almaz, yalnız terakki ile iktifa ederdi. Terakki yeniçeriler için ekseriya bir, kapıkulu süvarisi için iki akçe idi. Münferit yâni o şahsın büyük bir hizmeti karşılığında olan terakkiler daha fazla olabilirdi. Topraklı süvariye ise, gördüğü hizmete göre yüz, beş yüz, bin, iki bin, hatta daha fazla yıllık gelir ilâveten tahsis olunabilirdi. Cüluslarda devlet ricaline de ayrıca atiyyeler verilirdi. Bundan başka, her ulufe tevziindfr Yeniçeri Ocağı mensuplarına mukarrer a-dıyla bir miktar terakki verilmesi kanundu. (Bak. Ulufe)M.Sertoğlu.

TERCÜMAN (Bak. Divan-ı Hümayun Tercümanları, Sefaret Tercümanları)M.Sertoğlu.

TEREKE Ölen bir insanın terkettiği eşya. Her cins zahireM.Sertoğlu.

TER OĞLANI Cizye tahsiline memuı olanların bu hizmet için kullandıkları kimselerM.Sertoğlu.

TERSANE AĞASI Kaptanpaşamn tersanede vekili olup elinde Hind kamışından asası ve üç çift kayışı bulunurduM.Sertoğlu.

TERSANE BAŞÇAVUŞU Tersanenin iç inzibatından mesul olan kimse. Emrinde divanhane çavuşları denilen çavuşlar bulunurduM.Sertoğlu.

TERSANE BAŞMİMARI Tersanede ki her çeşit inşaata nezaret eden mimarların başı olup alâmet olarak gümüş asa taşırdı. Emrinde on mimar ile dört yüz marangoz vardıM.Sertoğlu.

TERSANE DEFTERDARLIĞI (Bak. Tersane Emini)M.Sertoğlu.

TERSANE DEFTER EMİNİ Kaptan-paşa eyâletinde bulunan sancakların tımarlı sipahilerinin defterlerini tutan zat. Kendisi tersane reisine bağlı olup maiyetinde bulunan defter kethüdası ve kâtiblsri günlük muameleleri yaparlar ve tevcihleri Di-van-ı Hümayun rüus kalemine bildirirlerdiM.Sertoğlu.

TERSANE DEFTER KETHÜDASI Tersane ricalinden olup tersaneye ait zeametlerin muamelelerini idare eden kalemin âmiri idi. Kendisi Tersane reisinin emrindeydi. Maiyetinde kâtib ve şagirdleri bulunurdu. ((Bak. Tersane Ricali)M.Sertoğlu.

TERSANE DİVANHANE ÇAVUŞLARI (Bak. Tersane Başçavuşu)M.Sertoğlu.

TERSANE EMANETİ (Bak. Tersane Emini)M.Sertoğlu.

TERSANE EMİNİ Tersanenin ve bütün harb gemilerinin varidat ve masraf defterleriyle inşaat, tamirat, alım satım iğlerine bakan, depoları, malzemeyi kontrol eden ve bütün bunlardan mürekkep o-lan tersane hazinesinin mesul ve âmiri bulunan zat. Kendisi hâcegân rübesinde olup divan müzakerelerine iştirak etmezse de, orada bulunarak icabında sorulan şeylere cevap verir veya bahriyeye ait e-mirleri telâkki ederdi. 1805 yılında tersane eminliği, bahriye hazinesine bakmak üzere Şıkk-ı salis defterdarı ve Umur-i bahriye nezareti ismiyle tersane defterdarlığına çevrilmiştir. Bundan sonra sarayın kapı arasında müstakil bir tersane hazinesi teşkil edilmiştir. Bu makam. III. SeHm'in hal'ini müteakip yeniden ihdas, 18jC yılında katî olarak ilga olunmuşturM.Sertoğlu.

TERSANE HALKI Osmanlı harbiye-«inde ve tersane hizmetinde bulunan gemi kaptanlariyle azab reisleri dümenci, yelkenci, kalafatçı, dülger, topçu, kumbaracı ve vardiyanlara verilen isim. Bunların hepsi ulûfeli olup üç ayda bir ücret alırlardı. Tersane halkından umumiyetle azab diye anılan gemi kaptanlariyle, dümenci, yelkenci, vardiyan ve azab reisleri devşirmeden gelmeyip Türk vilâyetlerinden ve Türk halkından kefilli olarak alınırdı. Öbürleri ise devşirme idi. (Bak. Bahriye Azabları)M.Sertoğlu.

TERSANE HAZİNESİ (Bak. Tersane Emini)M.Sertoğlu.

TERSANE-İ ÂMİRE Fatih İstanbul'u aldıktan sonra Haliç'te Aynalıkavak semtinde birkaç gözden ibaret basit bir tersane yaptırmıştı. Yavuz 1515 yılında Mısır seferinden döndükten sonra, Papa X. Le-on'un Osmanlı Türkleri aleyhine bir ittifak hazırladığını duyarak kuvvetli bir donanma ile Akdeniz hâkimiyetini elde et-msyi lüzumlu görüp Haliç'teki büyük tersaneyi kurmuştur. Bu tersane, Kanunî zamanında büsbütün genişletilmiş ve mükemmel kızaklı iki yüz göze çıkarılmıştır. Osmanlı devletinin bundan başka Gelibolu'da, Süveyş'te Rusçuk'ta, Birecik-te birer tersanesi Marmara, Karadeniz ve Akdeniz'in birçok limanlarında ise gemi tezgâhları mevcuttuM.Sertoğlu.

TERSANE KALYONLAR KATİBİ Kalyonculuğun yayılmasından sonra ihdas olunmuş bir memuriyettir. (Bak. Kalyon, Kalyoncu). Kalyon efradının kayıt ve makbulü, bunlara tahsis olunan ücretler, tersanede mevcut esirlerin iaşesi, kalyonların her türlü ihtiyaç ve levazımı gibi iç-Icrls meşgul olur ve bunların defterlerini tutardı. Maiyetinde Kalyonlar Halifesi adlı bir muavini ve kâtibleri vardıM.Sertoğlu.

TERSANE KÂTİBİ Tersane Emini'nin varidat ve masraf muhasebesini tutan va bunu kontrol eden kimse. Ruzname kâtibi ve icare kâtibi adlı iki muavini vardı. Kendisine Canib Efendi de denirdiM.Sertoğlu.

TERSANE KETHÜDASI Azab Reisi vardiyanbaşı olduktan sonra terfi edip kaptan ve sonra da baştarde kaptanı olur, nihayet tersane kelhüdahğına yükselirdi. (Bak. Bahriye Azabları). Kapianpaşa-dan sonra tersanenin en büyük âmiri i-di. Elinde Hind kamışından mavi asa bulunup altı çifte kayığa binerdi. Padişah, baştarde ile Boğaz'da gezinti yapmak isterse dümsni tutmak vazifesiydi. XVII. Yüzyıldan itibaren derya beğleri arasından seçilir olmuşlardır. (Bak. Derya Beğleri)M.Sertoğlu.



TERSANE KONFERANSI Sultan Ab-dülaziz'in saltanatının son yıllarında başlı-yan Bosna, Hersek ve Bulgaristan isyanlarının muharriki Sırbistan ve Karadağ, V. Murad zamanında hamileri Rusya'nın teşviki ile, Bâb-ı âli'den gerçek niyetlerini belli eden isteklerde bulundular. Osmanlı hükümeti bu eski tâbirlerinin tekliflerini red edince kendisina harb ilân ettiler. (Haziran sonu - Temmuz başı 1876). Savaşta, Karadağ tarafındaki Osmanlı ordusunun muvaffak olamamasına mukab'l Sırbistan yönündeki, Sırb prensliği hizmetinde bu lunan Rus genarali Çernayef'in idaresinde olan, Sırb ordularım yendi ve Aleksi-naç kalesini muhasaraya başladı. Ağustos sonlarında pek vah'm duruma düşen Sırb-ların lehine olarak Avrupa devletleri müdahale edince, bu prenslikle, Osmanlı devleti üç haftalık bir mütareke yapmaya mecbur oldu. Sırblarla birkaç defa uzatılan bu mütareke esnasında barış görüşmeleri devam etti. Fakat, ne Osmanlı devletinin Sırbistan için ileri sürdüğü şartlar Avrupalılarca, ne de onların teklifleri Osmanlılar tarafından kabul edilmedi. Bir müddet sonra Rusya'dan esaslı bir yardım sağlıyan Sırb prensliği, ingiltere'nin muhalefetine önem vermeksizin, tekrar muharebeye başladı. (E'dm başı 1876). Bu ikinci savaşta. Osmpnlı orduları Sırbların alınamaz diye ögündükleri Al°ksinaç kalesini şiddetli hüc'imtarla zaptedip harbe takati kalmıysn Sırb'stanı a-mana getirdiler. Aynı zsmanda Karadağ taraflarındaki Osmanlı orduları da muvaffakiyete ulaşıp İşkodra'yı aldılar. Olayların beklemediği bir şekle girdiğini gören bu vaziyetlerin gerçek yaratıcısı Rusya hiddetle müdahale etti. İstan-buldaki elçisi İgnati'jf, Bâb-ı âliye bir ültimatom vererek; kırk sekiz saat içinde Sırbistan ve Karadağ ile bir mütareke yapılmasını, Osmanlı kumandanlarına ileri harekâtı durdurmak için hemen emir verilmesini, aksi halde devletinin yanı Rusya'nın, Devlet-i âliyye ile siyasî münase-batı keseceğini bildirdi. (31 ekim 1876). Kısa bir zaman önce yeniden bir saltanat değişikliği geçiren (II. Abdülhamid cülus etmiştir) ve ne içte, ne de dışta vaziyeti iyi olmadıktan başka bir müttefiki bile bulunmayan Osmanlı devleti bu Rus ültimatomu ile birlikte Ingilterenin, Doğu meselesinin Rusya'nın emellerine göre halledilmesine mâni olmak gayesiyle istediği, İstanbul'da devletlerarası bir konferansın topanmasını teklifini de kabul etti. Haliçte, Kasımpaşa'daki Bahriye nezareti binasında toplanan bu konferansta Osmanlı devletini, Hariciye nazırı Safvet ve Bsrlin sefiri Edh?m Paşalar, d'ğer devletleri de îstanbuldaki elçileri; îğnatief (Rusya), Lord Elliot (ingiltere), Baron d« Wertber (Almanya). Zichy (Avusturya -Macaristan), Barcn de Bourgoing (Fransa), Comte Corti (italya) ve yine özel olarak sırf bu toplantı için devletlerince gönderilen; Salisbury (ingiltere), Calice (Avusturya - Macaristan). Comte Chandordy (Fransa) temsil ediyorlardı. Avrupa devletleri delegeleri evvelâ kendi aralarında toplanarak ileri sürecekleri teklifleri hazırlayıp 23 aralık 1876 da, konferansın ilk resmî toplantısında, Osmanlılara kararlarının meln-ni tevdi ettiler. Bu sırada Bâb-ı âli, Kanun-ı esasi (Anayasa) ilân edilirse yabancı devletlerin ıslâhat tekliflerinin ve müdahale politikalarının önlenebileceği kanaati ile kısa zamanda büyük gayretle hazırladığı, ka-nun-i esasi'yi ilân ttmişti. Safvet Paşa a-yağa kalkarak, top seslerine hayret eden Avrupa delegelerine; şu anda din ve millet farkı gözetilmeksizin bütün Osmanlı tabasına şâmil olmak üzere ve hepsinin hukuk ve hürriyetlerini tekeffül eden meşrutiyet idaresinin ilân edildiğini açıkladı. Ignatief kendisine şiddetle itiraz ederek, bu gibi nümayişlerle yollarından alakona-mıyacaklarmı söyleyip, Osmanlı delegele-rince hemen red edilen tekliflerini sıraladı. Konferansın 28 aralık 1876 daki ikinci toplantısında Sırbistan ve Karadağ ile evvelce aktedilmiş olan mütarekenin iki ay daha temdidi kabul edilmekle beraber, Osmanlı hükümeti, devletlercs ilk içtimada kendisine tevdi edilen; eski Sırbistan sınırlarının tanınması, Osmanlı ordusunun bir ay içinde Sırbistandan çıkması, Kara-dağı on beş gün içinde boşaltması ve Ka-radağın sınırlarının genişletilmesi, Bosna ve Hersek'e muhtariyet verilmesi, Bulgaristan'ın doğu ve batı olarak iki vilâyete bölünmesi, her mıntıkada kullanılan lisanın resmî dil olması, isyan eden üç vilâyetten (Bosna - Hersek - Bulgaristan) hasılatlarının yalnız üçte birinin vergi olarak alınması, buralarda asayiş ve sükûnet avdet edinceye kadar yabancı asker bulundurulması, yine bu vilâyetlere umumi valilerin büyük devletlerin muvafakati ile tayin edilmesi ve Bulgaristanmkinin mutlaka hıristiyan olması, mahalli Bsle-diye ve Polis'in teşkili, bunların yapılacağına dair katî teminat verilmesi ve yapılanların kontrolü için beynelmilel bir komisyonun teşkili kararlarını kabul etmediğini bildirdi. Bâb-ı, âlinin reddi üzerine bütün bu aşırı taleblerin muharriki olan Rusya, iki devlet arasında âdeta bir aracı rolünü ifa eden Salisbury'nin tesiri ile isteklerinin daha mutedil hale getirilmesine rıza gösterdi ve bu yeni şekli ile teklifler 15 ocak 1877 de konferansın sekizinci toplantısında Osmanlı delegelerine verildi. Burada, Sırbistan ve Karadağ'a terkedilecek arazi azaltılıyor, yabancı asker gönderilmesinden sarfı nazarla Belediye reisleri intihabı Bâb-ı âliye bırakılıyordu. Ayrıca, Bulgaristan'a tayin edilecek valinin hıristiyan olması şartından vazgeçiliyor ve umumi valilerin büyük devletlerin muvafakati ile tayini hususu da sadece beş senelik bir intikal devresine indiriliyor ve kontrol komisyonunun teşkilinde de değişikliği ihtiva ediyordu. Osmanlı delegeleri hâlâ pek ağır ve devletin hükümranlığı ile kabili telif olmayan istekleri kabul etmiye selâhiyeth olmadıklarını bildirince konferans Ignati-ef in sert bir nutku ile kapandı. Avrupalı delegeler son teklifleri bir ültimatcn haline koyarak Bâb-ı âliye tevdi ettiler ve gösterilen zaman içinde cevap verilmezse İstanbul'u terkedeceklerini açıkladılar. Osmanlı hükümeti bu kadar mühim bir mesele hakkında kat'î bir karar vermekten doğacak mesuliyeti üzerine alamadığından. 18 ocak 1877 de devletin tab'asının her din ve milletin ileri gelenlerinden müteşekkil 200 - 250 üyelik bir meclis, m3şvaret divanı, topladı. Divanda uzun müzakerelerden sonra ültimatom red edildi. Bunun üzerins Avrupa delegeleri birer birer İstanbul'u terkederken bir ismi de İstanbul Süfera Konferansı olan bu toplantı esas gayesi olan Balkan ve Doğu meselelerini hal-ledemeden dolayısiyle az sonraki Osmanlı - Rus savaşını önleyemeksizin, dağılmış olduM.Sertoğlu.

TERSANE MAHZEN KATİBLERİ: Tersaneye ait kereste mahzeni ile diğer malzemelere ait mahzenlerin hesaplarını tutan kâtibler. Birinci mahzene mahzeni çûp (çöp) ve ikincisine mahzeni sürp denirdi. Kurşunlu mahzen diye de meşhurdur. (Bak. Kurşunlu Mahzen)M.Sertoğlu.

TERSANE MÜHENDİSHANESİ Türkiyede askerî ıslâhata memur edilen Baron do Tot'un tavsiyesi üzerine 1776 yılında ilk defa Haliç'de Karaağaç semtinde Hendese odası adıyla bir dsrshane a-çılmıştır. Bir iki sene sonra ise burası dar geldiğinden Tersane zindanının yanında, yani şimdiki Camialtı mevkii civarında iki üç odayı havi bir mühendishane yaptırıldı. 1795 yılında ise mühendishanede bir inşaat dershanesi açıldı. Aynı yıl, burada gemi subaylarına mahsus olmak üzere harita ve seyr-i sefain kursu faaliyete geçti. 1805 yılında ise Tersane mühen-dishanesi inşaat ve seyr-i sefain sınıflarına ayrıldı, inşaat talebleri gemi mimarı, yani gemi inşaat mühendisi olarak yetişirlerdi. Seyr-i sefain talebeleri is« evvelâ gemilere Jurnal hocası yani seyir subayı, sonra Çorba hocası yani levazım subayı, daha sonra baş hoca yani ikinci kaptan ve bir müddet hizmetten sonra imtihanla Kaptan olurlardı. 1821 yılında Kasımpaşa yangınında Tersane mühendishanesi yandığından Ter-.sanenin Parmakkapı'da Errehane de denilen bıçkıcı yeri tâdil ile okul haline konmuştur. Lâkin burası bütün talebeyi almadığından 1834 yılında Heybeliada'da bulunan (1828 yılında inşa edilmiş olan) Kalyoncu kışlasına naklolundu. Bundan sonra, şimdiki Deniz hastahanesinin olduğu sahada bulunan Cezayirli Hasan Paşa konağı satın alınarak dört yüz talebenin sığacağı bir okul inşasına başlandı ve 1838 de tamamlanıp Mühendishane buraya taşındı. 1852 yılında ise tekrar Heybeli Ada'ya ve Sakızağacındaki hastahane de onun yerine naklolundular. Bugün, Deniz Lisesi aynı yerde bulunmaktadırM.Sertoğlu.

TERSANE REİSİ Tersane defterhanesinin müdürü idi ve tersaneye ait bü tün defterleri de muhafaza ederdi. Ter sane defter emini ve kethüdası bunun maiyeti idiler. (Bak. Tersane Defter E- mini)M.Sertoğlu.

TERSANE RİCALl Tersanede, Kap-tanpaşadan sonra gelen büyük âmirler ki, : sıra ile şunlardı: Tersane emini. Tersane kethüdası, Tersane ağası, Liman reisi, Tersane kâtibi, Tersane reisi, Tersane defter emini ve kethüdası, Tersane mahzen kâ-tibleri, Tersane kalyonlar kâtibi (her biri için kendi maddesine bak)M.Sertoğlu.

TERSANE TİMAR SİPAHİSİ Kaptan paşa eyâletinde bulunan tımar sahipleri olup tımarlarına karşılık bahriye hizmetinde çalışırlardı. (Bak. Kaptanpaşa Eyâleti)M.Sertoğlu.

TERSANE TÜFEKÇi NEFER ATI: (Bak. Kalyoncu)M.Sertoğlu.

TERSANE ZİNDANI (Bak. Bambul)M.Sertoğlu.

TERTİB-İ CEDİD-İ PİYADE VE SÜVARİ-İ ARABACİYAN 1826 yılında Yeniçeri ocağının ilgasından sonra esasen daha evvel ıslâh edilmiş olan Topçu ocağı yeni şekilde tensik edilmiş ve bu arada Top arabacıları ocağı da ıslâh olunarak Tertib-i cedid-i süvari ve piyade adlı iki kısma ayrılmıştı. Süvari arabacılar yirmi beş bölük olup her bölük Tertib-i evvel ve Tertib-i sâni diye iki sınıftı. Birinci tertibin kumandanına Halife-i evvel, i-kinci tertibin kumandanına ise Halife-i sâni denirdi. Her tertipde yedi sekizden, on on beşe kadar arabacı bulunurdu. Piyade arabacılar ise, Ağabölüğü ve Kethüda bölüğü olmak üzere iki kısımdı. Bir bölük yirmi tertib olup tertibler ise sekiz on arabacıdan mürekkepti. Her bölükte bölükbaşı, odabaşı, alemdar, alemdar yamağı adlı subaylar mevcuttu. Bu bölüklerden başka, marangoz, nalband, saraç nevinden müteferrika efradı mevcuttuM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   42   43   44   45   46   47   48   49   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin