Abir azabindan kurtaran şeyler



Yüklə 0,97 Mb.
səhifə7/16
tarix08.01.2019
ölçüsü0,97 Mb.
#92826
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   16

Faydalı Bîr Mesele

tbn-i Kayyim, dedi ki: Ruh için dört durak vardır. Her bir evvelkisinden daha büyüktür.

Birincisi, ana karnıdır. Bu sıkıntı, muhasara ve içice üç karan­lığın hakim olduğu bir yerdir.

ikincisi, içinde doğduğu, alıştığı, iyilik ve kötülüğü kazandığı bu dünyadır.

Üçüncüsü, Berzah Alemidir. O bu dünyadan daha geniş ve da­ha büyüktür. Dünya ana karnından ne kadar büyük ise o bu dün­yadan o kadar büyüktür.

Dördüncüsü, ondan sonra, durak olmayan âhiret âlemi, cen­net veya cehennemdir.

Bu durakların herbirinin hükmü ve gereği öbürünün hükümdre gereğinden değişiktir.

Ben diyorum ki, onun üçüncü durak hakkında naklettiğinige-yid eden şöyle bir rivayet vardır:

İbn-i Ebi Dünya, Süleym bin Âmir el-Cübbâ'inin mürsel ha­disinden merfûan şöyle rivayet etmiştir:

Müminin dünyadaki durumu, ana karnındaki ceninin durumu gibidir. Çıktığı ışığı gördüğü ve süt emmeye başladığında ana kar­nına dönmek istemediği gibi, mümin de ölümden korkar, fakat Rab-binin huzuruna vardığında bir daha dünyaya dönmek istemez.

Yine ibn-i Ebi Dünya, Amr bin Dinar'ın mürsel hadisinden şöyle rivayet etmiştir:

Bir adam öldü, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) bu­yurdu ki, bu adam dünyadan göç etti. Eğer durumumdan memnun ise dünyaya dönmek istemez, tıpkı herhangi birinizin ana karnına dönmek istemediği gibi...

. Hakim-i Tirmizi, 'Nevadirü'l-Usûl'de, Enes (Râdıyallahû anh)'-dan rivayet ettiğine göre, Resûlullah (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

Ben müminin dünyadan çıkışını ancak, çocuğun ana karnın­dan çıkmasına benzetiyorum. O sıkıntı ve karanlıktan dünyanın fe­rahına çıktığı gibi mümin de dünyanın sıkıntı ve cefasından cen­netin ferah ve, safasına çıkar. 55



Faydalı Bir Mesele

Yafü, «Kifâyetü'l-Mütekid»de, üstad Amr bin el-Farid'den lan-latüğına göre şöyle demiştir:

Veli bir adamın cenazesinde bulundum, namazını kıldığımızda hava yeşil kuşlarla doldu. Büyük bir kuş geldi, onu yuttu. Sonra uçtu. Ben bundan hayrette kaldım. Havadan inip namazda hazır bulunan bir adam bana dedi ki:

Hayrette kalma, çünkü şehidi erin ruhları yeşil kuşların kursa­ğında olurlar. Cennet meyvesinden yerler. Bunlar kılıç şehidleridir. Muhabbet şehidleri ise, cesedleri ruhlaşır.

Ben diyorum ki, bu, ibn-i Ebi Dünyanın ölüm konusunda Zeyd bin Eslem'den rivayet ettiği şu hadiseye benzer:

Demiştir ki: İsrailoğullan içinde mağarada inzivaya çekilmiş bir adam vardı. Kıtlık olduğunda muasırları ondan yardım istiyor-dular. Onlar için dua ederdi. Allah onlara yağmur yağdırırdı. Sonra öldü, kefenine koydular ve onlar o durumda iken, gök tarafından bir tahtın uçtuğunu gördüler. Tâ cenazenin yanma geldi. Bir adam kalk­tı, cenazeyi tahtın üzerine koydu. Birden taht yükseldi, millet de ona bakıyordu. Sonra onlardan kayboldu. Ve Cennete götürüldü. etmektedir

Maûne kuyusu savaşında katledilenler içinde Amir bin Fuheyr de vardı.

Amr bin Umeyye ed-Damri de esir düşmüştü. Âmir bin Tufeyl ona «sen arkadaşlarından kimseyi tanıyor musun?» dedi.

O:

«Evet,» dedi. Sonra ölülerin arasında gezindiler, ondan onların asıllarını soruyordu. Bulamadığı kimse var mı diye söyledi. Bin Ümeyye:



«Evet, Ebû Bekr'in kölesi Amir bin Füheyri göremiyorum.»

Bin Tufeyl:

«îçinizde nasıldı o?»

Bin Ümeyye:

«En faziletlimiz o idi.»

Bin Tufeyl:

«Onun durumunu sana bildireyim. Şu adam, okla ona vurdu. Sonra oku çıkardığında gözümden kayboldu. Onu öldüren adam da Kilâb kabilesinden, Cebbar bin Sülemi isminde birisiydi. Dahhâk bin Kilabi'nin yanına geldi, müslüman oldu ve kendisini İslam'a geti­ren şeyin Amir bin Füheyr'in ölümündeki gördüğü harikalık oldu­ğunu söyledi.

Bunun üzerine, Dahhak, Resûl-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) e onun müslüman olduğunu ve Âmir bin Füheyr'in ölümün-dekı harikalığı ve göğe çıkarılmasını gördüğünü yazdı. Resûl-i Ek­rem şöyle buyurdu:

«Melekler cesedini örttüler ve onu illiyine (en yüce makama) bıraktılar.»

Beyhaki, başka bir yönden şu ibare ile bunu nakletmiştir:

«Amir bin Tufeyl dedi ki; onu öldürdükten sonra göğe yüksel­diğini gördüm. Ben onun yerden ne kadar yükseldiğine bakıyordum.»

Sonra Beyhaki, «Buhari, bunu sahihinde rivayet, etmiştir.» ve hadisin sonunda «yükseldikten sonra yere indirildi ve kayboldu, kay­dım nakletmiştir» dedi.

Biz de, Musa bin Ükbe'nin bu kıssa hakkındaki mağazişi bahsinde bunu rivayet ettik.

Urve bin Zübeyr dedi ki:

«Âmr'in cesedi bulunmadı. Rivayet ettiklerine göre melekler onu defnetmişler.»

îbn-i Sa'-d, Hâkim el-kebir'de Urve yoluyla Âişe (RadıyallahûanhVdan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

«Âmir bin Füheyr göğe çıkartıldı. Cesedi bulunmadı. Derler ki, melekler onu defnetmişler.»

Ben diyorum ki, zahire göre meleklerin defnetmesinden gaye, meleklerin gökte gizlemesidir. Nasıl ki birinci rivayette, «Onu giz­leyip âla-yı illiyine bıraktılar» denilmiş

îmam Ahmed, Ebû Nuaym, Beyhaki, Amr bin Ümeyye ed-Öam-ri'den rivayet ettikleri şu hadis de buna benziyor:

«Resûl-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) Ed-Demri'yi ca­sus olarak, yalnız göndermişti. Dedi ki;

Hüdeyb tepesine geldim, üstüne çıktım. Fakat, casuslardan kor­kuyordum. Hubeyb'i bıraktım, yere düştü, ben de atladım, biraz uzağa düştüm, döndüm. Hubeyb'i göremedim, sanki, yer onu yut­muştu.»

Şimdiye kadar, hiç kimse Hübeyb'in izini bulamadı.

Demek Hübeyb bin Adi de meleklerin gizlediği birisidir. Yaonu göğe çıkarmışlar ki hadisin zahirinden anlaşılan odur. Veya yerde defnetmişlerdir.

Ebû Nuaym, kesin olarak onun göğe çıkartıldığını söylemiştir. Resûl-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) 'in mucizelerini diğer peygamberlerin mucizeleriyle karşılaştırırken:

Eğer denilse İsa (Aleyhi's-selâm) göğe çıkartıldı.

Biz de deriz ki, Resul-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) üm­metinden bir gurub da göğe çıkartılmıştır. Bu daha aciptir, demiş. Sonra Amir bin Füheyr, Hubeyb bin Adi, Ala bin Hadram'm kıssa­larını zikretmiş.

Göğe çıkarılma hadisesini takviye eden bir rivayette Nesâi, Bey-haki ve Taberanrnin rivayet ettikleri şu hadistir:

Uhud savaşında Talha'nm parmakları isabet aldı. «Ah!» dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallâhû Aleyhi ve Sellem) :

«Eğer, Bismillah deseydin, melekler milletin gözü önünde seni göğe çıkartıp gizlerlerdi.»

Bu gizleme hadisesine bir derece uygun ibn-i Asakirin Ata el-Horasani'nin tarikiyle nakl ettiği şu hadisedir:

Üveys el-Karanî (Radıyallahû anh), yolda ishalden Öldü. Tor­basında —kendi elbiselerinden olmayan bir rivayette de insan­ların dokumasından olmayan iki elbise bulundu. Sonra iki adam çıkıp ona kabir kazmak istediler. Dönüp dediler ki:

«Bir taş içinde kazılmış bir kabir gördük, sanki şu anda bitmiş gibi idi. Onu tekfin edip orda defnettiler. Sonra dönüp orda hiç bir şey göremediler.»

îmam Ahmed bunu «Zühd»de Abdullah bin Seleme tarikiyle ri­vayet etmiştir. Sonunda şunu da nakletmiş :

«Biz birbirimize, dönelim! Dönsek kabrini tanırız, dedik. Dön­dük baktık ne iz var, ne kabir.»

«Yeşil Kuşlar» hadisesine benzer bir rivayette şudur: îbn-i Asakir, Ebû Bekir bin Reyyan'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir:

Mısır'da Gülle Hamamında durmuş idim, oraya Zin-nun'un cena­zesini getirmiştiler. Baktım yeşil kuşlar etrafında uçuşuyorlar. Kab­rine götürülünceye kadar etrafından ayrılmadılar. Defnedilince kuş­lar kayboldu.

«Muhlislerin Kerametleri Hakkında Gizli Sır» adlı kitapta Tahir bin Muhammed es-Sadefi, salihlerden biri olan Selâmet el-Ken'an'ın hâl tercemesinde şöyle nakletmiştir.

O Öleceği sene hangi senede ve ne zaman öleceğini bildirdi. Ve o sene öldü, salihlerin cenazesinde hazır bulunan «Ak Kuşlar» onun cenazesinin etrafında kabrine varıncaya kadar uçuşuyordular.

Bu ifadeler gösteriyor ki: Bu durum salihlerin cenazesinde alı­şılmış garip olmayan bir hâldir.

Yine aynı kitapta, Mâlik bin Ali el-Kelânisi'nin hâl tercemesin­de şöyle denilmiştir:

O öldüğü ve musallaya konduğunda millet, gözün alabileceği her tarafın son derece beyaz elbiseli kişilerle dolu olduğunu ve cemaat­la beraber cenaze namazını kıldıklarını gördü.

Ebû Halid'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Amr bin Kays Öldüğünde, ölü beyaz elbiseli adamlarla dolu gördüler. Namazı kılınıp defnedildiğinde, daha kimseyi göremediler.

îbn-i Cevzî «Uyun el-Hikâyât» kitabında, senediyle Abdullah bin Mübarek'den rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir:

Ben bir gece mezarlıkta iken, Rabbiyle münacaât eden hüzün­lü bir ses işittim. Şöyle diyordu:

«Yâ sahibim! Kölen dergâhına geldi. Ruhun yanında, yollan elin­de, seni istiyor sana hasrettir. Geceleyin uykusuz, gündüzleyin ra­hatsız, İçi yanıyor, göz yaşları akıyor. Seni görmek istiyor. Sana kavuşmak için inliyor. Sen olmadan o rahat etmez» dedikten sonra, ağladı, başını kaldırdı, şiddetle bağırdı. Ben onu deprettim, baktım ölüdür. Ben onunla uğraşırken baktım bir «Cemâat» yanma geldi. Yıkadılar, ilaçladılar, kefenleyip namazını kıldıktan sonra defnedip göğe doğru yükseldiler

Yine ibn-i Cevzi senediyle, Hasan el-Basri'den rivayet ektiğine göre, şöyle demiştir:

Sahraya çıktım, bîr mağaraya rastladım. Baktım içinde bir genç dikilip namaz kılıyor. Mağaranın kapısında vahşi bir hayvan çöke­rek duruyordu. Ben ey genç bu vahşi hayvanı görmüyormusun, de­dim. O:

«Eğer hayvanı yaratan Allah'dan korksaydin daha iyi olurdu» dedi. Sonra hayvanın üzerine vardı:

«Sen Allah'ın arslanlaruıdan bir aralansın. Ben senin rızkını geri çevirecek değilim. Eğer Allah senin bir şey yapmana izin ver-mişse yap. Yoksa ayrıl, git» dedi. Hayvan dönüp kaçtı. Sonra genç:

«Yâ Rabbi! Arş-ı Âlâ-daki izzet makamları hürmetine senden is­tiyorum : Eğer benim için yanında bir hayır varsa ruhumu al» dedi. Ve sözünü bitirmeden dünyadan ayrıldı. Döndüm salih ve zahit ar­kadaşlarımı topladım ki» onu tekfin edip defnedelim. Mağaraya dön­düğümüzde kimseyi göremedik. Birden gaibden sesini işittiğim şah­sım göremediğim biri bana:

— Yâ Ebâ Saîd milleti geri çevir, çünkü o genç kaldırıldı, dedi.

Faydalı Bir Mesele:

Ebû Saîd, «Şeref el-Mustafa» adh eserde, Ahmed bin Muham-med bin Ebû Berre tarikiyle, Muhammed el-Vezzân'dan, o da Ubeyd bin Said'den o da babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Hasan (Radıyallahû anh) bir topluluk içinde otururken, yeşil gözlü bir adam geldi. Hasan Ona:

«Sen böyle mi doğdun? Yoksa böyle mi kendini arzediyorsun?» dedi.

Adam:

«Yâ Hasan, beni tanımıyor musun?» dedi.



Hasan (Radıyallahû anh) :

«Kimsin?» dedi.

Adam, Nesebini söyledi, meclisteki herkes onu tanıdı. Hasan

«Nedir hâlin?» diye sordu. Adam:

Bütün malımı toplayıp bir gemiye attım, Yemen'e doğru gidi-yordum. Yolda fırtına koptu, gemi battı. Bir tahta üstünde sahile çıktım. Oturup tereddüt ediyordum: Galiba ondört kişi batmıştı. Ot, ağaç ne buldumsa yedim, Çeşme suyunu içtim. Sonra dik doğru gideyim, ya helak olurum veya kurtulurum, dedim. Yürüdüm. Önü­me bir saray yükseldi. Duvarları sanki, gümüşten idi. Kapısını İttim. İçinde salonlar vardı. Salonların her köşesinde, pırlantadan sandık­lar vardı. Kilitli idiler, yalnız bir bakmakla açüıyordular. Bâzılarını açtım, içinden hoş bir koku çıktı, baktım içinde ipek elbiseli adam­lar yatıyor. Elledim, baktım diri sıfatında ölüdürler. Sandığı kapat­tım, çıktım, sarayın kapısını da kilitledim.

Geçtim, hiç benzerini görmediğim iki süvari gördüm. Doru at­lara binmiştiler. Halimi sordular, ben anlattım.

Onlar:

«İleriye doğru git, bir ağaca rastlarsın, yanında bir bahçe var, orda güzel kıyafetli yaşlı bir adam var. Namaz kılıyor. Durumunu; ona anlat. O sana yolu gösterir,» dediler.



Geçtim, yaşlı bir adamla karşılaştım. Selâm verdim, selâmımı aldı. Hikâyemi sordu. Başıma gelen bütün şeyleri anlattım. Sarayın bahsi gelince adam, ürperdi.

«Sonra ne yaptın?» diye sordu.

Sandıklan kapattım, dedim. O ân üzerinden bir bulut geçti, «Esselâmü Aleyke Yâ Veliyyah» diye selâm verdi. Adam buluta; «Nereye gidiyorsun» diye sordu. Bulut;

«Falan falan yere gidiyorum» dedi. Bulutlar böyle ard arda de­vam edip geçtiler. Tâ bir bulut gelip ondan nereye gidiyorsun diye sorunca;

«Basra'ya gidiyorum» dedi. Adam ona;

«İn» dedi, indi. Önünde durdu. Ona bu adamı yüklenip evine bırak, dedi. Ben bulutun sırtına bindiğimde, Allah hakkı için o gör­düğüm saray, «Süvariler ve sen necisiniz» diye bana söyle, dedim.

Adam, dedi ki;

«O saray, Allanın deniz şehidleıine ettiği bir ikramdır. Onlara melekler müekkel kılınıp onları denizden topluyor ve o sandıklara ipek kefenler içine koyuyorlar.

O iki süvari ise, iki melektirler, sabah akşam gelip Allah'dan on­lara selam getiriyorlar. Ben ise Hızırım, Allah'dan istedim ki, beni peygamberimizin ümmetiyle hasretsin.

Adam dedi ki:

«Ben buluta bindiğimde Öyle büyük bir korku beni işardı ki, on­dan gözlerim böyle yeşil rengini aldı.

Şeyhü'l-İslam ibn-i Hacer, «El-İsâbe fi Marifeti's-Sahâbe» kita­bında Hızır'ın hâl tercemesinde bu kıssayı nakletmiştir. 56




Yüklə 0,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin