EDEBİYAT Z.ÖZDEMİR
BATI EDEBİYATI
GİRİŞ
Batı edebiyatı, Avrupa edebiyatıdır. Batı edebiyatının temelinde Yunan ve Latin edebiyatları vardır.
Batı edebiyatı, Homeros’un “İlyada ve Odessa” destanı ile başlar. Mitoloji ağırlıklı bu destanı, hemen tüm Avrupa toplumları kendi kültürlerinin temeli kabul ederler.
Kaynakları bilinen Batı edebiyatı, Milattan Önce dokuzuncu yüzyıl ile Milattan Sonra ikinci yüzyıl arasındaki bin yüz yıllık dönemdir. O dönemden kalan pek çok eser, bugün üniversitelerde ders kitabı olarak okutulacak kadar güçlüdür.
Batı edebiyatında, dönemin sosyolojik bakışı da bilinmelidir. Milattan Önce V. Yüzyıl ile Milat arası, filozoflar arasında, bugünün dünyasını ilgilendiren cumhuriyet, demokrasi gibi sözcüklerin ilkel anlamlarıyla da olsa konuşulduğu dönemlerdir. Ancak bilimsel bakışa bağlı bu görünüm uzun sürmez. Tarihin bilinmeyen dönemlerinden beri süregelen, soylularla sıradan insanlar arasındaki ayrıma dayalı sosyal yapılaşma, Batı edebiyatına da yansır.
Dönemin asillerinin öncelikli tiyatrosu “trajedi”, sıradan insanların öncelikli tiyatrosu da “komedi”dir. Trajedi üstün ahlakla, soyluların yaşadıkları dramlarla ilgilidir. Komedide sıradan insanların yaşamlarındaki gülünçlükler ele alınır. Batı edebiyatı içinde ele alınacak sanatçıları bu bilgilerle değerlendirmek dönemi algılamayı, sanatçıları anlamayı kolaylaştırır.
İlyada ve Odessea
Homeros imzalı iki destan birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğu için birlikte anılır. Yirmi yıla yayılan destan, İlyada ile başlar. Çanakkale yakınlarındaki Truva kentinin kuşatılması; savaş, dostluk, ihanet, intikam gibi duygular işlenir. Tanrıçalar arasında güzellik yarışmasının hakemi yapılan Paris, aldığı rüşvet sonrası Afrodit’i birinci ilan eder. Afrodit’in Paris’e verdiği rüşvet, ölümlü kadınların en güzeli Helen’dir. Ancak Helen, Lecamedon Kralı Menealos’un karısıdır. Tanrıçanın büyüsü ile Paris’e aşık olan Helen onunla birlikte Truva’ya kaçar. Öfkelenen Menealos, kardeşi Agamemnon ve insanların en kurnazı Odysseus ve bazı Yunan prensleri Truva’yı kuşatırlar. Kuşatma on yıl sürer, sonuç alınamayacağı düşünülürken Odysseus’un bulduğu tahtadan at hilesiyle kentin kapılarını açmayı başarırlar ve kent düşer, adalet yerini bulur.
Dostu Agamemnon’un yanında savaşmak için karısı Penelope ve oğlu Telemakhos’u geride bırakarak Truva’ya giden İtaka Kralı Odysseus’un savaşın bitimiyle başlayan olağanüstü serüvenleri de Odysseia’da anlatılır. Odysseus, kurnaz ama sivri dillidir. Dönüş yolunda tutulduğu fırtınada deniz tanrısı Poseidon’a meydan okuyunca onun gazabına uğrar. Bir türlü evinin yolunu bulamaz. Ege Denizi’nin bir yakasından bir yakasına savrulur. Tek gözlü, insan yiyen devler gibi Yunan mitolojisinden çıkan onlarca tehlikeyi savuşturan kral, eve döndüğünde karısını, kendi vasiyetine uygun olarak evlilik hazırlığında bulur. Kılık değiştirerek yarışmaya katılır; yarışmayı kazanarak hem karısına hem krallığına kavuşur.
Yunan Edebiyatı
Hesiodos (MÖ VIII. Yüzyıl)
Yurttaşlarını şiir yoluyla eğitmeye çalışan didaktik bir şair ve düşünürdür. Yaşamın temel kurallarıyla ilgili eğitici bilgiler verir. Bu nedenle de didaktik şiirin kurucusu sayılır. Sanatta köy yaşamını irdeleyen ilk şairdir. Yaşamını çobanlık yaparak kazanmıştır. Yunan tarihçisi Herodotos’a göre Homeros ve Hesiodos, Yunanlılar için bir tanrılar sistemi yaratmış, tanrılara adlar ve lakaplar vermiş, görevlerini sınırlamışlardır.
“Thegonia” (Tanrıların Yaratılışı) ile “İşler ve Günler” adlı eserleri vardır.
İnsanlar altın soy, gümüş soy, tunç soy ve demir soy olarak sırayla yaratılmışlardır. Yaratılan her soy bir öncekinden daha kötüdür. İlk yaratılan ve en iyi insan soyu altın soydur. Altın soy insanları mutluluk ve huzur içinde yaşamış ve ölüp insanları koruyan cinlere dönüşmüşlerdir. Gümüş soy insanlığı sonradan yaratılmış, tanrılara saygısızlık ettikleri için Zeus tarafından cezalandırılarak toprağın altına gömülmüşlerdir. Daha sonra tunç soy insanı yaratılmış, hayırsız bir toplum ortaya çıkmış ve savaşarak kendilerini yok etmişlerdir. Son yaratılan insan soyu demir soy insanı olmuş ve hala sürmekte olan soydur. Bun son soy olmayacak; saygısız, zalim ve savaşçı bir soy gelecek ve dünyayı savaş saracak, güçsüzler ölecek, güçlüler yaşayacaktır.
Aisopos (Ezop-MÖ VI. Yüzyıl)
Fabl türünün kurucusudur. Fabl, hayvanlara insan özelliklerinin verildiği didaktik, manzum şiirdir.
Yunan ve Roma uygarlıklarında, bilim ve düşün adamları, çağın yönetimini ön plana çıkarmışlardır. Halkın huzur ve güven ortamında yaşamaları için teorik birikimleri olan kişiler ön plana çıkarılmıştır. Aisopos da bu türden bir filozoftur. Bu bakımdan Aisopos’un masalları toplum tarafından kabul görmüştür. İnsan yaşamları günah – sevap ikileminin dışına çıkarılarak yaşam tarzları; örnekleme masallar ile yaşam kuralları anlatılmıştır. İnsanlara korku vermeden basit hayvan masalları ile toplum yaşamı dengelenmiştir ve bu tarz medeniyet düşüncesi bugün Avrupa’ya hakim olmuştur.
Saz ile Zeytin Ağacı
Saz ile zeytin ağacı, hangimiz daha dayanıklıyız diye başlamışlar çekişmeye. Zeytin ağacı: “Sen kim oluyorkun ki? Cılız bir şeysin, her yel estikçe iki büklüm olursun!” demiş. Saz bu söze ne desin? Hiç sesini çıkarmamış. Tam o sırada sert bir süzgar esmeye başlamış. Saz epeyce sallanmış, birkaç kere yerlere kapanmış; ama sonunda yakayı kurtarmış; zeytin ağacı ise dayattığından rüzgar onu kökünden söküvermiş.
Olup bitenler katlanıp boyun eğmesini bilen kurtulur, güçlülere karşı koyayım diyenden üstün çıkar.
Sizce?
Aisopos doğunun masallarını, efsanelerini fabl türüne aktarmıştır. Batı edebiyatında fabl türünde yazan La Fontaine, Ezop’un teknik ve anlamına tümüyle uyarak fabl türünü doruğa çıkarmıştır.
Sappho (MÖ VI. Yüzyıl)
Batı edebiyatının geçmişindeki en lirik, ilk kadın şairdir. Aşkı, daha önce tanımlanmamış biçimde “Tanrının verdiği en büyük nimet” olarak tanımlayışı, Sappho’yu lirizmin en güçlü yerine yerleştirir. Midilli adasında doğmuş; bir kız okulunda öğretmenlik yapmıştır. Rivayete göre bir denizciye ya da bir öğrencisine aşık olan Sappho, aşkı karşılıksız kalınca Midilli kayalıklarından atlayarak intihar eder.
Çok fazla lirik şiir yazmış olmasına rağmen Yunan edebiyatına kalan iki yüz dolayında şiiri vardır; fakat şiirlerinin yalnızca dört tanesi bugüne eksiksiz ulaşmıştır.
Sordum kendime: Sappho dedim,
Elinden ne vermek gelir,
Her şeyi olan Aphrodite gibi birine?
Şu kadarını biliyorum
Ölüm kötü bir şey:
Bak, işte tanrılardan belli.
İyi bir şey olsaydı ölüm,
Önce tanrılar ölmez miydi?
Aiskhylos (MÖ 525-456)
Atina'nın yirmi kilometre uzağındaki Eleusis'te doğan Yunanlı trajedi şairi Aiskhylos, Marathon ve Salamis savaşlarında çarpıştı. 26 yaşında tiyatro yazarlığına başladı. Yarışmalarda 13 kez birincilik kazandı, sanatçıları koruyan Syrakusai hükümdarı Heiron'un daveti üzerine Sicilya'ya gitmiş, Gela'da ölmüştür.
İlk büyük trajedi şairidir. Trajedinin kurallarının belirlenmesinde ve gelişmesinde büyük etkisi olmuştur. Trajedi türüne uygun olarak gelenekleri, ahlakın üstünlüğünü savunur. Trajedinin seçkin dil anlayışını özenle uygular.
O zamana kadar koro ile tek aktör arasında bir tür şarkılı oyun halinde süren trajediye ikinci bir aktör katmış, diyaloğu ön plana almıştır Koronun önemini azaltarak gerçek tiyatroyu kurdu.
O, dünyayı, insanlığı tanrıların iyi ve doğru olarak idare ettiğine; düzene ve ahlâka aykırı hareket edenlerin tanrılar tarafından cezalandırılarak hak ve adaletin yerine geldiğine inanır. Eserlerinde insanlar tanrıların iradesiyle hareket eden yaratıklar olarak gösterilir; bunlar ne yaparlarsa yapsınlar, alınyazılarının dışına çıkamazlar.
Yüz dolayında trajedisinden Yunan edebiyatına kalan yedi trajedisinde, türün tüm özelliklerini görmek mümkündür.
Sophokles (MÖ 495-406)
Trajedinin büyük şairlerinden biridir. Aiskhylos’un belirlediği trajedi kurallarını değiştirmiştir. Sahneleme teknikleriyle trajediye yeni anlatım olanakları sağlamıştır.
Karakter çözümlemede başarılıdır.
En ünlü eseri “Kral Oidipus”tur. “Oidius Kolonos’ta, Antigone, Elektra, Traklisli Kadınlar” önemli diğer eserleridir.
Thebai Kralı Laios ve karısı İokaste’nin bir oğulları olur. Fakat bu doğumun ardından korkunç bir kehanetle karşı karşıya kalırlar. Kehanete göre, bu çocuk babasını öldürüp kral olacak ve annesiyle evlenecektir. Laios bu kötü sondan kendini korumak için, çocuğunu öldürtmeye karar verir. Fakat gönlü buna razı gelmeyen Iokaste, oğlunu bir görevliye teslim ederek onu uzaklara bir yere götürüp bırakmasını ister. Görevli, çocuğu Kthairon dağındaki bir kayalığa götürüp ayaklarından asar. Bir çoban, çocuğu bulup kurtararak Korinthos Kralına götürür. Çocukları olmayan Kral Polybos ve Kraliçe Merope, ayağı asılı kaldığı için incinip şiyen çocuğa Oidipus (ayağı şişmiş) adını verirler ve çocuğu kendi evlatları gibi büyütürler. Yıllar sonra bir biliciden, babasını öldürüp annesiyle evleneceğini öğrenen Oidipus, bu acı kaderle yüzleşmemek için gerçek baba ve annesi sandığı Polybos ve Merope’nin ülkesinden kaçar.
Thebai şerhine doğru giderken yoluna çıkan bir arabadan kendisine bağıran bir arabacıyı ve içindeki Thebai Kralı Laios’u öldürür. Böylelikle kehanetin ilk bölümü gerçekleşmiştir.
Sonrasında…
Euripides (MÖ 480-406)
Yunan edebiyatındaki üçüncü büyük trajedi şairidir. Tiyatro teknikleriyle oynamaz; kişilerin sahne psikolojilerine yoğunlaşır.
Tiyatro tekniğinde sağladığı değişiklik, koronun etkinliğini azaltıp konuşmalara daha çok zaman ayırmasıdır.
On sekiz trajedisi günümüze kalmıştır. Bunlardan “Kyklos” satir türünün ilk örneğidir.
Aristophanes (MÖ 445-385)
Komedi şairlerinin ilkidir. Komedinin bilinen özelliklerine çok uygun yazdığı söylenemez. Genelde tanınmış kişileri konu alır ki bu durum, komedinin sıradan insanların yaşamını konu alma prensibine aykırıdır.
Eserlerinde açık seçik sözlere, kaba davranışlara yer verir.
On bir komedisi günümüze kalmıştır. Bunlardan en önemlileri “Atlar, Eşekarıları, Kuşlar, Barış, Lysistrata”dır.
Aristophanes’in sanatını anlatmak güçtür. Şiirlerinde lirizm ile eleştiri, eşine az rastlanır bir uyumla birleşmiştir. Aristophanes dil bakımından büyük bir yaratıcıdır. Yunanca, yeni yeni kelime kuruluşlarına elverişli bir dildir. Bu olanaktan sonuna dek yararlanmıştır.
Etkili komik bir unsur diye kullandığı bu kelime oyunlarından başka, Aristophanes, taklitten de faydalanır. Atinalı olmayan kişileri kendi lehçeleri, şiveleri ile konuşturarak, komik sahneler yaratır. Fakat dilin ancak Aiskhylos ile kıyaslanabilecek bir ustası olduğu halde, komedyalarındaki asıl komiklik olayın kuruluşundan gelmektedir. Kendisinden önce, birbirinden ayrı komik sahnelerden oluşan komedyayı, tek bir olayın gelişmesi üzerine kurmuş olmak Aristophanes’in bir başarısıdır.
Heredotes
Tarih türünün kurucusudur. İlyada ve Odessa’nın yazarı Homeros’la karıştırmamak gerekir. Homeros’un eseri tarih eseri değildir.
Heredotes, gezilerinde öğrendiklerini, halkın gelenek ve uygarlıklarını tarihçi bilinciyle “Tarih” adlı tek eserine aktarmıştır.
Eflatun
Dünyanın en büyük filozoflarındandır. Gerçek adı Platon’dur; İslam dünyasında Eflatun adıyla anılır.
Öğretmeni Sokrates’in ölüm cezasına çarptırılmasından sonra Atina’dan ayrıldı. Kendi düşünce okulu “Akademia”yı kurdu.
İdealizmin kurucusudur. Eserlerini diyaloglar biçiminde yazmıştır. Devletin temel kuralları, ehliyet kavramı, toplum için birey anlayışıyla kaleme aldığı eserlerinde topluma ışık tutmayı amaçlar.
Türk – İslam dünyasının ilk dönemlerinde, Eflatun’un görüşleri üzerine yorum yapan, ondan etkilenen pek çok düşünüre rastlarız. Özellikle İbni Sina ve Farabi, İmam Gazali üzerinde etkisi büyüktür.
“Devlet, Kanunlar, Ziyafet, Sokrates’in Savunması, Kriton, Phaton” adlı eserleri ünlüdür.
Platon'un yapıtları 35 söyleşiden (diyaloglar) oluşur. Platon, matematik prensiplere hayrandı. O, diğer konuların da matematik prensiplere dayandırılmasını istiyor, matematiğin bir kesinlik ölçüsü olduğuna inanıyordu. Matematik, felsefe için bir giriş idi. O bakımdan Platon, Akademia'nın kapısına "Geometri bilmeyen buradan içeri girmesin" diye yazdırmıştır.
Platon, gerçekliği iki bölüme ayırmıştır. Birinci bölüm, duyular dünyasıdır. Bu dünya hakkındaki yaklaşık ve mükemmel olmayan bilgilerimizi, beş duyumuzu kullanarak edinebiliriz. Duyular dünyasındaki her şey için "her şeyin değiştiği" ve hiç bir şeyin sonsuza dek var olmadığı gerçeği geçerlidir. Duyular dünyasında hiç bir şey var değildir; burada bir şeyler ortaya çıkar ve sonra ortadan kaybolur. İkinci bölüm idealar dünyasıdır. Aklımızı kullanarak bu dünya hakkında kesin bilgilere ulaşabiliriz. İdealar dünyası, duyularla algılanamaz. Buna karşılık idealar (ya da biçimler) mutlaktır ve değişmez idealardır.
Platon, "Devlet" adlı diyaloğunda "ideal devlet"i anlatır. Burada anlatılan örnek bir devlet ya da "ütopik" bir devlettir. Platon, bu devletin filozoflar tarafından yönetilmesi gerektiğini söyler. Platon, tıpkı bir insan vücudu gibi yaratılmış bir devlet düşünür. Bu devlet aynı şekilde üçe bölünmüştür. Vücudun "başı", "göğsü" ve "karnı" olduğu gibi devletin de yöneticileri, bekçileri (veya askerleri) ve ticaretle uğraşanları (bunlara zanaatkârlar ve köylülerde dahildir) vardır. Ona göre sağlıklı ve uyumlu bir insan nasıl dengeli ve ılımlı ise, "adil" bir devlet de herkesin bütün içindeki yerini bilmesiyle oluşur.
Platon'un felsefesinde genel olarak geçerli olduğu gibi, onun devlet felsefesi de rasyonalizmden etkilenir. İyi bir devlet yaratmanın yolu, bu devletin mantıkla yönetilmesinden geçer. Başın vücudu yönetmesi gibi toplumu yönetenler de filozoflardır.
Platon, kadınların da erkekler gibi yönetici olabileceklerini söylüyordu. Bunun da nedeni, yöneticilerin siteyi yönetmesinin tam da akılla mümkün olmasıydı. Kadınlar da erkekler gibi aynı mantığa sahipti. Kadınları yetiştirmeyen bir devletin yalnızca sağ kolunu çalıştırıp güçlendiren bir insana benzediğini söyler.
Platon, aile ve özel mülkiyeti de reddediyor, bunların devleti yönetenler ve koruyanlar tarafından idare edilmesini savunuyordu.
Çiçero (MÖ 106-43)
Yunan-Latin edebiyatın ünlü hatiplerindendir. Felsefe, dil, hukuk alanlarındaki hitabetleriyle ünlüdür.
Konuşmalarında, denemelerinde, mektuplarında toplum ve toplum sorunlarını ele alır.
Günümüze kalan en önemli eseri “Nutuklar”dır. Hitabet, Cumhuriyet, Dostluk adlı eserleri de günümüze kalmıştır.
Çiçero, Roma’nın soylu ailelerinden birinin oğludur. Avukat olarak büyük ün yaptı ve yeteneği sayesinde zamanının yolsuzluklarını ortaya çıkardı. Zenginliğe ve üne kavuştur. 63 yaşında Roma Cumhuriyeti’nin başkanlığına seçildi. Catilinaria adıyla bilinen ateşli söylevleriyle kendisini devirmek isteyen suikastçı Catilina’nın ölüme mahkum edilmesini sağladı.
Sonrasında, askeri bir darbeyle iktidara geçen Sezar dönemde suskunluk içinde kaldı. Diktatörün öldürülmesinden sonra tekrar eski hareketliliğine kavuştu, fesatların komplolarını açıklamak için Philippicae adlı sert söylemini kaleme aldı. Bunun üzerine Roma’nın yeni hakimleri Çiçero’yu öldürttüler. Elleri ve başı kesilerek senatonun kürsüsünden meclise gösterildi.
Düşüncelerini açık, duru ve ahenkli bir dille açıklamayı bilen Çiçero Eski Roma'nın en ünlü hatibiydi.
Çiçero, Roma Cumhuriyeti'nin son döneminde olayların hem kahramanı, hem tanığı, hem de kurbanı oldu. Hitabet yeteneği ve siyasetçi ruhu sayesinde krallar gibi yaşadı.
Seneca (MÖ 4 – MS 65)
Eserleri sahnelenmekten çok yüksek sesle okunmaya uygun olan Seneca, aynı zamanda filozoftur da.
Klasik Yunan trajedilerinden etkilenerek trajediler yazmıştır. Yapıtlarının bazıları Türkçeye de çevrilen Seneca’nın ölümü trajiktir. Neron, Seneca’ın kendisine karşı olanlarla işbirliği yaptığını ileri sürer ve Seneca’dan kendisini öldürmesini ister. Seneca, bu isteği yerine getirir.
“Öfkeli Hercules, Troyalılar, Medea
Vergilius (MÖ 70-19)
Pastoral, didaktik ve epik şiir yazmıştır. Kendine ait, anılır bir özelliği yoktur.
“Georgica, Aeneis, Boculica” adlı eserleri vardır.
Horatius
Yergi, lirik ve didaktik şiirde güçlü isimdir.
“Yergiler, Epodlar, Od’lar, Mektuplar” adlı eserleri günümüze kalmıştır.
İtalyan Edebiyatı
Dante (1265-1321)
İtalyan edebiyatının filozof olarak adlandırılan sanatçılarından biridir. Hemen tüm filozoflar gibi gramerle, geometriyle ve mantıkla uğraşmıştır.
İlk Hümanistlerdendir ve Rönesans’ın hazırlayıcılarından biridir. Ancak yaşama bakışı Rönesansçılarla paralel değildir; daha çok trajedi sanatçılarına yakındır.
En ünlü eseri “Tanrıların Komedisi” ile edebiyatta yeni bir çığır açmıştır. Eserde, gününün önemli kişilerinin cennet ya da cehennemdeki durumlarını alaycı bir yöntemle işler. Dante, Ezoteriktir. Ezoterizm “halka inmeyen, seçkin bir gruba şifreler aracılığıyla sözlü olarak verilen özel bilgiler” demektir.
Dante’nin diğer önemli eserleri
“Yeni Hayat” ile “Canzoniere”dir (Türküler).
İlahi Komedya
Dante, 1308 yılında İlahi Komedya’yı yazmaya başladı. Ölümünden kısa bir süre öncesine kadar bu yapıt üzerinde çalıştı. Özgün adı “Komedya” olan bu yapıta “İlahi” adı Rönesans döneminde eklenmiştir.
İlahi Komedya, Dante’nin cehennem, araf ve cennette yaptığı hayali bir seyahatin öyküsüdür. Dante’ye göre yer evrenin merkezindedir ve hareketsizdir. Yerin etrafında sırasıyla Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve Satürn küreleri bulunur. Satürn’den sonra sabit yıldızlar küresi ve ondan sonra da ilk hareket ettirici küre gelir Onuncu küre ise en yüksek küre, yani tanrı evidir. Küreler, meleklerin yardımı ile hareket eder.
İtalyanca yazılan kitapta hem aşk hem insan hem geçmiş; hem de geleceğe uzanan bir sentez işlenir. İlahi Komedya’da Kozmoloji’ye ilişkin düşüncelere de rastlanır.
Boccacio (1313-1375)
Öykü türünün kurucusu sayılan Boccacio, İtalyan edebiyatının önemli sanatçılarındandır.
Öykülerinde zaafları, tutkuları, döneminin yaşam anlayışını ortaya koyar. Döneminin anlayışından farklı olarak, dini içerikli yazmaz.
Tanınan eseri “Decameron”dur (On Gün). Tanınan bu yapıtından başka “Teseidü” ve “Filostrato” adlı yapıtları da vardır.
Petrarca (1304-1374)
Petrarca, Laura’ya olan aşkını anlatan lirik bir şairdir. Dünya edebiyatında aşkı her yönüyle Petrarca kadar irdeleyen pek az sanatçı vardır.
Halka yönelik şiirleriyle de tanınır. Sone şiir biçiminin Avrupa’ya yayılmasını sağlayan da odur.
“Trionfi” adlı alegorik bir eseriyle tanınır.
Hümanizmin kurucusu olarak da tanınır. Hukuk öğrenimini yarıda bıraktı. Kilisede, daha sonra şiirlerine esin kaynağı olacak Laura’ya rastladı. İlk şiirlerini 1318’de annesinin ölümü üzerine yazdı. 8 Nisan 1341’de sınavı geçerek “en büyük şair tacı”nı giydi.
1345’te veba salgını Laura’nın ölümüne neden oldu. 1350’de Boccacio ile karşılaştı. Geçmiş kültürün önemini vurguladı ve klasik kültürün sürdürülmesi gerektiğini savundu. Laura’ya yazdığı şiirler İtalya, Fransa ve İngiltere’de lirizm şiirin gelişmesine yol açtı. Çağının en büyük hümanisti olarak anılmaktadır.
Aristo
Rönesans’ın önemli temsilcilerindendir. Destan türündeki başarısıyla tanınır.
En ünlü eseri “Çılgın Orlando”, yapay destanlar arasındadır.
Çılgın Orlando
Bu manzum eserde Hıristiyanlık – İslam çatışması işlenmiştir. Eser kırk altı bölümden oluşur. Eserin baş kişisi Orlando’dur.
Müslümanlarla yapılan savaşlarda Orlando, bir esir kıza gönlünü kaptırır. Kızı sürekli arayan Orlando, onun başkasını sevdiğini öğrenince insanları ve hayvanları hunharca öldürmeye başlar. Eser, baştan sona güzel savaşçı kadınlar, büyücüler, aşk ve kahramanlıkla doludur.
Tasso
Rönesans’ın en güçlü ve ünlü destan yazarıdır. Tam adı Turguato Tasso’dur. Eserlerinin konuları yaşadığı dönemle ilgilidir; fakat kural olarak klasik destan anlayışına uyar.
Lirik şiir ve tiyatro türlerinde eserler vermiştir.
Tanınan eserleri arasında tiyatro eseri “Aminta” ve yapay destan “Kurtarılmış Kudüs” vardır.
Kurtarılmış Kudüs
Birinci Haçlı Seferi sırasında Kudüs’ün Hıristiyanlarca alınışını konu eder. Ancak Tasso, tarihi anlatışa romantik ve olağanüstü bölümler eklemiştir. Eser, klasik destan kurallarını düş gücüyle zenginleştirir.
İspanyol Edebiyatı
Cervantes
“Don Kişot” adlı eseriyle modern romanın kurucusu sayılır.
Şiir, öykü, roman, tiyatro gibi türlerle de yoğun uğraşmasına karşın daha çok Don Kişot ile anılır.
Don Kişot’ta gezgin şövalye yaşam konusundaki itirazlarını, aksaklıklarını aktarır. Don Kişot, gerçekte Cervantes’in özgürlük anlayışıdır.
Cervantes, esirken yazmaya başlamıştı Don Kişot’u. 1571’de İnebahtı Savaşı’nda haçlı donanmasındaki bir kadırgada savaşırken bir Osmanlı güllesiyle kopan sol eli ilk kez ona yazgının tuhaf bir o kadar da gizemli işleyişini hissettirmiş, sol elini kaybetmeden iki yıl önce sağ elini kaybetmemek için çıktığı İtalya yolculuğunu hatırlatmıştı. 1569’da Madrid’de bir yaralama olayına karıştığı iddiasıyla hakkında tutuklama kararı çıkarılan Cervantes’e biçilen ceza sağ elinin kesilmesi ve on yıl hapisti. Ancak kader belki de yazabilsin diye sağ eli yerine sol elini almıştı Cervantes’in. On yıllık hapis cezası ise sanki 1575’te Akdeniz’de yolculuk yaparken Türk korsanlara esir düştüğünde indirime uğramış, fidye verilip kurtulana kadar Cezayir zindanlarında beş sene kalmıştı. Esir kaldığı süre içerisinde İslâm kültürünü tanıma fırsatı bulan Cervantes, bu deneyimini ustaca süzerek Don Kişot’a aktarmış, kitabında Arapları “iyi insanlar” olarak tanımlarken, “Yapılan işler niyetlere göre değerlendirilir (Ameller niyetlere göredir)” ve “Tanrı kendini küçültenleri yükseltir. (Tevazu göstereni Allah yükseltir.)” gibi bazı nebevî ilkeler Don Kişot’un sözleri olarak eserde yerini almıştır. Dostoyevski’nin ifadesiyle “İnsan düşüncesinin en son ve en büyük sözü, insanın ifade edebileceği en acı ironi” olan Don Kişot’ta Cervantes, kötülüklerle mücadeleyi bırakan, dahası haksızlıklara göz yuman akıllı insanların (!) görevini Don Kişot adlı hayalperest bir deliye yükleyerek ayna tutmuştur modern zamanlara. O kadar güldürmüştür ki insanı kendine, gözlerinden yaşlar boşanmış, farkında olmadan komedi sandığı trajedisine ağlamıştır. Kutsal kitaplardan sonra dünya dillerine en çok çevrilen kitap olmasının arkasında acaba bu trajedi mi yatmaktadır?
Talih bu ya Cervantes edebiyat serüveninde de korsanlardan yakasını kurtaramamış, Don Kişot’un ilk cildinin yayınlanmasından birkaç hafta sonra Lizbon’da üç korsan baskısı yapılmış, dahası kitabın ikinci cildini yazmaya devam ederken dünya edebiyatında benzeri görülmemiş bir korsanlığın kurbanı olmuş, 1614’te takma adı Tordesillaslı Alonso Fernandez olan ve asıl adı hiçbir zaman öğrenilemeyen bir yazar Don Kişot’un ikinci cildini yazarak piyasaya sürmüş, hatta kitabının girişinde sakatlığıyla alay etmiştir Cervantes’in. Eserin gerçek ikinci cildi ise bundan bir yıl sonra yayınlanabilmiş, kısa sürede büyük satışlar yapmasına ve pek çok dile tercüme edilmesine rağmen yazarına para kazandırmamıştır. Cervantes, sıkıntılar ve borçlar içinde yüzdükçe, başında teneke berber leğeni, elinde kırık mızrağı, sırtında paslı zırhıyla Don Kişot, yaşlı atı Rossinante üzerinde yazarına gülümsemiş, onun duyabileceği bir sesle silahdarı Sancho’ya, “Bak Sancho, şu karşımızdaki devleri görüyor musun? Otuzdan fazla! Hücum ederek onları öldürmek niyetindeyim. Elde edeceğimiz ganimetle zenginleşeceğiz; helal maldır, yeryüzünü böyle melun bir ırktan temizlemek de sevaptır.” diyerek yel değirmenlerini işaret etmiştir.
Cervantes modern romanın ilk örneği kabul edilen Don Kişot’ta adalete susamış serüvenci ruhunu hibe etmiştir kahramanına. Bir meczubun ağzından konuşmanın rahatlığıyla şöyle seslenmiştir insanlığa: “Öncelikle Tanrı’dan korkmalısın: Bilgelik bu kurtarıcı korkudadır; eğer bilgeysen hiçbir şeyde aldanmazsın. Sonra kendini bilmek için -kazanılması gereken bilgilerin en gücü budur- gözlerini ilk halinden sakın ayırma... Hiçbir zaman heveslerine esir olma... Fakirlerin gözyaşlarına, zenginlerin şikâyetlerinden çok acı...”
Dostları ilə paylaş: |