Lope de Vega (1562-1635)
İspanyol tiyatrosunun kurucusudur. Şiirsel bir dil kullandığı için oyunları beğenilmiştir. Oyunlarını hem yönetir, hem de oyunlarında kendisi oynar.
Sevilya Yıldızı, Köylü Şerefi, Bahçıvanın köpeği, adlı oyunların sahibidir.
Fransız Edebiyatı
Montaigne (1533-1592)
Rönesans’ın ve Fransız edebiyatının en önemli yazarlarındandır.
En ünlü eseri “Denemeler”de deneme türünün ilk örneklerini verir. Bağımsız düşünme gücünü edebiyata yerleştiren sanatçı Montaigne’dir. Denemeleri, deneme türünün özelliğine uygun olarak, bugün de aynı hazla okunmaktadır.
Yapıtlarında Yunan – Latin kültüründen yoğun olarak yararlanır.
Olaylara çözüm getirmekten çok, nedenlerini araştıran bir yaklaşımı vardır.
Fransızcayı yazı diliyle barıştırma başarısı da Montaigne’nindir. Yabancı sözcüklerin Fransızcaya girmesine tepkilidir.
Denemeler’den 1
Bazı uluslar yemek yerken başlarını bir örtüyle kaparlarmış. Bir bayan tanırım, hem de en büyüklerden bir bayan, o da aynı kafada: Çiğnemek hiç güzel bir hareket değilmiş, kadının zerafetine, güzelliğine çok zarar verirmiş. Bu bayan iştahı olduğu zaman herkesten kaçarmış. Başka bir adam bilirim ne başkalarını yemek yerken görmeye, ne de başkalarının kendini yerken görmesine katlanamaz. Karnını doldurmak, içini boşaltmaktan çok daha ayıp bir iştir. Türk padişahının ülkesinde birçok insanlar varmış ki başkalarından üstün sayılmak için kendilerini yemek yerken göstermezlermiş, haftada bir tek öğün yerlermiş, yüzlerini gözlerini param parça ederlermiş, kimselerle de konuşmazlarmış. Bu softalar demek doğayı bozdukça değerlendireceklerini, yaratılışlarını hor görmekle yükseleceklerini, ne kadar kötüleşirlerse, o kadar iyileşeceklerini sanıyorlar. Şu insan ne korkunç bir hayvan ki, kendi kendinden bu kadar iğreniyor, kendi zevklerini başının belası sayıyor. Hayatlarını gizleyen, başkalarının gözüne görünmekten kaçan insanlar da var. Sağlık, sevinç içinde olmak onlar için en zararlı, en belalı hallerdir. Değil yalnız birçok tarikatlar, birçok uluslar var ki doğuşlarına lanet eder, ölümlerine şükrederler. Güneşe lanet edip karanlıklara tapanlar bile var. Biz insanlar kendimizi kötülemeye gösterdiğimiz zekayı hiçbir yerde gösteremeyiz. Kafamızın, o her şeyi bozabilen tehlikeli aletin peşine düştüğü, öldürmeye kastettiği av kendi kendimizdir.
Denemeler’den 2
İşkenceler tehlikeli bir suç arama yoludur doğruluktan çoksabır denemesi olabilir. Çünkü acı çekmek niçin daha çok olanı söyletsin de olmayanı söylemeye zorlamasın? Tersini düşünürsek, kendine yüklenen suçu işlememiş olan işkencelere dayanacak kadar sabırlı olursa, suçu işlemiş olan, yaşamak gibi güzel bir ödülü kazanmak için niye aynı sabrı göstermesin? Öyle sanıyorum ki bu işkence buluşunun temelinde, vicdanın etkisinden yararlanma düşüncesi vardır. Suçlunun suçunu açıklamasında vicdan işkenceye yardım edip diretme gücünü azaltabilir; ama öbür yandan suçsuzu işkenceye karşı güçlendirir vicdan.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu yol belirsizlikler, tehlikelerle doludur.
Öylesi dayanılmaz acılardan kurtulmak için neler söylemez neler yapmaz insan?
Corneille (1606-1684)
Fransız trajedisinin kurucusudur.
Eserlerinde insanları oldukları gibi değil olmaları gerektiği gibi gösterdiği için ilginç tarzıyla tanınır.
Kahramanları, iradesi güçlü kişilerdir.
Trajedilerinin en ünlüleri “Le Cid, Horace, Cinna ve Polyeucte”dir.
Corneille, babası gibi avukatlığı seçmiş, fakat çekingenliği yüzünden mesleğinde pek başarılı olamamıştı. Oysa genç Corneille'in edebiyata büyük tutkusu vardı ve sadece zevk için kendi kendine şiirler yazıyordu; nihayet 1636'da, Le Cid adlı manzum trajedisini oynatmayı başardı: eser olağanüstü ilgi görmüş, büyük başarı kazanmıştı. O tarihte İspanyol saldırılarını püskürten ve henüz zaferin sarhoşluğu içinde yüzen Fransızlar, Arapları yenen Rodrigue'in kişiliğinde kendi ordularının kahramanlığını ve kazandıkları askeri zaferin parıltısını görür gibi oluyorlardı.
Corneille'in bu oyununda, “Le Cid” yani soylu kişi, beyzade diye anılan Rodrigue, zayıflıklarım yenmeye, ruhsal acılarının üstesinden gelmeğe çalışan son derece iyi bir insandır. Bir yandan Chimene'e duyduğu sevgi, öte yandan onu sevgilisinin babasını öldürmeğe zorlayan onuru, arasında seçim yapmak zorundadır. Duygularıyla görevi arasında bocalayan insanın bu güç durumu, Corneille'in eserlerinde sık sık işlediği konulardan biridir.
Racine (1639-1699)
Corneille birlikte XVII. Yüzyılda Klasisizm akımının en büyük trajedi şairidir.
Kahramanları, Corneille’den farklı olmak üzere tutkularının esiri olan kişilerdir. Bu yönüyle Euripides’e benzer. Kahramanların ruhsal çözümlemelerinde çok başarılıdır; kahramanlar günlük yaşamda da karşılaşılabilecek kişilerdir. Racine, yapıtlarında doğal bir dil kullanır.
En ünlü trajedileri “Andromague, İphigenie, Phedre”dir.
Moliere (1622-1670)
Komedi türünün en büyük ustasıdır. Halkın aşağılandığı, güldürme amaçlı komedi alışkanlığına karşın Moliere, kara mizahın temellerini atmıştır.
Eserlerinde ara nüktelerden çok gülünç gelenekler, karakterler üzerinde durmuştur. Töre ve karakter komedisinin öncüsüdür.
Ahmet Vefik Paşa, Molier’in adaptasyonlarıyla Türk tiyatrosunun kurulmasını sağlamıştır.
Tanınmış eserleri “Gülünç Kibarlar, Kocalar Mektebi, Kadınlar Mektebi, Zorla Evlenme, Tartuffe, Zoraki Hekim, Cimri, Hastalık Hastası ve Kibarlık Budalası”dır.
Molière hakkında birkaç şey…
Molière henüz yirmi iki yaşında bir delikanlıdır, trajediler sahneye koyan tiyatro grubu fiyaskodan fiyaskoya koşmaktadır, iflas ettiği için de hapse düşmüştür. Tarih 1644’tür ve Molière, komik hicvin büyük ustası ve babası olmaktan çok uzaktır. Hapisten çıkması için gereken parayı zengin Mösyö Jourdain sağlar. Karşılığında ise, bir kontesi baştan çıkarması için mektuplar yazmasını ister. Bu arada Jourdain’in karısıyla Molière arasında bir ilişki tomurcuklanmıştır. Yetmezmiş gibi Molière, Jourdain’in kızının âşığıyla kaçmasına engel olmaya da çalışmaktadır. Tüm bu kaba saba, küçük, komik olaylar Molière’in, geleceğin en büyük oyun yazarı olması yolunda onu olgunlaştıracaktır.
Tartuffe
Tartuffe, ilk kez sahneye çıktığı 1664 yılından günümüze dek varlığını koruyan, her çağda ve her toplumda farklı maskeler takarak halkın dini duygularını sömüren böylece kendi iktidarını kurmaya ve korumaya çalışan iki yüzlü bir sahtekar, bir din tüccarı ...
Moliére bu eserinde 17. yüzyılda bir burjuva ailesinin hayatını ve din uğruna nasıl istismar edildiğini göstermekle birlikte, yalancı sofuların ve iki yüzlü din sahtekârlarının maskesini düşürmüştür. Başta Nazım Hikmet olmak üzere pek çok yazara ve yönetmene ilham kaynağı olan Tartuffe, defalarca sahnelenmiş olağanüstü bir oyundur.
İyi yürekli ve varlıklı bir insan olan Orgon’un Elmire adında genç bir karısı, Damis ve Mariane adında iki çocuğu vardır. Tartuffe ve Orgon’nun yolları bir kilisede kesişir. Bir sahtekar olan Tartuffe, Orgon’un saflığından ve iyi yüreğinden istifade ederek onu ve annesi Madam Pernelle’i kandırır. Her ikisi de onu bir evliya kadar saf ve temiz zannetseler de, Damis, Mariane, Elmire ve kardeşi Cleante’le hizmetçileri Dorine onun gerçekte bir dolandırıcı olduğundan emindirler. Orgon'un, Tartuffe’e acıyıp onu evine alması yetmezmiş gibi kızıyla evlendirip aileden biri yapmak istemesiyle oyunda ki ilk çatışma başlar. Genç kız Valere adında bir genci sevmektedir ve onunla evlenecektir. Damis ve Dorine'in tüm çabalarına rağmen Orgon sözünden dönmemekte kararlıdır. Orgon kızını bu evliliğe ikna etmeye çalışırken Tartuffe fırsat bulduğu her an Elmire’ye asılmakta sözleri ve hareketleriyle onu taciz etmektedir. Damis bu olayı fark eder ve babasına anlatır. Ancak babası ona inanmak yerine oğlunu evden kovar ve “zavallı Tartuffe’e” bütün malını mülkünü bağışlar. Böylece oyunun ikinci düğüm noktası oluşur. Nihayet Elmire tüm cesaretini toplayarak Tartuffe’e tuzak kurar. Çok geçmeden Orgon taptığı bu adamın, karısını nasıl baştan çıkarmak istediğini gözleriyle görünce fena halde hiddetlenir ve Tartuffe’ü evden kovar. Ancak iş işten geçmiştir. Artık evin sahibi Tartuffe olduğundan, yobaz maskesini yüzünden atarak son oyununu oynar ve velinimetine kapıyı gösterir. Hatta bununla da yetinmeyerek, Orgon’un vaktiyle kendisine emanet ettiği birtakım siyasi evrakları krala sunar. Ama kralın işin içine girmesiyle her şey birden tersine döner.
Moliére’in yarattığı karakterlerin günümüzde de güncelliğini yitirmemiş olması tesadüf değildir. Bunun en önemli nedeni yarattığı karakterlerin insanlığı sonsuza kadar kemirecek bazı ruhi hastalıklara sahip olmalarıdır. Moliére karakterleri gerçekçi bir bakış açısıyla ele almış, insanların gülünç yanlarını ve kusurlarını gerçeğe uygun ve doğal bir biçimde canlandırmıştır. Kullandığı güldürü yöntemlerini kişilerin karakterlerine ve içinde bulundukları durumlara uyarlamış bunların hiçbirini nedensiz ve havada bırakmamıştır.
La Fontaine (1621-1690)
Fabl türünde akla gelen ilk addır. Hayvanlar üzerinden insanlara ders vermeyi amaçlar. Türk edebiyatında pek çok şairi etkilemiştir.
En ünlü eseri “Fabller”dir (Masallar).
Aslan Payı
Evvel zaman içinde bir gün,
Kısrak, keçi ve kız kardeşleri koyun
Bir aslanla birlik olmuşlar.
Yaman bir aslanmış bu, çevrenin derebeyi.
Kazançta da, kayıpta da ortağız demişler.
Ertesi gün bir geyik düşmüş nasılsa
Keçinin kurduğu ağlara.
Hemen ortaklarına haber salmış keçi.
Toplanmışlar hemen ve aslan
Pençeleriyle sayıp ortakları tek tek
-Dört kişiyiz, demiş bu avı paylaşacak.
Der demez de dörde bölüvermiş geyiği.
Birinci parçayı kendine ayırmış, tabii
Aslan payı olarak:
-Bu parça benim, demiş, biliyorsunuz neden;
Benim adım aslan da ondan.
Buna karşı bir diyeceğiniz olamaz sanırım.
Yasaya göre ikinci parça da benim hakkım.
Dileyen kitapta yerini bulur:
En güçlü kimse en haklı odur.
Üçüncü parça en değerli ortağın olacak
Ben değilim de kim o en değerli ortak
Dördüncü parçaya gelince, ha, bak!
O parçaya el uzatanın
Kafasını koparırım, inanın!
Victor Hugo (1802-1885)
Şiir, tiyatro türünde farklı eserler vermiştir. Cromwell tiyatro eserinin önsözüyle Romantizm akımının ilkelerini belirlemiştir.
Konuları ve canlı üslubuyla dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biridir.
En ünlü eserleri “Sefiller, Notre Dame’ın Kamburu, Kral Eğleniyor, Hernani, Sonbahar Yağmurları ve Akşam Şarkıları”dır.
Bunlardan başka…
Hugo, Fransa tarihinin en çalkantılı günlerinde, 1802’de doğdu. Babası, Napolyon ordusunda generaldi; imparatorun parlak döneminde önemli görevlerde bulundu, birçok dış ülkeye seyahat etti ve Madrit’te valilik yaptı. Anne ve babası arasındaki bitmek bilmeyen geçimsizlikler, ayrılıklar nedeniyle, Hugo genellikle annesinden uzak kaldı ve babası ile yaşadı. İlkokula da İspanya’da başladı. Ancak, İspanyol aristokratlarının çocuklarını kabul eden bu okulda, sonradan soyluluk unvanı almış bir burjuva generalin oğlu olması, alay konusu edilerek dışlanmasına yol açtı. Araştırmacılar, İspanyol okulunda geçen günlerin, Hugo’nun aristokrasiye bir yandan hayranlık duyup bir yandan da nefret etmesi gibi gerilimli bir duyguya kapılarak liberal-demokratik ilkeleri seçmesinde büyük rol oynadığını iddia etmişlerdir…
Napolon’un imparatorluktan düşmesi ile birlikte Hugo ailesi için zor günler başladı. Babası Paris’e döndü. Maddi sıkıntılar ve toplumsal çalkantılar içerisinde, eğitimini düzgün bir biçimde sürdüremedi Hugo, ama kendi kendine okumayı sürdürdü, hatta ilk şiirlerini yazması da bu yıllara denk düşer. Annesinin ölümüyle sefaletin eşiğine gelen Hugo’yu bu güç durumdan kurtaran yirmili yaşlarda yayınlanan -kraliyet yanlısı- şiirleri oldu; XVIII. Lois tarafından aylığa bağlandı, Chateaubriand’ın ilgisini çekti ve romantik akımı benimsemesinden sonra parlak bir kariyerin kapısını araladı. 1827’de “Cromwell” ve 1830’da “Hernani” oyunları, isyana benzer bir heyecan uyandırdı Paris’te.
İlk romanı ise “Notre Dame’ın Kamburu”dur(1831). Bugün okunduğunda, yazarın en yüzeysel ürünü olarak değerlendirebileceğimiz bu roman, Hugo’nun ünü sayesinde ilgiyle okundu.
1831-1941 arasında çok sayıda şiir, piyes ve roman yazdı, 1841’de Fransız Akademisine seçildi. 1848 ihtilalinden sonra Cumhuriyetçi saflara geçti ve cumhurbaşkanlığı için aday bile oldu. Kendisi seçilemedi, ama seçilen Louis Napolyon’u destekledi. Ancak bu Napolyon da imparatorluğunu ilan edince, Hugo 1851’de Fransa topraklarını terk ederek –yirmi yıl sürecek gönüllü bir sürgünü geçireceği- Channel Adaları’na yerleşti. Burada yazdığı “Sefiller”, onun en çok tanınan ve sevilen eseridir. İmparatorluk dönemi sona erip Üçüncü Cumhuriyet kurulunca, Victor Hugo, Paris’e bir kahraman olarak döndü. Millet meclisine seçildi, ama politikadan çok edebiyatla ilgilenmeyi tercih etti. 1855’de öldüğünde, büyük bir törenle Pantheon’a gömüldü.
La Bruyere (1645-1696)
Etkili, idealist Fransız yazarlarından biridir. Tek yapıtı “Karakterler” ile tanınır. Gününün tüm karakter ve tiplerini portreler halinde anlatır; insanların kusurlarını yüzlerine vurmak, onların kişiliklerini bu yolla geliştirmek amacındadır.
Eserinde ayrıca, köylülerin sömürülüşlerini, yoksulluklarını gerçekçi bir gözlemle yansıtır. Gözlemleri gerçeğe uygunluğunun yanında özgündür de.
Montesquieu (1689-1755)
Sanatçı kişiliğinden çok düşünce adamı oluşuyla tanınır. O güne kadar düşünülememiş “bireyin toplumu etkileyişi, toplumun bireyi etkileyişi” diyalektiğini ortaya koyuşuyla pek çok düşünce adamını ve sanatçıyı etkilemiştir.
1721’de yayımladığı “İran Mektupları” adlı eseri, kilisenin tepkisini çeker. 1748’de “Kanunların Ruhu Üzerine” adlı eserini yayımlar, yapıt papalık tarafından yasaklanır. Bu eseriyle Fransız Devrimi’nin hazırlayıcılarındandır.
Voltaire (1694-1778)
Fransız Devrimi’ni düşünceleriyle hazırlayan sanatçı ve düşünce adamlarından biridir.
Romantizm’in etkisindeki sanatçı, gençlik yıllarındaki yergi dolu yazıları, siyasi ve toplumsal konulara değinen şiirleriyle ilgi toplar. Bu görüşleri nedeniyle hapse girer.
Edebiyat, felsefe ve tarih alanındaki açık, anlaşılır anlatımlı yapıtları özgür düşüncenin doruğudur.
1726’da İngiltere’ye gider, İngiltere’deki özgür ortamı yapıtlarında işler.
Candide, Le Henriade, Felsefe Sözlüğü, İngiltere Mektupları adlı eserleri ünlüdür.
Jean Jacues Rousseau (1712-1778)
Fransız Devrimi’ni yazılarıyla hazırlayan önemli düşünce adamlarından biridir. “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” ve “Toplum Sözleşmesi” demokrasi tarihi açısından önem taşıyan yapıtlardır. Toplum Sözleşmesi’ni Atatürk, Cumhuriyet’i ilan edeceği günün gecesinde okur ve meclis konuşmasındaki alıntıların çoğu bu kitaptandır. Atatürk, konuşmasının sonunda milletvekillerine demokrasiyi anlamak için “Toplum Sözleşmesi”ni okumalarını önerir.
Rousseau, duygusal yönü ağır basan bir düşünür ve sanatçıdır. Doğayı, doğal yaşamı eserlerinde ciddi biçimde işler.
“İtiraflar” adlı eserinde, kendi yaşamının sorgulamasını yapar, okuyucuya sunar. “Emile” adlı yapıtı, çocuk eğitimiyle ilgili bir pedagoji eseri niteliğindedir.
Bu yapıtlardan başka Nutuklar, Uygarlığın Kökleri eserleri de ünlüdür.
Chateaubriand (1768-1848)
Fransız edebiyatındaki Romantizm yönelimli sanatçılardan biridir.
Yapıtlarında, Romantizm’e uygun olarak doğa kavramı üzerinde sıkça durur. Bunun dışında dinsel inançlara bağlılık, nostalji gibi konuları işler.
Atala ve Rene, Mezar Ötesinden, Hatıralar, Paris’ten Filistin’e Yolculuk adlı eserlerin de sahibidir.
La Martine (1790-1869)
Tanzimat Dönemi sanatçılarımı etkileyen önemli sanatçılardan biridir. Fransız şiirinin anlatımda kazandığı canlılığın kurucularındandır. Romantiktir.
Şiir dışında öykü ve siyasi yazılar da yazmıştır.
Geziye düşkündür ve gezi türünde yapıtlar da vermiştir. Gezileri sırasında Osmanlıyı da görür, Sultan Abdülmecid tarafından ağırlanır.
Grazielle, Raphael, Sokrat’ın Ölümü, Bir Meleğin Düşüşü adlı eserleriyle tanınır.
Alexandre Dumas Pere (1802-1895)
Macera romanlarının ardında yaşamı yargılayan, Romantizm akımına uygun olarak kendisini duygusallığa kaptıran yazarlardan biridir.
Kahramanlarında iyi kötü ayrımı son derece belirgindir. Üç yüz dolayında macera romanı yazan sanatçının pek çok yapıtı Türkçeye de çevrilmiştir. En tanınanları Üç Silahşörler, Monte Cristo Kontu, Demir Maskeli Adam’dır.
Alphonse Daudet (1840-1897)
Güçlü bir gözlem yeteneği vardır, doğallıkla betimleme yeteneği de güçlüdür. Natüralizm akımının önde gelen adlarındandır.
Değirmenimden Mektuplar, Paris’te Otuz Yıl adlı eserleriyle tanınır.
Mallarme (1842-1898)
Cumhuriyet Dönemi şairlerimizi etkileyen Sembolist şairlerden biridir.
Sembolizm’e uygun biçimde, nesneleri adlarıyla anlatmak yerine çağrışımlarla anlatmayı tercih eden bir şiir anlayışı vardır.
J. M. Heredia (1842-1905)
Parnasizm’in önemli temsilcilerindendir.
Sone tarzı şiirleriyle tanınır. Sonelerinde betimlemeleri gözlem gücüne dayanır ve oldukça etkilidir. İnsanlık tarihinin değişik yönlerini yansıtmaya çalışırken kusursuz denebilecek bir dil kullanır.
“Ganimetler” adlı şiir kitabı ile tanınır.
Verlaine (1844-1896)
Parnasizm’in önemli temsilcilerindendir. En çok okunan Fransız şairlerindendir.
Şiirlerinde Parnasizm’i uygulamakla yetinmez, kendi şiirleri hakkında yazdıklarıyla pek çok sanatçıyı etkiler. Şiirlerinde öznellikten uzaktır, kusursuz ve saf şiiri hedefler.
Çapkın Törenler, Tatlı Şarkı, Mutluluk Türküleri adlı yapıtları ile tanınır.
Andre Gide (1896-1951)
Deneme ve roman türünde usta kalemlerdendir. Sanatının başlangıcında Sembolizm’i benimserken zamanla sosyal yaşama ilgi duyar; dini, evliliği, ahlak ve gelenekleri eleştiren bir tutum takınır.
Gezi türünde de yazmış, gözlemlerini başarıyla aktarmıştır.
Ortaya özgün düşünceler koyabilen; yoğun, birikimli ve sanatın pek çok dalıyla uğraşabilecek yetenekte bir sanatçıdır.
Ayrı Yol, Dar Kapı, İsabelle, Vatikan’ın Zindanları, Pastoral Senfoni adlı eserleri ünlüdür.
Emile Chartier (1868-1951)
Estetik üzerine düşünmüş, üretmiş bir yazardır. Hem sanat filozofu hem sanatçıdır; Hümanizm akımına bağlıdır.
Savaşa karşı bir tavır sergiler ve bireyin özgürlüğünü kutsal sayar. Her zaman şüphecidir, yenilik peşindedir.
Estetik Üzerine Sohbetler, Düşüncenin Bekçileri, Güzel Sanatlar Sistemi eserleriyle tanınır.
Balzac (1799-1850)
Dünyanın en büyük romancılarından biridir. Realizmin kurucularındandır.
Her tabakadan insanı başarıyla yansıtmıştır. Dünya edebiyatına kazandırdığı karakterlerle ünlüdür. Söz gelimi Goriot Baba, kızlarını her türlü yanlışlarına karşın destekleyen, farklı özellikler gösteren bir kişiliktir.
Romanlarını “İnsanlık Komedyası” başlığı altında toplamış, konularına göre bölümlere ayırmıştır.
Ünlü romanları “Eugenie Grandet, Goriot Baba, Vadideki Zambak”tır.
Balzac kısacık anlatılmaz ki…
Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden, kimilerine göre roman sanatının zirvesi olan Honore de Balzac 1799’da doğdu. Kendi kendini yetiştirerek memur olan babası sayesinde iyi bir eğitim aldı. İki yıl hukuk okudu ve bir avukatın yanında staja başladı. Ancak babasının bütün ısrarlarına rağmen avukat olmayı istemiyordu. Paris’te karşılaştığı entelektüel çevrelerin içine girmek ve yazar olmaktı hayali. Önce bir oyun yazarak başladı edebiyata, bir yandan da yayımcılık alanına adım attı. İkisinde de hüsrana uğradı.
Balzac, özgüveni ve kazanma tutkusuyla, günde on dört saat aralıksız yazmaya başladı. Zaten biriken borçlarını ödemesinin başka bir yolu da yoktu. Kendi adıyla yayınladığı ilk romanı “Les Chouans” ve yine aynı yıl basılan Evliliğin Fizyolojisi ilgi görünce, yazma tutkusu daha da arttı. Her zaman bir üyesi olmak istediği Paris sosyetesi ile de tanışmıştı. 1829-1935 yıllarında arasında, hem salonların değişmez bir siması oldu, hem de hiç aksatmadan binlerce roman sayfası tamamladı.
“İnsanlık komedyası” bir kitap ismi değil, Balzac’ın toplam doksan altı kitaptan oluşan romanlarıyla anlattığı insani duruma yaptığı bir yakıştırma. 1300’lerden başlayıp 1845’e kadar gelen, ağırlıklı olarak Napolyon, XVIII. Louis, X.Charles ve Louise Philippe dönemleri etrafında geçen “İnsanlık Komedyası”nda, Fransız toplumundaki karakterlerin hemen hepsi canlandırılmıştır. Krallar, imparatorlar, ruhban sınıfı, Fransız ordusunun subay ve askerleri, aristokrat aileler, kent ve taşra burjuvaları, köylüler, yazarlar ve yayıncılar, temizlikçi kadınlar, fahişeler, Fransız saraylarından en yoksul mahallelere kadar her mekanda ve onlara özgü eşyalarla birlikte eksiksiz bir biçimde yer alırlar. Toplumun bu olağanüstü tasvirini gerçekleştirmek için, bir romandan ötekisine geçen iki bine yakın karakter çizmiştir Balzac, ama “İnsanlık Komedyası”nı oluşturan her bir romanın kendi içerisindeki bütünlüğünü de ihmal etmemiştir. Eugine Grandet”, “Goriot Baba”, “Sönmüş Hayaller” ve “Vadideki Zambak” gibi en başarılı romanları, aslında onun kafasında oluşan “İnsanlık Komedyası”nın birer parçasıdır. Ne yazık ki, planladığı ve hatta isimlerini bile koyduğu elli romanını yazmaya ömrü yetmedi.
Stendhal (1783-1842)
Yalın edebiyatın temsilcilerindendir. Tüm eserleri olağanüstü süssüzdür. Realist romancılar arasında değerlendirilir.
Gezi, anı, deneme, öykü ve roman türünde eserler vermiştir.
“Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı” en önemli romanlarıdır.
Biraz daha ayrıntı…
Avukat babası tarafından dinsel öğretiye ağırlık verilerek yetiştirildi. Daha sonraki yıllarda olağanüstü artacak otorite ve dinsel öğreti nefretinde bu dönemin etkisi büyüktür.
Mühendislik için Paris’e gitti. Burada, kendisini Napoleon’un ideallerine adadı ve orduya katıldı. Napoleon, Moskova’ya ulaşıncaya kadar onun ordusunda Avrupa’yı tanıma şansı buldu.
Bourbon Hanedanı’nın başa geçmesi vecNapoleon’un gücünü yitirmesinden sonra Stendhal devlet hizmetlerini bıraktı, tümüyle edebiyata yöneldi. Deneme, makale ve gezi yazıları yazdı. 1830’dan sonra hanedan değişince yeniden devlet hizmetine döndü ve İtalya’ya atandı, ölümüne kadar orada yaşadı. Kırmızı ve Siyah 1831’de yayımlandı. İlk yayımlandığında ilgi görmedi; fakat Balzac’ın övgüsünü aldı. Parma Manastırı 1839’da yayımlanır. Stendhal,1842’de kalp krizinden ölür.
Kırmızı ve Siyah, adını ordunun kırmızı giysileri ile din adamlarının siyah cübbelerinden alır. Öykü, 1820’lere aittir. Köyde yetişen Julien Sorel adlı akıllı ve yükselme tutkuları büyük olan bir genç, belediye başkanının çocuklarının eğitimini üstlenmek üzere onun evinde yaşamaya başlar. Başkanın eşi Madam Renal’in ilgisini çeker. Sorel’in düşüncesi aşk değil kendini kanıtlamak ve zengin kesimden öç almaktır. Bu amaçla yaşadıklarını gizlemez ve başkanın evinden ayrılmak zorunda kalır. Sonrasında dini bir ortama girer; orada iftira, yalan, entrika ve siyaseti öğrenir.
Sorel’in macerası bitmez. Paris’te yaşamaya başlar. Zengin bir adamın sekreterliğini yapar. Patronun güzel kızı Mathilde’nin kalbini çeler. Sorel, bu aşka da sınıfsal zafer gözüyle bakmaktadır. Mathilde hamile kalır, baba güçlükle ikna edilip düğün hazırlıklarına başlanır. Sorel’i çekemeyenler, Madam Renal’in ağzından gelinin babasına onun çıkarcılığı ile ilgili mektup gönderirler. Baba, nişanı bozar. Sorel, Madam Renal’i vurur. Kadın ölmemiştir; ama mahkemeden idam kararı çıkar. Sorel’in giyotinde kesilen başını Mathilde gömer.
Stendhal’in anlatısının ruhunda sınıfsallık vardır. Kurnaz köylüler, soylular gibi davranmaya çalışan görgüsüz burjuvalar, Fransız Devrimi’nin kazanımlarını yok etmek için komplo kuran soylular, sahtekar kilise erbabı mükemmel betimlenmiştir. Çağının romantik yazarları gibi ağır betimlemelere girmez. Betimlemelerinde realizm apaçık görülür; çünkü döneminin çalkantılı kişiliklerini tarihe bırakma zorunluluğu edebiyattan daha önemlidir Stendhal için.
Dostları ilə paylaş: |