ffll M. Yaşar Kandemir
BAKİ' MEZARLIĞI
(bk. CENNETÜ'1-BAKÎ').
BÂKÎ-BİLLÂH
Ebü'İ-Müeyyed Radıyyüddîn
Hâce AbdülbâkT b. Abdisselâm
Üveysî Nakşibendî
(ö. 1012/1603)
îmâm-ı Rabbânî'nin mürşidi,
Nakşibendî tarikatını Hindistan'da yayan mutasavvıf.
971 (1563-64) veya 972 (1564-65) yılında Kabil'de doğdu. Semerkantlı Kadı Abdüsselâm Halacî'nin oğludur. Ubey-dullah Ahrâr'ın neslinden olan annesinin, Bâkî-Billâh Delhi'de hankahını kurduktan sonra dervişlerin yemeklerini pişirme görevini büyük bir zevkle üzerine aldığı rivayet edilir.
Bâkî-Billâh gençliğinde Jslâmîİlimleri Mevlânâ Sâdık Helvaî adında bir zattan öğrenmeye başladı. Mevlânâ Sâdık Kabil'den Mâverâünnehir'e gidince öğrencisini de beraber götürdü; ancak Bâki-Billâh tahsilini bitirmeden tasavvufa yöneldi ve Orta Asya'da çeşitli şeyhlerden faydalandı. Nakşibendî tarikatından Şeyh Ubeyd, Mevlânâ Lutfullah ve Seyyid Abdullah Belhî'ye ve Yesevî tarikatından İftihar Şeyh'e intisap ettiyse de inâbe*-sini tekrar tekrar bozdu. Bir müddet sonra Lahor'a geçen Bâkî-Billâh kendisine teklif edilen Moğol ordusundaki vazifeyi kabul etmeyip dervişane hayatına devam etti. Sonuçsuz kalan bir aşk macerası geçirdikten sonra daha güçlü bir azimle tekrar kendisini tasavvufa verdi. Bir rüyasında Hâce Bahâeddin Nakşi-bend'in ruha niyetinden zikir telkinini aldı ve yeniden kendine bir mürşid aramaya koyuldu. Bir süre perişan bir vaziyette Lahor sokaklarında dolaşan Bâkî-Billâh muradını orada bulamayınca Hâce Ubeydullah Ahrâr'ın ruhaniyetinin bir işaretine uyarak önce Keşmir'e, sonra Mâverâünnehir'e gitti. Semerkant'a yakın bir kasabada otu/an Mevlânâ Hâce Emkenekrden inâbe aldı. Emkenekî, Bâ-kî-Billâh'la üç gün üç gece halvette oturduktan sonra ona Hindistan'a dönüp orada Nakşibendî tarikatını yayma görevini verdi. Bâki-Billâh önce bu işte başarılı olamayacağını ileri sürdüyse de daha sonra bu vazifeyi kabul etti. Bir yıl La-hor'da kaldıktan sonra Delhi'nin FTrûzâ-
bâd mahallesine yerleşip orada bir han-kah Kurdu. Delhi'den yalnız bir defa hacca gitmek için ayrıldı ve hayatının geri kalan kısmını hankahta geçirdi.
Bâki-Biilâh'ın irşad devri ancak iki üç yıl devam etti. Fakat bu kısa süre içinde, kendisinden önce Orta Asya'dan ge-ien Nakşibendî şeyhlerinden çok daha tesirli bir faaliyet göstererek Nakşibendî tarikatını Hindistan topraklarında kökleştirmeyi başardı. Müridlerine "zikr-i hafi" telkin ederken onların kalplerine tesir etmek için bütün himmetini sarfe-derdi; öyle ki, "kalplerindeki maddî izler onlara ilâhî hakikati idrak yollarını bir daha kapatamazdı" (Keşmî, s. 19).
Bâki-Billâh kırk yaşındayken 25 Rebî-ülâhir 1012 (2 Ekim 1603) tarihinde vefat etti. Delhi'de Hz. Peygamber'in ayak bastığına inanıldığı için Kademgâh diye anılan bir yerin yakınlarında toprağa verildi. Daha sonra kabrinin etrafında geniş bir mezarlık meydana geldi. Kabrinin bulunduğu Nebî Kerîm mahallesinde bugün Hindular oturmaktadır. Bâkı-Billâh'ın mezarı Delhi müslümanları için önemli bir ziyaretgâhtır.
Bâkî-Billâh'ın iki oğlu Hâce Ubeydul-lah ve Hâce Muhammed Abdullah, Nakşibendî yolunu benimsemekle beraber semâı caiz görmekle bu tarikatın usullerinden bir ölçüde uzaklaşmışlardır. Başlıca halifeleri, Hint Moğolları ordusunda subaylık yapan Hâce Hüsâmeddin, Bâkî-Billâh'ın vefatından sonra defalarca Hicaz'a giden ve Nakşibendî tarikatını Arap ülkelerinde yayan Şeyh Tâceddin b. Zekeriyyâ, Bakî- Billâh'ın ilk müridle-rinden olan Şeyh İlâhdâd ve en önemlisi İmâm-ı Rabbânî olarak tanınan Şeyh Ahmed-i Serhendrdir. 1592 yılında Delhi'ye giderek Bâkî-Billâh'a intisap eden İmâm-ı Rabbanrnin manevî gelişmesinde Bâkî-Billâh'ın etkisi büyüktür. Ser-hend'den şeyhine yirmi kadar mektup yazan ve kendisini ziyaret için iki defa daha Delhi'ye giden İmâm-ı Rabbânî, vahdet-i vücûd* nazariyesine bağlı kalan Bâkî-Billâh'ın ölümünden sonra vahdet-i şühûd nazariyesini ortaya koyarak Nakşibendiyye tarikatına yeni bir yön vermiştir. Nakşibendiyye tarikatı, onun kurucusu olduğu Müceddidiyye kolu vasıtasıyla günümüze ulaşmıştır. Bâkî-Bil-lâh Nakşibendî tarikatından başka Ye-sevî, Kübrevî, Kadiri" ve Çiştî tarikatlarından da icazetliydi.
Eserleri. 1. KüUiyyâî-ı Hâce Bâkî-Bü-lâh (India Office ILondra], Delhi, Persian
1095). 2. Meîfûzât (India Office (Londral, Delhi 1058). 3. Mektûbât-ı Şerîî. Bâkî-Billâh'ın Farsça yazdığı mektupların Urduca tercümesidir (Lahor 1923). 4. Mek-tûbâttlndia Office ILondra], Delhi, Persian 1132). 5. zİrMniyyât-ı Bakı. Bâkî-Billâh'ın iki mesnevisini, kırk altı rubaisini ve "Silsilename" ile "Sâkînâme" adlı manzumelerini ihtiva eder (nşr. Seyyid Nizâmeddin Ahmed Kâzımî, Delhi 1390). 6. Mesneviyi Hâce Bâki'Billâh (Lahor 1333). Bu eserinde cİrîâniyyât-ı Bdia'dekilerin dışında kalan mesnevileri mevcuttur. 7. Risale-yi $erîfe. Abdürrahim Nakşibendî'nin İrşâd-ı Rahîmiyye adlı eserinin so-nundadır (Delhi 1333). 8. Meşâyih-i Tu-ruk-ı Erbaca (nşr. Gulâm Mustafa Han, Karaçi 1389).
Baki - Billâh'ın iki rubâîsini müridi İmâm-ı Rabbânî Keşîül-ğayn ü şerhi'r-mbâciyyeteyn (Delhi 1310) adıyla şer-hetmiş, Reşid Ahmed Erşed onun hakkında Hayât-ı Bakî (Karaçi 1969) adlı bir monografi kaleme almıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Muhammed Murad el-Kazânî, Tezyliü'r-Re-şehât {Reşehât içinde), Mekke 1300, s. 7-19; Muhammed Hâşim Keşmî, Zübdetü'1-makâmS.t, Kanpûr 1307, s. 5-88; Rahman Ali. Tezkire-i cUkmâ-i Hind, Leknev 1322, s. 106-107; Gulâm Server Lahûrî, Hazînetü'i-aşfıyâ', Kanpûr 1333, I, 605-607; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhe-tü'l-hauStır, V, 196-200; Athar Abbas Rizvî, Müslim Reüiualist Movements in Northern İn-dia, Leknev 1965, s. 185-201; a.mlf., A History of Sufism in India, Delhi 1983, II, 185-196; Seyyid Ahmed Han. Aşârü's-senâdîd, Karaçi 1966, s. 122-123; Reşîd Ahmed Erşed. HaySt-ı Bakî, Karaçi 1969; Bedreddin Serhendî. Hada-r&tü'l-kuds (nşr. Mevlânâ Mahbûb-ı İlâhi), Lahor 1971, s. 43-48; Muhammed ikram, Rüd-t Kevser, Lahor 1975, s. 190-211; Nurbahş Te-vekkülî, Tezkire-i Meşâyih-i tiakşibendiyye, Lahor 1976, s. 163-187; Muhammed Hasan Mü-ceddidî. Hâiât-t Meşâyih-i Nakşibendiyye-i Müceddidiyye, Lahor, ts., s. 131; A. S. Bazmee An-sari, "Baki Bi'llah", EP (İng.), I, 957; a.mlf., "Bâ-kî-Billah", ÜDMİ, III, 982-983; 1. H. Sıddıqui, "Baki Bi'llâh", E\? Suppi. (İng.), s. 121-122; J. G. J. Ter Haar, "Bâqîbellâh Naqsbandî", Elr.,
III, 728-729. m
IfflU Hamid Algar
bAkîhanlı
(ö. 1846)
Türk asıllı Azerbaycanlı tarihçi, şair ve edip.
4 Zilhicce 1208'de (3 Temmuz 1794) Baku yakınlarında Emîr Hacian köyünde doğdu. Asıl adı Abbas Kulı Ağa olup Baku hanlarından Mirza Mehmed Han'ın
oğludur. Ruslar tarafından daha çok Ba-kihanof lakabı ile anılır. Şiirlerinde Kud-sî mahlasını kullanmıştır.
Ülkede süren savaşlar yüzünden on yedi yaşına kadar ancak Farsça'yı öğrenebildi. Daha sonra Küba'ya gitti ve orada on yıl kalarak başta Arapça olmak üzere döneminin geçerli ilimlerini tahsil etti. 1820'de Kafkas Rus orduları kumandanı General Yermolof Bâkîhanlı'yı Tiflis'e getirip Rus hizmetine aldı. Bâkı-hanlı burada Rusça öğrendi, Batı edebiyatı ile çeşitli ilimleri tanıma imkânı buldu. Bir süre sonra görevi gereği Şirvan, Ermenistan, Dağıstan, Çerkezistan, Gürcistan, Anadolu ve İran'ı gezme fırsatını elde etti. Buraların halkı ve özellikleri hakkında bilgi edindi.
1813 Rus-İran, 1830 Rus-Türk savaşları ve barış antlaşmaları sırasında Rus generali Paskieviç'in tercümanlığını yaptı. 1833'te çıktığı ikinci seyahati sırasında iki yıla yakın bir süre Don bölgesinden başlayarak Ukrayna, Ffusya, Litvan-ya, Letonya ve Polonya'yı dolaştı; bu ülkelerin tanınmış fikir adamlarıyla tanıştı. Dönüşte ilim ve faziletten başka dünyada her şeyin boş olduğuna kanaat getirip Küba şehrinde yerleşerek eserlerini yazmaya başladı. Burada F. Bodenstedt ve Berezin gibi Alman ve Rus müsteşrikleri tarafından da ziyaret ve takdir edilen Bâkîhanh'nın evi bilgin ve şairlerin toplantı yeri oldu. Hayatının sonlarına doğru İstanbul'a gitti (3 Ekim 1846), orada Osmanlı bilgin ve şairleriyle tanıştı. Esrûrul-melekût adlı Farsça eserinin yine kendisi tarafından yapılan Arapça tercümesini Sultan Abdülmecid'e sundu. Aynı yıl hacca gitmek üzere İstanbul'dan ayrıldı, fakat hastalanarak yolda vefat etti ve Mekke ile Medine arasında Vâdiifâtıma'da defnedildi.
Eserleri. 1. GüHstân-ı İrem. Bir önsöz, beş bölüm (tabaka) ve bir hatimeden meydana gelen ve Bâkihanlı'ya büyük şöhret sağlayan bu Farsça eser, Şirvan ve Dağıstan'ın eski çağlardan başlayarak Ruslar'la İranlılar'ın Gülistan Antlaş-ması'na (1813) kadar gelen tarihini ihtiva eder. Müellif eserinin sonunda Şirvan ve komşu ülkelerin ileri gelen bilgin ve kişilerinin hal tercümeleriyle kendi biyografisini de verir. Bu tarihini yazarken çok sayıda İslâm coğrafya ve tarih eserleriyle Bizans ve Ermeni tarihlerinden de faydalanmıştır. Batı kültürü hakkında bilgi sahibi olması, eserini tam olmasa bile metot ve olayları anlatış tarzı
543
bakımından Doğu'da yazılmış benzerlerinden ayırmaktadır. Bununla beraber eserde diğer İslâm tarihlerinde olduğu gibi, söz konusu edilen dönemlerin sosyal ve iktisadî durumu ile halkın yaşayışı hakkında hiç bilgi verilmemiş, ayrıca faydalanılan kaynaklardan alınan bilgiler de bir incelemeye tâbi tutulmamıştır. Gühstân-ı İrem'in önce müellif tarafından yapılan Rusça tercümesi (Baku 19261, daha sonra Azerî Türkçesi'yle olan çevirisi Azerbaycan Sovyet Sosyalist İlimler Akademisi yayınları arasında basılmıştır (1951!. Farsça metni ise Azerice, İngilizce ve Farsça önsözle birlikte Ab-dülkerim Alizâde, Muhammed Aka Sul-tanof, Muhammed Azerli, Ejder Ali As-garzâde ve Fâzıl Babayef tarafından neşredilmiştir (Baku 1970). 2. Kânûn-ı Kud-sî. Farsça bir di! bilgisi kitabıdır. Çarın emriyle müellifi tarafından Rusça'ya da çevrilmiş ve Farsça metniyle birlikte Tiflis'te (1831) ve Tahran'da (1344 hş.) basılmıştır. 3. Esrârü'l-melekût. Müellif Farsça olarak kaleme aldığı bu eserinde Batlamyus ve Kopernik'in astronomiyle ilgili sisteminden bahsederken bunun daha önce Kur'ân-ı Kerîm'de yer aldığına işaret eder. Eserin kendisi tarafından yapılan Arapça tercümesini Reşid Paşa'nın emriyle Hayâtîzâde Seyyİd Şeref Halil Efendi Eîkârü'l-ceberut adıyla Türkçe'ye çevirmiş ve eser yayımlanmıştır (İstanbul 1265). 4. Kitâb-ı Askeriyye. Türkçe olup Küba halkından Asker adlı bir gencin hayat hikâyesidir. Manzum ve mensur parçalardan oluşur. Eser Mirza Ebü'l-Hasan Vezirof'un Türk dil bilgisi hakkında yazdığı Kavâid-i Züiyye adlı Rusça eserine seçtiği Türkçe metinler arasında yer almıştır (Baku 1902, s. 112-130],
Bâkihanlı'nın henüz yayımlanmamış olan diğer eserleri ise şunlardır: 1. Kitâb-ı Riyâzü'l'kuds. Türkçe olan bu eser, Kerbelâ'da şehid edilen Hz. Hüseyin'den başlayarak Hz. Ali soyundan gelen on dört kişinin hal tercümesini ihtiva etmektedir. 2. Keşfü'I-ğarâ'ib. Farsça olup Amerika kıtası hakkında bazı bilgiler ihtiva eder. 3. Tehzîb-i Ahlâk. Bu eser de Farsça olup Grek, Arap ve Avrupalı yazarlara göre ahlâk ilminden ve ayrıca felsefeden bahseder. 4. "Aynü'1-mî-zân. Arapça olup mantıkla ilgili konulara dairdir. 5. Coğrafya. Farsça bir genel coğrafya kitabıdır. 6. Mişkâtü'î-en-vâr. Ahlâkla ilgili bazı Farsça manzume-
544
lerden ibarettir. 7. MecâmiQ-i Eşcâr. Bâkihanlı'nın Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerini ihtiva etmektedir. Bu şiirlerden Arapça ve Farsça olanlarının birçoğu Bakü'de neşredilen Füyûzdf gazetesinde (1907, nr. 28) çıkmıştır. 8. Nasîhot-nâme. Çocuklar için sade Türkçe ile yazılmış bir öğüt kitabıdır. 9. Mir'âtü'l-cemâl. Farsça şiirlerinin toplandığı bir eserdir.
Bâkıhanlf nın, yazmış olduğu eserlerle Azerî Türkleri'nin medeniyet alanında uyanmaları üzerinde büyük etkisi olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA:
Bâkihanof. Gülbtân-ı İrem (nşr. Abdülkerîm AÜzâde v.dğr.), Baku 1970, s. 216, 220; a.mlf. Efkârü'l-ceberût fî tercemeti Esrâri'i-meleküt (trc. Hayâtîzâde Seyyİd Şeref Halil Efendi), İstanbul 1265, s. 2-3, 7; F. Berezin, Putessesiuİye Po Dagestanu Zakaukazyu, Kazan 1850, i, 65, 74; MĞlanges Asiatiques, Petersburg 1852, I, 167-168; İt, 56; F. Bodenstedt. LesPeuples de Caucase, Paris 1859, s. 279; Mirza Hasan Efendi, Asâr-ı Dâğistân, Baku 1902, s. 221-223; Feridun Bey Köçerlİ. Azerbaycan Edebiyatı Ma-teryallan, Baku 1925, 1/2, s. 279-301; Storey, Persian Literatüre, s. 425-426; Djeyhoun Bey Hadjibeyli. "Un Historien Azerbaidjanian du debut du XVII0 siecle: cÂbbas Kouli Agha Bakikhanoff", JA, CCVII (1925), s. 149-157; Ahmet Caferoğlu. "Abbaskuli Aka Bakihanof-Kudsi: Gülistân-ı İrem", TM, I! (1926), s. 595-597; A. 1. Altstad, "Abbas Kulu Agha Bakik-hanlı on Education", The Turkish Studies As-sociation Bulleün, Xll/1, Miclıigan 1988, s. 13; M. Fuad Köprülü, "Abbas Kulu", Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1935, I, 18-22; A. Bennigsen, "Bâkikhânli", El2 (Fr.), I, 987-988. ı—ı
İffl Tahsin Yazıcı
BAKİRE
(bk. BİKR).
BAKKÂLÎ
Ebü'1-Fazl Muhammed
b. Ebi'l-Kâsım b. Bâbcûk (_Baycûk)
el-Hârizmî el-Bakkalî
(ö. 562/1167)
Tefsir ve nahiv âlimi.
Hârizm'in Cürcâniye şehrinde doğduğu anlaşılan Bakkalî hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Daha çok kuru yiyecekler alıp sattığı için Bakkal (Arap olmayanların söyleyişiyle Bakkal!) diye meşhur olduğu, ayrıca "zeynü'l-meşâyih" lakabıyla anıldığı bilinmektedir. Ademî" -nin nahivle ilgili kitabını ezberlediği için
Ademî diye de tanınmaktadır. Meşhur müfessir ve dilci Zemahşerî'nin önde gelen talebelerindendi. Ayrıca hadiste de ondan faydalandı. Hocasının ölümü üzerine talebelerinin başına geçerek onun yerini aldı ve kısa zamanda meşhur oldu.
Tefsir ve nahiv alanındaki eserleri yanında Hanefî fıkhındaki bilgisi ve güzel ahlâkı ile de tanınan Bakkalî, 29 Cemâ-ziyelâhir 562'de (22 Nisan 1167) yetmiş yaşının üzerinde Cürcâniye'de öldü. Bu tarih bazı kaynaklarda S61 (1166), S76 (1180) ve 586 (1190) olarak da zikredilmiştir.
Eserleri. 1. Tefsîrü'î-Bakkalı. Sadece VII. ciidi hakkında bilgi bulunan ve Arapça olan bu eser, kaynaklarda Bakkâlî'ye nisbet edilen Miftâhu't-tenzil adlı tefsir olmalıdır. 247 varak hacmindeki bu cilt, Tâhâ sûresinin başından Sebe1 sûresinin sonuna kadar olan kısmı ihtiva etmekte olup son sayfasında VIII. cildin Kasas süresiyle başlayacağına işaret edilmiştir (bk, Süleymâniye Ktp., Damad İbrahim Paşa, nr. 99). Buna göre eserin tamamının yaklaşık on iki cilt kadar olduğu tahmin edilebilir. 2. Terâcimü'1-e'â-cim. Farsça muhtasar bir Kur'an luga-tı (satır arası tercüme) mahiyetinde olan eserde kısa bir Arapça mukaddimenin ardından besmele ve Fatiha süresindeki kelimelerin açıklamaları yapılmakta, daha sonra Nâs sûresine geçilerek geriye doğru sûreler sırasıyla ele alınmakta ve eser Bakara süresiyle son bulmaktadır. Bilinen yazma nüshalarından birinin kapağında (Süleymaniye Ktp., Mesih Paşa, nr. 59) adı Mişbâhu'l-beyân il tavzihi me'anil-Kur'ân şeklinde yazılmış ise de ilk sayfasında Terâcimü'l-ecâ-cim adı da yer almaktadır (bk. Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 5176, 65 varak; İbrahim Efendi, nr. 16/2, 144-183. varaklar; Mesih Paşa, nr. 59, 34 varak; İÜ Ktp., nr. 408, 88 varak; nr. 1182, 82 varak; nr. 1311, 34 varak; Sivas Ziya Bey Ktp., nr. 201, 66 varak]. Bazı kaynaklarda eserin adı et-Terâcim bi-Hsâni'l-ecâcim olarak zikredilmektedir.
Bakkâlî'nin kaynaklarda zikredilen diğer eserlerinden bazıları da şunlardır: et-Tenbîh calâ i'câzi'I-Kurbân, Ezkâ-rü'Ş'Şalât, Cem'u't-tefârik ü'1-fürûji e!-Esnâ fî şerhi esmâ^i'l-hüsnâ, Tak-vîmü'î-lisân, el-İccöb fî cilmi'l-icrâb, MenâzHü'l- cArab, Terğibü'î- cilm.
BİBLİYOGRAFYA:
Yakut, Mu'cemul-üdebâ*, XIX, 5; Safedî, el-Vâfî, IV, 340; Süyûtî, Buğyetul-üu'ât, I, 215; a.mlf., Tabakâtü'i-müfessirtn, Beyrut, ts. (Dârü'l-Kütübi'l-ilmiyye), s. 102; Dâvûdî, Taba-katü'l-müfesstrîn, II, 230; Keşfuz-zunûn, I, 51, 84, 91, 120, 132, 400, 469-470, 488-489, 595; II, 1760, 1829, 2040; Leknevî, el-Feuâ" idü'l-behiyye, s. 161; Hediyyetul-''arifin, II, 98; Brockelmann, GAL SuppL, I, 513; Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi (İstanbul 1981], s. 203; Muhammed Hamîdullah, "Kur'ân-ı Kerîm'in Türkçe Yazma Tercümeleri", TM, XIV (1964), s. 73; Nuri Yüce. "Zemahşerî", /A, XIII, 510,
Hffil Tayyar Altıkulaç
bakkalzâde ismail hakki
(1830-1921)
Son devir Osmanlı müderrislerinden.
L J
Çaykara'da Ataköy'de (Sinek) doğdu. İlk öğrenimine burada müderrislik yapan babası Mehmed Efendi'nin yanında başladı. Daha sonra yörenin meşhur müderrislerinden Abbas Efendizâ-de Mehmed Efendi'den ders alarak İs-lâmî ilimler alanındaki tahsiline devam etti. 1878'de Erzurum'da Osmanlı - Rus Harbi'ne katıldı. Hocasının bu savaşta şehid düşmesi üzerine savaş sonrasında yarım kalan öğrenimini Akdoğan (Yukarı Hopşera) köyü müderrisi Hâfızzâde İsmail Efendi'nin yanında tamamladı.
Önce Tonya'nın Kumyatak köyündeki İskenderli Medresesi'nde başladığı müderrislik görevine sırasıyla Vakfıkebir'de ve Of un Uğurlu (Çifaruksa) köyünde devam etti. Yaklaşık otuz yıl boyunca oturduğu Uğurlu'da bir medrese kurdu ve buradan yüzlerce öğrenci mezun etti.
Uğurlu'da bulunduğu sırada boşalan Of müftülüğüne yörenin müderrislerince ittifakla seçildiği halde öğretim faaliyetine engel olacağı düşüncesiyle bu görevi kabul etmedi. Ruslar'ın Trabzon'u işgali sırasında yaptığı etkili vaazlarla halkı cihada çağırdı; topladığı milis kuvvetlerinin başına geçerek Rus ordusunun Baltacı deresinden geçmesine engel olmaya çalıştı. 1902'de kendi köyüne dönerek burada ve Maraşlı (Paçan) köyünde ders okutmaya devam etti. Bakkalzâde doğduğu köyde vefat etti; mezarı Sinek Camii'nin yanındaki kabristandadır.
Öğrencilerinden Kamazâde Mustafa Efendi'nin verdiği bilgilere göre hayatını İslâm ilimlerini öğrenmek ve öğretmekle geçiren İsmail Hakkı Efendi, on yedi dönem icazet vererek 200O'e yakın öğrenci yetiştirmiştir. Hayatı, çoğu savaşlarla geçen Osmanlılar'ın son dönemine rastladığı için talebeleri ve ilmî faaliyetleri hakkında fazla bilgi mevcut değildir. Bilinen en meşhur talebeleri, Maraşlı köyü müderrislerinden İdris Efendi ile son dönem kıraat âlimlerinden Mehmet Rüştü Âşıkkutlu'dur. İsmail Hakkı Efendi tedris faaliyeti yanında eser telif etmekle de meşgul olmuştur. Tasavvuf, belagat ve mev'izaya dair bazı eserler yazmış, ayrıca mantık ve kelâmla ilgili bir iki eser tercüme etmişse de özel kütüphanesinde bulunan kitaplarının hemen hemen tamamı bir yangında yok olmuştur. Kurban Risalesi, Kırk Hadis, Manzum Of Kasidesi, Mecâlis-i Cihâdiyye, Fatiha Mev'izası vb. adlar taşıyan eserlerinden geriye sadece eî-Kâfî fi şerhi'l- cArûz adında be-
lagatla ilgili Arapça bir kitabı kalmıştır (DİAKtp., nr. 11.231). Orta boy otuz yedi varaktan ibaret olan kitap, Ebü'1-Ceyş el-Ensârî'ye ait eî-Muhtoşar fî ciîmi'l-carûz adlı eser üzerine güzel bir üslûpla yazılmış, tatminkâr açıklamalar ihtiva eden bir şerhtir. Müellif mukaddimede eserini müderrisliğinin ilk yıllarında Kumyatak köyünde telif ettiğini kaydetmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Bakkaizâde1 İsmail Hakkı. el-Kâft ft şerhi'l-cArÛz, DİAKtp., nr. 11,231, vr. lab, 37a; Albay-rak, Osmanlı Uleması, II, 157; İsmail Hakkı Bakkaloğlu, "Bilim Yolunda Şineklinin Çabası", Sinek Dergisi, sy. 2, Ankara 1968, s. 3; Mustafa Bakkaloğlu, "Müderris Bakkalzâde İsmail Hakkı Efendi", Ölçü Mecmuası, sy. 38,
Giresun 1976, s. 11. [Tl
mi Yusuf Şevki Yavuz
BAKLÎ
(«Mî
Ebû Muhammed Sadrüddîn
Rûzbihân b. Ebî Nasr el - Baklî
(ö. 606/1209)
I İranlı meşhur sûfî, âlim ve şair. ,
Fesâ'da doğdu. Kaynakların doğum tarihi hakkında verdiği bilgiler farklıdır. Ancak Meşrebü'I-ervâh'm sonunda eserini 16 Zilkade 579 (1 Mart 1184) tarihinde tamamladığı zaman elli iki yaşında bulunduğunu kaydettiğine göre 526-527'de (1132-1133) doğmuş olmalıdır. Nitekim başka kaynaklarda da bu tarihi teyit eder mahiyette bilgiler vardır. Asıl adı Rûzbihân , en meşhur lakabı ise Sadreddin'dir. Babasının sebzeci olmasından, kendisinin de gençliğinde bu işle uğraşmasından dolayı el-Baklî nisbe-siyle tanınmıştır. Ayrıca sathiye* leriyle ünlü olduğundan Şeyh-i Şattâh diye de anılır.
Baklfnin dinî kurallara bağlılığı olmayan bir çevrede doğup büyümesine rağmen daha Öğrencilik çağında canlı bir din şuuruna sahip olduğu, okul arkadaşlarına, "Allah'ı tanıyor musunuz?" gibi ilginç sorular sorduğu, "Allah mekân ve cihetten münezzehtir" şeklindeki bir cevabın kendisini çok etkilediği, hatta bu yüzden vecd ile kendisinden geçtiği söylenir (bk. Hoca, s. 22], Rivayete göre Baklî on beş yaşlarına kadar birkaç defa ilâhî cezbeye kapılmış, bu manevî haller onda derin bir sevgi duygusu geliştirmiş, her şeyin kendisine en güzel bir biçimde görünmesine yol açmıştır. Çocukluk yaşlarından itibaren zikre karşı
545
büyük ilgi duyan Baklfnin on beş yaşında iken Hızır'ı gördüğü ve bu olayın kendisini tasavvufa yönelttiği de onun hakkında nakledilen menkıbeler arasında yer alır. İlk tahsilini muhtemelen doğum yeri olan Fesâ'da yaptı. Erginlik çağına varınca giderek güçlenen dinî duygularının etkisiyle kendisini ibadete verdi; bu arada Kur'an'ı ezberledi ve tahsil ile meşgul oldu. On yedi on sekiz yaşlarında iken babasının dükkânında çalıştığı bir sırada malları dışarı fırlatıp üstünü başını yırtarak dükkândan uzaklaştı ve sahraya kaçıp gitti-, bir müddet tasav-vufî heyecanlarla başı boş dolaştı. Daha sonra sükûn bulup tasavvufa yöneldi ve sûfflerin yolundan gitmeye karar verdi. Yirmi beş yaşında iken kendisini Şiraz'-da bir hankahta buldu ve burada ikamet etmeye başladı. Bu sırada, Fesâ'da bulunduğu yıllarda intisap ettiği Şeyh Cemâleddin b. Halîl el-Fesâî ile karşılaştı. Bir süre Şah Ebû Muhammed el-Cev-zak'ın ribâtında kaldı. 117S'te Şiraz'dan Fesâ'ya döndü. Burada yazdığı Mantı-ku'I-esrâr bi-beyâni'l-envâr adlı tasav-vufî eserinde Fars bölgesi emîri Tekle b. ZengFnin cülusu İçin dua etti. Tekle'-nin çağrısına uyarak tekrar Şiraz'a gitti. Onun ve yerine geçen Sa'd b. Zengfnin takdirini kazanarak himayelerine girdi. Baklî tasavvufa sülükünün başlangıcında Irak, Kirman, Hicaz ve Şam'a seyahat etti. Onun Irak'a gittiği, Şârnerrâ yakınlarındaki Kantaratü'r-Reşâş'ta yaşayan Şeyh Câgîr'in müridi olmasından anlaşılmaktadır. Kaynaklarda iki defa hacca gittiği, bir müddet Mekke civarında ikamet ettiği de bildirilmektedir. Hayatının sonuna doğru ayağına felç geldi. Şi-raz'da vefat etti. Cenaze namazını Şiraz kâdılkudâtı Seyyid Şerefeddin Muhammed b. İshâk el-Hüseynî kıldırdı. Ribâ-tülkadîm'in yanına defnedildi. Kabrinin XV. yüzyıla kadar bir ziyaretgâh olmasına rağmen daha sonra hankah ve imaretlerinin tahrip edilmesi, onun kurduğu Rûzbihâniyye tarikatının halefleri tarafından devam ettirilmediğini göstermektedir.
Torunu ve Tuhfetü'l-''irfan yazarı Şe-refeddin İbrahim, Deylemliler kabilesine mensup olan Baklî ailesinin Büvey-hîler zamanında [932-1056) Fars bölgesine yerleşmiş olduğunu kaydeder. Kendi ifadesine göre Baklî birden fazla evlilik yapmış olup zevcelerinden biri, zamanın büyük arif ve âlimlerinden Şeyh Ali Sirâc'ın kız kardeşi idi. Bu eşinden iki oğlu ve üç kızı olmuştur. Oğullarından
546
Şeyh Şehâbeddin Muhammed dinî ilimleri tedris ile meşgul olmuş ve babasından altı ay önce ölmüştür. İkinci oğlu Şeyh Fahreddin Ahmed, devrindeki geçerli ilimlere vâkıf, faziletli ve çok iyi bir vaiz olarak tanınmıştı; çeşitli eserleri ve şiirleri olduğu söylenen Şeyh Fahred-din'e babası büyük bir ihtimam göstermişti. 620 (1223) yılında vefat edince babasının yanına gömülmüştür.
Çağdaşlarının sevgi, saygı ve takdirlerini kazanan Baklî kaynaklarda "ariflerin sultanı", "âlimlerin burhanı", "âşıkların misali" ve "abdalların serveri" gibi unvanlarla anılagelmiştir. Meşhur sûfî Fahreddîn-i Irâkî bir şiirinde ondan övgüyle söz eder. BaklFnin yaratılıştan tasavvufa yatkın olduğu KeştÛ'l-esrâr adlı eserinden anlaşılmaktadır. O da birçok sûff gibi Hızır'ın mürididir ve bütün safîlerde olduğu gibi onda da tasavvufta en yüksek mertebe olan insân-ı kâmil mertebesine ulaşma arzusu vardır.
Baklî'nin, tasavvufta eriştiği yüksek dereceye lâyık olduğu konusunda kendisine tam bir güveni vardı ve aynı zamanda devrinde "tek" olduğuna inanıyordu. Kendisi de güzel olan Baklî güzel yüze, güzel sese âşık ve güzel kıyafete hayrandı. Ona göre güzellik, kendisini anlayabilmesi ve kendisinden zevk alabilmesi için sevilmeye muhtaçtır ve sevilmelidir. O güzellikle aşkın ezelde söz-leştiklerini ve güzelliğin aşk için yaratıldığını söyler. Hayalinde melekleri kıvırcık saçlı, yüzleri nurdan tüllerle örtülü, kulaklarında küpeler ve boyunlarında incilerle süslenmiş olarak tasavvur eder.
Dostları ilə paylaş: |