XII. yüzyılın ortalarından itibaren Şir-vanşahlar'ın yaşadığı Baku, XIII ve XIV. yüzyıllarda Moğollar'ın işgalinde kaldı. XV. yüzyılın başında Şirvanşahlar'ın başşehri oldu ve yüzyılın sonuna kadar bu durumunu korudu. 1501 yılında Safevî Hükümdarı Şah İsmail tarafından ele geçirildi. Daha sonra Baku'yu Özdemiroğ-lu Osman Paşa fethedip (1583) Osmanlı İmparatorluğumun yeni teşkil edilen Şamahi eyaletine sancak olarak bağladı ise de 1606 yılında Safevîler şehri geri aldılar. Baku, Şah I. Abbas'ın imar ve inşa faaliyetleri sonunda bölgenin önemli merkezlerinden biri haline geldi. XVIII. yüzyıldan itibaren İran ve Rusya arasında çatışma konusu olan Baku 1723'te I. Petro tarafından Rus topraklarına katıldı, fakat kısa bir süre sonra Nâdir Şah zamanında yeniden İran'ın eline geçti [1734], Bağımsız Baku Hanlığı kurulduğunda (1747! hanlığın merkezi yapılan şehir 1806-1813 Rus-İran savaşları sonunda imzalanan Gülistan Antlaşması (1813) ile kesin olarak Rusya'ya geçti ve Şamahi vilâyetinin merkezi oldu. 1917 Ekim ihtilâlinden sonra İngilizler tarafından işgal edilen Baku, önce 28 Mayıs 1918'de kurulan Millî Azerbaycan Cum-huriyeti'nin. Kızıl Ordu'nun bu cumhuri-
yete son vermesi üzerine de yerine kurulan Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cum-huriyeti'nin (28 Nisan 1920) başşehri haline geldi.
Xll-XV. yüzyıllar arasında Bakü'den söz eden kitaplarda buradaki neft madeni (petrol) hakkında geniş bilgi verildiği ve özellikle Ebü'l-Fidâ'nın (ö. 1331) yeşil ve beyaz neftten ayrıntılı biçimde bahsettiği görülmektedir. XVII. yüzyılın ortalarında şehri iki defa ziyaret eden Evliya Çelebi de Şah Abbas'ın gelirlerinin büyük bölümünün Bakü'de çıkarılan neft madeninin satışından elde edildiğini ve bu civarda yedi ayrı yerde neft üretildiğini yazmaktadır. Çarlık Rusya-sı'nın hâkimiyetine girmeden önce burada bulunan petrol kuyuları imtiyaz sahiplerinin elinde işletilmekte iken üretim miktarı yüksekti. Çarlık yönetiminin kuyuları kamulaştırması üretimin gerilemesine sebep oldu ve bunun üzerine 1872'de petrol işletmeciliği tekrar serbest bırakıldı. Batı kaynaklı yabancı sermayenin girmesiyle şehir hızla büyüdü; ilki 1859'da inşa edilmiş olan rafinerilerin çoğalması ve petrolü Batum'a nakledecek Baku - Batum petrol boru hattının döşenmesi şehrin gelişmesini hızlandırdı; banliyölerde pek çok tesis kuruldu ve uydu kentler oluştu. XX. yüzyılın başında Baku, dünya petrol üretiminin yarısının gerçekleştirildiği bir sanayi şehri olarak Önem kazandı ve ayrıca bölgedeki sosyal ve siyasî olayların merkezi oldu. Şehrin demiryoluyla Ros-tov ve Moskova'ya bağlanması ise ekonomik ve ticarî alanlardaki önemini daha da arttırdı. Ancak son zamanlarda petrol rezervlerinin giderek tükenmesi Baku'nun bu alandaki önemini ve etkinliğini azaltmıştır.
Sovyet yönetiminde gelişmesini sürdüren Baku, hem Azerbaycan Sovyet Sos-
yalist Cumhuriyeti'nin hem de Sovyetler Birliği'nin başlıca taşımacılık, ticaret, sanayi ve kültür merkezlerinden biri olarak gelişti. Sovyetler Birliği'nde ilk elektrikli tren hattı Baku - Sabunci arasında kurulmuştur 11924). Demiryoluyla Tiflis. Erivan, Derbent, Culfa ve Asra'ya bağlanması, geniş kapasiteli limanı sebebiyle deniz taşımacılığında da söz sahibi olması ve ayrıca ülke İçi hava ulaşımında hizmet veren bir havaalanının bulunması şehrin önemini arttırmaktadır.
Bakü'de 1919'da açılan Devlet Üni-versitesi'nin yanı sıra 1945'te kurulan Azerbaycan Bilimler Akademisi ve çok sayıda enstitü faaliyet halindedir. Çeşitli tiyatrolar, opera ve bale kuruluşları. 150'den fazla kütüphane, on altı müze ile birçok resim ve sanat galerisi burayı bir eğitim ve kültür merkezi haline getirmiştir. Baku, bölgede yaşayan müs-lürnanlar açısından da ayrı bir önem taşımaktadır; çünkü Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan'da yaşayan müslü-manların bağlı bulundukları Transkaf-kasya Din İşleri Başkanlığı burada bulunmaktadır. Baku, çarlık ve millî hükümet dönemlerinde olduğu gibi bugün de bir basın ve yayın faaliyetleri merkezidir. Azerbaycan'da yayımlanan Azerice ve Rusça gazete ve dergilerin çoğu burada çıkmaktadır. Bakü'de çıkan ilk gazeteler, bütün Kafkasya müslümanlannın menfaatlerini savunan ve Rusça yayımlanan Kaspiy (1870-1918İ ile İlk bağımsız Azerî yayını olan Ekinci'dîr (1875-1877]. 1905 ihtilâlinden sonra Rusya'da kurulan meşrutî idarenin sağladığı nisbî serbestlik içerisinde, diğer şehirlerde olduğu gibi Bakü'de de 1905-1920 tarihleri arasında çok sayıda gazete ve dergi yayımlanmıştır. Muhtelif tarihlerde yayıma başlayan ve resmî makamlarca sık sık kapatılması üzerine değişik adlarla yeniden çıkan gazete ve dergilerin başlıcaiarı şunlardır-. Hayat, İrşad, Tekâmül, Taze Hayat, Terakki, İttifak, Seda, Hakikat, Güneş,
Yoldaş, Progress, İkdam, Yeni İkdam, Taze Haber, Son Haber, Doğru Söz, Açık Söz, Bayrağ-ı Adalet, Himmet, Zahmet Sedası, Kafkas Kommünası, İt-tihad, Ahbâr, Debistân, Rehber, Bahar, Füyûzât, Yeni Füyûzât, Behîül, Leylâ, Mazhar, Zenbur, Mir'ât, Hilâl, Necat, Azerbaycan, Azerbaycan Hü-kümeünin Ahbân, Doğru Yol, Halkçı, Halk Sözü, Müsavat, İstiklâl, Evrâk-ı Nefise ve Medeniyet Azerbeycan'da sosyalist yönetim kurulduktan sonra kapanan özel gazete ve dergilerin yerine devlet tarafından çıkarılan Kommi-nist, Azerbaycan Gençleri, Azerbaycan, Azadlıg, Odlar Yurdu, Aydınlık, Ayna, İslam, Nevruz, Eîm, Medeniyet, Edebiyat, Baku, Tarih ve Baku Üniversitesi gibi resmî Azerice yayınlar burada çıkmaktadır. Azerbaycan'da Azerice ve Rusça yayın yapan radyo ve televizyonun yanı sıra Azerbaycan Haber Ajansı'-nın (AZTAG) merkezi de Bakü'dedir.
Türk-İslâm kültür merkezlerinden biri olan Bakü'de tarih boyunca çok sayıda cami, hamam, kervansaray ve kümbet gibi mimari eser inşa edilmiştir. Bugüne kadar gelenler içinde en eski ve önemlisi kale olup içinde bulunan eski Bakü'ye "İçerişehir" denilmektedir. Kale, şehrin Şah İsmail tarafından fethi sırasında tahrip olmuşsa da Özdemi-roğlu Osman Paşa ve Şah 1. Abbas tarafından, daha sonra da Çarlık Rusyası yönetimince tamir ettirilmiştir. Kale içinde bulunan Mescidi Muhammedi'nin Sınık Kale adıyla anılan 1078 tarihli taş minaresi, halen ayakta olan en eski Türk minaresidir. Silindirik yapısı ve şerefesinin alt kısmının kûfî kitabe kuşağıyla çevrili oluşu dönemin mimari anlayışını yansıtmaktadır. Şirvanşahlar zamanından da bugüne Kız Kalesi, Şirvanşahlar Sarayı. Şirvanşahlar Türbesi, Seyyid Yahya el-Baküyî Kümbeti ile Mescid-i Cuma'nın minaresi kalmıştır. Bunlardan başka Bakü'de daha sonra-
ki dönemlere ait Mescid-i Cuma, Molla Ahmed, Hıdır, Gîlek, Mirza Ahmed, Şeyh İbrahim, Saray, Keykubad, Mekteb, Bibi Heybet ve Beğliyar camileri ile Molla Hanı, Bahar, Mültan ve Hint kervansarayları, Baku Hanlar Sarayı gibi önemli mimari eserleri de bulunmaktadır.
Modern ve tarihî yapıların yan yana görüldüğü Bakü'de şehir, ekonomik ve sosyal büyümesiyle birlikte kalenin dışında gelişmiş ve modern Baku İçeri-şehr'in dışında teşekkül etmiştir. Şehir yeni yönetim binaları ve sosya! tesisleriyle gösterdiği modern görünümü, 1920 yılında kabul edilen genel imar planına uygun inşaat faaliyetleri sonunda kazanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA:
Hudûdü'i-Câlem (Minorsky!, s. 145, 411; Geographie d'Aboul Feda, H/l, s. 299; Evliya Celebi. Seyahatname, II, 300-303; Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-iran Siyasi Münasebetleri 1578-1590, İstanbul 1962, 5. 60, 63, 101, 103, 119; Sara Aşurbeyli, Baku Tarihi, Baku 1968; M. Fahrettin Kirzıoğlu, Osmanlıların Kafkas-Ellerini Fethi (1451-1590), Ankara 1976, s. 301, 303-306, 338; Shirin Akiner. Isla-mic Peoples of the Souiet Union, London 1983, s. 105, 118-122; J. G. Tewari. Muslims under the Czars and the Souiets, Lucknow 1984, s. 45, 77-85, 125, 405; The Statesman's Yearbook 1984-1985 (ed. |. Paxton), London 1984, s. 1253-1252; T. Swİetochowski. Russİan Azerbaijan 1905-1920, Cambridge 1985. s. 20-21; İbrahim Yüksel, Azerbaycan'da Fikir Hayatı ue Basın, İstanbul, ts., s. 93-128; J. CastagnĞ, "Bakou: Centre d'une nouvelle Culture", RMM, LXX (1926). s. 15-45; G. E. Ward. "A Description of Gilan and Baku in 1874", As.Af., XXXVI/1 (1949). s. 82-87; Oktay Arslanapa, "Azerbaycan'da Türk Abideleri", TK, 11/19 (1964), s. 59-65; Kâmûsü'l-a'lâm, II, 1205; Mirza Bala. "Baku", İA, II, 259-261; D. M. Dunlop. "Bâkü", E/2(Fr.). I, 996-997; EBr., (1. 1046; "Baku", Küçük Türk-lslâm Ansiklopedisi, IV, 299-300; GSE, II, 556-557; S. Soucek - R G. Suny. "Baku", E/r., 111, 565-567.
Davut Dursun
BAL
Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde
şifalı olduğu belirtilen
gıda maddesi.
Çiçeklerde bulunan şekerli birleşiklerin bal ansı tarafından toplanıp midesinde değişikliğe uğratıldıktan sonra petek gözlerine yerleştirilmesiyle meydana gelen bir maddedir. Birleşiminde in-verti şeker (% 70-80], sakkaroz (% 2-3), su 1% 20) ve diğer maddeler bulunmaktadır. Balın tadı ve kokusu, arıların şekerli usareyi topladıkları bitkilere bağlıdır.
Bal Kur'ân-ı Kerîm'de cenneti tasvir eden bir âyette asel adıyla geçmekte ve orada süzme baldan ırmaklar bulunduğu ifade edilmektedir (bk. Muhammed 47/15). Balın arı tarafından nasıl yapıldığı ise Nahl (an) süresinde (68. âyet) anlatılmaktadır: "Rabbin bal arısına bal yapmayı şöyle öğretti: Dağlarda, ağaçlarda, insanların çardak kurdukları yerlerde kendine kovanlar yap. Sonra her bir meyveden ye. Bunları rabbinin sana kolaylaştırdığı hücrelere koy. Bu hücrelerin içlerinden türlü renkte ve insanlar için şifalı nefis bir içecek çıkar. Şüphesiz balın yapılışında düşünebilen bir topluluk için büyük İbret vardır." Kitâb-ı Mukaddes'te balın nasıl yapıldığına ve şifalı yönüne işaret edilmemekte, buna karşılık rabbe arzedilecek ekmek tak-dimesinde bal bulunmayacağı (Leviiiler, 2/11), arz-ı mev'ûd'dan bahsedilirken oranın süt ve bal akan diyar olduğu (Çıkış, 3/8; Tesniye, 6/3; Leviiiler, 20/24], Hz. Yahya'nın çekirge ve yaban balı yediği (Matta, 3/4; Markos, 1/6), rabbin hükümlerinin baldan tatlı olduğu belirtilmekte (Mezmurlar, 19/10); hediye olarak sunulan yiyecekler arasında balın da adı zikredilmekte (Tekvin, 43/ 11; 11. Samuel, 17/29), sevgilinin ve yabancı kadının dudağının baldan tatlı olduğu (Ne-şideler Neşidesi, 4/11; Süleyman'ın Meselleri, 5/3) bir benzetme olarak ifade edilmektedir.
Hadislerde de balla ilgili muhtelif ifadelere ve balın Hz. Peygamber'in hayatındaki yerini anlatan rivayetlere rastlanmaktadır. Mi'rac gecesinde Hz. Pey-gamber'e içlerinde bal, süt ve şarap bulunan üç bardak sunulmuş, o sütü almış, kendisine bu seçimiyle fıtrata uygun olanı tercih ettiği söylenmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber'in tatlıyı ve balı çok sevdiği, kendisine bal hediye edildiği za-
552
man onu ashabı arasında kaşık kaşık bölüştürdüğü nakledilmektedir (İbn Mâce, "Tıb", 7). Hz. Peygamber'in bal sevgisi, eşlerinden bazıları arasında rekabete, hatta bir âyetin nazil olmasına sebep olmuştur. Âdeti olduğu üzere bir gün eşlerini ziyaret ettiği sırada Hz. Hafsa veya Zeyneb bint Cahş ona bal şerbeti ikram etmişti. Bu yüzden ziyaretin biraz uzamış olması Hz. Âişe'yi kıskandırmış ve diğer zevcelerinden bir kısmıyla birlikte Hz. Peygamber'e ağzının koktuğunu, içtiği bal şerbetindeki megâfir denilen fena kokulu bir ağaç zamkının buna meydan verebileceğini söylemişler, o da bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etmişti. Bunun üzerine âyet-i kerîme nazil olarak Allah'ın helâl kıldığı bir şeyi kendine haram etmemesi hatırlatılmıştı (bk. et-Tahrîm66/l].
Bal çok eski devirlerden beri Yunanlı-lar'da, Mısırlılar'da, Asurlular'da hekimler tarafından kuvvetlendirici, tedavi edici ve tatlandırıcı olarak kullanılmıştır. Sindirim bozukluğuna iyi geldiği, besleyici ve kuvvet verici etkileri yanında bakterileri öldürdüğü, mikropların üremesini önlediği ve bazı yaraları iyileştirdiği bilinmektedir. Nitekim Hipokrat balın kesiklere, çıbanlara, apselere ve yanıklara iyi geldiğini söylemiştir. İbn Sînâ da yarayı balla tedavi etmiş, hem kendisi hem de İbnü'n-Neffs şifalı bitkileri veya arpayı balla karıştırıp ezerek mesane tümörü tedavisinde kullanmışlardır. Karadeniz bölgesinin doğu taraflarında elde edilen Anzer balının yanık yaralarında merhem olarak çok iyi sonuç verdiği görülmüştür. Ancak bu bölgeden ve özellikle Zigana dağlarından elde edilen balların bir bölümü, bölgede yetişen komar ve zifin denilen bitkiler sebebiyle öldürücü olmasa bile zehirleme özelliğine sahiptir.
Bir gıda maddesi olmaktan başka çeşitli rahatsızlıkları iyileştirici özelliklen sebebiyle Hz. Peygamber balın tedavide kullanılmasını tavsiye etmiş, "Şifa veren iki şeye devam ediniz: Bala ve Kur'an'a" buyurmuştur (İbn Mâce, "Tıb", 7). Balın Kur'ân-ı Kerîm'Ie birlikte zikredilişine, Hz. Ebû Bekir'in Resûlullah'ın huzurunda tabir ettiği rüya ile ilgili hadiste de rastlanmaktadır. Hz. Ebû Bekir, rüyasında yağ ve bal yağdıran bir bulut gördüğünü söyleyen bir sahâbînin rüyasını yorumlarken, "gökten yağan yağ ile balın" Kur'an olduğunu söylemiştir. Her iki hadiste balın Kur'ân-ı Kerîm'Ie birlikte zikredilmesi, birinin cismanî, diğerinin
ruhanî tedavideki yerine işaret etmek için olmalıdır. Şahîh-i Buhârî'öe "Ki-tâbü't-Tıbb"ın "Bal ile Tedavi" bölümünde rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şifanın üç şeyde bulunduğunu söyleyerek bunların hacamat yaptırmak, bal şerbeti içmek ve hastalığın cinsine göre ateşle dağlamak olduğunu, fakat dağlama işini sevmediğini belirtmiştir. Yine aynı yerde balla ilgili olarak şu olay zikredilmektedir: Bir sahâbî Hz. Peygamber'e gelerek kardeşinin sindirim bozukluğundan rahatsız olduğunu söyler. O da hastaya bal şerbeti içirme-lerini tavsiye eder. Sahâbî iki defa daha gelerek rahatsızlığın geçmediğini haber verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Allah sözünde doğrudur; fakat kardeşinin midesi yalancıdır" diyerek tedaviye devam etmelerini ister. Nihayet hasta iyileşir. Resûl-i Ekrem'in, "Allah sözünde doğrudur" derken balda insanlar için birçok şifa bulunduğuna işaret eden âyeti kastettiği anlaşılmaktadır. Ancak hadisin bu cümlesini yorumlayan bazı âlimler, bununla söz konusu hastanın bal yiyerek iyileşeceğinin Hz. Peygamber'e vahiy yoluyla bildirildiği sonucuna varmışlardır (bk. ÂIÛsî, XIV, 186). "Midenin yalancı olması" ifadesi ise mecazi bir anlatımdır. Bu sözle Hz. Peygamber midede birçok zararlı madde bulunduğunu, hazım cihazının bu sebeple balın tesirini kabul edecek durumda olmadığını anlatmak istemiştir.
Çok eski devirlerden beri baldan içki yapıldığı da bilinmektedir. Hz. Peygamber'e, Yemenliler'in baldan yaptıkları bit' (bit'a) adlı koyu ve kıvamlı şıranın durumu sorulduğunda, sarhoşluk veren her içkinin haram olduğunu (bk. Buhârî, "Eş-ri.be", 4) hatırlatarak baldan yapılan içkinin de bu hükmün dışında kalmadığını belirtmiştir.
Balın zekâtı olup olmadığı tartışılmıştır. Ebû Hanîfe arının öşre tâbi arazide bulunması şartıyla, Ahmed b. Hanbe! ve diğer bazı âlimler ise arının bulunduğu arazinin durumu hesaba katılmadan baldan 1/10 nisbetinde zekât (öşür) alınacağını söylemişlerdir. İmam Ebû Yûsuf, Muhammed ve Ahmed b. Hanbel'e göre bal zekâtının değişik nisab miktarları vardır. İmam Mâlik ve Şafiî ile bazı âlimlere göre ise miktarı ne olursa olsun bal zekâta tâbi değildir. Bu âlimler baldan zekât alınmayacağını ifade eden rivayetleri daha kuvvetli görüp zekât alınacağına dair olan hadislerin hiçbirini sahih kabul etmemişlerdir. Bununla be-
raber Ebü Bekir İbnü'l-ArabT, Ebû Hanf-fe'nin görüşünün hem ihtiyata hem de fakirlerin ihtiyacını karşılamaya daha uygun olduğunu söylemiştir.
Günümüzde dünyanın çeşitli yerlerinde baila ilgili âdetler hâlâ yaşamaktadır. Balın İlâhî bir gıda olduğu ve bal yemenin insanı şeytandan koruduğu inancı Vedalar'da zikredildiği için bugün de Hindistan'da yaygındır. Dünyanın başka yerlerinde de bu inanca farklı şekillerde rastlamak mümkündür. Hıristiyanlarda vaftiz ediien bebeğin ağzına süt ve bal koyma, Hindistan'da yeni doğmuş çocukların ağzına bal çalma, Doğu Afrika'da 3-4 yaşına gelen çocuklara bal ve sudan meydana gelen yedi günlük bir diyet uygulama âdetleri vardır. Eski Mısır'da ve halen Afrika'da Ölü ile birlikte mezara konan maddeler arasında balın önemli bir yeri vardır.
Bal Tefsiri. Halk arasında bal tefsiri diye bilinen ve makbul bir dinf metin-miş gibi kabul gören kalaylı bal tası, bal ve kıl hakkındaki yorumların hiçbir dinf ve ilmî değeri yoktur. Kaynaklarda da yer almayan bu yaygın uydurmaya göre, bir savaştan dönen Hz. Ali'yi Hz. Ebü Bekir, Ömer ve Osman ziyaret ederler. Kendilerine kalaylı bir tasla ikram edilen balın içinde bir kıl bulunduğunu görünce bunu kendilerini denemek için Hz. Fatma'nın koyduğunu düşünerek tasın, balın ve kılın yorumunu yaparlar. Hz. Peygamberin dört dostuna sırayla yaptırılan bu yorumlar, onların karakterlerine ve ilgi alanlarına uygun olarak namaz, misafire ikram, ilim ve savaşa dairdir. Hz. Fatma'nın tefsiri ise erkeğini memnun eden kadınla ilgilidir. İslâm edebine uymamakla birlikte Hz. Pey-gamber'in dostları, yanlarına gelmesi için ona haber gönderirler. O da kalkıp gelerek konuya daha farklı bir açıdan bakar. İddiaya göre onun aynı üslûbu kullanarak yaptığı tefsir şöyledir: "Ümmetimin kalbi nurludur bu tastan. Kevser şarabı tatlıdır bu baldan. Şeriatımın yolu incedir bu kıldan." Bu kadarıyla yetinmeyen uydurmacı, son olarak da Allah Teâlâ'nm, "Dostum yâ MuhammedT diye başlayan tefsirini aynı tarzda vermektedir. Uydurma hadislerin belirgin Özelliği olan aşın mübalağa bu metnin sonunda daha açık bir şekilde görülmektedir. Hazırladığı bal tefsirinin devamlı şekilde okunup okutulmasını temin etmek isteyen bu meçhul şahıs, bal tefsi-
rini okuyana, dinleyene 200 peygamber sevabı verilmesi için Hz. Peygamberin el kaldırıp dua ettiğini haber vermekte, mükâfat dağıtımını daha geniş çaplı tutan Allah Teâiâ'nın ise sadece okuyana ve dinleyene değil üzerinde taşıyana, okutana, yazana, yazdırana ve din kardeşlerine hediye edene de aynı sevabı vaad buyurduğunu bildirmektedir. Bu sözde tefsiri devamlı gündemde tutmak düşüncesiyle onu üzerinde taşıyan, her-gün okuyan ve dinleyenin katiyen dünya darlığı görmeyeceği, Ölürken imanla öleceği, bütün kaza ve belâlardan kurtulacağı peygamber diliyle garanti edilmektedir. Bal tefsiri diye bilinen bu asılsız rivayette, müslümanları ibadete teşvik etmek düşüncesiyle hadis uyduran bazı zahirilerden çok cahil müsiümanlar-la alay etmek İsteyen kötü niyetli kimselerin tavrı sezilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Muuaüa*. "Zekât", 39; Müsned, I, 236, 257; Buhârf. "Eşribe", 4, 12, 15, Tıb', 3, 4, 24, "Ta'bîr", 47, "Talâk", 8, "HiyeT, 12, "Zekât", 55; Müslim, "Rü'yâ", 17, "Radâc", 88, "Selâm", 71; İbn Mâce, "Tıb". 7; İbn Hacer. Fethu'l-bârT [Hatîb], III, 407-410; X, 178-180; Aynf. 'ümdetü't-kârt, Kahire 1392/1972, VII, 328-330; Sevkânî. rieylü'l-eutâr, IV, 164-165; Alûsî. Rühu't-me'ânt, XIV, 186; R Laborde. Le Miel, Bordeaux 1945, s. 13-31; ZÜhaylî. el-Fıkhü'l-islâmî, II, 740, 755, 806, 808; Turhan Baytop, Türkiye'de Bitkiler ile Tedaui, İstanbul 1984, s. 177; Emin Burad. "Balın Tıptaki Değeri", Aü Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Yüksek Okulu Bülteni, D/l, Ankara 1967, s. 91-94; Omar Schroedter. "İslâm Tıbbı Hakkında Bir İnceleme (trc. Hüseyin Zamantılı)," KAM,\N/ 3 (1985), s. 34-35; Hayreddin Karaman, "Zekât", İA, XIII, 499; E. N. Fallaize, "Honey", ERE, VI, 768-771. (Tl
IsnJ M. Yasak Kandıîmir
BA'L
( Ju]
Başta Ken'ânîler olmak üzere
eski Yakındoğu topluluklarının çoğunda
Tann'ya verilen ad.
Sâmf dillerde ortak olan ve "sahip, efendi" mânasına gelen bu kelime Arapça ve Habeşçe'de baâl, ba'l, Ken'ân dilinde ve İbrânfce'de baal, Ârâmfce ve Sür-yanice'de beel şeklinde telaffuz edilir. Arapça'da ba'l kelimesi üstünlük ifade eder. Bu mânası sebebiyle kadına göre daha güçlü olan kocaya, çevreye hâkim durumda olan yüksek tepeye, herhangi bir şeyin mâliki ve sahibi olan kişiye ba'l denilmiştir (Hasan el-MustafavT, et-Tahkik fr kelimâti'l-Kur*âni'l-Kerîm, "baV
md.). Kur'ân-ı Kerîm'de bu kelime hem "koca" mânasında (en-Nisâ 4/128; Hûd 11/72; çoğul şekli buüle olarak el-Baka-ra 2/228; en-Nûr 24/31), hem de Hz. İl-yâs'ın kavminin taptığı bir ilâhın adı olarak (es-Sâffât 37/125) geçmektedir. Ba'l Önceleri belirli bir tanrının öze! ismi olmayıp "efendi, rab" mânasında birçok ilâhî varlığa verilen ortak bir addı; bu varlıkların hangisini ifade ettiği, yanına başka bir isim eklenmek suretiyle belirtilirdi (Lods, s. 121): Baal-Peor(Peor dağının tanrısı) gibi (Sayılar, 25/3), Milâttan önce IH. binyılın sonundan ve II, bin-yılın ortalarından itibaren bu unvan, Ras Shamra ve Mezopotamya metinlerinde, Amorîler'in Hadad adlı kış yağmuru ve fırtınası tanrısına verilmiştir (Gray, I, 328). Ken'ânîler fırtına tanrısına bu adı vermişlerdi ve İbrânfler kendileriyle irtibat kurduklarında Ba'l'e ve Astartiler'e tapıyorlardı (Hâkimler, 2/13; 10/6). Ken'ân ülkesinde Ba'l bereket verme, yağmur yağdırma, verimli kılma fonksiyonları olan bir tanrı olarak kabul ediliyordu. Ugarit kayıtlarına göre Ba'l rüzgâr tanrısı olup zevcesi Astarte ile Ken'ân panteonunun temelini teşkil ediyordu; onun yaşayan bütün canlılara verimlilik ve bereket sağladığına inanılıyordu. Onlara göre her şeyi büyütüp yetiştiren oydu. Bu sebeple mahsulün, davarların ve ailelerin onda birini isterdi. Ba'I'in mabedi, peygamberleri, din adamları da vardı.
İsrâiloğullan Yeşû'un ölümünden sonra Ba'l'e tapınmaya başladılar (Hâkimler, 2/1M 3). Yahudi tarihi boyunca Allah'a kulluktan uzaklaşıp mahalli ilâhlara tapınma sık sık tekrarlandı (Hâkimler, 8/ 33; I. Samuel, 7/4; I. Krallar, 16-31; 22/ 54; II. Krallar, 3/2; 10/18; 21/3; Yerem-ya, 7/9; 19/5; 23/27; Hoşea, 2/10, 15; 13/1). Milâttan önce 874'te İsrail'e kral olan Ahab (Achab), karısı Kraliçe İzabel'in (Jezabel) baskısı ile BaTe tapınmaya başladı (I, Krallar, 16/30-33). Peygamber İlya (Elie, İlyâs), Kral Ahab ve Ba'l inanana karşı mücadele etti; onları Yahve ile Ba'l arasında tercih yapmaya çağırdı. Ahd-i Atfk'teki meşhur Karmel sahnesi, Peygamber İlya tarafından Ba'I'in hiçliğinin ispatlanışını göstermektedir (1. Krallar, 17-18).
Kur'ân-ı Kerîm'de Hz. İlyâs ve onun kavmi hakkında bilgi yoktur. Ancak Kur-an'da adı geçen İlyâs'ın Kitâb-i Mukad-des'teki Peygamber İlya olması kuvvetle muhtemeldir. Zira her ikisi de Ba'I'in bı-
Takılmasını ve gerçek Tanrı'ya dönülmesini istemektedir.
Ba'l adında bir tanrıya tapınma inancının geniş bir tarih ve coğrafyaya yayılmasına ve Sâmî dillerde bu kelimenin Tanrı" mânasına gelmesine bakarak şöyle düşünülebilir: Ba'l aslında yüce yaratıcının rab vasfını ifade ediyordu. Beşerin müşahhasa olan temayülü yüzünden bazı insanlar Allah'ın ba'l vasfının tecellîsiyle ilgili olan yaratma, verimli kılma, kemale erdirme gibi cemal sıfatlan üzerinde fazlaca durarak O'nu rüzgâr, yağmur ve bereket veren tabiat tanrısı şeklinde tasavvur ettiler ve sonra da boğa ile temsil ederek putlaştır-dılar. Böyle durumlarda Allah'ın peygamberleri insanları bu bâtıl inançtan vazgeçmeye çağırdılar. Nitekim Kur'an'-da Hz. İlyâs'in Ba'l'e tapanları irşad ve ikaz ederken, "Sakınmaz mısınız! En güzel yaratanı, sizin de geçmiş atalarınızın da rabbi olan Allah'ı bırakıp BaTe mi taparsınız!" (es-Sâffât 37/124-1261 dediği belirtilmektedir.
BİBLİYOGRAFYA:
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, "Bal" md.; Mustafavî, et-Tahklk, "ba=l" md.; Taberî, Tefsir (Bulak), XXIII, 91*94; XXVI, 77; Sa'lebr. V\râ'f-sü'l-mecâlis, s. 192-197; Fîrûzâbâdî, Beşâ'ir [nşr. M. Ali en-Neccâr), Beyrut, ts. (el-Mekte-betü'l-İlmiyye), II, 260; A. Lods, Israel, Paris 1930, s. 121-124; V. Imschoot. Thûologİe de l'ancien Testament, Paris 1954, s. 24-25; F. Challaye, Dinler Tarihi (trc. Semih Tiryakioğlu), İstanbul 1963, s. 120-138; E. Jacob, Theologie de l'ancien Testament, Neuchatel (Suisse) 1968, s. 45-46; Suat Yıldırım, Kur'ân'da ülühiyyet, İstanbul 1987, s. 368-369; "Baal", DR, s. 35; J. Gray. "Baal", IDB, I, 328-329; "Baal", NDB, s. 74, 200; D. B. Macdonald. "Ba'al", İA, II, 160-161; R. Brunschvig, "Bacl", El2 (İng.l, I, 968-969; W. M. Sale. "Baal", EBr., II, 941; L. B. Pa-ton, "Baal, Beel, Bel", ERE, II, 283-298.
İm Suat Yıldırım BÂLÂ
Osmanlı Devleti'nde
XIX. yüzyıldan itibaren kullanılan
bir mülkî rütbe.
Farsça olan kelime "yüksek, yukarı, üst" mânasına gelmektedir. Vak'anüvis Lutff Efendi'nin kaydettiğine göre ilk defa Sultan Abdülmecid zamanında, 1846'da sadâret müsteşarlığı ile valide sultan kethüdâlığı görevlerinin öneminden dolayı "ûlâ evvelleri"nden önce gelmek ve vezâretten sonra en büyük rütbe olmak üzere ihdas edildi. Bâlâ rütbe-
Dostları ilə paylaş: |