Eserleri. Ebü'l-Muzaffer el-İsferâyînî mübalağalı sayılacak bir ifade ile Bâkıl-lânrnin, tamamı 50.000 varak tutan çok sayıda eser yazdığını belirtir (et-Tebştr, s. 119). Kelâm, dinler tarihi, tefsir, fıkıh, usûl-i fıkha dair olan ve kaynaklarda adlarından söz edilen eserlerinin sayısı elli beş civarındadır. Bunlardan günümüze ulaştıkları bilinen ve çoğu kelâm ilmine, bir kısmı da Kur'an ilimlerine dair olan eserleri şunlardır: 1. et-Temhîd* ü'r-red cale'l-müîhideti'l'Mucattıla ve'r-Râfiza ve'1-Havâric ve'1-Mu^tezile. Tem-hîdü'î-evâ^il ve teîhîşü'd-delâ'il adıyla da bilinen ve mevcut kelâm kitaplarının en önemlisi sayılan eserin Süleyma-
534
niye Kütüphanesi'nde iki (Ayasofya, nr. 2201; Atıf Efendi, nr. 1223], Biblioth6que Nationale'de (bk. BSkıllânî, et-Temhîd |R. J. McCarthy], s. 26-27) bir yazma nüshası mevcuttur. Eser Muhammed Abdülhâdî Ebû Rîde ve Muhammed Mahmûd el-Hu-dayrî (Kahire 1366/1947), R. J. McCarthy (Beyrut 1957) ve ayrıca İmâdüddin Ah-med Haydar tarafından tahkik edilerek yayımlanmıştır (Beyrut 1407/1987). Ab-dülcelîl b. Ebû Bekir er-Rebîî et-Tesdîd fî şerhi't-Temhîd adıyla et-Temhîd üzerine bir şerh yazmıştır | Süleymaniye Ktp., Turhan Valide Sultan, nr. 20). Z. el-İnşâf*. Muhtasar bir kelâm kitabı olan bu eserin muhtevası üç ayrı risale tarzında yazıldığı intibaını vermektedir. Bazı kaynaklarda Bâkıllânî'ye atfedilen Risâle-tü'1-Hurre adlı kitabın da aynı eser olduğu kabul edilir. Eser M. Zâhid Kevserî tarafından tahkik edilerek neşredilmiştir (Kahire 1382/1963). 3. Menâkıbü'l-e'imme ve nakz'ü'l-metalin can Seîe-îi'1-ümme. Hulefâ-yi Râşidîn'eyöneltilen tenkitlere verilen cevaplardan oluşur. Eksik bir yazma nüshası Dımaşk Zâhiriy-ye Kütüphanesi'nde mevcuttur (nr. 66]. 4. el-İntişâr li-şıhhati nakli'î-Kur''ân ve'r-red calâ men nehaiehü'î-fesâd bi-ziyâde ev noksan. Mevcut Kur'an'ın fazlalık veya eksiklik gibi bir tahrife mâruz kalmadığını, aksine Allah'tan geldiği şekliyle nakledilip sonraki nesillere ulaştığını konu alan bu eser Muhammed Zağ-10! Selâm'm tahkikiyle basılmış (İskenderiye 1971], ayrıca Fuat Sezgin tarafından tıpkıbasımı yapılmıştır (Frankfurt 1407/ i 986). Ebû Abdullah es-Sayrafı Nüke-tü'1-İntişâr adıyla eseri ihtisar etmiş, Ebû
Bekir es-Sâbûnî de Nüket üzerinde çalışarak onu yeniden düzenlemiştir (Sezgin, I, 609). S. Vcâzü'l-Km'ân'. Kur'an'ın hangi bakımlardan mucize olduğu konusunu işleyen eseri Ahmed Sakr tahkik ederek yayımlamış, Gustave E. Gru-nebaum İngilizce'ye çevirerek tahlil etmiştir (Şikago 1950). Eserin Süleymani-ye Kütüphanesi'nde bir yazma nüshası vardır (Reîsülküttâb, nr. 18]. 6. el-Beyân'. Bâkıllânî'ye ait Fi'l-Mu^cizât adındaki hacimli eserden geriye kalan bir bölüm olduğu kabul edilir. R. J. McCarthy'nin tahkikiyle basılmıştır (Beyrut 1958). 7. Hidâyetü'l-müsterşidîn ve'î-maknec fî uşûli'd-dîn. Tamamı on yedi cüz (cilt) olan eserden geriye on iki cüz kalmış olup yazma bir nüshası Ezher Kütüphanesi'nde mevcuttur (nr. 342]. Muhammed b. Ebü'l-Hattâb el-İşbîlî Telhîşü'1-kifâ-ye min kitâbi'l-Hidâye adıyla eseri ihtisar etmiştir. 8. Su'âîâtü ehîi'r-re'y cani'l-kelâm fil-Kur3 ân. Kur'an'ın te'vil ve tefsiriyle ilgili sorulara verilen cevaplardan oluşan küçük bir risale olup yazma bir nüshası Süleymaniye Kütüpha-nesi'ndedir (Lâleli, nr. 3861/7).
Süleymaniye Kütüphanesi kataloglarında Bâkıllânî'ye, Fuat Sezgin tarafından ise İbn Fûrek'e atfedilen {GAS, 1, 609) Ma cârilü'l-ahyâr fî te^vîli'1-ahbâr (Da-■mad İbrahim, nr. 272) adlı kitap bunlardan hiçbirine ait olmayıp daha sonra yaşayan bir müellifin eseridir. Çünkü kitapta daha sonraki devirlerde yaşayan âlimlerin isimlerine rastlanmaktadır.
BâkıllânFnin gerek kendi eserlerinde gerekse diğer kaynaklarda adlarından söz edilen, fakat günümüze kadar ulaş-
tığı bilinmeyen bazı kitapları da şunlardır: İkfârü'1-müte*evvilîn (İNazzâm'ın kelâm sisteminin tenkidi), Nakzü'l-fünûn li'l-Câhiz (Câhiz'in l'cSz görüşünün tenkidi), Nakzu Nakzi'l-Lümac li'1-Eş'an (Ali el-İskâfî veya Kâdf Abdülcebbâr'ın Eş'arî'ye ait el-Lümaca karşı yazdığı Nakz'm tenkidi), el-İbûne can mezhebi ehîi'l-küfr ve'd-dalâîe, et-TacdîJ ve't-tecvîr, Şer-hu'1-Lüma'1 U'1-Eş'arî, er-Red cale'l-Mu^tezile fî me'ştebehe 'aleyhim min te3vîli'l~Kurbân, Fî Enne'l-ma'dûm Jeyse bi-şey3, Şerhu Edebi'1-cedel, Keyfiyyetü'l-istişhâd, Dekâ *iku'I-ke-îâm, İmâmetü Benî cAbbâs, el-Kerâ-mât, Tasarrufu!-cibâd ve'1-fark bey-ne'î-halk ve'1-iktisâh, ed-Dimâ3ü'lle-tî ceret beyne'ş-şahâbe, Keşfü'l-esrâr ve hetkü'l-estâr û'r-red Cale'l-Bâtmiy-ye, el-Kesb, el-Bağdâdiyyât, el-Cür-cûniyyât, el-İşbahâniyyât, Nihâyetü'l-îcâz, el-îmân, et-Tebşıra, el-Mukaddi-mât fî usûli'd-diyânât, eî-Mesâ^ilü'l-Kostantîniyye, er-Red cale'l-mütenâsi-hîn, el-Mesâ^il ve'1-mücâlesâtü'I-men-şûre, el'İmâmetü'l-kebîre, eî-İmâme-tü'ş-şağîre, er-Rudüd calâ Ebî Tâhir b. Kasım, EcvibetÜ ehli Filistin, Mesd 'il se'eiehâ İbn ^Abdilmü''min, ei-Uşû-îü'î-kebîr, el-Uşûlü's-şcığîr, Mesâ'iîü'l-uşûl, Fazlü'l-cihâd, Emâlî, İcmâ'u eh-li'1-Medîne, ei-Takrîb ve'}-irşâd îî uşû-li'1-fıkh (M. Ramazan Abdullah, s. 196-216],
BİBLİYOGRAFYA:
Bâkillânî, et-Temhîd (nşr. R. I. McCarthy), Beyrut 1957, s. 145, 214-215, 227-229, 258-263, 280-282, 286-296, 304-305, 330-333, 346-350, ayrıca bk. naşirin girişi, s. 11-13, 22-27, 30-32; a.e. (Ebû Rîde), naşirin girişi, s. 1-31; a.mlf., el-Beyân (ıışr. R. ]. McCarthy), Beyrut 1958, s. 8-9, 18, 79; a.mlf.. !ccâzü'l-Kur*ân, naşirin girişi, s. 16-30, 34-35, 49-54, 63; a.mlf., el-tnşaf, s. 7, 13-14, 16, 22-27, 30-41, 51, 54, 57-58, 59, 63-64, 71, 105, 136, 172, 176; Bağdadî, üsaiü'd-dîn, s. 45, 67, 90, 109; a.mlf.,
el-Fark (Kevserî), s. 221; Hatîb, Târfhu Bağ-dâd, V, 379-380; İsferâyînî. et-Tebşîr,"s. 119; İbn Hazm, el-Faşi (Umeyre), II, 303; III, 286; IV, 5; V, 5, 6, 76, 80-99, 109, 142, 185, 202; Kâdî İyâz, Tertîhü'l-medSrtk, Kahire 1947, s. 243, 247, 249, 256; Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, el-'Auâ$ım (Tâlİbî], s. 119; a.mlf., Ahkâmul-Kur'ân, IH, 457; Şehrist&nî. el-M/lel (Vekîl], I, 95, 98; İbn Asâkir. Tebyînü kezibi'I-müfteri s. 119-120, 177, ] 78, 222-224, 398-399; Fah-reddin er-Râzr, Leuâ.micu'i-beyyinâl, s. 36; İb-nü'l-Esîr, el-Kâmil, IX, 11-12; İbn Hallikân, Ve-feySt, IV, 269; Zehebî, Aclâmü'n-nübelâ3, XVII, 190-193; İbn Teymiyye, Mecmû'u fetâvâ, IV, 167; VI, 135; VII, 119, 154; îcî, Ceüâhirü'hke-lâm (nşr. Ebü'l-Ulâ el-Afîfî, Mecelletü Kültty-yetil-âdâb, II, Kahire 1934, içinde), s. 133, 156, 170, 181, 208, 210; Sübkî, Tabakât, 111, 352; İbn Ferhûn, ed-Dîbâcul-müzheb, 11, 228-229; İbn Haldun, Mukaddime, Kahire, ts. (Dfirü'ş-Şab), s, 429; İbnü'i-Vezîr, îsârü'l-hak 'ate7-halk, Beyrut 1403/1983, s. 322; Keşfü'z-zu-nün, I, 173; II, 1485, 2042; İbnü'l-İmâd. Şe-zerât, II!, 160, 168; îzâhu'l-meknûn, I, 98; II, 691; Ammâr Tâlİbî, Ârâ'ü EblBekrb. el-'Ara-bî el-Kelâmiyye, Cezayir, ts. (eş-Şirketti i-Vata-niyye), s. 10-11, 127, 159; Abdurrahman Be-devî, Min T&rîhi'l-ilhâd fi'l-İslâm, Kahire 1945, s. 138; a.mlf.. Mezâhiba'l-isiSıniyL/ın, Beyrut 1971, 1, 569-591, 595-627; Sezgin. GAS, I, 608-609; Abdürraûf Mahlüf. el-Bâkülânî ve kitâ-bühü İ'câzü'1-Kur'S.n, Beyrut 1978, s. 77-78, 88-90, 108-109, 534; Hüsnî Zeyne. el-cAkl'in-de't-Mu'tezüe, Beyrut 1978, s. 25, 26-27, 144; Ömer Ferrûh, Târîhu'i-edeb, 111, 51; M. Ramazan Abdullah. el-Bâkül&nî ve &r&°'Ühü'l-kelS.-miyye, Bağdad 1986, s. 132 vd., 179-215, 224 vd., 593-607; izmirli İsmail Hakkı, "Ebû Bekir Bâkıllânî", DİFM, sy. 5-6 (1926), s. 137-172; F, Rosenthal, "A Tenthy Century, Document of Arabic Literary Theory and Criticism", MW, XL1I (1952], s. 58-61; Yusuf Iblsh. "Life and Works of a]-BSqillâni"r IS, IV (1965), s. 225-236; Halim Sabit Şibay, "Bâkillânî", İA, II, 253-257; Abdülkayyûm, "Bâkıllânî", CSDMl, 111, 977; R. J. McCarthy. "al-Bâkıİlânî", El3 (İng.), 1, 958.
Kİ Şerafeddin Gölcük "1
L
BAKIR, Muhammcd b. Ali (bk. MUHAMMED el-BÂKIR).
BAKIRGAN KİTABI
Hakîm Süleyman Atâ'nın
(ö. 582/1186)
tasavvufî şiirlerden derlediği
manzume ve kıssalar mecmuası.
Eserlerinde Süleyman, Kul Süleyman. Hakfrn Hâce Süleyman, Hakfm Süleyman, Hakîm, Hakîm Hâce. Süleyman Bâ-kırgânî isimlerini kullanan Hakîm Atâ, Ahmed Yesevî'nin üçüncü halifesi olup, Yesevî tarzında hikmetler söylemiş ve Orta Asya tasavvuf edebiyatında ondan sonra hikmet an'anesini geliştirmiş en eski sûfî şairdir.
Bakırgan Kitabı, değişik zamanlarda yaşamış çeşitli şairlere ait birtakım ilâhi ve sûfiyâne şiirlerin toplandığı bir mecmuadır.
On dört şairin 124 manzumesiyle yine bunlardan bazılarına ait sekiz manzum hikâyeden meydana gelmiştir. Manzumelerden kırk dördü Hakîm Atâ'ya, yirmi biri Şemseddin'e, on dokuzu îkâ-nFye, on üçü UbeydFye, on ikisi Ahmed Yesevî'ye, dördü Şerîf'e, dördü Hudâ-dâd'a, birer tanesi de Şühüdî, Gazâlî, Şeyhî, Fakirî, Kasım, Garîbî ve HatâFye aittir. Mecmuadaki manzumeler hikmet tarzının en güzel Örnekleridir. Eserde dervişlerin ve dervişliğin faziletlerine ve dünyanın fâniliğine dair birtakım mutasavvıfâne düşüncelerle Ahmed Yesevî için yazılmış methiyeler de yer almaktadır.
Mecmuanın sonunda yer alan manzum hikâyelerden Hz. Peygamber ve kızı Fâtıma'nın ölümlerini anlatanlar Şemseddin'e, mi'racı ve Hz. İbrahim'in oğlu İsmail'i kurban etme teşebbüsünü anlatanlar Süleyman Atâ'ya, Hz. Peygam-ber'in oğlunun ölümünü anlatan Ubey-dî"ye, Cenâdil Kalesi'nin kurtuluşunu anlatan hikâye ise HatâFye aittir. "Yarım Alma Kitabı"nın da Süleyman Atâ tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir.
Yüzyıllardan beri Orta Asya, Volga, Hâ-rizm ve Kıpçak Türkleri arasında büyük bir vecd ve heyecanla okunan Bakırgan Kitabı ilk defa 1846'da Kazan Darülfünunu Matbaası'nda basılmıştır. Çift sütun halinde seksen altı sayfadan ibaret olan bu baskının her sayfasında ortalama elli mısra vardır. Yine aynı matbaada 1301'de (1884) basılan nüsha ise 144 sayfa olup her sayfası ortalama yirmi altı mısradır. Eserin birçok yazma nüshası da vardır.
535
Süleyman Atâ'nın Bakırgan Kitabı gibi Âhir Zaman Kitabı ve Hazreti Meryem Kitabı da aynı bölgelerde yüzyıllardan beri okunagelen kitaplar arasındadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Köprülü, tik Mutasavvıflar (Ankara 1984], s. 57, 172-174, 176; Ali Rahim - A. Aziz, Tatar Edebiyatı Tarihi, Kazan 1923, il, 102-108; Necla Pekolcay, İsiâmT Türk Edebiyatı, İstanbul 1981, I, 102; W. Barthold, "Hakim Ata", El, II, 239; R. Rahmeti Arat, "Hakim Ata", M,V/l,s. 101-103; Günay Alpay, "Hakim Ata", El2 (lng.), III, 76.
ffil TlJNCER GÜLENSOY
BÂKIRGÂNÎ
., (bk. HAKÎM ATA).
I— ___I
■
BAKIRİYYE
İmâmiyye Şîası İçinde imametin
Ali Zeynelâbidîn'den sonra oğlu
Muhammed el-Bâkır'a intikal ettiğini ve
onun "beklenen mehdî"
olduğunu öne sürenlere verilen ad
(bk. MUHAMMED el-BÂKIR).
BAKIYYE b. VELÎD
( -^ CH ** )
Ebû Yuhmid Bakıyye
b. el-Velîd el-Kelâî el-Hımsî
(ö. 197/812)
, Muhaddis.
Tebeü't-tabiînden olan Bakıyye kendi ifadesine göre 110'da (728) doğdu. Yetişme çağı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Muhammed b. Ziyâd el-Elhânî, Temmâm b. Necîh, Şu'be b. Haccâc, Dah-hâk, Yezîd b. Hârûn gibi birçok âlimden hadis rivayet etti. Kendisinden hocaları İbn Cüreyc, Evzâî, Şu'be b. Haccâc, Abdullah b. Mübârek'ten başka İsmail b. Ayyaş, Hammâd b. Zeyd, Vekî' b. Cerrah gibi birçok muhaddis hadis almıştır.
Bağdat'a giderek hadis rivayet eden Bakıyye, adı üzerinde çok söz söylenen bir muhaddistir. Tezkiretü'1-hufl:dz''da ona hadis hafızları arasında yer veren Zehebî, Mîzânü'l-iptidâi'de hakkında bütün söylenenleri ve münker* kabul edilen rivayetlerini sıralamıştır. Abdullah b. Mübarek onun adlan bilinen şeyhleri künyeleriyle, künyeleriyle mâruf râvileri de isimleriyle zikretmek suretiyle hadis-çileri yorduğunu, sadûk* bir kişi olmasına rağmen her önüne gelenden rivayette bulunduğunu belirtir. Hüccet kabul edilmemesinin en önemli sebebi, za-
556
yıf râvilerden duyduklarını kendileriyle görüştüğü sika* râvilerden duymuş gibi tedlîs* yaparak nakletmesidir.
Yanlış okuma sebebiyle Ebû Yuhmid yerine Ebû Muhammed diye de künye-lendiğine işaret edilen Bakıyye'nin geniş bilgisine, zeki ve zarif kişiliğine rağmen tedlîs kusuru yüzünden Buhârî bir rivayetini mütâbi'* ("Ezan", 65), Müslim de bir hadisini şâhid* olarak ("Nikâh", 101) zikretmişlerdir. İbn Huzeyme onun rivayet ettiği hadislerin delil olarak kul-lanılamıyacağını söylemiştir.
Sika râvilerden rivayet ettiği bilinen hadislerine güvenilebileceği, zayıf ve tanınmayan kişilerden rivayet ettiklerine ise itibar edilemeyeceği, âlimlerin Bakıyye hakkındaki ortak görüşüdür.
BİBLİYOGRAFYA:
İbn Sa'd, et-Tabakât, VII, 469; el-Cerh ue't-ta'dîl, II, 434-436; İbn Adî, el-Kâmii, II, 504-511; Hatîb. TSrîhu Bağdâd, VI!, 123-127; Mizzî, Teh-ztbul-Kemâl, Beyrut 1403-1405/1983-85, IV, 192-200; Zehebû Tezkiretü'i-huffSz, I, 289-290; a.mlf., Mîzânui-i'tidâl, I, 331-339; a.mlf., Aclâ-mû'n-nübslâ?, VHJ, 518-534; İbn Hacer, Tehzt-but-Tehztb, I, 473-478. r~\
\m İsmail L. Çakan
F BÂKİ n
[,M\
L
Allah'ın isimlerinden
[esmâ-i hüsnâ) biri.
Sözlükte "sebat ve devam etmek, kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitmek" anlamındaki beka kökünden türeyen bir sıfattır. Esmâ-i hüsnâ-dan biri olarak "gelecekte varlığının sona ermesi düşünülemeyen" anlamına gelir ki "Allah'tan başka her şeyin gelip geçici olduğu" mânasını ifade eden fâninin zıddıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de bakî isminin ihtiva ettiği mâna, aynı kökten türeyen fiil ve ism-i tafdil sığaları ile Allah'a nis-bet edilmiştir (Tâhâ 20/73; er-Rahmân 55/27). Yine Allah'ın isimlerinden olmak üzere Kur'an'da yer alan âhir ve samed kelimeleri de (eİ-Hadîd 57/3; el-İhlâs ] 12/2) bakinin mânasını destekler niteliktedir. Allah'ın isim ve sıfatlan başlan-gıçsız (ezelî) ve nihayetsiz (ebedî") olma özelliği taşıdığına göre O'nun hay ismi "ezelî ve ebedî bir hayatla diri" anlamına gelir ve bu manasıyla Allah'ın sonsuzluğunu vurgulamış olur. Nitekim bir âyette Cenâb-ı Hak hay ismiyle anıldıktan sonra ölümden münezzeh (lâyemût) olmakla nitelendirilmiş (el-Furkân 25/58) ve bir bakıma bakî ismi tefsir edilmiştir.
Hadislerde bâkl mânasını içeren ve özellikle Hz. Peygamber'in dua ve münâcât-iarında yer alan ifadeler mevcuttur; ayrıca aynı anlama gelen dâim ismi de Allah'a nisbet edilmiştir (bk. Beyhakî, s. 9-12).
Bakî, kelâm literatüründe "varlığının sonu olmayan" anlamında Allah'ın isim ve sıfatları İçinde zâtî-selbî grubundan kabul edilmiştir. Gazzâlî'nin de belirttiği gibi "kendinden ötürü varlığı zaruri" (vâcibü'l-vücûd bizâtihî) olan Allah'ın, za-manyı hem geçmişi hem de geleceği açısından nihayetsiz olması aklen de zorunludur. Çünkü mevcudiyetini kazanıp sürdürebilmesi için başkasına muhtaç olmaktan münezzeh bulunan Allah'ın zâtı değişime mâruz kalmayacağı gibi zamana da bağımlı değildir. Ancak değişim kanunlarına tâbi bulunan insanın zihni, zamanı geçmişe ve geleceğe bağlı oiarak idrak eder. Bu sebeple de kelâm-cılar yaratıcının sonsuzluğunu geçmiş açısından kadîm ve ezelî, gelecek açısından da bakî ve ebedî kavramlarıyla ifade etmek istemişlerdir.
Bütün İslâm bilginleri Allah'ın baki oluşu noktasında görüş birliği içindedir. Ancak aşırı Şiî gruplarına mensup Beyân b. Sem'ân, "O'nun vechi (zâtı) müstesna her şey yok olmaya mahkûmdur" [el-Ka-sas 28/88) mealindeki âyetin hükmünü Allah'ı da içine alacak şekilde genelleş-tirmiş ve bu âyetteki vech kelimesine yaratılmışlara mahsus "yüz" mânası vererek Allah'ın yüzü hariç zâtının yok olacağını ileri sürmüştür. Fakat Beyân b. Sem'ân'ın bu görüsü mutlak mânada ulû-hiyyet kavramına, Allah'ın isim ve sıfat-
larına ve mantık kurallarına aykırı görülerek reddedilmiştir. Dünya hayatını sona erdiren ölüm, kişinin ölümsüz yaratıcının ölümsüz âlemine geçişini sağlamaktadır. Özellikle Türk dünyasında hemen bütün mezar taşlarında yer alan "Hüve'l-bâkî" (Ölümsüz olan sadece O'dur) cümlesi, Allah'ın üstün kudret ve ebedîliğini ifade ederken kulun aczini dile getirmekte ve dolayısıyla gerçek saadetin O'na teslim olmakla gerçekleşebileceğine işaret etmektedir (Baki kavramının Allah'ın sıfatları içindeki yeri ve zâta nîsbet edilişiyle ilgili farklı görüşler için bk. beka).
BİBLİYOGRAFYA:
Râgıb el-İsfatıânî. el-Müfredat, "bky" md.; ib-nü'l-EsTr. en-Nihâye, "bky" md.; Lisânti't-'Arab, "bky" md.; M. F. Abdulbâkl, Mu*cem, "bky" md.; Mustafavû ei.-Tahklk, "bekâ=" md.; Half-mî. el-Minhâc, I, 188; Bağdadî, Uşûlü'd-dîn, s. 81, 108-109; a.mlf.. el-Esmâ* ue'ş-ştfât, Kayseri Raşit Efendi Ktp., nr. 497, vr. 77", 82Bb; BeyhakI, el-Esmâ' ue'ş-şıfât, s. 9-12; Cüveynî, ei-İrşâd (M. Yûsuf), s. 78; Gazzâlî. el-Makşa-dü'l-esnâ, s. 117-118; Fahreddin er-Râzî. Tefsir, XV, 24; a.mlf., Levâmi'u'l-beyyinât, s. 350-351; Ebü'1-Bekâ, el-Külliyyât, Bulak 1281, s. 96; Bekir Topaloğlu. "Allah", DİA, W, 484, 488.
m
ffil Bekir Topaloğlu
BAKÎ
(ö. 1008/1600)
Şöhret ve tesiri asırlarca devam eden,
klasik Osmanlı şiirine söyleyiş gücü kazandıran ve
"Sultânü'ş-şuarâ" diye anılmış büyük divan şairi.
Asıl adı Mahmud Abdülbâkrdir. 933'-te (1526-27) İstanbul'da doğdu. Babası Fâtih Camii müezzinlerinden Mehmed Efendi adında bir zat olup 1566 Haziranında hac yolculuğu sırasında vefat etmiştir. Fakir bir ailenin çocuğu olan Bakî gençliğinin ilk yıllarında çırak olarak saraçlık mesleğine girmiştir. Yeni bir görüşe göre ise Bâkî'nin işi saraç çıraklığı değil, camilerde kandillerin yakılması ve bakımı hizmetini yapanlara verilen ad olan "serrâclık"tır. Kelimenin bu hususi mânasının herkesçe bilinmemesi.
onun saraç çırağı olduğuna dair süregelen yanlış bir kanaate sebep olmuştur (bk. Gökyay, III. 125-133). Yaratı I ışındaki okuma ve öğrenme arzusu onu medreseye yöneltti. Uzun zaman Karamânîzâ-de Mehmed Efendi'den okudu. Ders arkadaşları arasında Nev'î, Üsküplü Vâli-hî, Edirneli Mecdî, Hoca Sâdeddin. Karamanlı Muhyiddin gibi ileride şair ve âlim olarak ün kazanacak gençler vardı. Tahsilinin yanı sıra şiirle de iyiden iyiye uğraşan Bakî, zamanının edebî şöhretle-riyle tanışıp onlara nazireler yazarak değer ve kabiliyetini göstermeye çalışıyordu. Zâtî'nin Beyazıt Camii avlusundaki remilci dükkânına sık sık giderek gazellerini onun tenkidine sunuyordu. Zâtî'nin şiirlerine söylediği nazîrelerle bir yandan kendi şiir dilini olgunlaştırırken aynı zamanda dükkânı İstanbul'daki şairlerin toplantı yeri olan bu müstesna şairin takdirini elde ediyordu. Nitekim Zatî de onun bir beytini tazmin* edip yazdığı gazeli divanına koymuş, kendisini ayıplamak isteyenlere, "Bakî gibi bir şairin şiirini almak ayıp değildir" diyerek yaptığı işi haklı göstermek istemişti. Zâtı 953'te (1546) vefat ettiğinde Bakî yirmi yaşlarında idi.
Hocası Karamânîzâde Mehmed Efen-di'ye yazdığı "sünbül" redifli kaside ile şiirde kişiliğini artık iyice kabul ettirmişti. 1552'de yeni açılan Süleymaniye Med-resesi'nde Kadızâde Şemseddin Ahmed Efendi'nin derslerine devama başladı. Ramazan 962'de (Ağustos 1555) Nah-cıvan seferinden dönen Kanünl'ye takdim ettiği kasidede üç yıldır medrese odalarında yattığından ve padişahın emriyle bir yıl bina eminliği hizmetinde bulunduğundan söz etmektedir. Anlaşıldığı üzere derslere devam ederken öte yandan, yapımı sürmekte olan Süleymaniye Külliyesi'nde bina emini olarak çalışmıştı. 1556 yılında Halep kadılığına tayin edilen hocasıyla birlikte gitti ve
r<*»j.ı ■-ir-.'- j
orada kadı nâibliği yaptı. O sırada hocasına "râiyye", Halep Beylerbeyi Kubad Paşa'ya da "hilâl" redifli birer kaside sundu. Sah Abbas'ın kütüphanecisi ve Mecmau'I-havas adlı tezkirenin müellifi Sâdıkî-i Kitâbdâr Halep'e uğradığında kendisiyle tanışıp uzun uzun sohbetlerde bulunmuş, aralarında latifeleşme-ler geçmiştir.
Bakî Halep'te dört yıl kadar kaldı. Ka-dızâde'nin 1560 yılında Halep kadılığından istifa ederek İstanbul'a dönüşünde onunla beraber yola çıktı. Aynı yılın Mart ayında, Konya'da Şeyhülislâm Ebüssu-ûd'un kadılıkla Şam'a gitmekte olan oğlu Mehmed Çelebi'ye rastladı. Kendisine bir "nûniyye" kasidesi takdim ederek ondan babasına bir tavsiye mektubu aldı. Bakî İstanbul'a varışında kendisi için yazdığı "lâmiyye" kasidesini sunarak Ebüssuûd Efendi'nin çevresine girme İmkânını elde etti. Bu arada sadâret mevkiinde bulunan Rüstem Paşa'ya yaklaşmak için onun şeyhi, Baba Efendi diye mâruf Filibeli Şeyh Mahmud Efen-di'ye intisap etmeye uğraşıyordu. Bu sebeple ona da birkaç kaside takdim etti. Rüstem Paşa'nın 1561'de ölümü İle yerine geçen Semiz Ali Paşa'ya da iki kaside sundu. Ekim 1561'de dânişmend, iki sene sonra da mülâzım oldu. 1564 Nisanında da yirmi beş akçe ile bir medreseye tayini için ferman çıktı.
0 sırada Rumeli kazaskeri olan Hâ-mid Efendi bu tayini kanuna ve usule uygun bulmadığından gereğini yapmakta tereddüt göstermekte iken şairi tanıyan ve takdir eden padişahın yeniden ve kesin fermanı üzerine 30 akçe ile onu Silivri'de Pîrî Mehmed Paşa Medre-sesi'ne tayine mecbur oldu. Orada çok kalmayan Bakî birkaç ay sonra. Kasım 1564'te İstanbul'da Murad Paşa Med-resesi'ne nakledildi. Bu tayinin sağladığı imkândan faydalanarak Kanûnî'nin kendisine gönderdiği şiirlerine onun emri üzerine nazîreler yazıyor, bir yandan da ona kasideler takdim ediyordu. Aralarındaki bu alâka, zeki ve kabiliyetli şairin yeteneklerini padişaha göstermesine yardım etti. Bu kabiliyetli şairden hoşlanan Kanunî ona Keşşaf, Hidâye, Ek-mel adlı kitapların kıymetli birer nüshasını hediye etti. Bakî de divanını padişahın emriyle düzenleyerek ona sundu. Padişahın türlü iltifatları şairi manen ve maddeten zenginleştiriyordu. Bu arada Aralık 1565'te 10 akçe terakkiye nail oldu. Haziran 1566'da, hacca gitmiş olan babasının ölümü haberini aldı. Bunun da ardından Kanunî Sultan Süley-
537
man'ın Sigetvar'dan ölüm haberi geldi (Eylül 1566).
Daima himayesini gördüğü bu büyük sultana duyduğu samimi bağlılığını ve onun yüce şahsiyetini dile getiren ünlü mersiyesini yazdı. Son kısmı yeni padişaha intisap vesilesi olan mersiyenin ardından da II. Selim tahta çıktığında (15 Rebîüievvel 974/30 Eylül 1566) hemen bir "cülûsiye" takdim etti. Umduğu caizeyi bulamayışı bir yana Murad Paşa müderrisliğinden de azledildi. Uzun bir mâzul-lük devresinden sonra Temmuz 1569'da Mahmud Paşa müderrisliğine. Ağustos 1571'de de Eyüp müderrisliğine tayin edildi. Münşeat sahibi Feridun Bey'in vasıtasıyla Sokullu Mehmed Paşa'nın himayesini elde eden şair padişahın hususi meclisine de girmeye başladı. Hükümdarın birkaç gazelini tahmis, birkaçını da tanzir etti ve ayrıca ona üç kaside sundu. Bu yakınlığın neticesi olarak 1573 Mayısında Sahn müderrisliğine getirildi. III. Murad'ın cülusundan sonra da itibarlı durumu devam etti. Ekim 1575'te Sü-leymaniye müderrisliği payesine yükseltildi. Bu makama gelişinden bir ay sonra talihinin burcunda uğursuz bir yıldız göründü. Rivayete göre Nâmî adlı bir şairin gazelini, mahlas beytindeki ismi Bâ-kfye çevirmek suretiyle ona isnat ettiler. O gazeldeki, "Gına sadrındaki mağrur u nâ-âsûde serverden / Fena bezmin-de hâb-âlûd olan mestânemiz yeğdir" beytinde şair, içkiye düşkünlüğü meşhur olan II. Selim'i oğlu III. Murad'a tercih ettiğini ima ediyor, dediler. Padişah hiddete kapılarak şairi azletti. Ancak onu himaye edenler hükümdara gazelin İstanbullu Nâmfye ait olup eski mecmualarda görüldüğünü söyleyerek şairin tia-ğışlanmasını sağladılar. Gerçekte ise bu gazel Bakî divanının birçok yazma nüs-
558
hasında bulunduğu gibi basmalarında da yer almıştır. Gazelin şairi kurtarmak gayesiyle Nâmî'ye isnat edilmiş olması mümkündür.
Bu hadisenin yatıştırılmasıyla Kasım 1S76'da Edirne'de Selimiye müderrisliğine, Mart 1579'da 1000 altın terakki ile Mekke kadılığına tayin edildi. Temmuz 1582'de İstanbul'a geldi. Mekke'de iken tercüme ettiği el-İ'lâm iî ahvâli beîedi'IIâhi'l-haram adlı Mekke tarihini padişaha takdim etti. Murâdî mahla-sıyla şiirler yazan padişahın gazellerine yaptığı nazirelerle hükümdarın alâkasını görmeye başladı. Eylül 1584'te Molla Ahmed Efendi'nin yerine İstanbul kadısı olduysa da çok geçmeden azledilerek iOcak 1585) Üsküdar'da oturması emredildi. Temmuz 1586'da tekrar İstanbul kadılığına getirilip kısa bir zaman sonra da Anadolu kazaskeri yapıldı (Ekim 1586). Burada iki sene hizmetten sonra azledilen Bakî, üç yıl kadar açıkta kalışının ardından Mayıs 1591'de yine bu makama iade edildi.
Dostları ilə paylaş: |