İnsanın gelişiminin bir ölçü ve sınırı var mıdır?
Bu da insanın kemalinin esenlik ve gelişimi hakkında sorulan temelli sorulardan biridir. İnsan nereye kadar yükselebilir? Acaba insanın vardığı takdirde artık durduğu ve ondan başka yükselemediği bir yer var mıdır?
Anlaşıldığı kadarıyla Kur’an’a göre insanın gelişiminin ve kemalinin bir sınırı yoktur. İnsan meleklerin secde ettiği bir varlıktır. Büyük yarışmada isimleri öğrenerek meleklerden öne geçmiştir. (Bakara suresi, Adem’in (a.s) yaratılışı ve meleklerin secdesiyle ilgili olan 30. ayetten sonraki ayetler) İnsan şüphesiz rüşt, esenlik ve kemal hakkında farklı derecelere sahiptir. Yani eğer hatta bir kimse Peygamberlik makamına bile ulaşacak olursa yine de iş sona ermiş sayılmaz. Zira hatta peygamberler bile farklı derecelere sahiptir. Onlardan bazısı diğerinden üstün bulunmaktadır. “O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l Kudüs ile güçlendirdik. Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaşmazlardı; lâkin Allah dilediğini yapar.”1
Şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.a) peygamberlerin sonuncusudur ve Kur’an’ın tabiriyle yaratıkların en üstünüdür. Yani risalet göreviyle gönderildiği andan itibaren bütün varlıklardan ve Allah’tan gayri her şeyden üstündür. Ama Peygamber için sahip olduğu makamdan daha üstün bir makama ulaşmak mümkün değil midir? Bütün ibadetleri, teheccüd namazları, aralıksız cihadı, görevini yaparken üstlendiği zorluklar, acaba onun kemal ve derecelerini arttırmamış mıdır?
Mübarek Nasr suresinde Peygamber, tesbih etmek ve mağfiret dilemekle emredilmiştir. Acaba 63 yaşında Allah’ın huzuruna gitmeye hazırlanan Peygamber’in, risalete seçildiği zamandan daha üstün bir şeye sahip olmuş muydu? Eğer bu sözü kabullenecek olursak, bu Allah korusun Peygamber’e (s.a.a) bir zulüm sayılır. Zira Kur’an açık bir şekilde kadın veya erkek salih amel yapan herkesin ecrinin zayi edilmeyeceğini buyurmaktadır. (Al-i İmran suresi, 195. Ayet) İnsanlar ahirette de yapmış oldukları zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılığını göreceklerdir. (Zilzal suresi, 8. Ayet) O halde şüphesiz diğer bütün amellerden daha değerli olan bütün salih amellerin Peygamber’in derecesini ve üstünlüğünü artırmadığı söylemek mümkün değildir.
Bu hakikat ışığında söylenebilir ki Kur’an mantığında insanın kemali farklı derecelere sahiptir ve şahıs nereye ulaşırsa ulaşsın henüz ulaşabileceği daha üst bir makam bulunmaktadır.
Ruhsal Değişim
Daha önce de işaret edildiği gibi insanın şekillenmiş şahsiyeti her ne kadar üzerinde temelli bir etkiye sahipse de bu etkileme olayı cebri ve zorlamaya dayalı değildir ve insanın irade ve özgürlüğünü elinden almamaktadır. İnsan, değişim gücüne sahip olmakla birlikte bu yolda hareket etmekle de görevlidir. Zira nefiste değişim; toplumu da değiştirecek ve ilahi nimetleri ortadan kaldıracak veya artıracak etkenlerden sayılmaktadır.
“Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.”1
Başka bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır: “Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.”2
Allah-u Teala bu değişimi defalarca Kur’an’da beyan etmiştir. Bunlardan biri de Firavun’un zamanındaki sihirbazlardır. Bu sihirbazlar, Hz. Musa’nın (a.s) hakkaniyetini gördükleri zaman ona iman eden ilk kimseler olmuşlardır. Hz. Yunus’un (a.s) kavmi de aynı şekilde değişim yaşamıştır. Ama şu da bir gerçektir ki bazı kimseler hasta olarak kalmaya devam etmişlerdir. Nitekim Firavun boğuluncaya kadar inatçılık üzere kalmıştır. Kur’an’da basiret saadetinden mahrum olan ve kalp körlüğüne maruz kalan insanlar hakkında, “kasavet” tabiri kullanılmaktadır. Bu aşamada şahıslar öylesine bir hastalığa yakalanmışlardır ki kendilerini tedavi bile etmek istememekte ve olumsuz bir direniş içine girerek şöyle demektedirler: “Biz işittik ve isyan ettik.” Bunlar Allah’ın kalplerini mühürlediği kimselerdir.”Şüphesiz, küfredenleri uyarıp- korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da, onlar için fark etmez; iman etmezler. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de perdeler vardır. Ve büyük azab onlarındır.”1
Onlar da bu hastalıktan kurtulmak istememektedirler. Bir taraftan da tekamül ve gelişim esasınca bu hastalıkları gittikçe artış kaydetmektedir.”Onların kalplerinde hastalık vardır, Allah da bu hastalıklarını arttırmıştır, bu yakıncılıkları yüzünden onları acı bir azab beklemektedir.”2
O halde büyük bir grubun hasta olarak kalması ve deruni ilahi hidayet ışığından (fıtrat ve akıldan) ve dış hidayetten (peygamberlerden) istifade etmemesi de inkar edilemez bir gerçektir ve bunun sebebi de onların istememesidir. Zira eğer onlar isteyecek olurlarsa kendisinde bir değişim icat edebilirler. Zira Kur’an’a göre bu yol olduğu gibi açıktır. Değişim anlamını ifade eden tövbe kavramı Kur’an’da beyan edildiği şekliyle (vasıtasız olarak direk Allah ile irtibat halinde) esenlik yurduna açılmış bir kapı konumundadır. Kur’an’daki bir çok kavramla da bu anlamı pekiştirmektedir.
Özet Şahsiyeti Teşkil Eden Unsurlar
Şahsiyet, daha çok şahısların farklılıklarını, ani şahısları birbirinden ayırt eden özellikleri ifade etmektedir. Ama bu sözün anlamı şahsiyetin sadece o farklılıklardan teşkil ettiği anlamında değildir. Aksine şahsiyet şunlardan teşkil etmiştir.
1- Bütün canlı varlıklar arasındaki ortak unsurlar. (Fizyolojik itici güçler ve ihtiyaçlar)
2- Bütün insanlar (tür) arasında ortak unsurlar: Tıpkı fıtrat, akıl, tanıma aracı ve niteliği, ahlaki vicdan (ilham edilen nefis) heva ve hevesler (şehvetler) ki bazısı cins ortaklarıdır. Bazısı ise insan türüne özgüdür. (Kudret peşinde koşmak, başkalarını egemenliği altına almak, kanun ve dinlerin sınırlandırmalarına teslim olmak, bedenin şekli ve türü, insanın doğal hayatıyla ilgili özel ihtiyaçlar. )
3- Şahsi özel unsurlar: Mizaç, zekâ, düşünme niteliği değerler sistemiyle ilgili önemli işlerde şahsi bağımsızlık ölçüsü fikri yapısıyla uyumlu özel kararlar, itici güçler ve şahsi deruni temayüller.
Bu arada her ne kadar bazı şeyler değişebilse de bazı kalıtımsal mizaci ve cismi meseleler de şahıs üzerinde etkili değildir. Bütün bunlardan ve bazı (toplumsal ve grupsal) çevre etkenlerinden insanın şahsiyet strüktürü teşekkül etmektedir. İnsanın şahsiyetini belli bir yöne sevk etmekte ve ona kendi renk ve kokusunu vermektedir.
Kur’an-ı Kerim şu ayette insanın şahsiyetiyle ilk unsurları ve şahsiyetinin şekillenmesi hususunda güzel, kısa ve yol açıcı bir ifade kullanarak şöyle buyurmuştur: “Hiç şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; (artık o, ) ya şükredici olur ya da nankör.”1
Bu ayette kalıtımsal etkenlere, “karışık nutfe” (doğal farklı çekişler) işaret edilmiştir. Daha sonra da imtihandan söz edilmiştir. Eğer bu etkenler, farklı çekimler icat etmeyecek olsaydı, imtihanın da bir anlamı kalmazdı. Bu esas üzere işitme ve görmenin rolü, yani ilim, tecrübe, coğrafi ve toplumsal muhit, fıtri hidayet (ilham edilmiş nefis) insanın kader tayin edici özgürlüğü (şükredici veya nankör oluşu) pusula gibi insana sadece yolu gösteren ve insanı hiçbir hususta zorlama gücüne sahip olmayan fıtrat gibi etkenlerin tümü insan için bir yardımcı konumdadır. İnsan bütün bu ışıklar sayesinde kendini kurtarabilme veya uçuruma yuvarlayabilme irade ve özgürlüğüne de sahiptir.
Kur’an’da Örümcek Misalinin Yeni Bir Yorumu
Doktor Salah Reşid
Dostları ilə paylaş: |