Eğer insanın ameli, mizaç gibi deruni motivelerden ve çevre şartları gibi dış motivelerden etkilenen şahsiyetinin deruni strüktürüne bağlı ise o halde insanın irade özgürlüğünün amellerindeki yeri nerededir? Eğer insan tümüyle şekillenmiş şahsiyetinin strüktürüne tabi olacak olursa amelde özgürlüğü kalmaz.
Cevap olarak şöyle denmektedir: İnsanın şahsiyetini şekillendiren iç ve dış etkenler insan hayatında olumlu veya olumsuz ortamlar sağlamaktadır. Ama kendilerini insana zorla dayatamazlar. Öyle ki insanın iradesini ortadan kaldıramaz ve özgürce hareketini engelleyemezler. Zira iç ve dış etkenlerinin yanı sıra insanın bir de aklı vardır. İnsan bu akıl vasıtasıyla dikkat etmekte, muhasebede bulunmada hüküm vermede amellerini yönlendirmektedir. Allah bu gücü diğer etkileyici etkenlere egemen kılmıştır. İyi ve kötüyü birbirinden ayırt eden vahiy de aklın yardımcısı olarak gönderilmiştir ki hayatın temel programlarını insan için belirgin bir hale getirsin.
Bu esas üzere şöyle denemez: Eğer her insan şekillenmiş şahsiyeti esasınca davranacaksa o halde ilahi peygamberlerin ve vahyin yeri nedir? Zira bu gerçek zorlama ve cebir esasına dayalı değildir. Dolayısıyla insanın özgürlüğünü ortadan kaldırmamaktadır. İnsanın içinde iki türlü yol tayin eden bir atmosferdir. Ya saptırıcı etkenleri hazırlamakta ve insanı günahkârlığa sevk etmektedir. Ya da akıl ve vahiyden kaynaklanarak olumsuz etkenleri zayıflatmakta ve olumlu etkenleri güçlendirmekte insanı kalıcılığa ve Allah'a itaate sevk etmektedir. Bu da Allah'ın başka bir ayette buyurduğu şu gerçeğe işaret etmektedir: “Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.”1
Bu ayet insanın kendisinde değişim icat edebilme gücüne sahip olduğunu belirtmektedir. Yani şahıs kendi iç düşüncesini ve duygularını değiştirebilme gücüne sahiptir. Her insanın içinde tertemiz bir şahsiyeti vardır. Varlığının en derinliğinde ve fıtrat kaynağında yer almaktadır. Bazen içgüdüler muhitinde ve yüzeysel duygularda yer alan başka bir şahsiyet bu şahsiyetin karşısında baş kaldırmakta ve insanı olumsuz davranışlara sürüklemektedir. Ama insanın fıtratının derinliklerinde yer almış olan bu şahsiyet insanı olumlu davranışlara sevk etmektedir.
Bu iki şahsiyetten her biri diğeri karşısında bir takım değişimlere uğrayabilir, her biri diğerinin yerini ele geçirebilir ve egemenliğini sınırlandırabilir. İnsanın şahsiyetinin değişiminde bilinçli tecrübe ve vahiy için önemli bir konum açanda bu husustur. 2
Acaba insan ve bireylerin şahsiyeti önceden betimlenmiş tümel ve esaslı çizgilere sahip midir, yoksa egzistansiyalistlerin sandığı gibi bembeyaz bir sayfa gibi midir veya davranışçıların görüşü esasınca çevre motiveler ve cevaplar mı onun niteliğini oluşturmaktadır?
Kur'an'a göre insan çamur ve balçıktan bir beden ve ilahi bir ruhtan oluşmaktadır. İnsanın vücudunda bir taraftan ilahi bir ruh ve Allah'ı arayan bir fıtrat vardır.”O halde yüzünü, insanları üzerine yaratmış olduğu Allah'ın fıtratına doğrult.”1 Ki ilahi dosdoğru hidayetle yolunu bulabilir.”Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”2
İyilik ve kötülüğün ilkelerini teşhis edebilir.”Sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene.”3
Öte yandan insanın vücudunda bedeni ile ilgili çekimler ve Kur'an'ın ifadesiyle bazılarının ilah edindiği nefsanî istekler mevcuttur.
“İhtiraslarını ilah edinen kimseyi görüyor musun? Onu doğru yola iletme sorumluluğunu sen mi üstleneceksin? “4
İnsanın şahsiyetinin şekillenmesinde etkisi olan dış bir takım etkenler de mevcuttur. Örneğin çevre, iyi örnekler, kötü örnekler, iyi öğretiler ve tahrik edici öğretiler gibi hepsinden daha önemlisi ise şahsın seçim kuvveti seçim kuvvetidir. O halde insan Kur'an açısından hiç bir kılavuzluk olmaksızın kendi başına bırakılan bembeyaz bir sayfa gibi değildir. İnsan hiç bir olgu ve hedef olmaksızın kendi kendisini yetiştirmekten sorumlu tutulmamıştır. Veya çevreye ve toplumsal şartlara bağlı bir varlıkta değildir. Dolayısıyla da insanı sade davranışçı açıklamalarla tanımlamak mümkün değildir.
İnsan fıtrat sahibi bir varlıktır. Fıtrat ise insanda en temel bir güç konumundadır. Fıtrat bir engelle karşılaşmadığı takdirde insanı özel bir yöne doğru sevk etmektedir. Ama bu kavram Üstat Şehid Mutahhari'ye göre Dekart ve Kant'ın kavramlarından başka bir anlam içermektedir. İnsanda fıtratın varlığı insanın doğduğu andan itibaren bir takım idrakler, temayüller ve isteklere bilfiil sahip olduğu anlamında değildir. Filozofların tabiriyle insan bilfiil akıl ve iradeyle doğmuş değildir. Aynı şekilde insan hakkında Marksizm ve Egzistansiyalizm1 gibi fıtratı reddeden ekollerin görüşünü de kabul etmiyoruz. Onlara göre insan doğduğu an salt etkilenen bir varlıktır. İnsanı hangi şekil verilirse verilsin lakayttır. Tıpkı bembeyaz bir sayfayı andırmaktadır. Üzerine yansıyan her şekle karşı eşit konumdadır.
Oysa insan doğduğu andan itibaren bil kuvve ve kabiliyetsel imkan türüyle birtakım algılamalara ve yönelişlere doğru hareket etmektedir. Deruni bir güç insanı o yöne doğru sevk etmektedir. Dış şartlar ve bil kuvve sahip olduğu şeyler yardımıyla layık olduğu ve insanlık olarak adlandırılan fiiliyata ulaşmış bulunmaktadır. Eğer o fiiliyat dışında herhangi bir fiiliyat dış etkenlerin zorlaması sebebiyle kendisine dayatılırsa dejenere olmuş bir varlık haline gelir. Marksistlerin ve Egzistansiyalistlerin dile getirdiği insanın meshedilmesi (dejenere olması) da sadece bu ekol ile izah edilebilir.
Bu ekole göre daha başlangıçta insanın; insani kemal ve değerlerle orantısı bir armut fidesinin armuda oranla oranı gibidir. Dış ilişkiyi, dış etkenlerin yardımıyla değişime uğramış bir şekle büründürmektedir. Sadece dış etkenlerin belli bir şekle dönüştürdüğü tahta ve sandalye türünden bir şey değildir. 1 Ama çocukluk dönemi hakkında her ne kadar Kur'an-ı Kerim şahsiyetin esas cevheri olan insani bilinçlerin ilk şekillendiği dönem tanımlamasını yapsa da “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”2 İnsanın kendisi, etrafındaki âlem, yaratıcısı ve varlığın idarecisi hakkındaki bilincinin şekillenmesi tedrici olarak vücuda gelmekte, yaygınlık kazanmakta ve derinleşmektedir. Kur'an'a göre bu bilinç belli bir dönemle sınırlandırılmamalıdır. Her şey çocukluk döneminde şekillenmiş değildir. İnsanın şahsiyeti gelecekte çocukluk döneminden kalma ezilmiş duyguların ve acı mutsuzlukların etkisi altında bulunmamaktadır. Zira Kur'an'a göre ergenlik dönemi etkilenme, sorumluluk ve insan şahsiyetinin tecellisi için en önemli dönemdir. Bu dönem bir yandan “en şiddetlisi” ve bir yandan da “gelişim” olarak ifade edilen özel bir güçle beyan edilmiştir.
“O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak'tan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir) . Sizden kimin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır) .”1
Kur'an açısından görev kabul etmek sorumluluk üstlenmek ve hayatı idare etmek sadece gelişim çağında ve kamil bir güç elde ettikten sonra mümkündür. Esaslı olarak irade ve seçim gücünden istifade etmek de sadece bu aşamada gerçekleşmektedir “Rüşt çağına erişinceye kadar, yetimin malına, sadece en iyi tutumla yaklaşın; ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese ancak gücünün yettiği kadarını yükleriz. Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz diye bunları emretti.”1
Hz. Musa'nın (a.s) o seçkin öğretmenle ilginç karşılaşma kıssasında da şöyle yer almıştır: “O duvar var ya, o şehirde yaşayan iki yetim çocuğun malı idi ve duvarın altında bu yetimlere miras kalmış bir hazine vardı. Babaları iyi bir insandı. Rabbin istedi ki, o yetimler, erginlik çağına erdikten sonra Rabb'lerinin bir merhameti olan hazinelerini kendi elleri ile duvarın altından çıkarsınlar. Yoksa ben bu işleri kendi kafamdan yapmadım. İşte sabırla karşılayamadığın olaylara ilişkin açıklamam budur.”2
Elbette “rüşt” kelimesi bu özel yaş çağından yani ergenlik döneminden daha geniş bir anlam ifade etmektedir. Ama bazen bu zaman kesiti hakkında da kullanılmıştır.”Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.”3
Kur'an'da rüşt kelimesi sadece belli bir çağa erişme olarak kullanılmamıştır. Aynı şekilde şiddetli bir çağa (güçlülüğün kemaline) erişme kavramı da sadece bedensel güçlülüğe işaret etmemektedir.
Fıtrat, ilham eden nefis ve ahlaki vicdan insanın şahsiyet strüktüründe hangi role sahiptir. Kalıtım, çevre, toplumsal adetler ve insanın seçimi bu arada hangi etkiye sahiptir. Acaba fıtrat ve ilham eden nefis insanı zorlayıcı mıdır?
Kur'an'a göre insan Allah'ı arayan bir fıtrat üzere yaratılmıştır. 1
İnsanın zer (kalubela) âleminde yaptığı sözleşmesi teyit ve tekit edilmiştir. 2 Aynı zamanda insanın iyiliği ve kötülüğü tanıyan hayır ve şerri ayırt eden ve Kur'an'ın tabiriyle fücur ve takvayı birbirinden ayıran bir güçle donatıldığı belirtilmiştir. 3 Aynı zamanda yaratılış âleminde ortam insanın ilahi ayetleri açıkça görebileceği bir şekildedir.”Artık hidayetle dalalet birbirinden iyice ayrılmıştır.” 4 Hakeza “Şüphesiz biz onu doğru yola hidayete erdirdik. 5
Ama insan yine de gelişim yolunu seçebilir veya zulüm ve tuğyan yoluna adım atabilir. Hidayeti kabul ederek şükredebilir veya isyan ederek nankörlüğe sapabilir.”Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder isterse nankör olur.”6
Bu esas üzere şahıs ilahi fıtrata sahip olduğu halde yoldan sapabilir ve ilham edilen nefse sahip olduğu halde kötülüğü seçebilir. Zira nefsin takva ve fücuru kendisine ilham edindiği halde bu ışık sürekli yanıcı değildir. Bazen bir insan onu söndürebilir veya aydınlatıcı gücünü şiddetle zayıflatabilir ve onu istifade edemez bir hale getirebilir. Ama onu temiz tutan kimseler, o nurdan istifade ederler.”Nefsini temizlemiş olan şüphe yok ki, felâha ermiştir. Ve muhakkak ki, nefsini noksana düşüren de hüsrâna uğramıştır.”1
Dostları ilə paylaş: |