"Muhakkak ki sen bizi (bizle) Basîr'sin!" (Taha/35)
İşte böyle... Zira Allah, geceyi gündüze dönüştürür, gündüzü de geceye (olaylar birbirinin zıddına dönerek devran döner)! Muhakkak ki Allah Semî'dir, Basîr'dir. (Hac/61)
Allah, meleklerden Rasûller seçer ve insanlardan da... Muhakkak ki Allah Semî'dir, Basîr'dir. (Hac/75)
Senden önce irsâl ettiğimiz Rasûller de yemek yerler ve çarşılarda gezip dolaşırlardı! Sizleri birbiriniz için bir sınav objesi kıldık... Sabredecek misiniz? Senin Rabbin Basîr'dir. (Furkan/20)
Sizin yaratılmanız da, daha sonra yeni bir bedenle yeni bir boyutta oluşumunuz da (bâ's) bir tek nefsinki gibidir... Muhakkak ki Allah, Semî'dir, Basîr'dir. (Lukman/28)
Ey iman edenler... Size olan Allah nimetini hatırlayın... Hani (Hendek savaşında) size ordular geldi de onların üzerine bir fırtına ve görmediğiniz ordular irsâl ettik... Allah, yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir. (Ahzab/9)
"Zırh gibi koruyucu mükemmel bir düşünce sistemi oluştur ve imanınızın gereğini uygulayın! Doğrusu ben yaptıklarınızı Basîr'im." (Sebe/11)
Hakikat ve Sünnetullah BİLGİSİ'nden (Kitaptan) sana vahyettiğimiz, kendinden öncekini tasdik eden olarak Hakk'ın ta kendisidir! Muhakkak ki Allah, Esmâ'sıyla kullarının varlığında olarak Habîr'dir, Basîr'dir. (Fâtır/31)
Eğer Allah, insanlara, yaptıklarının getirisini anında yaşatmayı dileseydi yeryüzünde hiçbir DABBE (insan bedenini sağ) bırakmazdı! Ne var ki onları (bedenli yaşamlarını) takdir edilmiş bir ömrün sonuna kadar tehir ediyor. Onların ecelleri geldiğinde (dünyada işleri biter)! Muhakkak ki Allah Esmâ'sıyla kullarının varlığında olarak Basîr'dir. (Fâtır/45)
Allah, Hak olarak hükmeder... O'nun dûnunda yardım istedikleri ise, hiçbir şeyde hükümleri geçmez! Muhakkak ki Allah Semî'dir, Basîr'dir. (Mu’min/20)
"Size söylediğimi yakında hatırlayacaksınız! Ben işimi Allah'a bırakıyorum! Muhakkak ki Allah kullarını Basîr'dir." (Mu’min/44)
Kendilerine gelmiş bir reddedilemez delil olmaksızın Allah'ın işaretleri hakkında mücadele edenler var ya, onların içlerinde, asla ulaşamayacakları bir kibirden başka bir şey yoktur (Kibriyâ'nın farkındalığına asla ulaşamayacaklardır)! O hâlde sen, Esmâ'sıyla hakikatin olan Allah'a sığın... Muhakkak ki O, "HÛ"; Semî'dir, Basîr'dir. (Mu’min/56)
(Allah'ın düşmanları) oraya geldiklerinde, onların sem'leri (işitme hassaları), basarları (görme hassaları) ve derileri (altındaki tüm bedenleri), tüm yaptıklarıyla onların aleyhine olarak şahitlik etti. (Fussilet/20)
Sem'inizin (işitme azanızın), basarlarınızın (görme azalarınızın) ve bedenlerinizin aleyhinize şahitlik yapmasını ummadığınızdan (keyfinize göre yaşadınız)... Yaptıklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmediğini zannediyordunuz! (Fussilet/22)
İşaretlerimizi amacından saptıranlar, bize gizli kalmazlar... Şimdi Nâr'a atılan kimse mi hayırlıdır yoksa kıyamet sürecine güvende olarak gelen kimse mi? Dilediğinizi yapın! Muhakkak ki O, yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir. (Fussilet/40)
Semâlar ve arzın Fâtır'ıdır! Sizi, hem kendi nefsinizden (hakikatinizden) eşler (şuur+bilinç); hem de en'amdan (hayvansal bedenden) çiftler (biyolojik+ışınsal {ruh} beden) hâlinde oluşturmuştur... Böylece sizi üretiyor! O'nun benzeri bir şey yoktur! O, Semî'dir, Basîr'dir. (Şura/11)
Eğer Allah, kullarının yaşam gıdalarını yayıp genişletseydi, arzda elbette azarlardı! Ne var ki dilediğini bir ölçü ile indirir... Muhakkak ki O, kullarında Habîr'dir, Basîr'dir. (Şura/27)
Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan uzak tutan "HÛ"dur! Allah yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir. (Fetih/24)
Muhakkak ki Allah, semâların ve arzın algılanmayanlarını bilir... Allah, yaptıklarınızı (varlığınızda olarak) Basîr'dir. (Hucurat/18)
O, semâları ve arzı altı süreçte yaratan, sonra da arşa istiva edendir! Arza gireni ve ondan çıkanı; semâdan inzâl olanı ve onun içinde urûc edeni bilir... Nerede olursanız O sizinle (hakikatinizin Esmâ ül Hüsnâ'sıyla varolması sonucu) beraberdir (Mâiyet sırrına işaret)! Allah yaptıklarınızı (yaratan olarak) Basîr'dir. (Hadid/4)
Allah, kocası hakkında seninle mücadele eden ve şikâyetini Allah'a arz edenin sözünü gerçekten işitmiştir! Allah, ikinizin çekişmesini işitir... Muhakkak ki Allah, Semî'dir, Basîr'dir. (Mücadele/1)
Ne akrabalarınız ne de evladınız size asla fayda sağlamaz! Kıyamet sürecinde aranızı ayırır! Allah yaptıklarınızda olarak Basîr'dir. (Mümtehine/3)
"HÛ" ki, sizi yaratmış olandır! Buna göre kiminiz hakikat bilgisini inkâr edendir ve kiminiz de iman edendir! Allah yaptıklarınızda Basîr'dir. (Tegabün/2)
Üstlerinde saf saf kanatlarını açıp yükselen, kapayıp inen kuşları görmezler mi! Onlar Rahmanî kuvvelerle bunu başarıyorlar! Muhakkak ki O, her şeyi (hakikati olarak) Basîr'dir. (Mülk/19)
Muhakkak ki biz insanı, bir takım katkılarla (genetik kalıtımla) karışık bir spermden yarattık da; onu algılayan ve değerlendiren olarak meydana getirdik.(İnsan/2)
Hayır! Muhakkak ki onun Rabbi, onda Basîr idi! (İnşikak/15)
BASÎR
(Gören)
ALLAH,”BASİR”DİR!
İlgili âyetler
Hakikatleri olarak yaptıklarını değerlendirmektedir.
Allah (varlığınızı oluşturan Esmâ'sıyla) Basîr'dir yaptıklarınıza.
Allah (tüm yaptıklarınızın yaratanı olarak) Basîr'dir.
Allah yaptıklarınızı Basîr'dir (değerlendirmektedir).
Allah yaptıklarınıza Basîr'dir.
Allah, kullarındaki Esmâ'sının sonucu olarak da Basîr'dir (değerlendirendir).
Allah yapmakta olduklarınızı (Esmâ'sı itibarıyla onların hakikati ve dahi yaratıcısı olması ile) Basîr'dir (değerlendirendir).
Allah onların yapmakta olduklarına (yaptıklarının yaratanı olarak) Basîr'dir.
Allah onların yapmakta olduklarını Basîr'dir.
Allah yapmakta olduklarınızı (B sırrınca) Basîr'dir.
Allah, yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir.
Allah, Esmâ'sıyla kullarının varlığında olarak Habîr'dir, Basîr'dir.
Allah kullarını Basîr'dir."
O, "HÛ"; Semî'dir, Basîr'dir.
O, kullarında Habîr'dir, Basîr'dir.
Allah yaptıklarınızda olarak Basîr'dir.
Allah yaptıklarınızda Basîr'dir.
O, her şeyi (hakikati olarak) Basîr'dir.
Rabbi, onda Basîr idi!
RABBİ, İNSANDA BASÎRDİR!
Semâ yarıldığında,
Rabbini dinleyip boyun eğdiğinde -ki Hak budur!
Arz uzatılıp yayıldığında,
İçinde olan şeyleri attığında ve boşaldığında,
Kendisine hak üzere Rabbini dinleyip boyun eğdiğinde!
Ey insan! Muhakkak ki sen, Rabbine (doğru) çalışıp çabalamaktasın! Sonunda O'na kavuşacaksın!
Kimin ki sağından oluşmuş bilgileri verilir ise,
(O), kolay bir hesap ile hesaba çekilecek,
Ve mutlu olarak cennet ehlinin yapısına dönüşür!
Kitabı arka tarafından verilen kimseye gelince,
"Sübura = yetiş ey ölüm!" diye çağıracak,
Ve Saîr (alevli ateş)'e maruz kalacaktır!
Muhakkak ki o, kendi gibiler içinde mutluydu...
Muhakkak ki o, asla (Rabbine) dönmeyeceğini zannetti (ona göre yaşadı).
Hayır! Muhakkak ki onun Rabbi, onda Basîr idi!(İnşikak/1-15)
BASAR
-
Göz
-
Görme hassası
-
Görme azası
-
Göz bebeği
-
Görüp değerlendirme
GÖRME KUVVESİ
-
Görme melekesi
-
Değerlendirme kuvvesi
-
Basiret
-
“Gönül Gözü”
-
”Kalb Gözü”
-
Şuur gözü
-
Şuurdaki idrâk özelliği
-
“Sistem ve Düzeni” fark edip gereğini yaşayabilme kapasitesi
-
Gördüğünün anlamını çözüp onu değerlendirmek
-
İlmi değerlendiren bilinç
-
İlim
-
Allah`ın vechini görme özelliği...
-
Hakk’ı görme özelliği...
-
"Tek"ten "Çok"a bakış...
ALLAH’I
ZÂT’I İTİBARİYLE GÖREMEZSİNİZ….
O’NUN İLMİNİ-O’NUN NURLARINI
İÇİNİZDE HİSSEDEBİLİRSİNİZ ANCAK!
Allah’ın, Zât`ı itibariyle görülmesi imkânsızdır!.
Ancak, İlâhi Zât’ın çeşitli vasıflarının ve özelliklerinin âşikâr olduğu mahaller söz konusudur!.
Allah’ı Zâtıyla göremezsiniz!. Sureti, şekli, özelliği olan bir varlık değildir O!.. O’nun ilmini, O’nun nurlarını hissedebilirsiniz içinizde!.
Her birinin kendi programlanışı doğrultusunda fiilleri meydana getirişleri de onların ibadeti olur!.
Bu ibadetin neticesinde de onlar, varlıklarının hakkını edâ etmiş olurlar! Bu ibadetleri, yani bu fiilleri de, kendilerinin oluşumunu sağlayan çeşitli ilâhî isimlerin mânâlarının, onlardan âşikâre çıkışıdır!
“İbadet” adı altında yapılan çalışmalar ise, ”Kulluk” kapsamında değil, yeme-içmenin insana yararı gibi değerlendirilmek zorundadır.
Bu çalışmalar, yani, zikir, namaz, oruç; bilinçli yapılmak sûretiyle beyni geliştireceği için, kendini Var eden’le arandaki perdeleri kaldırır...
Denizdeki bir bardak suyun, kendini kızdırarak camı çatlatıp-kırıp denizle bütünleşmesi misâlinde olduğu gibi!.
Yani, ana konu, sen bardaktaki su olarak; denizle bütünleşmeni engelleyen camı yani beşeri değer yargıları ve şartlanmalarını kırarak, "ALLAH" ahlâkıyla ahlâklanırsın ki; böylelikle denizle bütünleşmenin yolu açılır.
Musa aleyhisselâma, -SEN, “B”ENİ göremezsin- denmesinin sebebi, bardaktakini denizden ayıran cama işarettir...
Kendini, şeffaflığından dolayı fark edemedikleri cam sananlar!!!. Ya da camı görüp, içinde su olduğunun farkında olmayanlar....
Denizin bereketinden mahrûm kalmış bir hâlde geçip giderler bu Dünya’dan...
Su her ne kadar deniz suyu ise de, bardak onu sınırladığı için, cam kayıtları içinde yaşayıp; kendi varlığını da; Teklik bilgisini almış olduğu için, deniz sanıp; öylece avunarak ebedi yaşamlarına geçerler!.
Bu mânâ böylece kesin olarak anlaşıldıktan sonra, ikinci derecede bir mânâ; insanların ve cinlerin arasında, bir kısım insanların veya cinlerin Allah’ı bilmeleri diye de anlaşılabilir. Çünkü ashabtan bir zât, ashabın âlimlerinden diye bilinen bir zât, buradaki "liyâbüdûn" yani "kulluk etme" kelimesini "liyâ'rifûn" olarak yorumlamış vs. bu, "Allah'a ârif olma mânâsınadır", demiştir!.
Elbette bu, insanların içinde, çok az bir bölümün durumuna işaret eder!. Ve eğer sadece bu mânâsıyla anlarsak âyeti, genel olarak insanların ve cinlerin Allah'a kulluk etmek için varolmadığı mânâsı çıkar.
BASİRET VE BASAR
HÜKMÜNÜ NASIL İCRA EDER?
Bilinç, basireti Allah’ın “İlim Sıfatı”ndan alır!
Basar da Allah’ın “Zâhir” esmâsından aldığı şekilde hükmünü icra eder.
İLİM DIŞINDAKİ GÖRME, HAYÂLE GİRER
(Tahayyül sùretiyledir!.)
ANCAK ALLAH
KENDİSİ, KENDİSİNİ GÖRÜR!
Esas itibariyle Allah’ı seyir, ilimden ibarettir.
Yani, rü’yet, ilimdir!.
İlmin dışındaki bir rü’yet ise hayale girer!. Tahayyül sùretiyledir!.
Çünkü görme mânâsındaki bir rü’yet ancak bir ilâh için, yaratılmış bir ilâh için söz konusu olur! Yaratılmış ilâh olmaz!.
Yaratılmış ilâh olmazsa, yaratılmamışın görülmesi zaten mümkün olmaz!. İnsan yaratılmıştır, bunu daha evvel konuştuk... Yani, belli isimlerin mânâsının aşikâre çıkışıyla varolan varlık, bu yönüyle yaratılmıştır!. Yaratılanın yaratanı ihata etmesi, görebilmesi zaten muhaldir!.
Ancak Allah kendisi, kendisini görür!. Ne anda, hangi anda sen Allah’ı gördüm, Allah’ı duydum dersin, o senin kendi hayâlinde sana açılan Rabbındır!.
Öyle ise, ”Allah’a vâsıl olmaktan” mâna, Allah’ın ilmini,”sen” adı altında izharından başka bir şey değildir!.
Gözle ‘’görüyorum’’ dediğin şey, bir hayâlden başka bir şey değildir!. Hakiki görme, idrâktır; ilimdir!.
Allah'ın Vechi, basiretle (ilimle) görülür!.
ALLAH’I,
DIŞARIDA AÇIKÇA GÖREMEZSİN!
Bkz.İ/İman/İman, görülmeyene olur
İLMÎ ALGILAYICILAR DAHİ,
İLİM KAPASİTELERİNİ GENİŞLETTİKLERİ ÖLÇÜDE
“MUHÎT”E YAKLAŞIRLAR
Bkz.İ/İlim/İlmî algılayıcılar
TEKİL YAPININ KENDİNE BAKAN GÖZÜ
(Bilinç)
İnsanlar asırlar ve asırlar önce tanrılara tapıyorlardı... Tanrılar adına dikilen totemlere tapıyorlardı... Tanrıları sembolleştiren heykellere tapıyorlardı... Kendilerinin ötelerindeki, yerdeki veya gökteki bir varlığa tapıyorlardı. Kendilerine ulaşanların ve ulaşacakların o tanrıdan geldiğine inanarak onun adına kendi dışlarındaki bir toteme yöneliyorlardı...
Sorun şu...
Yerde veya gökte yerleşik olup, oradan dünyayı ve üzerindekileri yöneten bir “tanrı” veya Arapçasıyla bir “ilâh” olabilir miydi?
(Günümüzde bazıları, bu tanrısallığın uzayda yaşayan bir kısım toplumlara ait olduğunu söylüyorlar, ki bu, gökte tanrı var yanında da melekleri anlayışının getirdiği bir bakış açısının günümüze uyarlanmış şeklidir!)
Olayı, evrensel boyutlarda sorgulayan beyinler, evrensel gerçeklik içinde, böyle bir tanrısallığın asla sözkonusu olamayacağını fark ettiler!.
Gökte yerleşik bir tanrı olamaz, anlayışının ta asırlar öncesindeki bir açığa çıkış şekli de Çin’deki Taoizmdir!. Varlık, göz denen mekânizmaya göre her ne kadar çokluk halinde olsa da; gerçekte, tüm varlık tekil bir yapıdır; bilinç, bu tekil yapının kendine bakan gözüdür!. Bilinç kendi hakikatini algılayabildiği ölçüde, kendi özünü tanır ve bu tanımanın sonu, hakikati olan “HİÇ”liğe çıkar!. Olayın sonu “HİÇ”likte “hiç” olduğunu hissediştir!.
"HAKİKAT"İ
TEK VE NET GÖRMEK İÇİN GEREKLİ OLAN
"İLİM GÖZLÜĞÜ"
(İki camından birisi->"B" harfi ilmi,
diğeri ->"el AHAD-üs SAMED" ilmi olan "İlim gözlüğü")
İnsanın iki gözü vardır ki, bu iki göz sağlıklı çalışırsa, baktığını şaşı görmez, tek ve net görür. Net ve tek göremeyenlerse bunu sağlamak için ya gözlük kullanırlar ya da lens!
"OKU"nası Kitap olan Evren'i ve "Sünnetullah"ı sağlıklı "oku"yabilmek için de, Allah, Kurân ile bize, iki doğruyu görme camı vermiştir, gözlüğümüze takalım diye...
"Hakikati" net ve tek görmek için de basîrete ve ilim gözlüğüne ihtiyaç vardır ki onun iki camından birisi, "B" harfi ilmi, diğeri "el AHAD-üs SAMED" ilmidir!
Birinci ilim, Kurân'ın en başına konmuş "B" harfidir... Anlamı, "TEK'in SEYRİ" isimli kitabımda açıkladığım "Holografik Gerçeklik" paralelinde, Rasûlullah (aleyhisselâm)'ın bildirdiği "Zerre küllün aynasıdır!" açıklamasıdır. Birim, zerre olarak algılanan her noktada, tüm "el Esmâ"sıyla mevcudiyetini anlatır.
İkinci ilim ise, Kurân'ın sonuna yerleştirilmiş olan "İhlâs" Sûresi'ndedir. "Allah" ismiyle işaret edilenin, "el AHAD-üs SAMED" olduğu vurgusudur! "HÛ"dur! O'nun gayrı veya "dûnu" mevcut değildir! "Es Samed", "içine bir şey girmesi, katılması veya ondan bir şey çıkması oluşması söz konusu olmayan som TEK'illik" anlamını ihtiva etmektedir.
Bu iki gerçek tek bir bakışı meydana getirmezse, Kurân'ın ruhu ve vermek istediği mesaj asla algılanamaz; gökteki tanrı yerdeki peygamber ve sen anlayışının doğrusu asla bilinemez!
BAŞ GÖZÜ, GÖRDÜĞÜYLE
“EŞYANIN HAKİKATİ”NDEN PERDELER
-
Semâlar ve arzın melekûtunu (derûnundaki, onları oluşturan kuvveleri) görecek basîretten yoksun kılar
-
“Gece”(bilgisizlik-cehl), semâlar ve arzın derûnundaki, onları oluşturan kuvveleri görecek basîreti bürüyüp örter
-
İkân sahibi olmaktan mahrım kılar
De ki: "Allah dûnundan, bize ne fayda ve ne de zarar vermeyen şeylere mi dua edip yakaralım? Allah bizi doğru yola hidâyet ettikten sonra, gerisin geri şirke mi döndürülelim? 'Bize gel' diye doğru yola çağıran arkadaşları olduğu hâlde, şeytanların ayartıp uçuruma çektiği ahmak gibi mi olalım?"... De ki: "Allah hidâyeti işte o hidâyettir! Biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk."
Ve "Salâtı ikame edin ve O'nun azabından korunun; O ki (sizi toplayacak), O'na haşrolunursunuz!
"HÛ" ki, semâlar ve arzı Hak olarak yaratmıştır... Ne zaman "Ol" dese hemen oluverir... Hak, O'nun sözüdür! Sur'a üflendiği (bedene veya sisteme-olay içten dışadır) süreçte, mülk O'nundur! Gaybı ve şehâdeti bilendir... "HÛ"dur; Hakîm, Habîr.
Hani İbrahim, babası Azer'e: "Putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve topluluğunu apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.
Böylece İbrahim'e, ikân sahibi olsun diye, semâlar ve arzın melekûtunu (derûnundaki, onları oluşturan kuvveleri) görecek basîreti veriyoruz (gözünün gördüğüyle eşyanın hakikatinden perdelenmesin diye).
Gece (bilgisizlik-cehl) onu bürüyüp örtünce bir yıldız (bilincini fark etti) gördü... "İşte bu Rabbim" dedi... Batınca da (hakikatini anlamada yetersiz kalınca): "Batanları sevmem" dedi.(En’âm/71-76)
UYARILMA SÜRECİNDE
GÖRME KUVVESİ KESKİNLEŞİR
(Perde kalkar)
Andolsun ki insanı biz yarattık... Ona (bilincinin oluşturduğu) nefsinin vesvese verdiği şeyi (kendini beden kabullenme fikrini) biliriz... Biz ona, şah damarından daha yakınız!
Sağından ve solundan kayıtla görevli iki kaydedici kuvve, kaydederler!
(İnsanın) her düşüncesini gözleyen (kaydeden) bir gözcüsü vardır!
Hak olarak Sekrat'ül Mevt (ölüm sarhoşluğu) yaşanmaya başlanmıştır! İşte bu senin kendisinden kaçıp durduğun şeydir.
Sur'a (bedene) üflenmiştir (üflenme içten dışadır; ruh, bedenden çıkmıştır)! İşte bu uyarıldığınız süreçtir!
Her nefs (bilinç), birlikte olduğu sevk edici (doğal bedensellikle oluşmuş kişiliği) ve bir şahit (içindeki Hakk'ın sesi olan vicdanının seslenişi) ile gelmiştir!
“Andolsun bundan gaflet içinde (kozanda yaşıyor) idin... Senden perdeni kaldırdık! Bugün artık görme kuvven pek keskindir!" (denilir). (Kaf/16-22)
SENDE YETERLİ AÇILIMI SAĞLAMIŞSA,
72 MİLLETİ BİR GÖZLE GÖRMEYE BAŞLARSIN…
Ne diyor, Hadis-i Kudsî’de?
“Bir kulum yararlı çalışmalarla bana yakin elde ederse, ben onun görür gözü işitir kulağı söyler dili olurum!”
Yani şu anda değil de sonra mı olacak?
Hayır!
Bu bir anlatım, bu bir benzetme....
Seni gerçeğe yaklaştırabilmek için anlatılmış bir toplu ifade...
Şu anda değilse, o anda da olamaz!
Yani bu demektir ki;
“Gerçekte senin görür gözün işitir kulağın söyleyen dilin BENİM! Bu çalışmaları yapar Bana yakîn elde edersen sana gerçeği idrâk ettiririm;
Bilirsin, anlarsın, hissedersin, yaşarsın ki....
Dilinde konuşan hep Hak’tır!
Kulağında işiten hep Hak’tır.
Dilinde söyleyen hep Haktır!
Bu gerçeği yaşayabilirsen.....
Bu açılımı sende sağlamışsa, murad etmişse, dilemişse...
Artık sen 72 milleti BİR GÖZLE görmeye başlarsın...
Bu gerçeği bilen yaşayan Yunus işte bu yüzden diyor ki,
“72 millleti bir gözle görmeyen, bizden değildir!”
Ne demek “72 milleti bir gözle görmek”?
72 millet yok... Bir millet var!
“O bir millette varolan, TEK ALLAH’tır!” demek...
Sanma ki GÖZÜNDEKİ BU ÇOKLUK ORTADAN KALKACAK...
Bu gerçeği iyi anla!
BASİRETİNLE
TEKLİĞİ MÜŞAHEDE EDEBİLİRSİN AMA
GÖZ DE BU ÇOKLUK ÂLEMİNİ GÖRMEYE
VAROLDUĞU SÜRECE DEVAM EDER
Göz, bu çokluk âlemini görmeye, varolduğu sürece devam eder... Ve gözdeki bu çokluk görüntüleri aynen ruhuna kaydolduğu, ruhuna yansıdığı, ruhuna yüklendiği için ölümötesindeki ölümün akabinde başlayan sonsuz ve ebedi hayat boyunca da bu çokluk görüntüleri devam eder gider.
Çokluk görüntüsü ortadan kalkmaz hiçbir zaman!
Basarınla değil, basiretinle Tekliği müşahede edebilirsin!
İlâhi Rüyet, “İLİM”dir!
Bakın bu konuda Abdülkâdir Geylâni Risâle-i Gavsiye’sinde ne diyor?
“Ya Gavs-ı Âzam! Kim ki ilim ile Hakikate erdikten sonra rü’yet isterse, o mahcubtur; perdelidir!
Kim ki rü’yeti, ilmin gayrı zannederse o Rabbi görmekten güvenilmeyecek zanna aldanıp, kendini beğenmişlerden olur.
Gavs-ı Âzam Abdülkâdir Geylâni açık seçik diyor ki:
Hakk’ın TEKLİĞİNİ müşâhedesi, İLİM makamıdır! Yani bugünki ifadeyle, bilinç düzeyinde olur; çokluk düzeyinde değil!
GÖZ AYDINLIĞI
Cennet Yaşamı
Kim tövbe edip sâlih amel işlerse, muhakkak ki o tövbesi gerçekleşmiş olarak Allah'a döner.
Onlar ki, yalana, aslı olmayan şeye şahitlik yapmazlar... Boş sözlere, dedi-koduya rastladıklarında da (onlara katılmayıp) onurlu olarak geçip giderler.
Onlar ki Rablerinin, varlıklarındaki işaretleri (hakikatleri) hatırlatıldıklarında, (o hakikate karşı) sağır ve kör kalmazlar!
Onlar ki: "Rabbimiz... Eşlerimizden (veya bedenlerimizden) ve evlatlarımızdan (bedenî çalışmalarımızın semeresinden) göz aydınlığı (cennet yaşamını) oluşturacakları bize ihsan et; bizi, korunmak isteyenlere uyulası önder kıl" derler. (Furkan/71-74)
GÖNÜL GÖZÜ(Basiret),
“MÂN SÛRETİ”Nİ(Esmâ-i İlâhi”yi) SEYREDER
Kesret âlemi içinde bir birim Hak’ka nazar etmek istiyorsa, bu Hak’kı bir sûrette görmek şartıyla olur... Ancak hemen hatırlatmak gerek ki, görülen sûretteki mânâ Hak’kın esmâsındandır! Ve o mânâ idrâk edilmek sûretiyle “Vechullah” görülmüş olur ki, bu da kalb gözüyle denilen bir biçimde gerçekleşir.
Yoksa zâhir gözün gördüğü maddî sûret ile Hak’kı görüyorum sanmak çok büyük câhillik ve gaflettir!
Bunun ötesinde her bir mahâl, o mahâlli oluşturan sûreti meydana getiren “mânâ sûretinin” yâni esmâ-i ilâhi’nin varlığıdır... Bu esmâ baş gözüyle değil gönül gözüyle yânî basîretle görülür ve seyredilir...
“ÇOKLUK” GÖRME BASİRETSİZLİĞİ…
Dostları ilə paylaş: |