Ad'a (Hud'un kavmine) gelince, Hak'sız olarak arzda benlik tasladılar ve dediler ki: "Kuvvetçe bizden daha güçlü kimdir?"... Görmediler mi ki kendilerini yaratmış olan Allah, kuvvetçe onlardan daha şiddetlidir! Bilerek (kasten) işaretlerimizi inkâr ediyorlardı! (Esmâ kuvvelerimizi vehmettikleri benliklerine ait sanıyorlardı.)
Bu yüzden, dünya hayatında onlara rezillik-zillet azabını tattıralım diye, o bahtsız günler içinde, onların üzerine dondurucu bir rüzgâr irsâl ettik! Sonsuz gelecek yaşamının azabı elbette daha rezil-rüsva edicidir... Onlar yardımcı da bulamazlar!
Semud'a (Sâlih'in halkına) gelince, biz onlara hidâyet ettik de onlar âmâlığı (körlüğü) sevip, hüdaya (hakikate) tercih ettiler... Bu hâlleri yüzünden kazandıkları ile horlayıcı-alçaltıcı azabın yıldırımı kendilerini yakaladı.
İman edip korunanları kurtardık.
O süreç geldiğinde Allah düşmanları hep beraber toplanırlar ve Nâr'a sevk olurlar.
(Allah'ın düşmanları) oraya geldiklerinde, onların sem'leri (işitme hassaları), basarları (görme hassaları) ve derileri (altındaki tüm bedenleri), tüm yaptıklarıyla onların aleyhine olarak şahitlik etti.
Bedenlerine dediler ki: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?"... Dediler ki: "Her şeyi konuşturan Allah bizleri konuşturdu... Sizi başlangıçta O yarattı... Şimdi de O'na rücu ettiriliyorsunuz."
Sem'inizin (işitme azanızın), basarlarınızın (görme azalarınızın) ve bedenlerinizin aleyhinize şahitlik yapmasını ummadığınızdan (keyfinize göre yaşadınız)... Yaptıklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmediğini zannediyordunuz!
İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu yanlış zan sizi uçuruma mahvetti de hüsrana uğrayanlardan oldunuz. (Fussilet/13-23)
İNSANIN
{her düşüncesini gözleyen (kaydeden)}
BİR GÖZCÜSÜ VARDIR
Andolsun ki insanı biz yarattık... Ona (bilincinin oluşturduğu) nefsinin vesvese verdiği şeyi (kendini beden kabullenme fikrini) biliriz... Biz ona, şah damarından daha yakınız!
Sağından ve solundan kayıtla görevli iki kaydedici kuvve, kaydederler!
(İnsanın) her düşüncesini gözleyen (kaydeden) bir gözcüsü vardır! (Kaf/16-18)
MÂNEVİ KÖRLÜKTEN KURTULUP
SONSUZLUK BOYUTUNA GEÇMENİN YOLLARI
-
Şuura yerleşmiş olan isimlere varlık vermemek
-
Dalgaların, “her an yeni şanda yeni dalgalarla görünen” görüntüsünden; Global tek deniz değerlendirmesine sıçramak
-
Gerçeklerin gerektirdiği biçimdeki yaşam düzenine girmek
-
Bilincimizi yarın bizim için hiç bir şey ifade etmeyecek şeylerle harcayıp bloke ederek perdelememek
-
Bilincimizi gereksiz ve yanlış bilgilerden arındırmak(ilim ile, şartlanmalardan, değer yargılarından ve bu değer yargılarının getirdiği duygulardan arındırıp; blokajdan ve sınırlarından kurtulmak)
-
Sürekli ilim alıp, sürekli o ilim üzerinde düşünmek ve yaşamımıza o ilim doğrultusunda yön vermek
-
Dünyayı boşa geçirmeyip İlme sarılmak
ŞİRK’in kökeninde, şuura yerleşmiş olan isimlere varlık vermek yatar!
Denizin her bir dalgasına ayrı isim vermek... Her dalgayı şekline göre ayrı özelliklerle tanımlayıp çeşitli isimlerle bunların üzerinde durmak...Neticede, bilinci, global görmekten perdeler ve “a’mâ” eder!
“A’mâ”lıktan kurtulmanın da yolu; dalgaların, “her an yeni şanda yeni dalgalarla görünen” görüntüsünden; Global tek deniz değerlendirmesine sıçramaktır.
Şirkten, “a’mâ”lıktan kurtulmak istiyorsak; ona göre yaşamak ve değerlendirmeler yapmak zorundayız, kesinlikle!
"Kör"lükten kurtulmanın da yegâne yolu, önce bilincimizi, gereksiz ve yanlış bilgilerden arındırmaktır.
Bu gereksiz ve yanlış bilgilerden bilincimizi arındırıp, o gerçekleri idrâk edemezsek; o gerçeklerin gerektirdiği biçimdeki yaşam düzenine giremezsek, bilincimizi yarın bizim için hiç bir şey ifade etmeyecek şeylerle harcarsak, doldurursak, bloke ederek perdelersek, ölümden sonra bu perdelerden asla ve asla kurtulamayacağız...
Akan çeşmeyi bırakıp gidenin, susuzluktan yakınması kendini aldatmakta olduğunun açık göstergesidir!... Ya da o sudan nasipsizliğinin açığa çıkışı!
Öyle ise sürekli ilim alıp, sürekli o ilim üzerinde düşünmek ve yaşamımıza o ilim doğrultusunda yön vermek mecburiyetindeyiz; “a’mâ”lıktan kurtulmuş olarak sonsuzluk boyutuna geçmek istiyorsak...
Öyleyse, şu dünyayı boşa geçirmeyelim!.. İlme sarılalım!
Bilincimizi, ilim ile, şartlanmalardan, değer yargılarından ve bu değer yargılarının getirdiği duygulardan arındırıp; blokajdan ve sınırlarından kurtulup; "sınırsız bilinçli" varlık olmaya çalışalım!
Umarım ki, bu, bize kolaylaştırılmıştır...
KELÂM SIFATI
“KELİM” OLUŞU
-
Mütekellim
-
Kendini bilişin tafsilâtlı müşahedesi
Sıfat mertebesi dediğimiz mertebede “kendini bilen bir varlık” kastedilir. Kendi varlığının varolduğunu, kendisinin olmaması diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmesi hâlidir!
Bu varolduğunu biliş bilme hâli; kendisinin varolduğunu ve ne olduğunu bilmesi hâli, “İlim” sıfatı ile târif edilmiştir!
Kendini tafsili ile bilmesi “semî” ve “Basir” sıfatlarının kaynağını teşkil eder! Kendini bilişinin sonucu olarak bu vukûfiyeti bunun tafsilâtının müşahedesi “Kelim” oluşudur. Bütün bunların sonunda, bir de “Tekvin” yani meydana getirme; yani, kâinatı meydana getirme denilen hâl, sıfat sözkonusudur.
KELÂM
ALLAH’IN KONUŞMASI
BİR BEŞER İÇİN,
ALLAH’IN KENDİSİYLE KONUŞMASI
MÜMKÜN DEĞİLDİR!
(Ancak vahiy yollu yahut perde arkasından ya da bir Rasûl (melek) irsâl edip
izniyle dilediğini vahyetmesi hariç)
Allah'tan reddolunması imkânsız bir süreç gelmeden önce Rabbinize icabet edin... O süreçte ne bir sığınacak yeriniz vardır, ne de (yaptıklarınızı) inkârınız çare olur!
Eğer yüz çevirirlerse (keyifleri bilir); seni onlara bekçi olarak irsâl etmedik! Sana düşen yalnızca bildirimdir! Doğrusu insana bizden bir rahmet tattırdığımızda, onunla mutlu olur... Eğer ellerinin getirisi dolayısıyla kendilerine bir belâ isâbet ederse, muhakkak ki insan çok nankördür!
Semâların ve arzın mülkü (onları kendi Esmâ'sı ile yoktan yaratan) Allah içindir! Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler hibe eder, dilediğine de erkekler hibe eder.
Yahut onlara erkekler ve dişileri eş yapar... Dilediğini de kısır kılar... Muhakkak ki O, Alîm'dir, Kâdîr'dir.
Bir beşer için Allah'ın kendisiyle konuşması mümkün değildir! Ancak vahiy yollu yahut perde arkasından ya da bir Rasûl (melek) irsâl edip izniyle dilediğini vahyetmesi hariç! Muhakkak ki O, Âliyy'dir, Hakîm'dir.
Böylece sana hükmümüzden ruh (Esmâ mânâlarını şuurunda hissetmeyi) vahyettik... Sen, Hakikat ve Sünnetullah BİLGİsi nedir, iman neyedir bilmezdin! Ne var ki, biz Onu (ruhu), kendisiyle hakikate erdirdiğimiz nûr (ilim) olarak meydana getirdik, kullarımızdan dilediğimize! Muhakkak ki sen de kesinlikle hakikate (sırat-ı müstakime) yönlendirirsin!
(O) Allah yoluna ki, semâlarda ve arzda ne varsa (hepsi) kendisi içindir! Dikkat edin, işler Allah'a döner! (Şûrâ/47-53)
(Tanrı olmayan) ALLAH’IN RASÛLÜ’NE HİTABI
GÖKTEN MİDİR; ÖZÜNDEN Mİ?
Araştıralım “ALLAH” adıyla işaret edilen eğer yukarıdan komut yollayan TANRI değilse, Nedir?
O’nun Rasûlü ve görevi olan “RİSÂLET” nedir?
Mushafın iki kapağı arasında PEYGAMBER kelimesi geçmediği halde niye PEYGAMBER kelimesini kullanıp, Allah Rasûllüğünü bir postacı veya peygamber olarak düşünürüz?
Rasûllük mekânsal mıdır, BOYUTSAL mı?
Kitap getiren Rasüle Nebi diyorlarmış!!!. Niye İSMAİL Aleyhisselâm’ın Kur’ân ‘da hem RASÛL hem NEBİ olduğu hakkında âyet olduğu halde getirmiş olduğu bir sahife veya kitap yok?
Rasûl ne zaman nebi olur?
Nebi hangi yönü itibariyle Rasül olur? Niye bir kısım Nebide “Risâlet” yoktur?
Nebi ve Rasül oluşmasına vesile olan şekil ve sûretten, cinsiyetten beri CEBRAİL adıyla bilinen melek mi, meleki kuvve mi anlaşılır?
TANRI olmayan ALLAH’ın Rasûlüne hitabı gökten midir, özünden mi?
APAÇIK BİR LİSÂN…
“Kurân”!,
Kur'ân okuyacağın zaman, (vehimle seni yanlış değerlendirmelere sokması muhtemel) şeytan-ı racîm'den, Allah'a sığın.
Gerçektir ki, onun (şeytanın) iman eden ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde bir sultası (gücü) yoktur!
Onun sultası, sadece, kendisini velî edinenler (ilham ettiği fikirlere uyanlar) ve Rablerine ortak koşanlaradır!
Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimizde, "Sen yalnızca bir iftiracısın!" dediler. Allah neyi inzâl ettiğini daha iyi bilir! Bilakis, onların çoğunluğu bilmezler.
De ki: "O'nu, Ruh-ül Kuds (Cibrîl ismi verilmiş kuvve; El Esmâ ilim kuvvesi), senin Rabbinden (hakikatini oluşturan Esmâ bileşiminden) Hak olarak indirmiştir... İman edenlere direnç vermek ve müslimler için de kılavuz ve müjde olarak."
Andolsun ki: "Onu ancak bir beşer öğretiyor" demelerini biliyoruz... Hak'tan saparak kendisine nispet ettikleri kimsenin dili, Arapçayı iyi konuşamayan bir dildir... Bu ise apaçık Arapça bir lisandır.
Muhakkak ki Allah, kendini dillendiren işaretlerine iman etmeyenleri, hakikate erdirmez... Onlara acı bir azap vardır.
Yalanı uyduranlar, yalnızca, Allah'ın kendini dillendiren işaretlerine iman etmeyenlerdir... Yalancıların ta kendileri işte bunlardır! (Nahl/98-105)
EVRENSEL SIRLARLA DOLU HİTAP…
VE “OKU”YANLARI…
İslâm Dini evrensel sistem ve mekânizmanın, Allah Rasûlü tarafından, tüm insanlığa açıklanmasıdır… Yaşamını bu gerçekleri gözönüne alarak düzenleyenlerin sonsuz huzur ve saâdete kavuşacaklarının duyurulmasıdır… Tüm insanlara, ırk gözetmeksizin!.
Musa Aleyhisselam Yahudi ırkının Rasûlü ve Nebisidir; bir ırka gelmiştir!.
Evrensel insan Muhammed Aleyhisselam ise bir ırka değil tüm insanlığa gelmiştir Allah Rasûlü olarak; ve tümüne Allah adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu evrensel sistem ve düzeni açıklamaktadır!.
Hz. Muhammed Aleyhiselam “EVRENSEL RASÛL”dür!. İnsanları evrensel gerçekleri görmeye davet etmektedir!… Arab’ın örf, âdet ve anânelerine değil!.
Arab’ın örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.
Türk’ün örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.
Uzak Doğu’lu, Eskimo, İnka’lıların torunlarının örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.
Evrensel insanın Dini, evrensel Din olan İslâm’dır!. O, Yöresel ve göresel değerlerle, Evrensel Din olan İslâm’ı örtmez, deforme, dejenere etmez; kadrini kıymetini bilmeyerek de olsa ayağa düşürmez!.
Tüm insanlar evrensel Dinde anlatılan sistem ve mekânizmaya zorunlu olarak tâbidirler; yanısıra, gereklerini uygulamadıkları ölçüde bunun pahasını ödemek mecburiyetinde olacaklardır!.
Irkların kendi örf, âdet ve anâneleriyle harmanlayıp, sonra da katıksız din diye pazarladıkları müslümanlık ise, evrensel İslâm Dini’nden pek çok yerde farklılıklar gösterdiği için, evrensel kabûle mazhar olmaz; ve bu yüzden de reddedilir!.
“Evrensel İslâm Dini” adıyla etiketlenerek empoze edilen, ne var ki ırksal özelliklerle harmanlanmış müslümanlık, bugün dünya toplumlarının çoğunluğu tarafından rağbet görmemiş ve görmüyorsa; bunun vesilesi, İslâm Dini’nin bu mevcut Irk Dini hâline getirilmiş şekliyle sunulmasındandır!. İnsanlar, “İslâm Dini” adı altında, Arap müslümanlığına davet edilmektedir!. Bunun sonucu olarak da sürekli birbirleriyle savaşmaktadırlar!. Bu çok büyük bir vebaldir!.
Evrenselliğe ulaşmamış insanların, evrensel Allah Rasûlü'nü değerlendirebilmesi çok güçtür!… Dolayısıyla Evrensel Dini farkedebilmeleri de öyle!.
Bunu kavrayabilen evrensel insanlar, tüm örf, âdet ve anânelere saygılı olmalarına rağmen, kesinlikle o yöresel ve GÖRESEL değerlere bağlanarak, kayıt altına girmezler; tıpkı Celâleddin Rûmi, Şemsi Tebrizi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi!.
Allah Rasûlü Evrensel insan Muhammed Mustafa aleyhisselâm… Allah’ın evrensel Velileri… Evrensel İnsanlar… Evrensel Kitap… Evrensel Sırlarla dolu hitap… Ve “OKU”yanları…
Ve de...
Irkların dinleri… Irkların peygamberleri… Mukallit din mensupları… Irkların velileri ve her mahallenin kutup, gavs, mehdîleri… Saptırılmış Kur’ân Meâlleri… Tanrıdan, Peygamberinden, tanrıyı erkek (İngilizce’de he) olarak tanıtan tercüme Kur’ân anlayışlarından doğan totemist ya da göktanrısal din anlayışları!.
Bunların tümünün, bir sepette, “İslâm Dini” diye etiketlenerek sergilenişi…
Allah’ın evrensel Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselam'ın bildirmiş olduğu evrensel gerçekleri açıklayan İslâm Dini’ni, evrensel Kitap Kur’ân-ı Kerîm'i “OKU”mak için, önce, evrensellik nedir ve nasıl olur bunu farketmek ve öğrenmek ve hazmetmek; sonra da bu bakışla o Kitaba bakabilmek gerekir!.
Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselam'ın sünnetinin, Arap âdet ve örfleri değil; Allah sünneti olup; Allah sünnetinin ne olduğunu idrâk ve hazmetmiş olmak gerekir!.
Allah Rasûlü Muhammed Mustafa Aleyhisselam'ı “OKU”mak =“İKRA’” gerekir!.
Ki bunlardan sonra Evrensel İslâm Dini’nin ne olduğu farkedilebilsin… Ondan sonra da, bu farkedilen gerçek tasdik veya reddedilsin!.
“Elhamdulillah müslümanım!.”
“İnşâallah müslümansın!!!???…”
İNSAN ALGILAMA BOYUTUNA HİTAP
“Esmâ mertebesi” olarak tanımlanan ve “Allah’ın isimlerinin işaret ettiği özellikler olarak belirtilenler, insana hitap etmesi itibariyle, insan algılama boyutuna hitap eden isimlerdir!
İnsan ötesi, “nokta” içi projeksiyonda yer alan karanlık (mahiyeti netleşmemiş) enerji, “karanlık madde” (dark matter) olarak varlığını düşündüğümüz ama algılayamadığımız yüzde doksan altılık bölümdeki sayısız varlığı oluşturan nîce sayısız isimlerin işaret ettiği özellikler vardır ki, insan türü bu Allah isimlerini bilmez!.
Tüm sonsuzluğuyla esmâ mertebesi, “Allah” adıyla işaret edilenin ilminde, bir “nokta”nın, “nokta”mızın projeksiyonunda oluşmuş özelliklerdir!.
Sayısız “nokta”lardan oluşan sayısız âlemler dahi, hep, “Allah” adıyla işaret edilenin ilminde var olan özelliklerle meydana gelir; ve bunlardaki oluşumlara da, bu “nokta”mızın ehlinin muttali olması mümkün değildir!.
KURÂN’DA
İNSANLARIN ANLAYIŞ SEVİYELERİNE GÖRE
HİTAP VARDIR
(Soru: Kitaplarınızdan, “kalb”in “bilinç” olduğunu anladım. Fakat bazı âyetlerde, göğsün içindeki kalp diye anlatılan ifadeyi çözemedim?.)
Kalp, şuûrdur!.
Mecaz yollu anlatıyor misal olarak!.
Efendimize gelmiş câhil Arab’ın biri; “Ben Allah’ı biliyorum” demiş. Efendimiz de; “nerede?.” Diye sormuş. Arap; “Gökte” demiş!. Efendimiz de; “tamam, sen iman etmişsin, güle güle” demiş.
Kurân, bütün topluma, bütün insanlara hitap etmiyor mu?. Ve dolayısiyle bir kısım dar anlayışlılara da hitap etmesi için onların anlayışınca da bir şeyler yazması, ihtiva etmesi lâzım!.
Yoksa onlar bir şey alamaz ki!.
Anlayış seviyesine göre çeşitli hitaplar vardır Kurân’da!.
Kur`ân-ı Kerim’de çeşitli gruplara hitaplar yapılır...
"Ya eyyühen nas - Ey insanlar";
"Ya eyyühel kâfirun - Ey gerçeği örtenler";
"Ya eyyühel münafikun - Ey ikiyüzlüler" ve bunlar gibi...
“İlâh”lık mefhumu yoktur! Kurân‘daki “İlâh” anlatımı, insanları olayın özüne yaklaştırmak içindir!
Kurân’da, “ilâhınız” tâbirinin kullanılmasının anlamı, yani, “İLÂH diye düşündüğünüz kabul ettiğiniz” anlamındadır. Yoksa bu ifade bir “ilâh var da işte o” anlamında değildir… Bu Kurân’ın, bizim anlayışımıza GÖRE bize hitap etmesi özelliğinden ileri gelmektedir; daha başka bazı konularda olduğu gibi.
Bunun gibi, “Her şey Hak’tan”, ”O Hak’tan”, ”Bu, Hak’tan” deyiş ve bakış açıları da…
Bu anlatımlar artık gecekondu lisânı gibi kalıyor!
Artık bir sistemin varolduğu ve bu sistemin kendine has olan kurallarının kendi içinde işlediğini görmekteyiz!
“Benim yaşım şu, artık bunları anlamam için geç.. Bu konuları anlamam da nasibimde yokmuş, ben ne yapabilirim?” gibi sözler, az gelişmiş varlıklara has düşüncelerdir!
Herkesin yaşı, idrâkı ve ilmi kadardır!
Benim yaşımla sizin yaşınız arasındaki fark, benim ilmimle sizin ilminiz arasındaki fark kadardır!
Bugüne dek anlattıklarım, zorlama ile insanın kafasına sokulmaz! Herkes nasibi kadar olanını alacaktır.
Burada kullanılan “nasip” kelimesi, ”O birimin esmâ terkibi”ni anlatmaktadır! Esmâ terkibinin oluşturacağı açılımın izin verdiği ölçüde, anlamındadır!
ŞÜKÜR; idrâk edilenin fiile dönüştürülmesidir!
Bunun sonucu olarak da artış başlayacaktır!
Siz idrâk ettiğinizi fiillerinize dönüştürürseniz, beyninizde ek kapasiteler oluşacak ve o amel oranında beyin kapasiteniz artacak ve bunun karşılığında artan beyin kapasitesi ile yeni idrâkler oluşacaktır!
Allah Rasûlü’nün “Şükreden bir kul olmayım mı?” ifadesi, bunun en yalın anlatımıdır.
HİTABI DEĞERLENDİREBİLMEK İÇİN,
HİTAP EDENİ ALGILAYABİLMEK GEREK!
Hitap edeni algılayamazsan, hitâbı değerlendiremezsin!.
Hitap edeni algılayamıyorsan, tasavvufta birinci basamak olan “tevhid-i efâl”i hazmedememişin demektir!.
Bilgi kitapları yüklü mahlûkattan değil; ilmi hazmetmiş ehli kemâlâttan olmak, mârifettir!.
Bunun yolu da, aklını kullanabilmekten geçer!.
Devâ Kur’ân ‘dadır!. Kur’ân “OKU”maya çalışın!.
Kur’ân ‘ı “OKU”yamayan, “ÜMMÜL KUR’ÂN”ı hiç okuyamaz!.
Bazıları önce sistemi okur, sonra Kur’ânı okumayı başarır; bazıları da önce Kur’ânı okuyup ondan sonra sistem ve düzeni farketmeye başlar... Ama Kur’ân-ı okuyabilmek için bence önce Rasûlullah Aleyhisselâm’ı “OKU”yabilmek şarttır!.
Bazı kişiler de lûtfu ilâhi sonucu, önce, Kitabullahı okuma yolundan gitmişler; bunun neticesi olarak da beşeri boyutta değerlendirilmek üzere beşere hitabeden kitapları, yani Rabbanî kitapları okumuşlardır.
Sistemi OKUmadığınız sürece, şuurunuzda şöyle veya böyle bir tanrı kavramı vardır, demektir!.
Tanrı kavramının gerçekten kalkmış olması için... Şuur boyutunda, karşındakiyle, yaşam ve içindekilerle, evrenle bütünleşmiş olup; her an her yerde, kendindekinin tek ve mutlak fâil olduğunu müşahede etmen gerekir!. Bunu da yapamadığın sürece; ŞİRKTESİN!.
Karşındaki birimi, parmağın, ya da dudağın, ya da kulağın, gözün gibi göremediğin sürece ŞİRKTESİN!. Hanif değilsin!.
OKU mak da, sistemin tümünü okumak demektir...
Şu hususa DIKKAT!.
Kur’ân ‘da, Kitabın bir kısmını okumanın yetersiz olduğuna işaret eden uyarılar vardır...
Eğer kitabın tamamını okuyamazsanız, konu hakkında yanlış kanaatlere varırsınız!.
Sistem ise tümüyle bir kitaptır!.
İçinde yaşadığınız sistemin yalnızca köyünüzden bahseden sayfalarını okursanız; yarın başka toplum içine girdiğinizde “ALLAH”ı inkâr noktasına gelir ve artık hayalinizde yarattığınız “TANRI”nızla başbaşa kalırsınız...
OKU’mak; ancak, kişinin kendisindeki “Rabbani kapasitenin” gene “Rabbani güç” tarafından ortaya çıkartılmasıyla mümkündür!
Rabbinden kendisinde açığa çıkan “NUR”, yani gerçeği farketme-kavrama gücü, kişiyi evrensel sistemi tanıma noktasına ulaştırır!.
Hayâlindeki “din adamı”, “evliya” ve “tanrı” kavramından kurtulmak istiyorsa insan, önce “Ümmül Kitap” olan “SİSTEM” ve “DÜZEN”i okuyup; ondan sonra okuduklarının geldiği günün şartları içinde bunun sembolik veya mecazi anlatımı olarak “sistem manuel”i işlevini yapan kutsal Kitabı değerlendirmeye çalışacaktır..
“ALLAH’IN KELİMELERİ”
-
Vaadettiği sözleri
-
“Vahiy”in orijinali
“RABBİNİN KELİMELERİ”
(Açığa çıkardıkları)
“TAYYİB KELİME”
(Hakikat bilgisi)
İman edip imanın gereğini uygulayanlar ise, Rableri olan Esmâ bileşiminin elvermesi sonucu (Bi-izni Rabbihim), içinde sonsuza dek yaşamak üzere, altlarından nehirler akan cennetlere dâhil edilmişlerdir... Onların orada birbirlerine hitabı "Selâm"dır.
Görmedin mi Allah nasıl sembollerle anlatıyor: Tayyib Kelime (Hakikat bilgisi); aslı sâbit (kökü şuurda), dalları semâda (getirisi olan yaşantısı bilinçte) olan, tayyib ağaç (Kâmil insan) gibidir!
(O ağaç) Esmâ bileşiminin elvermesi sonucu (Bi-izni Rabbiha) her zaman yemişini (ilim ve marifet) verir... Allah insanlara, belki derinliğine düşünüp hatırlarlar diye, misaller verir. (İbrahim/23-25)
Allah ki, arzı sizin için bir yaşama yeri, semâyı da bina (içindekilerle arzı-bedeni mamûr eden) olarak oluşturdu... Sizi tasvir etti (özelliklendirdi) de sizin (mânâ) sûretlerinizi (özelliklerinizi) en güzel etti ve sizi tayyibattan (ilim ve marifetlerden) yaşam gıdalarıyla besledi! İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin (insanların) Rabbi Allah ne yücedir! (Mu’min/56-76)
“HABİS KELİME”
(Hakikati inkâr eden)
Habis Kelime'nin (hakikati inkâr edenin) misali de, kökü bile olmayan, yüzeyde kalmış, dayanaksız habis şecere (meyve vermeyen ağaç) gibidir.
Allah, iman edenleri dünya yaşamında da, sonsuz gelecekte de değişmez gerçeği vurgulayan söz üzere (Kelime-i Tevhid) sâbitler! Allah, zâlimleri saptırır! Allah dilediğini yapar! (İbrahim/26-27)
ALLAH’IN KELİMELERİNİ (vaadettiği sözlerini)
DEĞİŞTİRECEK YOKTUR
Dediler ki: "Dünya hayatımızdan başkası yoktur! Yaşamımız devam etmeyecektir!"
Rablerini müşahede sürecinde (hakikatlerindeki Esmâ kuvvelerini fark ettiklerinde) bir görsen! "İşte, Hak bu değil miymiş!" dedi... "Evet, Rabbimizmiş!" dediler... "Öyle ise, hakikat bilgisini inkâr eden olmanızdan dolayı şimdi tadın azabı!" buyurur.
Dostları ilə paylaş: |