Ahmed hulûSİ’de kavramlar I


"Muhakkak ki O, düşüncelerinizden açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğunuzu da bilir."



Yüklə 1,77 Mb.
səhifə5/21
tarix30.12.2018
ölçüsü1,77 Mb.
#88344
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21

"Muhakkak ki O, düşüncelerinizden açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğunuzu da bilir."

"Bilmiyorum, belki de süre tanınması sizin için bir denemedir (kendinizin ne olduğunu bizzat yaşayıp görmeniz için) ve sınırlı bir yararlanmadır."

Dedi ki: "Rabbim, Hak olarak hükmet! Rabbimiz Rahman Müstean'dır sizin asılsız tanımlamalarınıza karşı!" (Enbiyâ/107-112)

 


“İlâh”lık mefhumu yoktur!

Kur’ân‘daki İLÂH anlatımı, insanları olayın Öz’üne yaklaştırmak içindir!

İnsanlık, sayısız tanrılara tapma dönemlerinden, tek tanrıya tapma dönemine kadar gelmiş; ve nihayet Efendimiz aleyhisselâm ile tebliği olunmuştur ki; “tanrı yoktur sadece ALLAH vardır”.

İşte bu bakış, bu seyir içinde, insanlara tek varedici idrak ettirilmek için bu hitap biçimine uygun bir surette, “ilâh”tan sözedilmiştir.

“Sizin ilâhınız”; yani, sizin o varsaydığınız “İlâh” var ya, işte o “İlâh” “ALLAH”tır!... Yani, “ALLAH”ın, “İlâh-tanrı” olmasından değil; “ilâh-tanrı” ismiyle, varsayımıyla, tasavvuruyla insanda varolan düşüncenin gerçeğinin “ALLAH” olduğuna işaret edilmiştir.

Birinci anlayış kademesinde, “İlâh”ın “ALLAH” olduğu belirtilmek istenmiştir...

İkinci anlayış derecesinde idrak edilmesi önemli konu ise, “ALLAH”ın ne olduğunun farkedilerek; “ALLAH”ın “ilâh” olmaktan dahi münezzeh olduğunun farkedilmesi ve idrakıdır...

Bu hususu çok iyi anlıyalım...



ALLAH’ın “ilâh” olduğunun anlatılması ayrı şeydir; insanların ilâh diye düşündüğü varlığın gerçeğinin “ALLAH” oluşunun vurgulanması ayrı şeydir!.

Bu iki kavram birbirinden doğu ile batı kadar uzaktır!.

Ötende bir tanrı olduğu sürece sen ona “ALLAH” ismini de versen, bu sadece etiketlemedir!

İnsanların çoğu değil, tasavvufa girmiş olanların, “tarikattayım” diyenlerin binde dokuzyüzdoksandokuzu ötesindeki tanrıya “ALLAH” etiketini yapıştırıyor!.



ALLAH’A GİDEN YOL



Kendi dışına değil; kendi özüne-Hakikatine doğrudur!



“ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLEN KAVRAMI



ANLAMAYA ÇALIŞARAK,

“İLÂH”-“TANRI” KAVRAMININ“ O”NUN İÇİNDE

YOK OLDUĞUNU FARK EDİN…

(“İlâh” veya “Tanrı” diye var sandığımız şey,

gerçekte “Allah” İsmiyle işaret edilen varlıktır!)

Peki… Bu ismin işaret ettiği varlık, nasıl bir varlıktır?.. Bir tanrı mıdır, ya da başka bir şey midir?.

İşte burası, konunun en önemli tarafıdır.

Bize “Allahismiyle, “O”, ”” dediğimiz varlığı tanıtan Rasùl Muhammed Mustafa aleyhisselâm, o isimle işaret edilen varlığın bir Tanrı, mâbud, ilâh olmadığını vurgulamaktadır!.



Burada şunu iyi anlayın…

Kurân’daki, ”Sizin İlâhınız Allah’tır!.” beyânıyla da; bizim, “İlâh” veya “Tanrı” diye var sandığımız şeyin, gerçekte “Allah” İsmiyle işaret edilen varlık olduğu açıklığa kavuşturulmaktadır.

Yani, “Sizin ilâh sandığınız varlık gerçekte ALLAH’tır, ki o da bir ilâh olmaktan münezzehtir”!. anlamı vurgulanmaktadır.

İlâh-tanrı” kavramı başkadır… Kurân’a göre, “ALLAH” ismiyle işaret edilendeki anlam ve târif başkadır.

Bu yüzden, eğer, “ilâh”ın, “ALLAH” olduğu açıklanıyorsa size; bu demektir ki, “Allahisminin işaret ettiği mânâ içinde, “ilâh-tanrı”lık kavramını yeniden değerlendirmek zorundasınız!. Yani, “ilâh-tanrı”yı, “Allah’laştırmayıp; aksine, “Allah” ismiyle işaret edilen anlamı kavramaya çalışarak, “ilâh-tanrı” kavramının onun içinde yok olduğunu FARK edeceksiniz!.

Zira, idrâk edilirse “Allahismiyle işaret edilen anlam, görülür ki, “ilâh-tanrı” kavramı ortadan kalkar!.

İlâh-tanrı” kavramıyla işaret edilen daima senin ötende bir varlığı simgeler…

Çok önemine binâen biraz daha üstünde duralım…

Sizin İlâhınız Allah’tır!.” demek; “Allah”ın bir “tanrı” olduğu yani “İlâh” olduğu anlamına gelmeyip; aksine, şu mânâda olarak ifade edilmiştir; “siz ötenizde tanrı-İlâh diye bir şey kabul ediyorsunuz ya, işte öyle bir şey yoktur”!.

Tanrı”, İlâh” yoktur: “Allah” ismiyle işaret edilen bir varlık vardır. Bu isimle size anlatmaya çalıştığım varlık; varlığı ve özellikleri itibariyle sizin var sandığınız “Tanrı-İlâh” kavramından tamamiyle ayrı birşeydir!.

Öyleyse bugüne kadar düşündüğünüz ve var sandığınız “Tanrı-İlâh” fikrini bir yana koyarak, “Allah” İsmiyle tanımlanan varlığın ne olduğunu bir nebze de olsa farketmeye, tanımaya çalışın!.



BİZİ YUKARIDAN YÖNETEN BİR İLÂH(Tanrı)



YOKTUR!

Rabbiniz olan Allah'a kulluk bilincine erin!

Sizi rahimlerde (ana karnında-Rahîmiyetinde-varlığınızı oluşturan Esmâ mertebesinde) dilediği gibi şekillendiren (oluşturan-programlayan) "HÛ"dur! Tanrı yoktur sadece "HÛ"; Azîz'dir, Hakîm'dir. (Al-u İmran/6)



Bizi yukarıdan yöneten bir TANRI yoktur!. Bir İLÂH yoktur!.

Herhangi bir yıldız veya gezegen veya galaksi veya takımyıldız yani “BURÇ”, asla TANRI değildir ve olması da mümkün değildir!. Böyle bir şeyi düşünmek korkunç yanılgıdır!.

Biz, içinde yaşadığımız boyutta, bizden ortaya çıkan ALLAH'ın isimlerinin mânâları gereğini yerine getirmek suretiyle gerçek "kulluğumuzu" îfa etmek için varız!.



Yaşadığımız boyutun gereği ve sistemi ise şudur:

Güneş sistemi içinde yer alan Dünya; Dünya üzerinde yaşamakta olan insanlar...

Bu insanlar, “ALLAH”ın kendi vasıflarıyla, dilediği gibi bezediği ve yarattığı varlıklardır!.

ALLAH” dilediği özelliklerini, insan beyinlerinde açığa çıkacak biçimde, insanın yapısında düzenlemiştir.



EĞER O’NUNLA BERABER İLÂHLAR OLSAYDI



ARŞ SAHİBİNE BİR YOL ARARLARDI…

Andolsun, şu Kurân'da (hakikati) temsillerle, türlü anlatım yollarıyla açıkladık ki düşünüp hatırlasınlar; fakat bu, onların ancak uzaklaşmalarını arttırıyor.

De ki: "Eğer onların dedikleri üzere O'nunla beraber tanrılar olsaydı, o vakit elbette Arş sahibine bir yol ararlardı."

"O, Subhan ve yücedir; yüceliği onların laflarından ölçüsüz büyüktür (yüceliğini akıl kavramaz)!"

Yedi semâ, arz ve onların içindekiler O'nu tespih eder (Esmâ'sının özelliklerini açığa çıkaran işlevleriyle her an dönüp dururlar)! Hiçbir şey yok ki, O'nun Hamdı olarak, tespih etmesin! Fakat siz onların işlevini anlamıyorsunuz! Muhakkak ki O, Halîm'dir, Gafûr'dur. İsrâ/41-44)



BİLİNCİNİ, TANRI OBJESİZ(Hanif olarak),



HERŞEYİ YARATIŞ AMACINA GÖRE

PROGRAMLAYARAK YARATAN’A



(Semâlar ve Arzın Fâtır'ına) YÖNELT...

De ki: "Allah dûnundan, bize ne fayda ve ne de zarar vermeyen şeylere mi dua edip yakaralım? Allah bizi doğru yola hidâyet ettikten sonra, gerisin geri şirke mi döndürülelim? 'Bize gel' diye doğru yola çağıran arkadaşları olduğu hâlde, şeytanların ayartıp uçuruma çektiği ahmak gibi mi olalım?"... De ki: "Allah hidâyeti işte o hidâyettir! Biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk."

Ve "Salâtı ikame edin ve O'nun azabından korunun; O ki (sizi toplayacak), O'na haşrolunursunuz!

"HÛ" ki, semâlar ve arzı Hak olarak yaratmıştır... Ne zaman "Ol" dese hemen oluverir... Hak, O'nun sözüdür! Sur'a üflendiği (bedene veya sisteme-olay içten dışadır) süreçte, mülk O'nundur! Gaybı ve şehâdeti bilendir... "HÛ"dur; Hakîm, Habîr.

Hani İbrahim, babası Azer'e: "Putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve topluluğunu apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.

Böylece İbrahim'e, ikân sahibi olsun diye, semâlar ve arzın melekûtunu (derûnundaki, onları oluşturan kuvveleri) görecek basîreti veriyoruz (gözünün gördüğüyle eşyanın hakikatinden perdelenmesin diye).

Gece (bilgisizlik-cehl) onu bürüyüp örtünce bir yıldız (bilincini fark etti) gördü... "İşte bu Rabbim" dedi... Batınca da (hakikatini anlamada yetersiz kalınca): "Batanları sevmem" dedi.

Ay'ı (duygusallık kaynağı oluşu itibarıyla benliğini) doğarken gördü... "İşte bu Rabbim" dedi... Batınca şöyle dedi: "Yemin olsun ki eğer Rabbim bana hidâyet etmemiş olsaydı, elbette sapmışlar topluluğundan olurdum."

Güneş'i (Hakikati yaşatır umuduyla aklını) doğarken gördü... "İşte bu Rabbim, bu daha büyük" dedi... Batınca (aklın Allah'ı kavramada yetersizliğini fark edince) şöyle dedi: "Ey halkım, doğrusu ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden berîyim."

"Muhakkak ki ben vechimi (bilincimi) hanîf (tanrı objesiz) olarak, semâlar ve arzın Fâtır'ına (her şeyi yaratış amacına göre programlayarak Yaratan'a) yönelttim... Ben müşriklerden değilim!"

Halkı Ona karşı çıkıp, kanıt getirmeye (tanrısallık verdiklerini savunmaya) kalkıştı... (İbrahim) dedi ki: "Beni doğru yola hidâyet etmiş iken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? O'na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam! Ancak Rabbimin dilediği şey müstesna (bana ancak Rabbimin izniyle bir zarar erişebilir)... Rabbim her şeyi ilmiyle kapsamıştır... Hâlâ düşünmüyor musunuz?"

"Hem, size (tanrısallıklarına dair) hiçbir delil inzâl etmediği şeyleri, Allah'a ortak koşarken hiç korkmadığınız hâlde; ben sizin ortak koştuğunuz aslı olmayan tanrılarınızdan nasıl korkarım?"... Eğer biliyorsanız (söyleyin), iki anlayışın hangisi güvenilmeyi daha hak etmiştir?

İman edenler ve imanlarını zulüm (gizli şirk) ile karıştırmayanlar... İşte güvende olma hakkı onlarındır... Doğru yolu bulanlar onlardır!

İşte bu, İbrahim'e halkına karşı verdiğimiz kesin kanıtımızdır. Kimi dilersek yüce mertebeler veririz! Muhakkak ki Rabbin Hakîm'dir, Alîm'dir. (En’âm/71-83)



KURTULUŞ YOLUNU GÖSTERECEK OLAN,



RABBİNDİR!

(Rabbin seninledir!)

(Firavun ve ordusu) güneş doğarken onları izlediler.



İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın çevresindekiler: "Bize yetiştiler" dediler.

(Musa) dedi ki: "Hayır! Rabbim benimledir; (kurtuluşun) yolunu gösterecektir!"



Musa'ya: "Asan ile denize vur" diye vahyettik... (Vurunca) patladı, ikiye yarıldı... Sonra her bir yan büyük bir dağ gibi oldu.

Diğerlerini de (takip edenleri) oraya yaklaştırdık.

Musa'yı ve Onunla beraber olanların hepsini kurtardık.

Sonra, ötekilerini suda boğduk.

Muhakkak ki bu olayda bir mucize-ders var! Onların çoğunluğu ise buna iman etmiş değillerdir.

Muhakkak ki senin Rabbin "HÛ"dur; El Azîz'dir, Er Rahîm'dir. (Şuarâ/60-68)



KENDİNİ DIŞSALLIKTAN KURTARIP



İÇSELLİĞİNİ YAŞATACAK ÇALIŞMALARDA BULUN…

VE HAKİKATİN YANISIRA

DIŞSALI TANRI EDİNME!

Tanrı”, ötende olarak kabul edip zannettiğin “ilah”ının adıdır!



İman” edilesi şey ise, “Hakikat-i Muhammedî” olarak işaret edilen “Esmâ mertebesi”nin, senin hakikatin olduğudur!..

Hakikatinin, “Hakikat-i Muhammedî”, yani “Esma mertebesi” olduğuna “iman” etmişlere “Aminu B’illah” sırrına ermiş olan “Mümin” denir! Bunu yaşamanın (yakînin) ise üç aşaması vardır.

Denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem...” ancak yüzde dördünün farkında olduğumuz “semâ”nın açığa çıkanlarının ne kadarını anlatabilir!

Kim dışsallıktan arınıp içselliğinde Esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız seyriyle yaşamak istiyorsa, kendisini dışsallıktan kurtarıp içselliğini yaşatacak çalışmalarda bulunsun ve asla hakikati yanı sıra dışsalı tanrı edinmesin!”(Femen kane yercuu likae rabbihi...)



HEP BİRLİKTE



VARLIĞINIZDAKİ ESMÂ HAKİKATİNDEN (uzanan)

ALLAH İPİ”NE SARILIN VE AYRILIĞA DÜŞMEYİN…

Ey iman edenler, eğer kendilerine hakikat bilgisi verilenlerden bir bölümüne (sonradan sapmış olmaları nedeniyle) itaat ederseniz, sizi imandan sonra inkâr ehline dönüştürürler.

Allah işaretleri önünüze serilirken, içinizde de Rasûlü varken, nasıl hakikati inkâr edenlerden olursunuz? Kim varlığını oluşturan Allah Esmâ'sına (gayrından kesilip) sımsıkı bağlanırsa, işte o Hak yola hidâyet olunmuştur.

Ey iman edenler... Allah'tan (size yaptıklarınızın sonuçlarını kesinlikle yaşatacağı için) hakkıyla korunun ve ancak teslim olmuşluğunu yaşayanlar olarak ölün.

Hep birlikte varlığınızdaki Esmâ hakikatinden (uzanan) Allah ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin. Üstünüzdeki Allah nimetini hatırlayın. Hani sizler düşman idiniz de, şuurlarınızda aynı idrakı oluşturarak sizi bir araya getirdi; O'nun sizde açığa çıkan bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz ateşten bir çukurun tam kenarındaydınız; kurtardı sizi o ateşten. İşte böylece, hakikate eresiniz diye, Allah size işaretlerini açıklıyor.

İçinizden hayra (Hakk'a) davet eden, Hak ve hakikate göre hükmedip, Din'e ters olan şeylerden uzaklaşmanızı tavsiye eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa ereceklerdir.

Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için azîm azap vardır. (Âl-i İmran/100-105)



KİM TAGUT’U(gerçekte var olmayıp vehim yollu var sanılan kuvvelere tapınmayı) TERK EDER, (varlığını oluşturan) ALLAH’A(Esmâ'sına) İMAN EDERSE, KESİNLİKLE O, KOPMASI MÜMKÜN OLMAYAN-HAKİKATİNDEKİ SAĞLAM BİR KULPA YAPIŞMIŞ OLUR



Allah O, tanrı yoktur sadece O'dur... Hayy ve Kayyûm (yegâne hayat olan ve herşeyi kendi isimlerinin anlamı ile oluşturan-devam ettiren); O'nda ne uyuklama (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), ne de uyku (yaratılmışları kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) söz konusudur. Semâlarda ve arzda (âlemlerdeki tümel akıl ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi O'nundur. Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve olmaksızın (biiznihi) O'nun indînde kim şefaat edebilir... Bilir onların yaşadıkları boyutu ve algılayamadıkları âlemleri... O'nun dilemesi (elvermiş olması) olmadıkça ilminden bir şey ihâta edilemez. Kürsüsü (hükümranlık ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır. Onları muhafaza etmek O'na ağır gelmez. O Âliyy (sınırsız yüce) ve Azîm'dir (sonsuz azamet).

"DİN"de (Allah yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullah} kabul konusunda) zorlama yoktur!.. Rüşd (Hakikat en olgun hâliyle) ortaya çıkmış, sapık fikirlerden ayrılmıştır. Kim Tagut'u (gerçekte var olmayıp vehim yollu var sanılan kuvvelere tapınmayı) terk eder, (varlığını oluşturan) Allah'a (Esmâ'sına) iman ederse, kesinlikle o kopması mümkün olmayan, hakikatindeki sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah Semî ve Alîm'dir.



Allah iman edenlerin Velî'sidir; onları zulmattan (karanlıklardan-hakikat bilgisizliğinden) Nûr'a (ilmin aydınlığında hakikati görmeye) çıkartır. Fiilen küfür (hakikati inkâr) hâlinde olanlara gelince; onların velîsi Tagut'tur (gerçekte var olmayıp var sandıkları kuvveler, fikirler), onları nûrdan zulmete ihraç eder. İşte onlar, ateş (sonuçta yanmaya mahkûm) kişilerdir. Onlar o şartlarda sonsuza dek kalıcıdırlar.(Bakara/255-257)



De ki: "Sistem ve düzeninde O'ndan başka etken görmemek üzere Allah'a kulluk edeyim..."



"Siz de O'nun dûnunda dilediğinize tapının!" De ki: "Gerçek şudur ki; kıyamet sürecinde hüsranı yaşayacak olanlar, hem nefslerini (bilinçlerini/kendilerini) hem de ehillerini (kuvvelerini/yakınlarını) hüsrana uğratacak şekilde yönlendirenlerin ta kendileridir! Dikkat edin! İşte o apaçık bir hüsranın ta kendisidir!"

Onların, fevklerinden (bilinç boyutu itibarıyla) de yakıcı-ateşten gölgelikler (katmanlar) vardır, altlarından (bedenleri itibarıyla) da gölgelikler (katmanlar) vardır... İşte (gerçek) bu; Allah onun korkusunu kullarında açığa çıkarıyor! Ey kullarım, benden korunun (Sünnetim gereği sizden açığa çıkan her şeyin sonucunu kesinlikle yaşatacağım için)!

Bedenini tanrılaştırarak (tagut) ona tapınmaktan kaçınıp, Allah'a (hakikatlerine) yönelenler var ya, onlar için Büşra (müjde; vuslat) vardır... Kulları müjdele!

Onlar (o kullarım) ki, Hak sözü işitip, onun en güzeline (en koruyucu olanına) tâbi olurlar... İşte onlar kendilerini Allah'ın hakikate erdirdiği kimselerdir ve işte onlar derin düşünen akıl sahiplerinin ta kendileridirler!

Yanan kimseyi sen mi kurtaracaksın, azap çekmesi için varolmuş (şakî) ise?(Zümer/14-19)



YARDIMI,



YUKARIDAKİ–ÖTEDEKİ İLÂHLAR(!) DAN DEĞİL;

"ÖZÜNÜZDEKİ ULÛHİYET HAKİKATİ"NDEN

(ALLAH’TAN) İSTEYİN!

(“Ulûhiyet"in özel-has isminin "Allah" olduğunu

ve Allah Ulûhiyetinin beşerde zâhir olmayacağını unutmayın!)

"Allah'tan (Ulûhiyeti dolayısıyla hakikatinizden; nefsinizi oluşturan El Esmâ'sındaki kuvveden) yardım isteyin ve sabredin... Muhakkak ki o yeryüzü, Allah'ındır... Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar... Gelecek, korunanlarındır!" (A’râf/128)



Dua, yani yöneliş veya namaz (ki o da bir yönelimdir öze), ya dışarıdaki bir tanrıdan istektir —ki bu durumda dışarıda yönelinilen bir tanrı olması gerekir...



Ya da, birimin kendindeki, varlığına bahşedilmiş kuvveleri kullanarak, veri tabanındaki bilgiler istikametinde, dileklerini gerçekleştirme işlevidir.

Yani kısaca, kişi dua ederken kendindeki, varlığını oluşturan Allah sıfatlarının özelliklerini (ilmindekini) açığa çıkarma olayını (irade ederek) gerçekleştirmektedir (kudreti ölçüsünde).

“Bildiğimiz mânâda ilim” sahibi de olsa bu böyledir; körkütük cahil de olsa böyledir!.



"İsteiynu Bi-llahi." (A’raf:128)

 "Yardımı, özünüzdeki ulûhiyet hakikatından isteyin!.."

Zira birimin yapısında çalışan bir mekânizmadır bu; ilim – irade – kudret dizilimi doğrultusunda!

Dışarıdaki tanrılara dua edip onlardan bir şey istemek cahillik ve gaflettir. Çünkü ulaşacağın şey de gene senden - sendekinden meydana gelecektir; sendeki özelliklerle! İsmiALLAH” olanın, varlığında açığa çıkan vasıfları sonucu olarak!.



ESMÂSIYLA HAKİKATİNİZ OLAN ALLAH,

 (Velî isminin özelliğiyle) SİZE YETER

VE SİZE HAKİKATİNİZDEN YARDIM EDER

  Kendilerine hakikat ilminden bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan (inancınızdan) sapmanızı arzuluyorlar.

  Size düşmanlık edenleri yaratmış olan Allah, elbette onları bilir. Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allah, Velî isminin özelliğiyle size yeter ve size hakikatinizden yardım eder Allah!(Nisa/44-45)



ALLAH DUNUNU VEKİL EDİNME!

  Kendilerine hakikat ilminden bir nasip verilmiş rek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya isrâ (tayy'i mekân) etti... O'na delillerimizi gösterelim diye... Hakikat şu; "HÛ"; Semî'dir, Basîr'dir!

Musa'ya hakikat BİLGİsi (Kitap) verdik... Onu: "Ben'im dûnumu vekîl edinmeyin!" diye İsrailoğullarına bir kılavuz kıldık. (İsrâ/1-2)



Allah için emsal düşünmeyin! (Allah, "HÛ"dur!)... Allah bilir ve siz bilmezsiniz. (Nahl/74)



İLÂH(Tanrı) ANLAYIŞINA KAYMAMAK İÇİN…



Esmâsı yönünden;

"Allah âlemlerin Rabbı'dır"..

Fakat;


"Allah âlemlerden Ganî`dir"!.

Allah âlemlerin hem Rabbıdır ve hem de Allah âlemlerden Ganî`dir!.

Hiç bir zaman bu iki ana düsturu, prensibi unutmayacağız ve bu iki prensibe gâfil olmayacağız...

Eğer, "Allah âlemlerden Ganî`dir" kavramı ağır basarsa, "Tenzih" ağırlıklı olarak, âlemlerden ötede bir "TANRI" anlayışına kayma ihtimali doğar. Bundan dolayı da da şirk oluşur!.

Dolayısıyla,



"Âlemlerin Rabbı'dır ALLAH"!...

Ve,


"Âlemlerden Ganî`dir"

istikametinde hem tüm mânâları ve bu mânâların fiile dönüşüş hâllerini Allah'a bağlayacağız... Hem de Allah'ın bu mânâlarla kayıt altına girmekten münezzeh olduğunu vurgulayacağız..

Yani aynı anda aynı şekilde geçerli olan iki gerçekten birinde saplanıp kalmayacağız!.

Bu Allah`a ait bir realite!.

Ve...

Varlıkta da O'nun varlığı dışında bir "şey" mevcut olmadığına göre, bu senin "Nefs"ine ait olan bir realite!.



Senin gerçekte, "Sâfiye" asıllı olan ve o düzeyde olması gereken "nefs"inin bilinci ne zaman ki bu vasıflarla vasıflanmaktan örtülüyor; ve sen belli kayıtlar altına giriyorsun, işte o anda sen vehmi, zanni benlikle son derece sıradan "koza içi" bir yaşama girdin demektir!..

Bu girişin tabii sonucu olarak da ister istemez çevresel şartlanmalar senin üzerinde etkisini gösterecektir...

İLÂHİ AHLÂK

“İLÂHİ” OLMA

(Allah ahlâkıyla ahlâklanma)

NEFSİNE TAPTIĞIN SÜRECE

İLÂHİ OLAMAZSIN

(Allah’a vâsıl olamazsın)  

Kişi, Allah'a vâsıl olamaz, nefsine taptığı sürece!.

Kişi, Allah’a vâsıl olamaz, Rabbının kulu olduğu sürece!.

Falanca Rabbanîdir derler!. Falanca Rabbanî değil, her kişi zaten Rabbanîdir!. Her varlık, her zerre Rabbanîdir!.

Ancak Rabbanî olmaktan çıkıp da ilâhî olabilirsen, işte o zaman, Allah'a vâsıl olmuşlardan olabilirsin!. İşte o yüzden de Allah'a vâsıl olan bu kişiler, "Ehlullah" diye isimlendirilir. Yani “Allah ehli”!.

Genelde, zaten herkes Rabbanîdir! Rab, ehlidir!. Yani, terkibiyetinin gerektirdiği, verdiği mânâyı ortaya koymaktadır!. Rabbım, Allah'tır diyebildiğin anda, Allah'a vâsıl olmuşundur. Aksi takdirde rabbın, ilâhî isimlerin meydana getirdiği terkibindir.

Yalnız ”İlâhî” deyince, orada sanmayalım ki isimlerin mânâları yok! Orada da isimlerin mânâları var, yani ilâhîde; ilâhî dediğimizde gene isimlerin mânâları ile zâhir olur. Zâhir olur ama, bu zâhir oluş, isimlerin mânâlarının oluşturduğu terkibin zaruri olarak ortaya çıkarttığı oluş değil, oradaki Akl-ı Küll’ün, ilâhî mânâlardan dilediğine bürünmesi suretiyle, dilediği mânâ ile âşikâre çıkması hükmündedir. Bu iki olay birbirinden çok çok farklı olan bir olaydır!

İlâhî” dediğimiz, kendi varlığını meydana getiren, kendi varlığının hakikatı olan isimlerin mânâlarından, dilediği mânâya dilediği şekilde bürünüp, o mânâ ile âşikâr olandır!.

"Bürünme", hükmü olmadığı takdirde, o Rabbanî bir yaşamdır!

İlâhî oldun, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklandın. "Ben Rabbımın hükümlerinden çıktım, yani Rabbanî kayıtlardan çıktım. Allah'ın genişliğinde yayıldım. Bütün isimler müşahede edildi. Tesbit edildi. Bunun neticesinde artık dilediğim anda dilediğim fiili ortaya koyarım. Diler o fiili yaparım, diler bu fiili yaparım."

Böyle bir şey sözkonusu mudur, değil midir?..

İlâhî isimleri tümüyle kendinde bulduktan sonra, senden artık belli fiilleri yapma yolunda belli istek ve arzular sâdır olmaz!.

Eskiden, senden o istek ve arzuların sâdır olmasının sebebi, sende bu mânâların terkib hükmüyle mevcut olması ve ağırlıklı olan isimlerin neticesinde de belli fiillerin tabii olarak oluşması idi!.

Bütün bu isimlerin mânâları dengeli olarak sende bulununca, bu dengenin tabii sonucu olarak beşerî istek ve arzular dediğimiz, istek ve arzular senden meydana gelmez!. Çünkü beşerî istek ve arzuların temelinde, terkibinin özellikleri yatar! Terkibinin özellikleri de ilâhî isimlerin bir kısmının ağırlıklı olarak sendeki mevcudiyetidir. Ama sen belli bir faaliyetle, belli bir çalışma ile belli bir irfanla, bu terkibiyetinin hükmünden çıkıp, bu ilâhî isimler sende dengeli olarak zâhir olmaya başlayınca, bu tür istek ve arzular senden meydana gelmez!.

Bu defa sen, ilâhi hükümler dediğimiz hükümlerin meydana gelmesi istikametinde davranışlar ortaya koyarsın! Fiîliyatta!. Yani karşındakinin ebedî saâdete kavuşması yolunda fiilleri ortaya koyarsın.

 

İLÂHİ SAADETE KAVUŞMAK



Karşındakinin ilâhî saadete kavuşmasından mânâ neydi?..

Onun, kendi kayıtlarından çıkıp, Allah'a vâsıl olması idi!

İşte onun, kendi terkibiyet hükümlerinden, kendi kayıtlarından çıkmasını kolaylaştırıcı davranışlar ortaya koyarsın sen, onun için!. İşte bu davranışları ortaya koymanda Kur'ân'da; "HAKK’I TAVSİYE ETMEK" anlamına gelen âyet ile târif olmuştur.

“Hakk’ı tavsiye etmek”ten mânâ; senin karşındakine, bütün isimlerin hakkını dengeli olarak zâhire çıkarmasını tavsiye etmektir!. Yani, senin tavsiye edeceğin fiiller, neticede onu bu dengeli ortaya koyma haline sürükleyecektir. Bir başka mânâya işaretle de "bilhak" diyor. Bu "bil hak" sözünün, başka bir anlamı da şudur. "Hak olarak" tavsiyede bulunurlar demektir.

Hakk’ı tavsiye edenlerden öte, bir de "ve tavasav bilhak" diyor. "Bil hakk" demek, "Hak olarak" tavsiyede bulunurlar demektir. Hak olarak tavsiyede bulunmak, esmâ mertebesinden tavsiyede bulunmak demektir. Esmâ mertebesinden tavsiyede bulunmanın mânâsı, ona kendi Rabbını idrâk ettirip bu idkâkının neticesi olan fiilleri ortaya koymasını söylemek demektir!.

Ve Nübüvvetin özünde yatan sırlardan bir tanesi de budur!.

Hak olarak, tavsiye etmek!.

Senin üzerine, Hakk'ı tavsiye etmekten başka bir vazife yoktur, hükmü; din nasihattır, tavsiyedir hükmü bu noktalardan gelir!. Demek ki ilâhi olduktan sonraki durum, Rabbanî olduğun anlamda anladığın gibi değil!

 

İLÂHİ GAYB



(Gayb-ı İlâhi)

İnsanın gaybı ile kâinatta varolan her nesnenin gaybı, aynı asıldan gelen, aynı “Öz”den gelen aynı gaybdır. Bu da, “gaybı ilâhi”dir!

 

“İLÂHİ YAPI” İLE “ESMÂ TERKİBİ” OLAN “İNSAN”



ARASINDAKİ FARK

Bileşimimizde mevcut olan mânâlar, genetik kartımızdaki yazılı veriler, özellikler; beynimizin sürecinde, çeşitli takım yıldızlardan gelen kozmik ışınımların beynimizde oluşturduğu açılımlarla ortaya çıkmıştır!.

Böylece oluşan beynimiz, yâni terkipsel yapımız, daha sonra çeşitli takım yıldızlardan gelen ışınların yönlendirmesiyle belli kararlar, duygular, düşünceler oluşturur.


Yüklə 1,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin