Ahmed hulûSİ’de kavramlar I


Ama beyinde ses yok!. Ses diye birşey yok!. Beyinde sadece hücrelerarası bir elektrik akımı var



Yüklə 1,77 Mb.
səhifə8/21
tarix30.12.2018
ölçüsü1,77 Mb.
#88344
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   21

Ama beyinde ses yok!. Ses diye birşey yok!. Beyinde sadece hücrelerarası bir elektrik akımı var.. Aynen bilgisayarın içindeki mikrovolt elektrik akışı gibi, ilgili alanları ilgilendiren bir biçimde..

Dışarıya herhangi birşey yansıttığımızda veya dışarıya bir şey yansıtmayıp sadece düşündüğümüzde; ”düşünüyoruz” dediğimizde veya “duygulanıyorum” dediğimiz anda beyin kendi verilerine göre kendi içindeki o enerjiyi harekete geçirmek suretiyle belli hücreleri okuyarak; yani belli frekansa programlanmış hücrelerin arasındaki devreyi tamamlayarak bir anlamı-bir mânâyı meydana getiriyor... Daha sonra bu anlam sinir sistemi vasıtasıyla ilgili organı etkileyerek dışarıya yansıyor.

Eğer bu çalışma sistemini anladıysak, bunun Din’le bağlantı noktasına geçiyorum....

.............

Beyin hücrelerimizin her biri, belirli anlamlar ihtiva eden belirli frekanslarla programlanarak yeni düşünsel anlamlara sahip olur; ya da genetik yoldan gelen verilerin ortaya çıkışına yolverir.

Esasen bizden ortaya çıkan ya da çıkmayıp zihnimizde kalan her düşünce, gerçekte, "Allah İsimleri”yle işaret edilen kavramların beynimizdeki bir terkibidir!.



Beyin hücrelerinin kendisine ulaşan elektriksel impulsın frekansı ile programlandığı, çağdaş bilimce tespit edilmiş durumda...

Beyinde görme yoktur.

Beyinde işitme yoktur.

Beyinde şekil yoktur.

Beyinde sadece ve sadece “KAVRAMLAR” sözkonusudur!.

Nasıl ki bir bilgisayarın içinde entegreler, diyotlar, transistörler mevcutsa ve bunların içinden geçen mikrovolt cinsinden elektrik akımı sözkonusuysa; aynı biçimde beyin hücreleri içinden de mikrovolt cinsinden elektrik akımı geçer. Bu geçen elektrik akımı, o hücre grubu hangi frekansa göre programlanmışsa o frekansın kavramını-anlamını algılar, hisseder, değerlendirir.

İşte işin ana püf noktası burasıdır!.

İnsana Din’in gelmesinin sebebi de bu noktadır...

Yaşamımızın bütün sırları da, bu noktada mevcuttur...

Hangi frekansa programlanmışsa o hücreler, o hücreler grubunun deşifre edilmesi, bizde o mânâyı anlama-idrâk etme dediğimiz olayı meydana getirir.

Hangi kelimeyi veya kavramı düşünüyor ise; o anda, o kavramı meydana getiren hücreler grubunda bir bioelektrik akış ve bu elektrik akışın faaliyete soktuğu hücreler grubundaki frekansın deşifresi sözkonusudur.

Benden bu kelimeler çıkmadan önce, elbetteki çok çok kısa bir süre içinde, önce beynimde bu kavramların yerleştiği hücre gruplarında bir elektrik akışı meydana geliyor. O elektrik akış neticesinde o hücre grubundaki titreşim, frekans deşifre ediliyor; bunun neticesinde o anlam, “ses” olarak benden size ulaşıyor!. Bir yönüyle!.

Bir de bunun ikinci yönü daha var;

Beyin hücrelerimde mevcut olan, programlanmış olan o kavramlar ayrıca sese dönüşmemiş bir noktada beynim tarafından mikrodalga yayın olarak sizin beyinlerinize de ulaşıyor. Çünkü insan beyninin sadece 5 duyuya dönük faaliyeti değil; direct mikrodalga yayın olarak dışarıya faaliyeti de sözkonusudur. Bunun en basit örneği de “telepati” dediğimiz olaydır.



HAYAT" SIFATI

"EL HAYY"

 (Esmâ âleminin kaynağı! Tüm isim özelliklerinin hayatını veren, varlığını oluşturan. Evrensel enerjinin kaynağı; enerjinin hakikati!)

İlgili Âyetler

Allah O, tanrı yoktur sadece O'dur... Hayy ve Kayyûm (yegâne hayat olan ve herşeyi kendi isimlerinin anlamı ile oluşturan-devam ettiren); O'nda ne uyuklama (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), ne de uyku (yaratılmışları kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) söz konusudur. Semâlarda ve arzda (âlemlerdeki tümel akıl ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi O'nundur. Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve olmaksızın (biiznihi) O'nun indînde kim şefaat edebilir... Bilir onların yaşadıkları boyutu ve algılayamadıkları âlemleri... O'nun dilemesi (elvermiş olması) olmadıkça ilminden bir şey ihâta edilemez. Kürsüsü (hükümranlık ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır. Onları muhafaza etmek O'na ağır gelmez. O Âliyy (sınırsız yüce) ve Azîm'dir (sonsuz azamet). (Bakara/255)

Allah; tanrı ve tanrısallık yoktur, sadece "HÛ" (HÛ ismi, hüviyeti Zât'a işaret eden isimdir ki birçok yerde önce "HÛ" denerek hüviyeti Zât'ın âlemlerden ve tüm mânâlarla kayıtlanmaktan berî olduğu vurgulanır, sonra O'nda açığa çıkan bir özelliğe işaret eden isim belirtilir, sözü edilen konuya bağlı olarak); Hayy'dır (hayatın kendisidir) ve Kayyûm'dur (âlemler O'nunla vücud bulur ve devam eder). (Âl-i İmran/2)

"Geceyi gündüze dönüştürürsün, gündüzü geceye dönüştürürsün. Diriyi ölüden çıkartırsın, ölüyü diriden çıkartırsın. Dilediğine hesapsız rızık (yaşam gıdası) verirsin." (Âl-i İmran/27)

Allah uğruna öldürülmüş olanları "ölü"ler sanmayın! Bilakis Rableri indînde hayattadırlar, rızıklanmaktadırlar! (Âl-i İmran/169)

Muhakkak ki Allah tohumu ve çekirdekleri çatlatıp yarandır (Esmâ tohumundan varlık sûretlerini yaratan)! Ölüden (hakikat ilmi yoksunu) diriyi (Hayy ismi özelliğiyle ölümsüzlüğünü fark edeni) çıkarır... Diriden (hakikat bilgisiyle yaşarken-mülhime kavrayışı içindeyken) de ölüyü (kozasını terk edemeyip nefsi emmareye-bedenselliğe düşeni) çıkarır! İşte Allah budur! Nasıl (hâlden hâle) çevriliyorsunuz? (En’am/95)

 (Müşriklere) de ki: "Sizi semâdan ve arzdan kim rızıklandırıyor? Yahut işitme ve görme kuvvelerinin sahibi kim? Ölüden (ölü hükmündeki kendini sırf beden sanma yaşamından) diriyi (Hayy olanın Esmâ'sıyla diri olduğu bilincini) kim çıkarıyor ve diriden (Hakikati itibarıyla diri iken) ölüyü (kendi veya karşısındakinin hakikatini görememe veya kendini sırf beden olarak kabullenip, toprak olup yok olacağını sanma hâlini) kim oluşturuyor? Kim Hükmü tedbir ediyor?"... "Allah" diyecekler... De ki: "O hâlde niye korunanlardan olmuyorsunuz?" (Yunus/31)



Hayy olmayan (yaşayan) ölülerdir... Ne zaman bâ's olunacaklarının da (yeni bir yapıyla yaratılacaklarının) şuurunda değildirler. (Nahl/21)

"Nerede olursam olayım beni bereketli kıldı... Salâtı (sürekli Rabbime yönelik yaşamayı) ve sâfiyeyi hükmetti, Hayy olduğum sürece!" (Meryem/31)

Vechler (yüzler), Hayy ve Kayyûm'a zillet ile boyun eğmiştir... Bir zulüm yüklenen (halife oluşunu fark edemeden vefat eden) kimse hakikaten kaybetmiştir. (Taha/111)

"HÛ"dur El Hayy! Tanrı yoktur; sadece "HÛ"! Dini O'na has kılarak, O'na yönelin artık! Hamd, âlemlerin (insanların) Rabbi Allah'a aittir. (Mu’min/65)



"HAYY" İSMİ ÖZELLİĞİYLE



Hakikat İlmi yoksunu olan "Ölü"den

ÖLÜMSÜZLÜĞÜNÜ FARK EDENİ ("Diri"yi)

ÇIKARIR!

Muhakkak ki Allah tohumu ve çekirdekleri çatlatıp yarandır (Esmâ tohumundan varlık sûretlerini yaratan)! Ölüden (hakikat ilmi yoksunu) diriyi (Hayy ismi özelliğiyle ölümsüzlüğünü fark edeni) çıkarır... Diriden (hakikat bilgisiyle yaşarken-mülhime kavrayışı içindeyken) de ölüyü (kozasını terk edemeyip nefsi emmareye-bedenselliğe düşeni) çıkarır! İşte Allah budur! Nasıl (hâlden hâle) çevriliyorsunuz?(En'am/95)



HAYAT,



YARADILMIŞ İÇİN GEREKLİDİR...

MUTLAK ZÂT,

HAYAT SIFATINDAN DA MÜNEZZEHTİR!

(Soru: Mutlak varlık "Hayy" ise ve Hayat dahi bir sıfat ise, düşünüyorum ki Hayat yaratılmış olamaz. Çünkü "Hayat" sıfatı "Tekvin" sıfatından öncedir. Yani "Hayy olan" yaratır. O halde Hayat mutlak varlık için bir "sebep" midir, yoksa bir "gerek" midir?.)



Hayat, bize göre bir gerektir... Mutlak Zât bu kavramdan da münezzehtir!... Soruna teşekkür ederim...



TÜM VARLIK,



O’NUN HAYATI İLE HAYATTADIR

Şimdi, burada olayın iyi farkedilmesi için mesele, Öz`den dışa doğru veya yukarıdan aşağıya doğru veya Nokta`dan açılıma doğru şekliyle düşünerek çözüme ulaşmaktır. Yani, piramitin tepesinden aşağıya bakmak şeklinde düşünebilmek!

Şayet biz, detaydan “Öz”e, piramitin altından yukarıya, çokluktan Tekliğe bakmaya kalkarsak, mutlaka bir yerde takılıp kalırız… Teferruatta boğulur, öz`e ulaşamayız.

Meseleyi özünden kavrayıp çözebilmenin yegâne şartı, Öz olan Nokta`dan dışa, vahdetten kesrete doğru bakmaktır.. Bu da, Tek`in kendi ilminde veya bir başka ifade ile, kendi şuurunda mevcut olan mânâlar ile o mânâlara tekâbül eden sûretleri oluşturması şeklinde çözüme götürür olayı.

Her şey O`nun ilminde şöyle yaratılmıştır;

Tüm varlık, O`nun hayatı ile hayattadır!



HAYAT SIFATININ ZUHURU



(“Ruhullah”)

"RUHÛLLAH" ise iki anlama gelir:

1-Hayat sıfatının zuhuru.

2-Allah isminin işaret ettiği mânâların varlığı



EVRENİN HAYATİYET VASFI



Evrenin hayatiyet vasfı dahi,

bilincin imajından ortaya çıkar.



KOZMİK BİLİNCE GÖRE BÜTÜN MEVCUDAT



“SALT ENERJİ”DEN İBARETTİR…

MADDİ VARLIKLAR İSE

“SALT ENERJİ” DALGALARININ

YOĞUNLAŞIP VARLIĞA BÜRÜNMÜŞ HÂLİ!

(Salt enerji,

“elektromanyetik dalgalar” adıyla varlığa bürünüp, yoğunlaşır)

-“Evren” dediğin yapının aslı da bir enerji denizi değil mi?...

 Salt enerjinin, “elektromanyetik dalgalar” adıyla varlığa bürünüp, daha da yoğunlaşmasıyla kat kat maddeye yaklaşması ve nihâyet maddeleşmesiyle, tıpkı denizin dalgaları gibi çeşitli görünümler alması gibi..

-Evet haklısın... Aslında, ayrı birer varlıkmışçasına isimlendirdiğimiz dalgaların denizden, yâni sudan ayrı bir şey olmamasına rağmen, bizim ona bir müstakil varlığı varmışçasına isim vermemiz ile bunun arasında hiç fark yok... Su, salt enerji yerine ele alınırsa; madde ve maddî varlıklar dahi salt enerjinin dalgaları mesâbesinde kalır... Peki, bu salt enerji, dalgalanmadan evvel ne haldeydi?.

-Bu salt enerji, dalgalanmadan evvel, bir enerji varlığı hâlinde kendisine yön veren Kozmik bilincin imajında idi... Ve gerçekte, el ân öyle!

- Anlayamadım?.

-Bu enerji, yâni salt enerji, aynı zamanda bir bilince de sahip değil mi?. Ki bu akılla, düzenli bir dalgalanma (!) hâlinde “evren” adı altında açığa çıkmış…?

- Evet…?

-Aslında, işte bu salt enerji dahi, “Kozmik bilinç” ya da “Tümel akıl” adını verdiğimiz aklın imajında idi! Ve bu bilincin imajında, deniz ve dalgalar husûle geldikten sonra; gene enerji bu aklın imajından ortaya çıktı ve bundan sonra da safha safha evren meydana geldi.



Bu sebeple, orijini yönüyle, “salt enerji” denilen evrenin hayâtiyet sıfatının dahi, bilincin imajından ortaya çıktığı anlaşılır ki; bu Kozmik bilince nisbetle, bütün mevcûdat, salt enerjiden ibaret, bir hayâl hükmüne girer!

O bilinç ise, bir noktadan, bir mutlak karanlıktan, bir bilinmezlik veya bir anlaşılmazlıktan ibarettir! Hiçtir! “Hiçlik”tir!

Ve "el ân" da öyledir!

- Hâlen de öyle midir?.

- Elbette! Nitekim sizden birinin... Neyse, geçelim onların sözünü şimdilik!



“ALLAH’IN HAYAT SIFATI”NIN “SİSTEM”DEKİ  ZUHUR KAYNAĞI->GÜNEŞ!



Hatırlayınız ki, Dünya, Güneş`in yörüngesinde ve çekim alanı içindedir!

Dünya üzerinde varolan her canlı, hayatının kaynağı olan Güneş enerjisiyle varolmuştur! Ki, Din dilinde buna Allah`ın "hayat sıfatının" sistemdeki zuhûr kaynağı "Güneş" isimli yıldızdır da denilebilir.. Ya da "Güneş enerjisi-ışınları" yerine "o yıldızın varlığını oluşturan olan melekî kuvvet" diyebiliriz!

Güneş sistemi içindeki tüm uydularda bulunan canlılar, hayatiyetlerini ve yapılarını, Güneşin boyutsal derinliklerinde varolan bu melekî kuvvetten alırlar ve sürdürürler.



BİRİM



ALGILAMAYLA “HAYAT” BULUR

Hayat, ilim, irade, kudret, kelâm, semi, basar vasıfları, “esma mertebesi” dediğimiz salt “data” veya “bilgi”nin varlığını oluşturandır!. “Nokta” bunların tümünü kapsayan tekil yapıdır!.

Bu isimler, aynı şeydeki 7 ana vasfa işaret eder ki, bunun sonucu da “Tekvin”dir!. Böylece esmâ özellikleri açığa çıkar ve “kevn” meydana gelir… Yani, âlem içre âlemler, evren içre evrenler!.

Burada algılayan esastır!. Algılayana göre, algılananlar oluşur!.

Algılayan?

Algılama, “birim”dir!.

Birim”, algılamayla hayat bulur. Bu algılamada, reaksiyonu oluşturur ve böylece birim var oluşunun amacına “kulluk” etmiş olur. Bize “iyyake na’budu” her namazda “OKU”tulurken, yapacağımız mirâc ile bu gerçeği hissetmemiz istenmiştir kanaatimce.

Siz onların zikrini anlayamazsınız” hükmü, bu boyutsal derinlikte var olan birimler ve yerine getirdikleri “kulluk” dolayısıyladır. Kişi, kendi varlığındaki “birim”lerden, evren içre evrenlerde yer alan sayısız “birim”lere kadar, hiçbirinin “kulluğu”nun neden, nerede, nasıl olduğunun farkında değildir.

Algılama, “birim”in hakikatindeki “esma özellikleri”nden kaynaklanır. “Esma mertebesi” denince, sayısız özellikleri olan tek bir yapıdan söz edilmektedir. Bundaki çeşitli özellikler, sayısız birimleri yaratmakta ve onlara sayısız özellikler bahşetmektedir kendi varlığıyla.

Her an yeni bir şan alması”, bu tekilliğin, tek kare resmin, her an yeni bir görüntüsü olarak kabul edilmekte… Bu da, âlemlerin her an var olup, daha sonra yok olması olarak nitelenmektedir.

Allah” adıyla işaret edilen, Zât’ı itibariyle, esmâ mertebesi olarak açığa çıkardığı “NOKTA” denilen âlem içre âlemler algılamasının getirisinden “GANΔdir! Lütfen bunu iyi anlayalım.



İLİM SIFATI



"El Aliym"

 

("İlim" özelliği sebebiyle sınırsız sonsuz her şeyi

ve her boyutu, her yönüyle Bilen!)


  • “Nokta”lar düzlemindeki ilmî, şuursal açılımlar

  • Sıfat mertebesindeki İlim

  • Allah'ın ilmî bakışı

  • Allah’ın kendine olan ilmi

İlgili Âyetler

"HÛ" (O işaretini boyutsal derinlikli düşünmek gerekir) yarattı sizin için arzda olanların (bedeninizdeki özelliklerin) tümünü; sonra da şuur boyutunuza yönelip onu yedi kat (yedi idrak-Nefs mertebesi) olarak düzenledi. O her şeyi bizâtihi kendinden yarattığı içindir ki her şeyi bilendir. (Bakara/29)

(Bunu algılayan melâike): "Subhaneke (her an yeni bir şey yaratıp bunlarla da asla kayıtlanmayan ve sınırlanmayansın)! Bizde açığa çıkarttığın ilimden başkasını bilmemiz asla mümkün değil! Şüphesiz ki sen, Mutlak İlim (Alîm) ve bunu bir sistem içinde (Hakîm) açığa çıkaransın!(Bakara/32)



Elleriyle yaptıkları (suçlar) yüzünden ölümü asla temenni etmeyeceklerdir. Allah zulmü açığa çıkaranları bilendir, onların hakikati olarak!(Bakara/95)

Maşrik de (doğu veya doğuş mahallî) mağrip de (batı veya batış-kayboluş-ölüm) Allah'a aittir! Ne yana dönersen Vechullah karşındadır (Allah Esmâ'sının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)! Muhakkak ki Allah tüm varlığı kapsar ve ilim sahibidir. (Bakara/115)

Ve hani İbrahim, İsmail ile el BEYT'in (Kâbe-kalp-şuurun 7.kat semâsı) ana duvarlarını yükseltip (şöyle yönelmişti): "Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz ki sen (varlığın hakikati olarak) Algılayan Alîm'sin. (Bakara/127)

Eğer onlar da, sizin O'na iman ettiğiniz kapsamda iman ederlerse, hakikate giden yolu bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, parçalanmış ve dar kafalı olarak kalırlar. Onlara karşı Allah sana yeterlidir! "HÛ"; Es Semî'dir, El Alîm'dir. (Bakara/137)

Safa ve Merve, Allah işaretlerindendir. Kim hac veya umre niyetiyle El Beyt'i (Kâbe) ziyaret ederse, onları da (Safa-Merve) tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim hayır olması için daha fazlasını yaparsa, Allah (varlığındaki Esmâ mertebesinden) Şakîr'dir (yapılanları fazlasıyla değerlendiren), Alîm'dir. (Bakara/158)

Artık kim bunu işittikten sonra (vasiyeti uygulamazsa), onun suçu yalnızca onu değiştirenin üzerinedir. Muhakkak ki Allah Semî'dir, Alîm'dir.(Bakara/181)

Allah adına yaptığınız yeminler;  iyilik yapmak, korunmak, insanlar arasını düzeltmek gibi konularda size engel olmasın. Allah Semî'dir, Alîm'dir. (Bakara/224)

Eğer boşamaya karar verirlerse, şüphesiz Allah Semî'dir, Alîm'dir (niyetlerini bilir).(Bakara/227)

Karılarınızı boşadığınızda üç aybaşı süresi tamamlandığında ya güzellikle devam edin ya da iyilikle serbest bırakın. Eziyet amacıyla onları kendinize bağlı tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendi nefsine zulmetmiş olur. Allah hükümlerini önemsememezlik yapmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve Kitap ve Hikmetten inzâl ettiğini hatırlayın. Allah'tan korunun ve iyi bilin ki, Allah her şeyin (Esmâ mertebesi itibarıyla) hakikati olarak bilir. (Bakara/231)

Allah yolunda savaşın ve iyi bilin ki Allah Semî ve Alîm'dir. (Bakara/244)

Musa'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerinden bir grubu görmedin mi? Hani onlar Nebilerine: "Bizim için bir Melîk bâ's et de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. O Nebi de sordu: "Ya üzerinize savaş hükmolur da savaşmazsanız?"... Dediler: "Biz niye savaşmayalım ki? Üstelik yurdumuzdan, çocuklarımızdan olmuşken!" Ne zaman ki üzerlerine savaşmak hükmoldu, onlardan pek azı hariç savaşmaktan yüz çevirdiler. Allah zâlimleri (onları Esmâ'sından yaratan olması dolayısıyla) Alîm'dir. (Bakara/246)

Nebileri onlara dedi ki: "Muhakkak ki Allah, Talut'u sizin için Melîk olarak bâ's etti." Dediler: "Nasıl olur da o bizim üzerimize mülk sahibi olur? Biz mülkumüze ondan daha çok hak sahibiyiz. Üstelik servet itibarıyla zengin de değildir."  Nebileri dedi ki: "Muhakkak ki Allah onu sizin üzerinize seçti, ilimde derinlik, bedende genişlik verdi." Allah mülkünü (mülkünde tasarrufu) dilediğine verir. Allah Vâsî'dir, Alîm'dir. (Bakara/247)

"DİN"de (Allah yaratısı sistem ve düzeni {Sünnetullah} kabul konusunda) zorlama yoktur!.. Rüşd (Hakikat en olgun hâliyle) ortaya çıkmış, sapık fikirlerden ayrılmıştır. Kim Tagut'u (gerçekte var olmayıp vehim yollu var sanılan kuvvelere tapınmayı) terk eder, (varlığını oluşturan) Allah'a (Esmâ'sına) iman ederse, kesinlikle o kopması mümkün olmayan, hakikatindeki sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah Semî ve Alîm'dir. (Bakara/256)

Mallarını Allah'a imanları dolayısıyla insanlara karşılıksız bağışlayanların misali, yedi başak oluşturan ve her başağında yüz tane bulunan tek bir buğday tohumu gibidir. Allah dilediğine daha da katlar. Allah Vâsî'dir, Alîm'dir. (Bakara/261)

Şeytan (vehminiz) sizi fakirleşeceğiniz yolunda korkutur (bağış yapmaktan uzaklaştırır), çirkin şeyleri, cimriliği emreder!.. Allah ise kendinden bir mağfiret ve fazlından vermeyi vadeder. Allah Vâsî'dir, Alîm'dir. (Bakara/268)

 (İnfaklarınız) şu fakirler içindir ki, kendilerini hepten Allah yoluna vermişler, dünyalık yaşam gıdası için çalışmaya vakit ayırmamışlardır. İstemekten çekindikleri için de, iç yüzlerine vâkıf olmayanlar onları zengin sanır. Ancak sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük edip kimseden bir şey talep etmezler. (Artık) hayırdan ne bağışlarsanız muhakak Allah onu Alîm'dir. (Bakara/273)



Ey iman edenler, belli bir süre ile borç verdiğinizde onu yazın. Aranızdan âdil biri yazsın. Yazmayı bilen de Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazsın ve bundan kaçınmasın. Ayrıca hak üzerinde olan (borçlu) da yazdırsın. Rabbi olan Allah'tan ittika edip, borcundan hiçbir şeyi eksiltmesin. Eğer borçlu anlayışı sınırlı veya çocuk ise, onun velisi yazdırsın. Erkeklerden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa o zaman şahitler bir erkek ve iki kadın olsun. Onlardan biri unutur veya şaşırırsa diğeri hatırlatır diye. Davet edildiklerinde şahitlikten de kaçınmasınlar. Küçük veya büyük borcu vâdesine kadar yazmaktan geri kalmayın. Bu Allah indînde en uygun ve sağlam tarz olduğu gibi ileride şüpheye düşmemeniz için de en sağlam yoldur. Meğer ki aranızdaki alışveriş peşin paraya dayanan bir işlem olsun. O zaman bunu yazmamanızda bir beis yoktur. Alım satım yaptığınızda dahi şahit tutun. Bir de ne yazan ne de şahit bu işten zarar görmesin. Eğer onlara zarar verecek bir durum oluşursa bu kendinize verdiğiniz bir zarar olur. Allah'tan korunun. Allah size öğretiyor. Allah Bi-küllî şey'in Alîm'dir. (Bakara/282)

Eğer yolculuk hâlinde olur da kâtip bulamazsanız, alınmış olan rehinler sözler ile de yetinilebilir. Eğer birbirinize güvendiyseniz, güvenilen o güveni boşa çıkarmasın ve Rabbinden korksun. Şahit olduğunuz şeyi gizlemeyin. Kim şehâdetini gizlerse, muhakkak onun kalbi suçludur (kalbi hakikatini yansıtmamaktadır, hakikatinden perdelenmiştir). Allah yapmakta olduklarınızı B işareti kapsamında bilmektedir. (Bakara/283)

Birbirinden gelme, tek bir nesil olarak... Allah Semî'dir, Alîm'dir.(Âl-i İmran/34)

Hani İmran'ın karısı: "Rabbim karnımdaki çocuğu herhangi bir şarta bağlı olmaksızın sana adadım; benden kabul buyur. Muhakkak ki sen, Semî'sin, Alîm'sin." (Âl-i İmran/35)

Eğer (bu hakikatten) yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah fesat çıkaranları bilir (sonucunu yaşatır). (Âl-i İmran/63)

"Dininize tâbi olmayana inanmayın!" De ki: "Hidâyet, Allah hidâyetidir (hakikatiniz olan Allah Esmâ'sının hidâyeti esastır). Size verilenin bir benzeri de başka birine veriliyor diye ya da (verilenle) Rabbinizin huzurunda size galip gelecekler diye mi muhalefetiniz?" De ki: "Muhakkak ki fazl Allah elindedir, onu dilediğine verir. Allah Vâsî'dir, Alîm'dir." (Âl-i İmran/73)

Sevdiğiniz şeyleri başkalarına karşılıksız olarak bağışlamadıkça "Birr"e (hayra) eremezsiniz. Neyi Allah için karşılıksız bağışlarsanız, Allah onu (yaratanı olarak) bilir (karşılığını da halkeder). (Âl-i İmran/92)

Yaptıkları hayırlar asla inkâr edilmeyecektir. Allah korunanların varlığındaki Esmâ'sıyla Alîm'dir. (Âl-i İmran/115)

İşte siz öyle (inanca sahip) kişilersiniz ki (inandığınız hakikat dolayısıyla) onları seversiniz. Onlar ise (sizinle aynı inançta olmadıkları için) sizi sevmezler! Siz hakikat bilgisinin tümüne iman edersiniz. Sizinle karşılaştıklarında "İman ettik" derler; kendi başlarına kaldıklarında ise size öfkelerinden parmaklarını ısırırlar! "Öfkenizin ateşiyle kahrolun!" de... Muhakkak ki Allah, Esmâ'sıyla varlığınızın hakikati olarak içinizdekini bilir. (Âl-i İmran/119)

Hani sen sabah erkenden ailenden ayrılıp iman edenleri savaşmaları için uygun mevzilere yerleştiriyordun. Allah Semî'dir, Alîm'dir. (Âl-i İmran/121)

Sonra gamın ardından bir güven duygusu inzâl ederek içinizi yatıştırdı. Bir grup da (münafıklar-ikiyüzlüler) kendi canlarının (çıkarlarının) kaygısına düşmüştü. Allah'a karşı cahiliye zannı ile düşünerek "Bu karara bizim bir katkımız mı var" diyorlardı. De ki: "Hüküm-karar tümüyle Allah'a aittir!" Onlar dışa vurmadıklarını içlerinde sakladılar. "Bu hüküm-kararda bir hissemiz olsaydı burada öldürülmezdik" dediler. De ki: "Evlerinizde dahi kalsaydınız, haklarında öldürülme yazılmış (programlanmış) olanlar her hâlükârda evlerinden çıkıp, düşüp kalacakları (öldürülecekleri) yere giderlerdi. Allah içinizdekini (dışınıza vurup ne olduğunuzu) size göstermek ve yanlış fikirlerden arınmanızı sağlamak için bunu yaşattı. Allah içinizdekileri bilir, zira sînelerinizin hakikati O'nun Esmâ'sıdır." (Âl-i İmran/154)

Yüklə 1,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin