Efâl - fiiller - kesret - çokluk - algılaması yaşanan âleme gelince ise... Vücud, varlık yalnızca "Esmâ mertebesi" tanımlamasıyla işaret edilene aittir! İlmiyle ilmini ilminde seyretmektedir, ifadesi dahi "şe'n"i itibarıyla aynıyla "Esmâ" olan bu mertebedeki seyrine işaret etmektedir. Bu mertebede, ilimde yaratılmış sûretlerle, seyir ve tedbirât yürümekte olup; "âlemler vücudun kokusunu bile almamışlardır" uyarısı bu yüzden yapılmıştır. Zerre, bu mertebedeki seyreden, "küll" seyredilendir! İsimlerle işaret edilen kuvveler ise "melek" ismiyle tanımlanmıştır ki; "insan"ın dahi hakikati budur; farkındalığını yaşamak süreci ise "Rabbinin likâsına kavuşmak" diye anlatılmıştır! Bunu keşfettikten sonra, devamının gelmemesi ise feci cehennem yanışı olarak anlatılmıştır! Burası "Kudret" yurdudur, "kün" hükmü buradan çıkar; İlim mertebesidir; aklın burada geçerliliği yoktur! "Hikmet" yurdunun bâtınıdır! Hikmet yurdunda olup biten her şey ise akılla seyredilegelir; burada bilinçler konuşur!
LEDÜN,
KİŞİNİN ZÂTINDAN AÇIĞA ÇIKAN
“ALLAH’IN KUDRETİ”NE İŞARET EDER
"Ledün" kelimesinin anlamını öz’ünden gelen bir şekilde anlamak gerekir... İçten dışa bakarak...
Tasavvufta, "mâiyyet sırrı" denilen hususa işaret eden "ind" tâbiri Türkçe'ye "katından" diye çevrilmektedir ki bu asla yeterli olmayıp; bilâkis konunun inceliğini örtmektedir.
Zâhir vardır, bâtın vardır, ledün vardır.
Ledün kelimesiyle işaret edilen her şey, o kişinin zâtından açığa çıkan Allah'ın kudretine işaret eder ki; buna şöyle de diyebiliriz.
Hikmet sisteminde açığa çıkan kudret sırrı!.
"Ledün" kelimesinin anlamını öz’ünden gelen bir şekilde anlamak gerekir... İçten dışa bakarak...
Tasavvufta, "mâiyyet sırrı" denilen hususa işaret eden "ind" tâbiri Türkçe'ye "katından" diye çevrilmektedir ki bu asla yeterli olmayıp; bilâkis konunun inceliğini örtmektedir.
Zâhir vardır, bâtın vardır, ledün vardır.
Ledün kelimesiyle işaret edilen her şey, o kişinin zâtından açığa çıkan Allah'ın kudretine işaret eder ki; buna şöyle de diyebiliriz.
Hikmet sisteminde açığa çıkan kudret sırrı!.
LEDÜN İLMİNİN VERİLMESİ İLE
KUDRET İZHARI OLUŞUR!
Bu ilme nail olanlar, artık kişilik değer yargılarından arınmış olurlar; ve Allah’ın âleme nazarı gibi bir nazar sahibi olurlar.
İkram yollu bir kula verilirse bu ilim -Hızır ve zatiyyun gibi-bir insanın tüm geçmişini ve gelecekte cennet veya cehennemdeki hâlini ve bütün mertebelerde nereye ulaşacağını icmâlen bilir.
Ledün ilminin verilmesi ile Kudret izhârı oluşur! Kudret sıfatının zuhûru ledün ilmine bağlıdır.
LEDÜN İLE
“KUDRET SIRLARI” SEYREDİLİR
Dünya hikmet yurdudur. Her şey bir sebeple, bir vesile ile oluşur. Âhiret denilen ölümötesi yaşam ise kudret yurdudur; orada hikmet kuralları dünya fizik kanunları geçerli olmaz.
İşte mukarreblere dünyada ikrâm kabilinden gelen "ledün" nimeti ile "kudret" sırları seyredilir.
Genelde ”ledün” kelimesinin anlamını “Öz”ünden gelen bir şekilde anlamak gerekir…İçten dışa bakarak...
RAHMANİ İLİM
-
Rüzgârlar
-
Bulutları (beşerî duygu ve kabullerin şuurda oluşturduğu kara bulutları) süren rüzgarlar…
-
Ölü bir beldeye(bilince) irsal edildiğinde arzı (bedeni) ölüyken dirilten ilim
ALLAH, “RAHMANİ İLİM”İ(Rüzgarları) İRSAL ETTİ
DE BEŞERİ DUYGU VE KABULLERİN ŞUURDA
OLUŞTURDUĞU KARA BULUTLARI SÜRÜYOR…
Allah ki, rüzgârları (rahmanî ilmi) irsâl etti de bulutları (beşerî duygu ve kabullerin şuurda oluşturduğu kara bulutları) sürüyor... Sonra onu (rahmanî ilmi) ölü bir beldeye (bilince) sevk ettik de onunla o arzı (bedeni) ölüyken dirilttik! Nüşur (aslına dönüş) böylecedir! (Fâtır/9)
"O", ŞUURUNUZDAN(“Semâ”dan)
BİR İLİM(“Su”) İNZAL EDER VE
KENDİNİ BEDEN KABUL ETMİŞ BİLİNCİ DİRİLTİR
O'nun işaretlerindendir ki, korku ve umutlanmanız için size şimşeği (hakikat fikrini şimşek çakması gibi bir an hissettirir) gösterir... Semâdan (şuurunuzdan) bir su (ilim) inzâl eder de onun (ilim) ile ölümünden sonra (hakikati yaşamazken) arzı (kendini beden kabullenmiş bilinci) diriltir... Muhakkak ki bunda aklını kullanabilen bir topluluk için elbette işaretler-dersler vardır.(Rum/24)
“ÂLEMLERİN TÜMÜYLE HAYÂL OLDUĞU” GERÇEĞİ, ANCAK KİŞİDE “İLMİ LEDÜN”ÜN İZHARI İLE YAŞANABİLİR
DEHR, “an” kelimesinin karşılığıdır. Ancak burada, “an”ı şartlanma yollu kabullendiğimiz izâfi, yâni nesneye göre “zaman” olarak anlamamak gerekir.
Bize göre, dünyanın kendi çevresindeki bir dönüşü bir günü, 365 dönüşü bir seneyi, 365x100 dönüşü de yüzyılı, asrı oluşturur. Bunlar insanın hükümlerine göre kabullenilmiş, “göresel-izâfî zaman”dır.
Gerçekte ise ZAMAN “tek”tir. Ezel-ebed tümüyle Allah katında tek bir “an”, “DEHR” kelimesiyle ifade bulmuştur.
Göresel zaman, yâni, izâfî zaman, bizim “vehim” yollu var kabûllendiğimiz bir ölçüdür. Bu süreç ise, içinde yaşadığımız ortama, hıza, bir diğer ifade ile boyuta göre değişir.
Madde boyutundan yola çıkıp, salt şuur boyutuna doğru ilerledikçe izâfî zaman birimi de sürekli olarak değişir ve kapsamı genişler.
Esasen DEHR kelimesiyle anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu bir tür evrensel enerjidir, (kudret sıfatıdır) eğer tâbiri câiz ise.
Normal günlük zaman birimiyle şartlanmış ve kayıtlanmış beyinlerin bu zaman birimini anlaması elbette ki imkânsızdır!
İşte bu gerçek dolayısıyladır ki, Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay olmuş-bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır.
Zirâ, Ezel-Ebed esasen tek bir varlık olması itibariyle, ilâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i ilâhî” de, tek bir bakıştır!
Ehli hakikatın tasavvufta bildirmiş olduğu şu sır da buradan kaynaklanmaktadır:
-Esasen tecellî tek bir tecellîdir! “Tecellî-i Vâhid”dir! İkinci bir tecellî olmamıştır! Görülen, yaşanan, hissedilen, idrâk edilen, tahayyül ve tefekkür edilen her şey bu Tecellî-i Vâhid’in tafsilinden ibarettir!
İşte bu anlatılan husus tasavvufta “Ân-ı dâim” tâbiri ile dile getirilmeye çalışılmıştır.
Aslında işin orijinine ulaşabilen “Zâtiyyûn” için bu “an-ı dâim” dahi bir “ân-ı muhayyel” diye izaha çalışabileceğimiz, “İlm-i Allah”tan başka bir şey değildir.
Ve varlığın tümü, Allah katında bir ilmî hükümden başka bir şey değildir!. Yâni, o boyut itibariyle âlemin bir varlığı söz konusu değildir!.
Bu sebepledir ki, bu hakîkata işaret etmek isteyen ehlullah, “Âlemler tümüyle hayâlden başka bir şey değildir!.” demişlerdir.
Bunu kavrayabilmek, tamamiyle bir “zevk” işidir. Yâni sezgi yoluyla, bu gerçeği algılayıp, bunu yaşayabilme işidir. Bu dahi ancak “İLM-İ LEDÜN” denilen ilâhî bir ilim türünün kişide izhârı ile mümkündür.
Demek ki...
Gerçekliği itibariyle, Kâinat tek bir zaman boyutundan ibarettir!
Algılayabilene!
Bu zaman boyutu içinde, hükmü ilâhî ile sayısız boyut yoğunlaşmaları gerçekleşmiş algılayıcısına göre ve bundan da sayısız isimlerle anılan varlıklar meydana gelmiştir.
İLMİ LEDÜN’E ERDİRİLENLER,
PERDESİZ YAŞAYANLARDIR!
Bil ki, Kur’ân’ın bir tefsiri vardır, bir de gerçek anlamı.
Tefsir, çalışıp çabalama sonucu, kişinin uzun seneler sonunda elde ettiği ilim ile, zâhir manâsının genişletilmesi demektir.
Gerçek anlamı ise, ancak Allah’ın “indinden ilim” ihsan ettiği RASÎH kişiler tarafından bilinir. Bunlar Rabbülâlemi’nin verdiği ilim ile, her bir âyet ve kelimenin gerçek mânâsını müjdelerler.
“ONUN TE’VİLİNİ ALLAH’DAN VE ONUN İHSANINA EREN PERDESİZ KİŞİLERDEN BAŞKASI BİLEMEZ.” (3-7)
Burada “Rasîh” kişiler diye belirtilen kullar, “ilmi ledün”e erdirilenlerdir... Perdesiz yaşayanlardır!. Gerçeğe ermiş kişilerdir!.
Onlar, kendilerine kimse ses etmeden gerçek yolu bulmuş kişilerdir.
“ONA DOKUNULMASA DA, O IŞIK VERİR KENDİLİĞİNDEN.” (24-35)
Bu, Rabbinden bir lûtuf, fazl-ı ilâhidir...
“BU ALLAH’IN FAZLIDIR Kİ, ONU DİLEDİĞİNE VERİR.” (5-54)
Ve, O’na sorulmaz da niçin bunu böyle yaptığından!.
“O’NA FİİLLERİNİN NEDENİ SORULMAZ.” (21-23)
Bu arada şunu da ilâve edelim ki, bu âyetlerin bâtıni izahı var, diyerek zâhir hükümleri, emir ve nehiyleri yapmamak, sadece o kişilerin basiret yetersizliklerini ortaya koyar.
Bilirsin, bazı kişiler vardır bunlar sadece deryanın adını duymuşlardır; bütün bilgileri bu işittiklerinden ibarettir... Bazıları da vardır ki; denizi görmüşlerdir fakat yüzme bilmedikleri için ancak boylarına kadar kenardan girmişlerdir... Bazıları da yüzmesini bilirler ve açılırlar... Ve dahi bunların hepsinin fevkinde bir takım kişiler vardır ki; onlar âdeta deryadan bir zerre olmuşlardır... Açılırlar ve derinlere dalarlar, her zaman yeni yeni keşiflerde bulunurlar.
İnsanlarda gerçek ilme karşı böyledirler. Kimi sadece adını duymuştur. Kimi okur Kur’ân’ı ve emirleri yerine getirip, nehiylerinden kaçınmaya çalışıp, bu kadarı bana yeter der. Bu umum müslümanlardır.
Kimi de daha fazla çalışıp kendini bu inceliklere hasreder, onları öğrenmek ister. Bunlar da “Ebrar” diye bildirilenlerdir.
Kimi de kâbiliyetlidirler, istidatları vardır; Allah’da bazı hususiyetleri dolayısıyla onlara fazlını ihsan eder. Onlarda açılır derinliklere dalarlar. Sırları idrâk eder, bilirler. Bunlara “mukarrebun” derler... Seçilmişlerdir onlar!.
“ALLAH, DİLEDİĞİNİ KENDİNE SEÇER.” (42-13)
Onlar, her şey ve herkes hakkında iyi düşünür ve kemâl üzere zanda bulunurlar!.
“Ben kulumun zannı üzereyim.” (Kudsî Hadis)
Buyruğunu, bilirler ve karşılarındakinin kim olduğunu bilerek, ona göre zanda bulunurlar.
Ama gene de, çok düşünürler zanda bulunurlarken... Çünkü, hatırlarından hiç çıkmaz bu âyet:
“BAZI ZANLAR VARDIR Kİ SUÇTUR” (49-12)
İLİM, ALLAH İNDİNDE
“TÜM ÂLEMLERİN BİR HİÇ” OLDUĞUNU
İDRÂK ETTİRİR!
İSLÂMın şartı beştir, altıncısı da haddini bilmektir; derler ya!.
Bil ki edep, haddini bilmektir!.
İlmi olmayan, haddini bilemez!. İlim haddini bilmeyi getirir!.
Odur ilim ki, "ALLAH" indinde "tüm âlemlerin bir hiç olduğunu" sana idrâk ettirir!.
Evet, "ALLAH" indinde kainat bir "hiç"tir!.
Ne demiş;
"İNDİ SÂNİ`DE BÜTÜN MAHLÛKÂT BİR NOKTADIR,
O NOKTA DA, BİR NÜKTEDİR!."
İndi Sâni`de, yani sonsuz sayıda varlıkları meydana getirenin indinde, o varlıkların tümü bir "nokta" hükmündedir...
Ve o "nokta" da, bir "nükte"dir!.
"Nüktedir"in mânâsına başlarda dokunduk biraz, buraya bağlantısını ârif olan yapar elbette!.
VARLIĞIN ÖZÜNDEKİ
BU SIRRA ERMEK İÇİN YAPILACAK TEK ŞEY->
Hazreti Rasûl aleyhisselâmın bildirdiği şekilde
çalışmalar yapmak sûretiyle;
var kabul edilen "benliği" terk etmek!
Bu bölümde size "Nakşıbendî" silsilesi içinde yetişmiş çok değerli, bir kısım evliyâullah'dan çeşitli açıklamalar naklettim.
Bu açıklamalar, hassasiyetle tetkik edildiği zaman şu görülecektir: Gavsı Âzâm Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin bize ışık tuttuğu gerçekler ile, "Nakşıbendî" silsilesi içinde yetişmiş olan muhterem zevâtı kirâm'ın işaretleri hep aynı tek gerçekten sözetmektedir!
-"ALLAH” adıyla işaret edilen, TEK vücûd sahibidir! "Gayrı" kavramından da sözedilemez!
-Sanki, "ALLAH"tan ayrı varlıklarmış gibi algıladığımız her şey, vehim ve hayâlin bize var kabul ettirdiği şeylerdir.
-Varlığını düşündüğümüz ve müşâhede ettiğimiz her şey, "ALLAH” İsmiyle işaret olunanın ilmindeki, "ilmî sûretlerden" başka bir şey değildir!
-Bütün bu gerçeklerin açık seçik ortaya çıkabilmesi için yapılacak yegâne şey, Hazreti Rasûl aleyhisselâmın bildirdiği şekilde çalışmalar yapmak sûretiyle; var kabul edilen "benliği" terk etmektir.
“HAKİKAT”İ YAŞAYARAK TASDİK
(Sıddıkîyet)
SIDDIKÎYET(Hakikati yaşayarak tasdik) İLMİNİN
YÜCE ANLATIM KUVVESİ
Gelen BİLGİ içinde İbrahim'i de hatırla (zikret)! Muhakkak ki O Sıddık'tı, Nebi idi.
(İbrahim) babasına demişti ki: "Ey babacığım... İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeye niçin tapınıyorsun?"
"Ey babacığım... Kesinlikle sende olmayan ilim, bende açığa çıktı! Bu nedenle bana tâbi ol, seni düzgün yola yönlendireyim."
"Ey babacığım... Şeytana kulluk yapma! Muhakkak ki şeytan Rahman'a âsi oldu."
"Ey babacığım... Ben, sana Rahman'dan bir azap dokunmasından, böylece (gelecek yaşamda da) şeytanın dostu (bedensellik sınırları içinde kalmış) olmandan korkarım."
(Babası) dedi ki: "Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun, İbrahim? Yemin ederim ki eğer vazgeçmezsen, seni mutlaka taşlatarak öldürürüm... Uzun müddet benden uzak kal!"
(İbrahim) dedi ki: "Selâm üzerinde olsun. Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Muhakkak ki O, bana çok ikramda bulunandır" dedi.
"Sizden de, sizin Allah dûnundaki yöneldiklerinizden de uzaklaşıp; Rabbime dua ediyorum. Rabbimin yönelişi ile mutsuz sona ermeyeceğimi umarım."
(İbrahim) onlardan ve onların Allah dûnundaki yöneldiklerinden uzaklaşınca, Ona İshak'ı ve Yakup'u hibe ettik... Hepsini Nebi oluşturduk!
Onlara rahmetimizden hibe ettik ve onlarda Sıddıkiyet (Hakikati yaşayarak tasdik) ilminin yüce anlatım kuvvesini oluşturduk. (Meryem/41-50)
“RABBİMİZ…
LEDÜNNÜNDEN BİZE BİR VELİ MEYDANA GETİR
VE LEDÜNNÜNDEN BİR ZAFER OLUŞTUR”
Biz her Rasûlü, kendilerine Allah'ın izniyle itaat edilmeleri için irsâl ettik. Eğer onlar nefslerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de Allah'tan bağışlanma niyaz etselerdi, Rasûl de onlar için istiğfar dileseydi, elbette Allah'ı Tevvab ve Rahîm bulacaklardı.
Öyle değil! Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kabul edip, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı (itiraz) duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.
Eğer onların üzerine "nefslerinizi öldürün" (Allah uğruna ölümü göze alıp ölün) veya "yurtlarınızdan çıkın" diye yazsaydık, pek azı dışında, bunu yapamazlardı. Eğer onlar kendilerine yapılan bu nasihati uygulasalardı, elbette haklarında hayırlı ve en sağlıklı karar olurdu.
O takdirde onlara elbette ki ledünnümüzden çok büyük mükâfat verirdik.
Onları sırat-ı müstakime yöneltirdik.
Kim Allah'a ve Rasûle itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine in'amda bulunduğu Nebiler, Sıddıklar, Şehîdler ve Sâlihlerle beraber olurlar. Ne güzel arkadaşlardır onlar.
Bu fazl Allah'tandır. Yeterlidir onlara Esmâ'sıyla hakikatleri olan Alîm Allah!
Ey iman edenler, ihtiyatlı olun, gruplar hâlinde ya da topluca savaşa girin.
Muhakkak sizden öylesi vardır ki, ağırdan alır. Sizin başınıza kötü bir şey gelirse "Allah'ın bana nimeti olarak onlarla beraber değildim" der.
Eğer size Allah'tan bir lütuf (ile başarı) erişir ise, sanki sizinle arasında beraberliği getirecek yakınlık yokmuşçasına, "Keşke onlarla beraber olsaydım da o büyük başarıdan hisse alsaydım" der.
Geleceklerindeki sonsuz yaşam sürecinin getirisi karşılığında dünya yaşamını feda etmeyi göze alanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah uğruna savaşır da öldürülür veya galip gelirse, kendisine büyük mükâfat vereceğiz.
Size ne oluyor da Allah yolunda, "Rabbimiz, halkı zâlim olan şu yöreden bizi kurtar, ledünnünden bize bir velî meydana getir ve ledünnünden bir zafer oluştur" diye yakaran düşkün erkekler, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?
İman edenler Allah uğruna savaşırlar. Hakikati inkâr edenlere gelince, (onlar da) şeytanın güçleri uğruna savaşırlar. O hâlde siz de şeytanın velîleriyle savaşın. Muhakkak ki şeytanın tuzağı zayıftır. (Nisâ/64-76)
“HAKİKAT İLMİ” İLE DİRİLEN,
BİRİMSELLİĞİNDEN (KARANLIĞINDAN) ÇIKAMAYAN
KİMSE GİBİ OLUR MU?
Ölü iken kendisini (Hakikat İlmi ile) dirilttiğimiz; insanlar içinde onunla yaşaması için basîret nûru oluşturduğumuz kimse(nin durumu); karanlıklar içinde kalıp ondan kurtulamayan gibi olur mu?... Hakikat bilgisini inkâr edenlere, yapmakta oldukları böylece süslendirildi. (En’am/122)
SÜT, “LEDÜN” İLE,
SU, İLİM İLE TEVİL OLUNUR
Üzerlerinde ince-lâtif ipekten ve kalın ipekten elbiseler vardır... Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir... Rableri onlara şarab'en tahura (temiz şarap) içirmiştir. (Tüm bu cennet tanımlamaları, Rad: 35 ve Muhammed: 15'teki açıklamalarla vurgulandığı üzere; "meselül cennetilletiy" yani cennetin temsil-benzetme yollu misali anlatımıdır. Bu gerçeklik unutulmaya. A.H.)(İnsan/21)
Buyuruluyor; Rableri, gerçek aşkı tattırır onlara, demektir bu!.. Nasıl ki, bal iman ile; süt, ilim ile -ki ilmi ledündür-; su, mârifetullah ile tevil edilmekte ise.
"Bir düşünün! Eğer suyunuz çekilse, sizde kim kaynak açıp su (ilim) oluşturur?
İLİM TAHSİLİ
(Allah Rasûlünün açıklamasına göre)
İLİM İKİYE AYRILIR
İlmin en geniş kapsamlısı Kurân‘dır!
Allah Rasülü’nün açıklamasına göre ilim esas olarak ikiye ayrılır...
Din ilmi ve Tıp ilmi...
Tıp ilmi insanın sağlıklı yaşamı için gereklidir... Din=sistem ilmi ise insanın içinde yaşamakta olduğu ve yaşayacağı boyutları farkedip değerlendirebilmesi içindir... Yani ilim tahsili bu ikisine dönük olur.
Ancak bu ilimlerle uğraşanların amaçları farklı farklıdır...
Kimi bu ilimlerle uğraşır, para kazanmak için... Kimi isim yapmak nam kazanmak için... Kimi de varlığın ve kendinin hakikatini anlamak için...
“DİN=SİSTEM İLMİ”
(Bildiğimiz bütün ilimleri kapsamına alan ilim)
“Din ilmi”, bildiğimiz bütün ilimleri kapsamına alan genel isimdir.
Hangi ilimle uğraşılırsa uğraşılsın, sonuçta Allah adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu SİSTEM ve DÜZEN ile ilgili birşeyler öğrenilmektedir...
Kişi içinde yaşadığı sistem ve düzeni ne kadar tanırsa, bu sistem ve düzenden yararlanması o kadar mümkündür.
“DİN” bilgisi bir bütündür!.
“DİN” bilgisi, “ALLAH” adıyla işaret edilenin, ilminden nasiplenme, işidir.
“DİN” bilgisi denince Kurân, Hadis ve bunların yüzeysel değil deruni manalarını deşifre etme ve kavrama ve yaşama ilmi olan tasavvuf anlaşılır.
ALLAH’IN İHSAN ETTİĞİ İLİMLE BİLME HÂLİ
"Mârifet"den sonra, "Mutmainne"de ve "Râdiye"de "hakikat" yaşanır. Bu "hakikat" sonrasında "Mardiye"ye yükselirse, o zaman "Mârifet-i Billah" meydana gelir. Yani, "Allah`ın indinden ihsan ettiği ilimle" bilme hâli ki, o takdirde bu kişiye "Ârif-i Billah" derler...
"Mülhime" mertebesindeki mârifet sahibi "ârif"dir.
"Mardiye" makamında hâsıl olan ikinci mârifetin sahibine "Ârif-i Billah" derler. Yani, varlığındaki Allah`ın ilmi ile her şeye ârif olan Zât demektir "Ârif-i Billah"! Bu, "Hakikat"ten sonra gelen Mârifet-i Billah`tır.
İLİM HAZİNESİNİN ANAHTARI
İlim hazinesinin anahtarı hangi kelimedir?
Hikmetin anahtarı hangi kelimedir?...
İnsana ilim-hikmet getiren kelime hangi kelimedir?
Benim bu soruya cevap olarak vereceğim kelime şu olurdu: "NİYE" ...
Ne anlatılırsa anlatılsın onun ötesi vardır ve ötesine bu kelimeyle erişilir diye düşünüyorum.
İlimden- hikmetten kim, neye, ne kadar ulaşmış olursa olsun, onun daha ötesi mutlaka vardır...
Kendisinde açığa çıkan ilim ile yetinen, orada kalır ve ötesinden mahrum olur.
Oysa açığa çıkan ilim ve hikmet açığa çıkmamışlar yanında bir damla gibidir...
Dolayısıyla ilim ve hikmetin ötesine ulaşmak isteyen hiç bir zaman eline geçenle yetinmemeli, daima ötesini "NİYE" kelimesiyle araştırmalıdır; diye düşünüyorum.
İLİM ÖĞRENMEK,
“OKU”MASINI ÖĞRENME ÇALIŞMALARIDIR
“İlim öğrenmek” demek, OKUmasını öğrenme çalışmaları demektir... Bilgi ezberlemek değil!
Senin beyninde mevcud olup,ruhuna da yüklenmekte olan veri tabanını olabildiğince üst kapasiteye çıkarmandır.
Ne kadar beynini geliştirebilir, ne kadar veri tabanını artırabilir, ne kadar ilim sahibi olabilirsen yaşamın o kadar farklı olur!
Âhirete inanmayan kişi, nasıl para ve mal biriktirme peşinde koşarsa ; akıllı insan da ilim biriktirmek için uğraşır.Çünkü , ölüm ötesinde artık yeni ilim elde etme şansının olmadığını bilir!
Ruhta,ölümötesinde kapasite artırma imkânı yok!
İLİM TAHSİL ETMEK,
BEYNİNDEKİ VERİ TABANINI
OLABİLDİĞİNCE ÜST SEVİYEYE ÇIKARTMAKTIR
Veri tabanı ne kadar geniş kapsamlı ise, o kişinin Cennette duyacağı güzellikler, hazlar, zevkler de o kadar fazladır. Cennetteki mertebe farkı dediğim şey de, buna dayanır.
Onun için diyor ki, Hazreti Rasûlullah:
“Beşikten mezara kadar ilim tahsil et!.”
Çünkü, “ilim tahsil etmek”, denen şey, senin beyninde mevcut olup, ruhuna da yüklenmekte olan veri tabanını olabildiğince üst kapasiteye çıkarmandır. Ne kadar beynini geliştirebilir, ne kadar veri tabanını artırabilir, ne kadar ilim sahibi olabilirsen, yaşamın o kadar farklı olur.
İLİMDE YATAY GENİŞLEME
“Yatay genişleme”; senin ilmin kadarıyla Dünyada karşılaştığın değişik olaylardan edindiğin tecrübe ve buna dayalı yeteneklerindir...
UYGULANMAYAN İLMİN GETİRİSİ OLMAZ!
Uygulanmayan ilim - gereği ortaya konmayan iman, lâfla tasdikten başka bir şey değildir ve insana hiç bir getirisi olmaz!.
İnsan, ilminin; yani beynindeki veri tabanın, sentezlerinin sonucunu yaşamaktadır otomatik olarak HER AN!.
İLMİ HAZMETMENİN YOLU,
AKLINI KULLANABİLMEKTEN GEÇER
Hitap edeni algılayamazsan, hitâbı değerlendiremezsin!.
Hitap edeni algılayamıyorsan, tasavvufta birinci basamak olan “tevhid-i efâl”i hazmedememişin demektir!.
Bilgi kitapları yüklü mahlûkattan değil; ilmi hazmetmiş ehli kemâlâttan olmak, mârifettir!.
Bunun yolu da, aklını kullanabilmekten geçer!.
İDRÂKI OLUŞMAMIŞ İLİM
İdrâkı oluşmamış ilim, yüklenilmiş yüktür!.
Kimliğin ile ‘’İlim’’i birleştirirsen, ortaya kilim çıkmasın!. İlmin başına kimliğini sokup, onu kilim etme... Herkes basıp geçmesin üstünden!.
BİLİNCİN İLE
İLMİN ARASINDAKİ PERDE
Kimliğin ile İlimi birleştirirsen, ortaya kilim çıkmasın!.
Dostları ilə paylaş: |