Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə38/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   83

İstanbul'daki devlet adamları da ikiye ayrılmışlardır; Nizâm-ı Cedid taraftarları ve yeniçeri taraftarları. Peki işin bu raddeye gelmesinin asıl sebepleri nelerdir?

Bunun bazı tarihçiler tarafından görülmek istenmeyen dört önemli sebebi vardır:

Birincisi; Nizâm-ı Cedid'in temelinde bir sakatlık bulunmaktadır. Bu sebeple halka mal olamamıştır. Başlangıçta çok güzel bir şekilde ulemâ ve devlet ricalinden bu konuda lâyihalar istenmiştir. Bu lâyihalardaki ma'kul ve gayr-ı makul bütün teklifler, meşveretle değerlendirilip neticeye gidilecek yerde, Padişahın mahrem olan yakınları ve müşavirlerinin ve hatta saray personelinin eline ve diline düşmüştür. Bunlara Osmanlı tarihçileri saltanatın atabekleri demektedirler. Bunun üzerine Nizâm-ı Cedidin âşıkı olan ulema ve devlet ricali kenara çekilirken, bu işi kendileri için menfaat kapısı görenler, Nizâm-ı Cedidci olarak görünmeye başlamışlardır. Bunların içinde her ne kadar Sır Kâtibi Ahmed Efendi gibi, dirayetli insanlar da bulunsa da, Nizâm-ı Cedid'i yürütüyor görünenler, bu hareketi servet yığma vesilesi olarak görmüşler; neticede Nizâm-ı Cedid adına toplanan paralarla, İstanbul'da görülmedik tarzda villalar ve yalılar yaptırmışlar; rüşvet kapıları sonuna kadar açılmış; Nizâm-ı Cedidciler ise gündüz yârân sohbetine çevirdikleri Bâb-ı Âli'ye ve geceleri de kayıklarla mehtaba çıkar olmuşlar; Sultân Selim de yakınlarına fazla itimad ederek devletin ruhu mesabesinde olan devlet sırlarını bu yakınlarına sohbetlerde fâş etmeye başlamıştır. Bunu fırsat bilen saray hizmetlileri, tam bir başıbozukluk içinde halkın içine karışmışlar; Lale Devrindeki musiki sohbetleri, Kâğıthane gezileri ve helva sohbetleri gittikçe artar hale gelmiştir. Halk, III. Selim'i, II. Selim'e benzetir hale gelmiştir. Bu eğlenceden sadece gençler değil, devletin en yüksek tepesindeki insanlar da nasibini almıştır.

Memleket içte ve dışta isyanlar ve harplerle kavrulurken, saltanatın atabekleri denilen III. Selim'in yakınları, servet yığmaya ve bu malları hesapsızca harcamaya devam edince, devir dönmeye başlamıştır. Nizâm-ı Cedidi teşvik eden devlet adamları servet yığmaya devam ettikleri gibi, yakınları da bu fırsatı değerlendirince, artık nizâm-ı cedid, halktan haksız yere bol bol paralar toplayarak sefih bir hayat için harcama manasına alınır şekilde anlaşılmaya başlanmıştır. Halbuki yeni nizâmları uygulamak, fedâkârlık ve şahsî menfaatlerini ve rahatını terk ile mümkündür.

İşte başlangıçta Nizâm-ı Cedid'in lehinde olanlar, işi yürüten saltanat atabeklerinin aleyhine geçmişlerdir. İhtişam ve sefâhet çoğalınca, yeni vergilerle bunalan halk geçim derdine düşünce; Nizâm-ı Cedidci yeni zenginler "İstanbul zengin beldesidir; fakir-

ler ve r


ve halk I atabeklerine j mamak gittin

ŞahviM»


Z'KT. "

devlet na •

Bu!/ ::i ssndan ve "t Selirr v zumsj başlacia' i, ı gelen he'jtrî yanlış t" ai

ne,


lect

Paşa 5 larınj ı M cılarınl din azil Devlet'* Cedid a ve I1

ısyanc na»: Ces-: ı

BİLİNMEYEN OSMANLI

233

ler ve müflisler buradan ayrılsın" demeye başlayınca, âlimler, akıllı devlet adamları ve halk Nizâm-ı Cedid'in aleyhine geçmişlerdir. Buna Padişah'ın yakınındaki saltanat atabeklerine güvenerek, halka ve devlete ait her bilgiyi bunların vasıtası olmadan alamamak gibi büyük hatası de eklenince, hedefe Padişah da girmiştir. Şah vâkıf gerekdir ahvâle * Vükelâya kal ursa vay hâle



Zikredilen sebeplerden dolayı, III. Selim, başta kendi sadrazamı olmak üzere, devlet ricalinin ve halkın itimadını kaybetmiştir.

Bütün bunların etkisiyle, yeniçeri güruhu eğitimli askerlerin günden güne artmasından ve itibar kazanmasından dolayı, her türlü iftirayı yapar bir hale geldiler. III. Selim ve çevresi ise, medeniyetin gereği olan şeyleri aşarak, alafranga adıyla çok lüzumsuz şeylere sarılır oldular. Lüzumlu lüzumsuz her konuda Avrupa mukallidi olmaya başladılar. Bu aşırılıklarından dolayı, avam onları tekfir eder, ötekiler de Avrupa'dan gelen her şeyi reddettiklerinden dolayı karşı tarafı taassupla suçlar oldular. Her ikisi de yanlış bir yola girdiler.

İkincisi; III. Selim kimseyi incitmek istemeyen ve yeri gelince azl ve ceza kurumlarını işletemeyen bir yaratılışta idi. Mücâzât ve mükâfat gibi devlet terazisinin birini ihmal, diğerini de tehlikeye atacağının farkında değildi. Yakınları ne derse yapan ve fikrinde sebat etmeyen bir şahsiyete sahipti.

Üçüncüsü; III. Selim'in güvendiği yakınları ve müşavirleri, devleti istila edercesine, ikbalden dolayı ne yapacaklarını şaşırdılar. Sefâhet ve ihtişamda haddi aştılar. Böylece kamuoyunu III. Selim'in aleyhine çevirdiler.

Dördüncüsü; Yeniçeriler, Nizâm-ı Cedidcileri tahkir ve tekfir ettikleri halde, cezalandırılmayınca tam manasıyla şımardılar ve azıttılar.

Beşincisi; Şehzade Mustafa, saltanata fazlaca haris olduğundan, iyilik gördüğü III. Selim'e karşı tavır aldı ve yukarıdaki sebepleri çok iyi kullanmaya başladı.

Bütün bu sebeplerle muhalif grup iyice cesaretlenerek ve başta Sadrazam İsmail Paşa olmak üzere küskün devlet adamlarını, a'yânları ve İstanbul'daki yeniçerileri yanlarına alarak İkinci Edirne Vak'asının meydana gelmesine sebep oldular. Kadı Abdurrahman Paşa komutasındaki Nizâm-ı Cedid ordusunun geri dönmesi ve bu isyancıların istediklerini elde etmeleri, onları daha da azdırdı (1807). Bu sırada nizâm-ı cedidin azılı düşmanı olan Topal Atâullah Efendi Şeyhülislâmlık makamına geldi. Osmanlı Devleti'nin kuvvetli olmasını istemeyen Fransız Elçisi Sabastiyani, yeniçerileri Nizâm-ı Cedid aleyhine kışkırtmaya başladı. Artık hem Rumeli'ye doğru sefere çıkan ordu içinde ve hem de İstanbul'daki kahve köşelerinde, saltanatın aleyhine her türlü dedikodu yapılıyordu. Bu sırada III. Selim, Topal ve riyakâr olan Atâullah Efendi'yi meşihata getirmekle kalmamış ve müfsid birisi olan Köse Musa Paşa'yı da sadâret kaymakamlığına getirmiş. Bu ikisinin fitne ateşini alevlendirmesiyle ayaklanan yeniçeri yamakları, Kastamonulu Kabakçı Mustafa adındaki bir neferi başlarına geçirerek, isyana başlamışlardı. Boğaz Nâzın Mahmûd Râif (İngiliz Mahmûd diye meşhurdur) Paşa'yı parçalayan isyancılar, Köse Musa'nın Nizâm-ı Cedid birliklerini hileyle durdurmasından da yararla-narak,isyanı her tarafa yaymışlardı. Bu isyanı durdurmak isteyen III. Selim'in Nizâm-ı Cedid'i, Atâullah Efendi ve Köse Musa'nın tahrikleriyle ilga etmesi de, fayda sağlamamıştı. Bir gün sonra III. Selim de tahttan indirilmişti. Sonra da IV. Mustafa'nın tahrikleriyle, Temmuz 1808'de III. Selim şehid edildi.

234


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN OSMANLI

Netice olarak, Nizâm-ı Cedid, güzel bir başlangıçtır; güzel projeleri kendilerine vesile ederek servetlerini arttıran ve bunu gayr-i meşru yollarla yemeyi âdet haline getiren bir grup, Avrupalılaşma adı altında, hem meşru-gayr-i meşru demeden tam bir Frenk hayatı yaşamaya başlamışlar ve hem de hakir gördükleri halkı yeni yeni vergilerle perişan etmişlerdir. Bunu fırsat bilen bazı geri kafalılar da, hiçbir zaman tasvip edilemeyecek olan bu çirkin olayları meydana getirmişlerdir. Maalesef olanlar, bazı menfaat gruplarının lehine ve ama devlet ile milletin aleyhine olmuştur. III. Selim'in bizzat Nizâm-ı Cedid askerinin başına geçip de âsileri te'dip ile devleti esasından ıslah ve tanzim etmesi mümkün iken, maalesef nezâket ve yumuşaklığı tercih etmesiyle ve karşılıklı hatalarla, bunca emekler sarf edilerek meydana getirilen Nizâm-ı Cedid bir anda mahv edildi. O halde Avrupalılaşmak diyerek Nizâm-ı Cedide körü körüne karşı çıkmak da, taassup diyerek Nizâm-ı Cedidcilerin yaptıkları gayr-i meşru işleri tasvip etmek ve bu hareketi sadece bir irtica hareketi olarak takdim etmek de yanlıştır138.

140. Osmanlı Devleti'nde ortaya çıkan ve hâlâ devam eden Vehhâbî hareketinin aslı ve esası nedir? Nasıl siyasî bir harekete dönüşmüştür?

Bilindiği gibi, Vehhâbîller kendilerine Selefiye adını vermekte ve hedeflerinin İslâmı Hz. Peygamber zamanındaki safiyetine kavuşturmak olduğunu iddia etmektedirler. Bu mezhebin kurucusu, asıl itibariyle Necid ahalisinden ve Hanbeli mezhebinin âlimlerinden olan Muhammed bin Abdülvehhâb'dır. Müseylemet'ül-Kezzâb'ın memleketi olan Yemâme'ye bağlı olan Ayniyye'de 1143/1730 yılından itibaren kendi mezhebini yaymaya başladı. Her konuda cahil ve bedevî olan Necid Arapları, kendi içlerinden çıkmış ve Şam ile Kahire gibi ilim merkezlerinde tahsil görmüş olan bu âlime önce iyi bir nazarla bakmadılar. Hatta tasvip edenlerin yanında, Müseylemet'ül-Kezzâb nazarıyla bakanlar da çıktı.

Necid Şeyhi diye bilinen Muhammed bin Abdülvehhâb, 600 seneden beri insanların dalalette kaldığını, Müslüman denilenlerin müşrik olduklarını, bu sebeple malları ve kanlarının helal olduğunu ve isyan edilmesi gerektiğini söylemeye başladı. 1766'da 39 yıldır Osmanlı Devleti'nin tayin ettiği Necid Emîri ve Der'iyye Şeyhi Muhammed bin Suûd'a müracaat etti. Mezhebine uyduğu takdirde büyük bir saltanata kavuşacağını ifade ederek ve kızını da ona vererek, Emir'i kandırdı.

Vehhâbîlerin temel inançları şöyledir: Allah'a doğrudan doğruya ibâdet etmek farzdır; dolayısıyla bu konuda bir şeyi vesile kabul etmek caiz değildir (tevhid esası). Buna göre enbiya ve evliyanın birinden manen yardım talep edenler, adak ve tasadduk ve benzeri yollarla türbelere hürmet edenler hep müşriktir. Muhammed bin Abdülvehhâb, bu görüşlerini müdâfaa için kitaplar kaleme aldığı gibi, çevreye tebliğ için mektuplar da göndermiştir. Buna karşı ehl-i sünnet âlimleri de cevap ve reddiye mahiyetinde eserler kaleme almışlardır.

138 Cevdet Paşa, Tarih, c. VIII, sh. 186-230 (Meseleyi bütün yönleriyle anlatmaktadır; Mustafa Nuri Paşa, Netâlc'ül-Vukû'ât, c. IV, sh. 41-43; Uzunçarşılı, "Kabakçı Mustafa İsyanına Dair Yazılmış Bir Tarihçe", sh. 253-261; Uzunçarşıh, İsmail Hakkı, "Kabakçı Vak'asına Dair Bir Mektup", Belleten, c. XXIX, sayı 116(1965), sh. 599-604. Tamamen tek taraflı olarak anlatılan şekli için bkz. Karal, Enver Zıya, Osmanlı Tarihi, c. V, sh. 77-85; Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c. I, sh. 473-475;

Vehhâbîlerin ketfk uzaklaşan ve ifrata p fetvalarıdır. İbn-i TeymyyeJ peygamberler ve ev binde bulunmanın a olarak, kabir ziya dilemenin asla cJ/ZJ tazim konusun ifrat etmişlerdir. I

İşte Necid ŞeyttJ İbn-i Teymiyye İle I gerektiren şeyler ı tekfir etmeyenleri de I geçen İslâm davranmakla suç!

Müseylimet'ül-Kenfcf

Necid Şeyhi, vs

derek halkı ¦

Suûd'un da Vehhâbf*

ne gelmiştir, Bilindiği gibi, (

ların başında

yordu. Arabistan

de Basra veya I

du. Bunlar, yerli em?*!

Hâşimiler neslı«ta| Osmanlı Devlet!

ve vicdan hı.

inceleyerek

ciddiyetinin

Vehhâbi han

diyor; ama teı

çevreye akınlar il

lenin ciddiyetini J

deleleri


için bir andlaşm^

düzenlediği

Abdülazlz bin I

hükümet tes/sâ

ele geçirdiler, i

da, bu tasallut İl Kasım i

Vehhâblle

kümeti ile,

7 yıl Mekke'mi

BİLİNMEYEN OSMANLI

235

Vehhâbilerin kendilerine kaynak aldıkları görüşler, bazı meselelerde itidal yolundan uzaklaşan ve ifrata giden İbn-i Teymiyye ve onun talebesi İbn'ül-Kayyım'ın bazı fetvalarıdır. İbn-i Teymiyye, kabir ziyaretinin aleyhinde şiddetli fetvalar verdiği gibi, peygamberler ve evliya kabirlerinde namaz kılmanın ve bunlardan manevi yardım talebinde bulunmanın asla caiz olmadığını müdâfaa etmiştir. İbn-i Kayyım da, üstadına tabi olarak, kabir ziyaretinin, kabirlerde kurban kesmenin ve ehl-i kuburdan manen yardım dilemenin asla caiz olmadığını ısrarla ve sert bir üslupla anlatmıştır. Kısaca türbelere tazim konusunda halkın ifratına karşılık, İbn-i Teymiyye ve İbn'ül-Kayyım da ifrat etmişlerdir. Hatta bu fiilleri şirk kabul edecek kadar ileri gitmişlerdir.



İşte Necid Şeyhi Muhammed bin Abdülvehhâb, bu konularda iyice yolunu şaşırarak İbn-i Teymiyye ile İbn'ül-Kayyım'ın şer'an yasaktır dedikleri fiilleri, tamamen küfrü gerektiren şeyler olarak takdim ve ilan etmeye başlamıştır. Hatta bu fiilleri işleyenleri tekfir etmeyenleri de kâfir ilan etmeye başlamışlardır. Bu Necid Şeyhi, asırlardır gelip geçen İslâm âlimlerini dalâletle suçlamakla kalmamış, sahabelerden nicelerini da hatalı davranmakla suçlamıştır. Kendisinin müctehid-i mutlak olduğunu iddia eden ve Müseylimet'ül-Kezzâb ile yapılan harpte şehid düşen sahabelerin kabirlerini yıktıran Necid Şeyhi, vatandaştan alınan zekât dışındaki vergilerin de caiz olmadığını iddia e-derek halkı yanına çekmeyi planlamıştır. Artık 1745 yılında Necid Emiri Muhammed bin Suûd'un da Vehhâbî olmasıyla, Vehhâbîlik hem dinî ve hem de siyasî bir hareket haline gelmiştir.

Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti zamanında asıl Arabistan, yerli hanedanlar ve bunların başında bulunan şeyh veya emîr denilen mahalli idareciler tarafından idare ediliyordu. Arabistan'ın batı kesimini Cidde'de oturan Osmanlı beylerbeyisi ve doğu kesimini de Basra veya Bağdad beylerbeyisi ve bir zamanlar da Lahsâ beylerbeyisi idare ediyordu. Bunlar, yerli emir ve şeyhleri sadece koordine etmekteydiler. Mekke ise, tamamen Hâşimîler neslinden gelen ve Şerîf denilen idareciler tarafından yönetiliyordu.

Osmanlı Devleti, başlangıçta Vehhâbi hareketine tepki göstermedi. Zira tam bir din ve vicdan hürriyeti vardı. Önce hac için izin istediler; ancak Mekke âlimleri durumlarını inceleyerek bâtıl itikâdlarından dolayı bunlara izin vermedi. Osmanlı Devleti, durumun ciddiyetinin farkında değildi. Hatta kazaskerlik makamına gelmiş bazı âlimler dahi, Vehhâbi hareketinin mahiyetini anlamakta âciz idiler. Göz göre göre tehlike geliyorum diyor; ama tedbir almak kimsenin aklından geçmiyordu. Arada sırada Vehhâbilerin çevreye akınlar düzenlemesi ve hatta Fas Hâkiminin onlarla akraba olması dahi meselenin ciddiyetini gösterememişti. Mekke Şeriflerinin mesela Şerif Gâlib'in karşı mücadeleleri muvakkat tedbirlerdi. Hatta 1798 yılında Şerif Gâlib ile Abdülaziz arasında hac için bir andlaşma yapıldı. Şerif Gâlib'in 1790, 1795 ve 1798 yılında Vehhâbiler üzerine düzenlediği hareketler ciddi bir netice vermedi. Nihayet Emir Muhammed'in yerine Abdülaziz bin Suud geçince, durum değişti ve Vehhâbiler Arabistan'da müstakil bir hükümet tesis etmeye muvaffak oldular. 1803 yılında Hicaz'a girdiler; Tâif'i ve Mekke'yi ele geçirdiler. Hicaz Beylerbeyi Şerif Paşa, kısa bir zaman sonra Mekke'yi geri aldıysa da, bu tasallut İslâm âleminde onların tanınmasına sebep oldu.

Kasım 1803'de Abdülaziz vefat etti ve yerine 1787'den beri babasına vekâleten Vehhâbilerin reisi olan oğlu Su'ud bin Es-Su'ûd geçti. Maalesef gittikçe güçlenen hükümeti ile, 1805-1812 yılları arasında 7 yıl Medine'ye ve 1806-1813 yılları arasında ise 7 yıl Mekke'ye hâkim oldu. Osmanlı Devleti, Temmuz 1805 tarihinde, Vehhâbi hareketi-

II

236


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEY


ni tasfiyeye söz veren Mehmed Ali Ağa'yı Mehmed Ali Paşa sıfatıyla Mısır'a beylerbeyi olarak tayin etti. Oğlu İbrahim Paşa'nın 1830'da Der'iyye'yi işgal etmesi ile Vehhâbi meselesini halleden Mehmed Ali Paşa, 1831 yılında bu sefer kendisi isyan etti. Kısaca basit bir fikir hareketi olarak başlayan Vehhâbilik, 1. Dünya Savaşında, adı geçen Suu-dîlerin torunlarının ipleri ele almasıyla Suudi Arabistan Hükümetinin resmî mezhebi oldu139.

XXIX- SULTÂN IV. MUSTAFA DEVRİ

Sultân is

(YENİL!


142.

141. IV. Mustafa, şahsiyeti, ailesi ve zamanındaki önemli olaylar hakkında özet bilgi verir misiniz?

IV. Mustafa, I. Abdülhamid'in Ayşe Sîneperver Valide Sultân'dan doğan büyük oğludur. IV. Mustafa, saf, kültürü zayıf ve saltanata karşı haris bir insandı. Hep iyilik gördüğü amca-zâdesi III. Selim'e karşı vefalı davranamadı. Nizâm-ı Cedid aleyhinde olanların yanında göründü ve 29 Mayıs 1807'de Osmanlı tahtına çıktı. İlk olarak ihtilâlcilerin arzularını yerine getirdi ve Kabakçı Mustafa, Şeyhülislâm Atâullah Efendi ve Sadâret Kaymakamı Musa Paşa'nın isteklerine göre devleti yönetmeye başladı. Bu arada Nizâm-ı Cedidcilerin bir kısmı öldürülmüş ve bir kısmı ise Rusçuk A'yânlarından vezir Alemdar Mustafa Paşa'ya sığınmışlardı (Galip, Refik, Râmiz, Behîç ve Tahsin Beylerden oluşan bu ekibe Rusçuk Yârânı denmektedir).

İhtilâlciler, Nizâm-ı Cedidin gayr-i meşru olduğunu ve Padişahın asla yeniçerilere müdahale etmemesi gerektiğini ihtiva eden taahhüdnâme mahiyetinde bir hücceti, Padişahın Hatt-ı Hümâyûnu ile birlikte elde ettiler (Rebiülevvel 1222/1807). İhtilâlcilerin baskısından bıkan IV. Mustafa, Kabakçı Mustafa başta olmak üzere, ihtilâlcileri tasfiye gayesiyle Alemdar Mustafa Paşa'yı ordusuyla beraber İstanbul'a davet etti. Temmuz 1808'de İstanbul'a gelen Alemdar, yolda iken Kabakçı Mustafa'yı katletmişti ve bu sebeple de Davud Paşa Sarayı'nda Padişah tarafından karşılandı. Rusçuk Yârânı-na burada Padişahı tevkif etmesini tavsiye ettilerse de, Alemdar buna yaklaşmadı. 2 gün sonra vasıfsız bir Şeyhülislâm olan Atâullah Efendi azl edildi ve ekibi de tasfiye edildi. Padişah Alemdâr'a teşekkür ediyor ve Tuna Beylerini boş bırakmayarak dönmesini arzuluyordu. Ancak bunu dinlemeyen Alemdar, 28 Temmuz 1808'de Bâb-ı Âli'yi basarak sadrazamdan mührü aldı, arkasından Topkapı Sarayına geldi. Hal' edileceğini ve III. Selim'in tekrar tahta çıkarılacağını anlayan IV. Mustafa, hemen karşı planını uyguladı ve III. Selim ile II. Mahmûd'un öldürülmesi için talimat verdi. Maalesef bu talimatı alan Enderûnlular, dairesini basarak III. Selim'i şehid ettiler. II. Mahmûd ise, Harem hüddâmınm yardımı ile kurtarıldı ve Alemdâr'ın desteğiyle kendisine bî'at olundu.

KADIN EFENDİLERİ: 1- Şevk-i Nûr Baş Kadın Efendi. 2- Dil-pezîr İkinci Kadın Efendi. 3- Seyyare Üçüncü Kadın Efendi- 4- Peyk-i Dil Dördüncü Kadın Efendi. Emîne

II, f-


oğludur. l\ III. Selir-epeyce c unvanım 4 yüzünü I padişah ı büslerlnı hayrfyea

Birinci i bulunduğu «| cezalandın1"!?! gerekli ısfcsj idareyi del alındı ve Wl Mustafa Pî)<*| de Sen«R& imzalandı,! sadece o ve deı gelen C Alemdlrl Sekbân-ı Efendi İter j

ntv

Selim'ing Mahmûdl bite; -i yenicenle



139 Cevdet Paşa, Tarih, c. VIII, sh. 282-325; Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi, c. I, sh. 470-471.

manii I II, ih. M-

BİLİNMEYEN OSMANLI

237


Sultân isminde bir tek kızı vardı ve o da hemen vefat etmiştir140.

XXX- SULTÂN II. MAHMUD DEVRİ (YENİLEŞME=TECEDDÜD VE AVRUPAYI TAKLİT DEVRİ)

142. II. Mahmûd'un şahsiyeti, ailesi ve zamanındaki mühim olaylar hakkında kısa bilgiler verir misiniz?

II. Mahmûd, I. Abdülhamid'in Nakş-ı Dil Valide Sultân'dan dünyaya gelen küçük oğludur. 28.7.1808 tarihinde Osmanlı tahtına sıkıntılı bir şekilde oturdu. Amca-zâdesi III. Selim'den devlet idaresi, musiki ve devlet adamlarıyla münasebetler konusunda epeyce ders almıştı. Adlî mahlası ile şiirler yazan ve Mayıs 1813'den itibaren Gazi unvanını kullanan II. Mahmûd, yaptığı ıslâhatlarla ve özellikle de Osmanlı Devleti'nin yüzünü batıya çevirmekle meşhurdur. Bazı tarihçiler onu Kanuni'den sonra en büyük padişah olarak vasıflandırırken, bazıları da batılılaşma yolundaki şekilde kalmış teşebbüslerinde dolayı tenkit etmektedirler. II. Mahmûd'un saltanat yıllarını, vak'a-i hayriye adı verilen yeniçeri ocağının kaldırılışına göre iki safhaya ayırmak yerinde olur:

Birinci Saltanat Safhası: Tahta çıktığında devletin halletmek mecburiyetinde bulunduğu iki mesele vardı: Birincisi, III. Selim'in şahadetine sebep olan canilerin cezalandırılması ve ikincisi de devletin içine düştüğü sıkıntıdan kurtulabilmesi için gerekli ıslâhatın yapılması. Önce devletin eyaletlerdeki elini gevşetmesinden dolayı idareyi ele alan derebeyler ve a'yânları, devlete itaat eder hale getirme meselesi ele alındı ve davet edilince askerleriyle İstanbul'a gelen a'yân ve derebeylerinin, Alemdar Mustafa Paşa'ya olan güvenleri sebebiyle umumi bir meşveret meclisi toplandı. Neticede Sened-i İttifak adıyla devletin vükelâsıyla a'yân ve derebeyler arasında bir sened imzalandı. Buna göre her yerde devletin kanunları ve emirleri geçerli olacak; vergiler sadece devlet hazinesinde toplanacak; devlet namına asker toplanacak ve ancak a'yân ve derebeylerin haklarına da müdahale edilmeyecekti. Kısaca Anadolu Beylikleri haline gelen Osmanlı Devleti, yeniden büyük devlet olmaya söz veriyordu (Eylül 1808). Bunu, Alemdar Mustafa Paşa'nın arzusuyla Ekim 1808'de Nizâm-ı Cedid'i ihya manasına gelen Sekbân-ı Cedid askerinin kurulması takip etti ve başına da Rusçuk Yaranından Behîc Efendi Umûr-ı Cihâdiye Nâzın olarak tayin edildi.

Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa, Rusçuk Yârânı denilen ekibin elemanlarını ö-nemli makamlara getirmişti. İyi niyetli ama kültürü zayıf olan bu devlet adamı, III. Selim'in şahadetine engel olamadığı için çevresi tarafından tenkit ediliyor idiyse de, II. Mahmûd ona güveniyordu. Yeniçeri ise ona karşı bileniyordu. Ulemâ sınıfı, usul ve âdâb bilmediğinden dolayı, bazı çiğ hareketleri sebebiyle aleyhine geçtiler. Kasım 1808'de yeniçeriler sarayını bastılar; kendi adamları dışında savunmaya yardım gelmeyince, kendini hapsetti ve cephanenin bulunduğu binayı tabancasıyla ateşe vererek şehid oldu. Hadise karışınca, Şeyhülislâmın fetvası alınarak IV. Mustafa da boğduruldu (Ka-

140 Asım Tarihi, c. 2, sh. 34-42, 191-208; Cevdet Paşa, Tarih, c. VIII, sh. 230-456; c. IX, sh. 2-41; Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, sh. 84-88; Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, sh.119; Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, c. II, sh. 245

238


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN 05MMJ

sim 1808). İsyan eden yeniçeriler, işi azıttı ve Topkapı Sarayı'na hücum ettiler. Bunun üzerine 4000 kişilik sekbân-ı cedid askeri yanında donanmay-ı hümâyûna bağlı gemilerden Yeniçeri Ağasının bulunduğu yere toplar atılarak saltanat muhafaza edilmeye çalışıldı ve hatta Süleymaniye Camiinin bir minaresi yara aldı. Neticede ulemânın tavassutu ile 18 Kasım 1808'de sekbân-ı cedid lağvedildi ve kısmî tavizlerle isyan bastırıldı.

IV. Mustafa zamanında (25.8.1807) Osmanlı ile mütâreke imzalayan Rusya, Fransa ile olan savaşına rağmen, iç karışıklıkları fırsat bilerek, Romanya'yı elde etmek ümidiyle Osmanlı Devleti'ne karşı savaş ilan etti. Temmuz 1809'da Sadrazam Yusuf Ziyâeddin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusuna yenilen Rus ordusu, önce geri çekildi; ancak sonradan tecâvüzlerini sürdürerek Poti'ye kadar geldi. Ağustos 1810'da Varna'yı almak istediler; başarılı olamayıp geri çekildiler. Napolyon Bonapart'ın ısrarla Rusların işini bitirelim teklifine, güvenilmeyen kişiliğinden dolayı menfi cevap veren Osmanlı Devleti, 28.5.1812 tarihinde Ruslarla Bükreş Muahedesini imzaladı. Romanya'yı iade eden Ruslar, Bükreş çevresinde bir Sırp Prensliği kurdurulmasını kabul ettirmekle asıl tavizini almıştı. Bu olay, Yunan İhtilâlinin de çıkmasına sebep oldu.

Sırpların muhtariyet elde etmesi, Patras Başpiskoposu Germanos'un liderliğinde 12 Şubat 1821'de Rum İsyanının yani Yunan İhtilâlinin başlamasına sebep oldu. Tohumları daha önceleri atılan bu ihtilâl neticesinde Yunanlılar, Mora'yı ele geçirdiler. İşin arkasında 1814'de gizli olarak Odesa'da kurulan Ethniki Hetaria ve Fener Patriği Gregorios ile Fener Beyleri vardı. Osmanlı Devleti, asırlarca Müslümanlar gibi hak ve hürriyetlerine riâyet ettiği Rumların böyle bir isyan çıkarmalarına şaşırdı ve yüzlerce Müslümanın kanının akmasına yol açan bu hareketi tahrik eden Cihan Patriğini, Fener Patrikhanesinin Orta Kapısı önünde Nisan 1821 tarihinde idam etti. Ancak Rusya'nın desteğini arkasına alan Rumlar, başlarına Prens Mavrokordato'yu geçirerek, Ocak 1822'de Yunanistan'ı kurduklarını ilan ettiler. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'yı kuvvetleriyle yardıma göndermesi üzerine, Haziran 1827'de Yunan İhtilâli bastırıldı. Yeniçeri yine beceriksizliğini ortaya koymuştu.

Artık halk ve devlet nezdinde yeniçerinin sonu gelmişti. Haziran 1826'da yani II. Mahmûd'un 17. Saltanat yılında Vak'a-i Hayriye adıyla yeniçeri ocağı lağv edildi.

İkinci Saltanat Safhası: Yeniçeri ocağı lağvedilip yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adıyla eğitimli ve düzenli bir askerî teşkilât kurulunca, devletin içerdeki problemlerinden biri ortadan kalkmış oldu. Bunu diğer ıslâhatlar takip etti. Osmanlı Devleti'nin eyâlet askerleri dışında düzenli bir ordusu kalmadığını gören Rusya durumdan istifade etmek istedi; ancak Osmanlı Devleti, Ekim 1827 tarihli Akkerman Muahedesini imzalayarak Sırbistan ve Romanya'nın muhtariyetlerini biraz daha arttırıp tehlikeyi önlemeye çalıştı. Bu arada düvel-i mu'azzama adı verilen İngiltere, Fransa ve Rusya, aralarında Temmuz 1827 tarihli Londra Protokolünü imzalayarak Yunan meselesini kaşımaya karar verdiler ve Osmanlı Devleti'ne otonom bir Yunan Prensliği için tazyik etmek üzere donanmalarıyla İyonya Denizine kadar geldiler. Sulh halinde oldukları bir devlete aniden yaptıkları Navarin Baskını ile Osmanlı Donanmasını hatırdılar (Ekim 1827). Üç devlet de özür diledi; ancak ordusuz olmasına rağmen Osmanlı Devleti Rusya'ya harb ilan etti (Nisan 1828). Fakat Ruslar, doğuda Ahıska'ya ve batıda ise Varna'ya kadar gelince durum tehlike arz etmeye başladı. Batıda Silistre'yi ve doğuda ise Erzurum'u teslim alan Ruslar, Ağustos 1829'da Edirne'ye girdiler. Bunun üzerine duruma İngiltere, Fransa ve Prusya müdahale ettiler. Ancak Fransa Eylül 1829'da Mora'yı


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin