Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə35/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   83

3) Müslümanların ve de resmen devletin bu teknolojiye sıcak bakmamasının sebepleri ise, Batılı tarihçiler tarafından da kabul edilmektedir. Bu sebeplerin bir kısmını biraz sonra zikr edeceğiz. Ancak bu sebepler ne olursa olsun, Osmanlı Devleti'nin teknolojiye ve yeni fenlere uzak kalması mazur gösterilemez. Bunları özetlerken şu hu-

124 Râşid, Tarih, c. III, sh. 366-372 (Konu bütün ayrıntıları ile anlatılmaktadır); Mustafa Nur! Paşa, Netâic'ül-Vukû'ât, c. III, sh. 20-22; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. IV, Kısım I, sh. 83-95; c. IV, Kışımı II, sh. 280-285; Silahdâr, Nusretnâme, c. II, Kısım 2, sh. 268-275; Ahmed Muhtar, "Rus Menâbiine Göre Baltacı Mehmed Paşa'nın Prut Seferi", TOEM, nr.45 (1333), sh. 160-185; C. VIII, nr. 46, sh. 238-256; Aktepe, Münir, "Baltacı Mehmed Paşa", TDVİA, V, sh. 35-36.

susların özellikle I mürşidi olması ha Osmanlı Devleti, gtfsrtğ gibi, matbaadan ı mektedir. Maa1""" loncaların ve Marsigli, 1727 > bile doğru kabul( lemciler, mü'cı sinde önemli ı tedir: "Ger; yasak bir iş ( masının geclkı

4) Üzülerek! sâdî ve ilmî g hakikattir. Hatta ı ayıramayan bini da yaşanmıştır.! yayınlanan I kitap basanları lı

5) Bütün Ihı i yani Müteferrika'» basılmıştır; a

6) Düzenli (i netice vermedf (¦ 1 muştur. 1720 yıtöjj görevlendirilen \ babasıyla berata celeme in kurma gayrdı

rek Müslüman t samimi bir (i rek Sald I aldıkları ı takdim t açıklanan I Yenişehirli f "Basma a larak basması, M kimselerin tasKİ

Buf


kurulan ı şimdilik tefe I fetvaya kar hizmetler, ini

BİLİNMEYEN OSMANLI

213

susların özellikle belirtilmesinde yarar vardır. İslâmiyet, bütün ilimlerin efendisi ve mürşidi olması hasebiyle, herhangi bir bilimsel yeniliğe karşı çıkması mümkün değildir. Osmanlı Devleti, gerileme ve duraklama devrine girince, dünyadaki her yeni güzellik gibi, matbaadan da yeterince yararlanamamıştır. Bu hali İslâmiyet de tasvip etmemektedir. Maalesef bu konuda Osmanlı Devleti'ndeki esnaf teşkilâtları demek olan loncaların ve bu loncalara bağlı hattatların menfi anlamda rolleri olmuştur. Kont Marsigli, 1727 yılında İstanbul'da 90.000 hattatın bulunduğunu söylemektedir ki, yarısı bile doğru kabul edilse, yine de büyük bir rakamdır. Bunlara bağlı olarak sahaflar, kalemciler, mücellitler, divitçiler ve benzeri esnafın baskısı da, resmî matbaanın gecikmesinde önemli rol oynamıştır. Kont Marsigli'nin şu cümleleri dediklerimizi teyit etmektedir: "Gerçekten Türkler, kendi kitaplarını bastırmazlar. Bu dahi zannedildiği gibi, matbaanın onlar için yasak bir iş olduğundan ileri geldiği kesinlikle doğru değildir". O halde, matbaanın resmen kurulmasının gecikmesini, dinî taassuba bağlamak doğru değildir.



4) Üzülerek ifade edelim ki, Osmanlı Devleti'nin Kanuni'den sonra, dünyadaki iktisadî ve ilmî gelişmelere lakayt kaldığı ve bunun cezasını da daha sonraları gördüğü bir hakikattir. Hatta matbaanın caiz olmadığını iddia eden ve maalesef sağını solundan ayıramayan bazı âlimlerin çıkmış olması da mümkündür. Ancak aynı hadise, Avrupa'da da yaşanmıştır. Papa Alexandre VI, 1501 yılında yayınladığı emirname ile ruhsatsız yayınlanan kitapların yakılmasını emr ettiği gibi, Fransız Kralı II. Henry de, ruhsatsız kitap basanları idamla tehdit etmiştir.

5) Bütün bu gelişmelerden sonra ilk matbaa IV. Mehmed (1648-1687) devrinde yani Müteferrika'nm matbaasından yaklaşık bir asır evvel kurulmuş ve bazı kitaplar da basılmıştır; ancak harfleri hakkıyla tanzim edilemediğinden devam ettirilememiştir.

6) Düzenli çalışır halde ilk resmî matbaa ise, IV. Mehmed devrindeki teşebbüs tam netice vermediği için, III. Ahmed devrinde Damad İbrahim Paşa'nın teşvikleriyle kurulmuştur. 1720 yılında Sadrazam İbrahim Paşa tarafından Paris'e Osmanlı sefiri olarak görevlendirilen Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin oğlu Said Mehmed Çelebi, babasıyla beraber Paris'e gitmiş ve orada bulundukları yıllarda matbaayı yakından inceleme imkânı bulmuştur. Geri döndüğünde meseleyi devlet yetkililerine açınca, hemen kurma gayretleri başlamıştır. Bu arada Macaristan'da doğan ve 1693 yılında esir edilerek Müslüman olan İbrahim Müteferrika, yazdığı Risâle-i İslâmiye adlı eseriyle samimi bir Müslüman olduğunu ispatlamış ve Damad İbrahim Paşa'nın dikkatini çekerek Said Mehmed Çelebi'ye yardım etmesi karar altına alınmıştır. İkisi birlikte, kaleme aldıkları matbaa ile ilgili Vesîlet'Ut-Tıbâ'a adlı layihalarını sadrazama 1726 yılında takdim etmişlerdir. Matbaanın kurulması için dinen ve aklen hiç bir engelin bulunmadığı açıklanan Layiha üzerine, mesele Şeyhülislâmlık makamına sorulmuş ve Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi de şu tarihî cevabı vermiştir:

"Basma san'atında mahareti olan kimesnenin, tashihli ve hatasız olarak, kısa zamanda ve zahmetsiz o-larak basması, kitapların nüshalarının çoğalmasına, ucuz fiyatlarla yayılmasına sebep olur. Ancak âlim kimselerin tashih etmesi gerekir".

Bu fetvadan sonra Zilka'de 1139/Temmuz 1727 tarihli Padişah Fermanı çıkmış ve kurulan matbaada ilk olarak 1729 tarihinde Vankulu Lügati basılmıştır. Fermanda şimdilik tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm kitaplarının basılmaması açıkça belirtilmiştir. Bu fetvaya karşı çıkanlar elbette ki olmuştur. Ancak Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar, bu hizmetler, daha da modern şekillere girerek devam etmiştir.

214


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN ¦

7) Önemle ifade edelim ki, Avrupa'da Kur'ân ve diğer dinî eserler 1514 yılında İ-talya'da basılmaya başlanmış ve III. Murad dışarıda basılan bu Kur'ân ve diğer dinî eserlerin devlet sınırları içerisinde serbestçe yayılmasına izin vermiştir.

Netice olarak, matbaa, 272 sene değil 33 sene sonra Osmanlı Devleti'ne girmiştir. Ancak resmî matbaanın kurulması ve kitap basılması, zikredilen sebeplerle maalesef 200 yıl veya düzenli matbaa hesaba katılırsa 272 yıl gecikmiştir. Televizyonun Türkiye'de ve hem de 20. Yüzyılda elli sene geciktiği ve Intemet'in ancak 5-10 yıl gecikmeyle ülkemize girdiği, belli sebeplerle nasıl açıklanıyorsa, matbaanın gecikmesi de öylece açıklanabilir. Yoksa İslâmiyetin ilme ve teknolojiye karşı çıkma iddialarıyla bunun ilgisi yoktur125.

127. Lale Devrinde yapılan eğlenceler nelerdir ve gayr-i meşru eğlenceler var mıdır?

Hem III. Ahmed ve hem de damadı ve sadrazamı olan İbrahim Paşa, sulha meyilli, sakin ve eğlenceli hayatı seven, sevimli ve mülayim insanlar idiler. Bu yaratılışları gereği olarak, 1718-1730 tarihleri arasında, elimizdeki tarih kitaplarının da ortaya koyduğu gibi, ziyafetten ziyafete koşturdukları ve meşru dairede eğlenceli bir hayat yaşadıkları görülmektedir. Burada önemle vurgulanması gereken şudur: Padişah ve sadrazamının meşru dairede neşeli ve eğlenceli hayat yaşaması ayrı şeydir; İstanbul'da bu dönemde insanların barış ve huzurun kıymetini bilmeyerek, gayr-i meşru eğlencelere dalacak kadar aşırıya gitmiş olmaları tamamen ayrı şeydir. Bu ikisini birbirine karıştırmak tarihe iftira olur. Ancak Padişah ve Sadrazamın meşru dairede de olsa eğlence ve ziyafetlerde fazla vakit geçirmeleri, elbette ki insanların da gayr-i meşru işlere girmesine zımnî bir sebep olarak algılanabilir. Bu bakış açısından Lale Devri değerlendirildiğinde şu manzara ortaya çıkmaktadır:

A) Lale Devri denilen bu devrede, büyük masraflarla inşa edilen Kağıthane'deki Sa'dâbâd Köşkünde, Üsküdar'daki Şeref-âbâd'da, Beylerbeyindeki Bağ-ı Ferah Bahçesinde, Çırağan Bahçesinde, İbrahim Paşa'nın Beşiktaş Mevlevihanesine bitişik özel Yalısında ve benzeri çok sayıda saray ve bahçelerde, Padişah'ın da ara sıra katıldığı helva sohbetleri ve Lâle eğlencelerinin yapıldığı doğrudur. Hatta bu eğlencelerin bazılarına meşru dairede kalmak şartıyla, sazendeler de davet edilmiştir. Lale eğlenceleri sebebiyle laleye düşkünlük artmış ve hatta lalenin 234 çeşidi yetiştirilmiştir. Padişahın buna özel önem verip ferman yayınladığı da doğrudur.

125 BA, Mühimime Defteri, nr. 134, sh. 156; nr. 135, sh. 303; Küçük Çelebi-zâde, Tarih (Zeyl-i Tarih-i Râşid), c. VI, sh. 470-473; Subhi Tarihi, İstanbul 1198, Mukaddime'deki Matbaa ile alakalı Lâyiha; Tayyâr-zâde Ahmed Atâ, Tarih-i Atâ I-V, İstanbul 1293, c. I, sh. 157-158; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. IV, Kısım I, sh. 158-162; Marsigli, Comte, Osmanlı İmparatorluğunun Zuhur ve Terakkisinden İnhitatı Zamanına Kadar Askerî Vaziyeti (Çev. Nazmi), Ankara 1934, sh. 49; Gündüz, Mahmûd, "Matbaanın Tarihçesi ve İlk Kur'ân-ı Kerim Basmaları", Vakıflar Dergisi, XII, Ankara 1978, sh. 335-350; Baysal, Buğra, Müteferrlka'dan Birinci Meşrutiyete Kadar Osmanlı Türklerinin Bastıkları Kitaplar, İstanbul 1968; Thomas Francis, The Invention of Printing in China and ıts Spread Westward, New York 1955; Necatioğlu, Halil, Matbaacı İbrahim Müteferrika ve Risâle-i İslâmlyye (Tenkitli Metin), Ankara 1982; Berkes, Niyazi, "İlk Türk Matbaası Kurucusunun Dinî ve Fikrî Kimliği", Belleten, c. XXVI, sayı 104 (1962), sh. 724-736; Acaroğlu, M.Türker, "Dünyada Basılan İlk Türkçe Kitap", Belleten c. L, sayı 197(1986), sh. 507-530. Bu konuda kaynak fazladır; ancak biz bu kadarla iktifa ediyoruz. Şuna da dikkat çekelim ki, Tarih-i Atâ'da belirtilen hususa daha önceki araştırmacılar dikkat çekmemişlerdir.

Ancak bu l lenceleri ve ( ilim, fikir ve e ziyafet ve I eğlence v«| tıların i

1

zurundal nin ve 1 hem de! edenler, I fet me birer t Tebriz* âlimdir.



i:

eğlen rin meşru t de İstan! maz, I esrar K Şe vâda.ı

get<

tanbul'dali zulduğu«



meşine manasa

Tarihi (?«<> 259» (Sa'd» 162-Î71

N OSMANLI

§314 yılında İ-p»t diğer dinî

niştir.

^'esef Türki-ecik- de nyla bu-



ıceler

a meyilli, lan ge-aya koydu-ıtyaşadık-t sadraza-bu

ieğlencelere ¦e karıştır-peğlence ve regirmesi-P#ildiğin-

jjlıane'deki |ı Ferah s bitişik

»çelerin İ! eğlenilir. Padi-

It-iRâşid), c.

'edAtâ,

"arsigli,



jş.Nazmi),

Jsi, XII,

ötıkları

|lew York

ti Berkes,

|724-736;

I konuda

a daha


BİLİNMEYEN OSMANLI

215


Ancak bu ziyafetleri anlatan tarih kitapları tetkik edilirse, helva sohbetleri, lale eğlenceleri ve diğer tertip edilen ziyafetlere, başta Şeyhülislâm olmak üzere, o devrin ilim, fikir ve edebiyat adamları da mutlaka katılmıştır. Şeyhülislâmın da içinde yer aldığı ziyafet ve eğlencelerin, gayr-i meşru olduğu düşünülemez ve zaten tarih kitapları bu eğlence ve ziyafetlerde neler yapıldığını bütün ayrıntılarıyla anlatmaktadırlar. Bu ayrıntıların içinde haram olan bir şey göze çarpmamaktadır.

Ayrıca yapılan eğlence ve sohbetler sadece bunlardan ibaret değildir. Padişah huzurunda da, sadrazam huzurunda da, Şeyhülislâmın, Rumeli ve Anadolu Kazaskerlerinin ve İstanbul çevresinde meşhur olan âlimlerin de huzurunda, hem Saray'larda ve hem de Sadrazam Köşklerinde, tefsir, hadis, fıkıh ve tarih dersleri yapılmıştır. Merak edenler, bu konuyu ayrıntıları ile veren, Âsim Tarihi'ne bakabilirler. Bu arada bu ziyafet meclislerinin müdavimi olan Nedim ve Seyyid Vehbi gibi şairlerin, aynı zamanda birer İslâm âlimi olduklarını da eklememiz gerekmektedir. Mesela Seyyid Vehbi, bir ara Tebriz Kadılığına tayin edilmiştir. Tarihçi Râşid de, Halep Kadılığına kadar yükselen bir âlimdir.

Ancak bu ziyafet ve eğlenceler, halkın içinde ahlaksızlığı bir nevi teşvik etmesinden ve daha sonra da Damad İbrahim Paşa aleyhtarlarının (Eski İstanbul Kadısı Zülalî Hasan Efendi ve Ayasofya Vaizi İspiri-zâde gibi) onu yıpratma kampanyası başlatmasından dolayı, hakkında bazı gayr-i meşru işlere karıştığı iddiaları da bulunmaktadır. Bunların ne derece doğru olduğunu bilemiyoruz.

B) Padişah ve sadrazamın meşru dairede de olsa, vaktinin çoğunu ziyafetler ve eğlencelerde geçirmesi, halk arasında, maalesef ahlaksızlığın yayılmasına ve eğlencelerin meşru daireden gayr-i meşru daireye kaymasına yol açmıştır. O halde. Lale Devrinde İstanbul'da gayr-i meşru hayatın, diğer dönemlere oranla arttığı asla inkâr olunamaz. Mesela, eğlenceli ve ziyafetli hayatlar, halk arasında bazı gençlerin afyon ve esrar kullanmasına yol açmış ve meselenin çok ciddi bir noktaya ulaşmasından dolayı, Şeyhülislâmdan bu konuda fetva talebinde bulunulmuştur. Şeyhülislâm da verdiği fetvada, afyon ve esrar kullanmanın İslâm Hukukuna göre haram olduğunu, kullananların ve satanların sürgün ve para cezası gibi çok şiddetli ta'zîr cezaları ile cezalandırılmalarını, kullanılmasının helal olduğunu iddia ederek teşvikte bulunanların idam edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Buna şunu da ilave etmek gerekmektedir: 1144/1731 tarihli bir fermana göre, İstanbul'da kadınların giyim ve kuşamlarının gayr-i meşru fiillere yol açacak şekilde bozulduğu ve bu yüzden İstanbul'da bazı gayr-i meşru fiillerin meydana geldiği, bu sebeple İslama aykırı giyimlerin yasaklanması ve bunun yol açtığı ahlaksızlıkların önlenmesi için her türlü tedbirin alınması gereği hükme bağlanmıştır.

Bu olaylar, Lale Devrinde, halk arasında bazı gayr-i meşru alışkanlıkların yerleşmesine yol açtığını açıkça göstermektedir. Ancak bu gayr-i meşru işlerin, Saraya girdiği manası asla çıkarılamaz126.

126 BA, Mühimme Defteri, nr. 134, sh. 190; Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, tır. 7737; Küçük Çelebi-zâde, Âsim Tarihi (Zeyl-i Tarih-i Râşid), c. VI, sh. 42-43, 100-101, 134-135, 137 (Esrar ve Afyon Yasağı), 223-224, 233-234, 259-260 (Tefsir Dersi), 265, 363-364, 370, 377, 384, 453, 464; Râşid Tarihi, c. V, 19, 29, 45, 88, 177, 366, 444 (Sa'dâbâd), 527-528, 555; Tarih-i Subhî, İstanbul 1198, vrk. 34/a-b; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. IV, Kısım I, sh. 162-171. ..... .....,.._¦ ......................., .......,. ,.

216


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN OSMANLİ

128. Lale devrinde sadece keyif ve eğlence mi yapılmıştır? Fikir ve kültür hayatına yönelik bir şey yapılmamış mıdır?

129. Patrona Halil ri ile ilgisi var S

I

' III. Ahmed'in 1718-1730 tarihleri arasında ve Nevşehirli İbrahim Paşa'nın sadâreti ile geçen devresine Lale Devri dendiğini daha evvel ifade etmiştik. Acaba bu devir sadece eğlencelerle mi geçmiştir? Bu sorunun cevabı verilmelidir.



Eski adı Muşkara olan ve İbrahim Paşa'nın gayretiyle köyden şehire dönüşen Nevşehir'de doğan İbrahim Paşa, 1689 yılında Saray'a intisap etmiş ve 1717 yılında III. Ahmed'in kızı Fatma Sultân ile de evlenince iyice Padişah'm gözüne girmeye başlamıştır. III. Ahmed'in çok güvendiği İbrahim Paşa, Mayıs 1718 tarihinde sadrazamlığa getirilmiştir. Kendisi tamamen sulh taraftarı ve sakin yaşamayı seven bir insandır. III. Ahmed'in de şahsiyeti buna uyum sağlayınca, bu dönem Lale devri olarak tarihe geçmiştir.

Bu dönem sadece eğlence ile geçmemiştir. Zira Matbaanın açılması başta olmak ü-zere, Osmanlı Devleti'nin fikir ve kültür hayatına dair çok önemli katkılar bu devirde sağlanmıştır.

Evvela, kendisi de tahsilli olan İbrahim Paşa, ilim ve san'at adamlarını sonuna kadar desteklemiştir. Eğer Osmanlı vekâyi'nüvislerinin İbrahim Paşa dönemini anlatan yüzlerce sayfalık tarih kitaplarını ve mesela Çelebi-zâde'nin Râşid Tarihi Zeylini incelerseniz, hem Padişah'm ve hem de İbrahim Paşa'nın dinî ilimler ve diğer ilimlerde uzman olan âlimlerle hususi dersler düzenlediğini, tanzim edilen ziyafetlerde Şeyhülislâm ve benzeri şahsiyetlerin daima hazır bulunduğunu görürsünüz.

İkinci olarak, Damad İbrahim Paşa tarihe çok meraklı olduğundan, Osmanlı ve Türk Tarihi ile ilgili en önemli çalışmalar bu dönemde yapılmıştır. Aynî'nin Ikd'ül-Cümân isimli meşhur tarihi, Hondmir'in Farsça çok geniş bir tarih olan Habîb'üs-Siyer adlı eseri, Mevlevi Ahmed Dede'nin Câmi'ud-Düvel adlı muazzam eseri, hep bu dönemde kurulan ilim heyetleri tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.

Üçüncü olarak, Damad İbrahim Paşa'nın bir küçük köy olan Muşkara'yı bir şehir haline getirerek imar etmesi, başta İstanbul'daki Dâr'ül-Hadis Medresesi olmak üzere çok sayıda vakıf eserler meydana getirmesi, başta çinicilik olmak üzere kaybolmaya yüz tutan bazı Türk sanatlarını ihyaya çalışması ve nihayet Matbaa gibi önemli bir müesseseyi yerleştirmesi, onun sadece eğlence ve ziyafetlerle vakit geçirmediğini açıkça göstermektedir.

Dördüncü olarak, Nedim, Seyyid Vehbi, Tarihçi Râşid, Nahîfî ve Ahmed Neylî gibi edip ve şairler, Damad İbrahim Paşa'nın himayesiyle ölmez eserlerini vermişlerdir.

Osmanlı Devleti, ilim ve teknoloji konusunda, Gerileme Devrinden beri, ilk defa bu dönemde Avrupa'yı takip eder hale gelmiştir. Ayrıca devleti idaresinde Sokullu ve Köp-rülü'ye ulaşması mümkün olmayan bu devlet adamının, İslâmi açıdan istikameti ve dindarlığı itibariyle onlar gibi olduğu tarihçilerin verdiği bilgiler arasındadır127.

127 BA, Mühimme Defteri, nr. 129, sh. 45, 185; nr. 132, sh. 91 (1724 tarihli hüküm); nr. 133, sh. 237, 244 (1726 tarihli hüküm); Atâ Tarihi, c. II, sh. 159-160; Küçük Çelebi-zâde, Tarih (Zeyl-i Tarih-i Râşid), c. VI, sh. 2-625; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. IV, Kısım I, sh. 147-162; c. IV, Kısım II, sh. 310-316.

Bu olayı da, bir mükâfatın

çekten Lale De kaynaklardaki bil halinde kalsa bile< meşru eğlen mağlubiyet ve söz konusu olan

İran

1143/1730'da masını arzu Padişah, buna bilen fitne hinde de' alevlenmeye kademelerine fetler yüzünden ateşlemek için Câmiinin Kaş Muhammed'den tarihe Patrona



Bu isyanın Çınar Ahmed ve önce Damad İbı Hâriç Müde fendi gibi I teşebbüsleri ii ve İbrahim edildi. Sadrazam da yetinmedi'-: Zülâlî Hasaı ¦: küstah tavırlarıyla istediler. Iste.e Mustafa'nın 05

Âsiler !K9] başta Sa'dâbâd sürerek yıkılmasıyla, hal malar ve de son bı

bilgilen

feü


BİLİNMEYEN OSMANLI

217


129. Patrona Halil isyanının mahiyeti nedir ve neden çıkmıştır? Lale devri ile ilgisi var mıdır?

Bu olayı da, "her musibet, geçmişteki bir cinayetin neticesi ve gelecekteki

bir mükâfatın da mukaddimesidir" kaidesine göre açıklamak gerekmektedir. Gerçekten Lale Devrinde, Padişah Saraylarında ve Sadrazam Köşklerinde, bize ulaşan kaynaklardaki bilgilere göre, gayr-i meşru bir fiil görülmese ve hatta sadece dedikodu halinde kalsa bile, o dönemin İstanbul'unda halk arasında bazı ahlaksızlıkların ve gayr-i meşru eğlencelerin yayıldığı kesindir. İslama sımsıkı sarılmayan devletler, hemen mağlubiyet ve açlık gibi umumi felaketlerle cezalandırılmaktadır. İşte Lale Devri için de söz konusu olan budur.

İran cephesinden Osmanlı Devleti aleyhinde haberler gelmeye başlamıştır. 1143/1730'da Sadrazam İbrahim Paşa, İran Savaşı için Padişahın bizzat sefere katılmasını arzu etmektedir. Ancak şahsiyeti ve alıştığı hayat itibariyle buna hazır olmayan Padişah, buna gönülsüzdür ve red cevabı vermekte gecikmemiştir. Tam bunu fırsat bilen fitne ateşi, sadrazamın aleyhine bazı şeyler yaymaya başladığı gibi, Padişah aleyhinde de "mahmûd'ül-hisâl bir Padişah isteriz" diye dedikodu yaptırmak şeklinde alevlenmeye başlamıştır. Sadrazamın, başta damatları olmak üzere, yakınlarını devlet kademelerine getirmesinden rahatsız olanlar, bu dönemde yapılan eğlenceler ve ziyafetler yüzünden bunların gayr-i meşru olduğunu ileri sürenler, altı yedi aydır bu fitneyi ateşlemek için uğraşan bahriyeli, bir nefer olan Patrona Halil ve arkadaşlarının, Bâyezid Câmiinin Kaşıkçılar Kapısı tarafında, "Şer' ile davamız vardır; Ümmet-i Muhammed'den olanlar dükkânlarını kapayıp bizimle gelsin" demeleriyle birlikte, tarihe Patrona Halil İsyanı diye geçecek olan kargaşayı başlatmışlardır.

Bu isyanın başını çekenler, Muslubeşe, Küçük Muslu, Kutucu Hacı Hüseyin, Çınar Ahmed ve Ali Usta gibi ayak takımları ile bunların fikir babası olan ve daha önce Damad İbrahim Paşa'dan zarar gören eski İstanbul Kadısı Zülâlî Hasan Efendi, Hâriç Müderrislerinden Deli İbrahim ve Ayasofya Vaizi İspiri-zâde Ahmed E-fendi gibi insanlardır. Şeyhülislâm Abdullah Efendi'nin şerî'at adına araya girme teşebbüsleri de fayda vermeyince, âsilerin isteklerine uyularak sadrazam, Şeyhülislâm ve İbrahim Paşa'nın yakınları olan bütün damatları görevden alındı ve çoğu sürgün edildi. Sadrazam iki damadı ile birlikte boğuldu. At Meydanında toplanan asiler bununla da yetinmediler; kendi adamları olan ve Rumeli Kazaskerliğine getirilmesini istedikleri Zülâlî Hasan Efendi ile İstanbul Kadılığına getirilmesini arzu ettikleri İbrahim Efendi'nin küstah tavırlarıyla Padişah'ın feragat ederek yerine Sultân Mahmûd'un padişah olmasını istediler. İstekleri üzerine, III. Ahmed, 2 Ekim 1730'da Osmanlı tahtını biraderi II. Mustafa'nın oğlu Sultân Mahmûd'a terk etti.

Âsiler bununla da kalmadılar. İbrahim Paşa aleyhine kadına düşkünlüğünü ve başta Sa'dâbâd olmak üzere köşkler aleyhine de fitne ve fesada vesile olduklarını ileri sürerek bu köşklerin yakılmasını istediler. Yakılmasına gönlü razı olmayan ve ancak yıkılmasına izin veren Padişah'ın fermanı ve İstanbul Kadısı İbrahim Efendi'nin fetvasıyla, halk ve devlet, Kağıthane'deki yüzlerce köşkü yıktılar. İsyan süresince yağmalamalar ve her türlü rezalet yaşandı. Neticede 13 gün süren isyan 11 Ekim 1730 tarihinde son buldu. Önce sadrazamlığa göz diken Patrona Halil, devlet işlerinden anlamadığı

I

218


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN OSP- .

ileri sürülerek Revan Seraskerliğine tayin edilmiştir. Ancak Kırım Hanı ve Şeyhülislâmın da yardımıyla, Kasım 1730'da Sofa Köşküne davet edilen zorbacıların başı Patrona Halil ile Muslubeşe hemen katledilmiş ve asi liderlerinden 18'inin cesedi III. Ahmed Çeşmesinin yanına atılmıştır. 1731'deki ikinci bir isyan hareketi ise sonuçsuz kalmıştır.

Hadisenin, Lale devrinde yaşanan İslama aykırı hallerin bir cezası olduğu açıktır. Ancak Patrona Halil ve arkadaşlarının da, İslama hizmet gayesiyle değil, kendi şahsî kin ve menfaatlerini tatmin gayesiyle bu işe kalkıştıkları da gün gibi ortadadır. İbret alınırsa önemli bir olaydır128.

XXIV- SULTÂN I. MAHMUD DEVRİ

130. I. Mahmûd, şahsiyeti, ailesi ve zamanındaki mühim olaylar hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

II. Mustafa'nın Sâliha Sebkatî Sultan'dan 1696 yılında dünyaya gelen oğludur. 2 Ekim 1730 tarihinde III. Ahmed'in yerine tahta geçmiştir. Rumeli Kazaskeri Feyzullah-zâde İbrahim Efendi başta olmak üzere çeşitli hocalardan dersler alan I. Mahmûd, âlim, şâir ve bestekârdır. Akıllı, dikkatli, ihtiyatlı, meşverete ehemmiyet veren ve kültürü yüksek olan bir padişahtır. Sebkatî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Biraz önce anlattığımız gibi, ilk işi Patrona Halil başta olmak üzere, ayak takımından oluşan isyancıların isteklerini yerine getirmek ve İbrahim Paşa ile yakınlarını devletin önemli makamlarından bertaraf etmek olmuştur. Ancak Kasım 1730'un sonuna doğru Patrona Halil başta olmak üzere bütün âsileri ortadan kaldırmış ve devleti huzura kavuşturmuştur. Babasının ve amcasının akıbetlerinden ve özellikle de III. Ahmed'in kendisine olan vasiyetinden ders alarak, Şeyhülislâmlık ve sadrazamlık makamında uzun süre kimseyi durdurmamıştır.

Şeyhülislâmlık makamına Şeyhülislâm Feyzullah Efendi'nin iki oğlunu getiren I. Mahmûd'un, çok sayıda sadrazamları arasında en önemli yeri Hekimoğiu Ali Paşa ihraz etmiştir.

İçteki kargaşaya son veren I. Mahmûd, yıllardır devam eden İran Harbini ele almıştır. Hekimoğiu Ali Paşa'nın 1731'de Urmiye'yi feth edip Tebriz'i istirdâd etmesi üzerine Ocak 1732'de İran ile Sulh Andlaşması imzalanmış ise de, Nâdir Hân bununla yetinmedi ve 1733'deki taarruzuyla harbi devam ettirdi. Erbil'i alarak Bağdad'ı kuşatma altına alan Nâdir Şah, büyük kumandan Topal Osman Paşa tarafından Temmuz 1733'de büyük bir hezîmete mahkûm edildi ve bu sefer sebebiyle I. Mahmûd'a gâzî unvanı verildi. İran'da Safevi Hanedanına son vererek Avşar Hanedanını başlatan Nâdir Şah, yine durmadı ve Kerkük'e girdi. İki Osmanlı Paşa'sını şehid eden ve Revan, Gence ve Tiflis'i Osmanlı Devleti'nin elinden geri alan Şah, bu avantajdan yararlanarak sulh istedi. 1639 tarihinde yapılan Kasr-ı Şirin Andlaşması esasları üzerine kurulan İstanbul Andlaşması Ekim 1736 yılında imzalandı. Aslında Sünnî ve Hanefi olan Nâdir Şah, bu inancını hâkim kılmaya kalkıştıysa da, iç kargaşadan korkarak geri durdu ve ancak

i

İran'ı mu'tedıl biri Osmanlı Devletı'm! Şeyhülislâmın ve j barış halin Irak cephesini Nâdir Şal" buyiıKl olamadı. Yenıde'£ sebep o'- - ¦ Devleti'.



Iranın Osw-lerek 1";" Ruslar, -müttefıV ti'ne harp e c« ve BosnaVrr* yenildik 1739 y Müzâkc ri, Eylu1 Avusturya, alınıyordu manii manii De imtiyazlar ( Osmanlı!


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin