Mehmed Ali Paşa, Sultân Mecîd'in padişah olmasıyla tekrar sadrazam olma hevesine kapıldı. Reşid Paşa ise, Mısır meselesini diplomatik yollarla çözmeye çalışıyordu. Londra ve Paris'deki temasları neticesinde, Mehmed Ali Paşa aleyhinde bir dizi plan hazırladı. Fransa'nın Mısır yanlısı tutumu üzerine İngiliz taraftan bir siyâseti tercih etti; ancak Fransa ve Rusya'yı da açıktan kızdırmak istemiyordu. Temmuz 1840'da imzalanan Londra Muâhedenâmesi ile Mısır-Sudan irsî olarak ve Filistin ise kayd-ı hayat şar-
145 Cevdet Paşa, Tarih, c. XII, sh. 168-197, 297-309 (Eşkinciler Lâyihası), 311-315 (Yeniçerilerin İlgâsına Dâir Ferman), 316-322 (Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye Kanunnâmesi); Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, sh. 144-151.
246
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEYEN OSM»'
tıyla Mehmed Ali Paşa'ya verildi; diğer elindeki eyâletler geri alındı. Donanma da Osmanlıya iade edilecekti. Bu şartlara uyulmazsa, 4 devlet askerini Mehmed Ali Paşa'ya karşı Osmanlı'nın emrine verecekti. Bu andlaşmayı kabul etmeyen Kavalalı üzerine müttefik kuvvetler asker gönderdiler ve oğlu İbrahim Paşa'yı Beyrut yakınlarında kesin bir şekilde mağlup ettiler. Halk bu sefer Osmanlı lehine ayaklanıyordu. İbrahim Paşa çok perişan şartlar altında Kahire'ye çekildi. İngiltere yan çizince Mısır'dan çıkarılamadı ve Sultân Abdülmecid Mayıs 1841 tarihli meşhur Mısır Fermanını neşretti. Buna göre Mısır-Sudan eyâleti vali sıfatıyla Mehmed Ali Paşa ve nesli tarafından yönetilecekti. 1914 yılı sonunda Osmanlı hâkimiyeti sona erinceye kadar bu statü devam etti. Mısır iç işlerinde bağımsız ve dış meselelerde Osmanlı Devieti'ne bağlı olan özerk bölge haline gelmişti.
Reşid Paşa, Mısır meselesini ince diplomasisi ile hallettikten sonra, Temmuz 1841'de Boğazlar Andlaşmasını imzalayarak Rusların boğazları kullanmasına mani oldu. Mısır meselesinde sözü dinlenmeyen Fransa, bu sefer Lübnan'daki Maruni Hıristiyan azınlığı haçlı zihniyetiyle tahrik etmeye başladı. Osmanlı Devleti de duruma müdahale etti ve 1845'de Marunilere ve Dürzilere ait Sayda Valiliğine bağlı olmak üzere iki otonom kaza tesis etti.
Osmanlı Devleti'nin Tanzîmât ile kuvvet kazandığını ve iç problemlerini halletmeye başladığını gören Rus Çarı Nikolay, Reşid Paşa'nın diplomatik ataklarından çok rahatsızdı. Karşısında tek engelin İngiltere olduğunu bilen Çar, Petersburg'daki İngiliz büyükelçisine hasta adam diye vasıflandırdığı Osmanlı Devleti'ni aralarında paylaşma teklifini yaptı. Ancak İngiltere bu teklifi gizlice Osmanlıya bildirdi. Ancak Rusya emeline ulaşmak için Osmanlı Devieti'ne, Kudüs'teki Hıristiyan mukaddes makamlarında Katoliklerin bertaraf edilerek Ortodoksların hâkim olmasını teklif etti (Şubat 1853). Osmanlı Devleti, bu teklifi reddetti ve Mayıs 1853'de Rusya ile olan diplomatik münasebetler kesildi. Mustafa Naili Paşa sadrazam ve Reşid Paşa da Hâriciye Nâzın iken, Prens Gorçakof komutasındaki Rus kuvvetleri Romanya'ya girerek harbi fiilen başlattılar (Temmuz 1853). Bâb-ı Âli de, Fransa ve İngiltere'nin desteğini alarak Ekim 1853'de karşı harb ilan eyledi. Kafkasya ve Tuna boylarında olmak üzere iki cephede başlayan Osmanlı-Rus harbi karşılıklı galibiyet ve mağlubiyetlerle uzun süre devam etti. Katolik dünyayı temsil eden Fransız Kralı III. Napolyon sulh için Rusya'ya nota verdi. Notayı çok sert bir şekilde reddeden Çar, Fransa'nın İngiltere ile birlikte Osmanlı Devleti'nin yanında yer almalarına sebep oldu (Şubat 1854). İngiltere, Fransa ve Osmanlı'nın Mart 1854'de imzaladığı İstanbul Muahedesi, üçünün Rusya'ya karşı ittifak ettiklerinin deliliydi. Rusya'nın yanında yer alan Yunanistan, Fransızların Pire'ye asker çıkarmasıyla cezalandırıldı ve Atina işgal edildi. Yeni komutan Mareşal Paskieviç komutasındaki Rus kuvvetleri, Mayıs 1854'de Silistre'yi muhasaraya başladılar. Ancak Musa Paşa komutasındaki Osmanlı askeri kahramanlar gibi çarpışarak, Rusları perişan ettiler ve Namık Kemal'in Vatan yahud Silistre romanıyla tarihe geçen zaferlerini kazandılar (Haziran 1854). Ağustos 1854'de alkışlarla Bükreş'e giren Osmanlı ordusu, müttefik kuvvetlerle birlikte Eylül 1854'de Kırım'a girdiler. Mart 1854'de ordularının mağlubiyetine dayanamayan hasta I. Nikolay öldü. 15 Mart'ta Sardunya ile de bir ittifak muâhedenâmesi imzalandı. : :
Bu arada Osmanlı maliyesi harp giderleri yüzünden perişan hale gelmişti ve ilk defa İngiltere'den dış borç alındı (Haziran 1855). Savaş devam ediyordu ve Eylül
1855'de Sivastopolj
Kasım 1855'de I ris'te toplanmasına I Osmanlı Devleti, ı için, 1272 Hattı ı bilinen yeni bir f Müslüman ve I (1272)'de Paris'de | Sardunya devletleri! sini imzaladılar, s. deniz tarafsızlara:'- : mediği ve >yı r'.' 1857'de Reş.d Pas; 1859 tarihi' birleşerek b di. 1860'lan Deyr'ül-Ka
İşte bu s
şı yani Sultân/
KADIN!
tân; Sultân V Tîr-i Müjgân\ Cenan Üçüncü.; Valide Sultan; (Gülistan) Dört (Bezmârâ), Nâlân-ı Dil Han firâz Hsnıtı Hanımef':: Hanımefcni mefendi; Baş S Hanımefendi;*! ço
Sultân Vahidüc! de Mehm Burhan Refîa Sil tân; 18-S tân; 22-1 Safiyyüddin j Nizâmeddl»! Sâmiye: Şenime Sü il
BİLİNMEYEN OSMANLI
247
1855'de Sivastopol şehri Ruslardan alındı. Ancak Kafkas cephesinde durum iyi değildi. Kasım 1855'de Kars'ı teslim alan Ruslar, fiilen harbi bitirdiler. Sulh konferansının Paris'te toplanmasına karar verildi.
Osmanlı Devleti, Paris'te toplanacak konferans öncesi, Avrupalılara şirin görünmek için, 1272 Hattı veya Islâhat Hatt-ı Hümâyûnu yahut da Islâhat Fermanı diye bilinen yeni bir fermanı 18 Şubat 1856 (1272) tarihinde yayınladı. Bu ferman, hem Müslüman ve hem de gayr-i müslimler tarafından beğenilmemişti. Neticede 30.3.1856 (1272)'de Paris'de toplanan İngiltere, Fransa, Osmanlı, Avusturya, Prusya, Rusya ve Sardunya devletleri temsilcileri, XIX. asrın siyasi çehresini değiştiren Paris Muahedesini imzaladılar. Buna göre, Kars Osmanlıya ve Kırım ise Ruslara iade ediliyordu. Karadeniz tarafsızlandırılacak ve askerden arındırılacaktı. III. Napolyon, Reşid Paşa'yı sevmediği ve iyi bir diplomat olduğunu bildiği için murahhaslığına itiraz etmişti. Ekim 1857'de Reşid Paşa, 6. Defa sadrazam oldu ve Ocak 1858'de ise vefat etti. Ağustos 1859 tarihli yeni bir Paris Muâhedenâmesi ile de, Eflak ile Boğdan'ın (Memleketeyn) birleşerek Romanya'yı meydana getirmeleri kararı alındı. Fransızlar ise yine boş durmadı. 1860'larda tahrik ederek isyan ettirdikleri Lübnan'daki Maruni Hıristiyanlara, Deyr'ül-Kamer merkezli bir otonom sancak kurdurdular (Haziran 1861).
İşte bu sıkıntılar ve Tanzîmât hareketleri içinde yuvarlanan Osmanlı Devleti'nin başı yani Sultân Abdülmecid, 25.6.1861 tarihinde veremden vefat etti.
KADIN EFENDİLERİ: 1- Servet-sezâ Baş Kadın Efendi. 2- Şevk-efzâ Valide Sultân; Sultân V. Murad'ın annesi ve İkinci Kadın Efendi. 3- Hoş-yâr İkinci Kadın Efendi. 4-Tîr-i Müjgân Valide Sultân; Üçüncü Kadın Efendi ve II. Abdülhamid'in annesi. 5- Verd-i Cenan Üçüncü Kadın Efendi. 6- Gül-cemâl Dördüncü Kadın Efendi. 7- Rahîme Perestû Valide Sultân; Dördüncü Kadın Efendi ve II. Abdülhamid'in manevi annesi. 8- Gülistu (Gülistan) Dördüncü Kadın Efendi. 9- Düzd-i Dil Üçüncü Kadın Efendi. 10- Bezmî (Bezmârâ) Altıncı Kadın Efendi. 11- Mâhitâb Beşinci Kadın Efendi. İKBALLERİ: 12-Nâlân-ı Dil Hanımefendi; 3. ikbal. Ceylân-yâr Hanımefendi; 2. İkbaldir. 14- Ayşe Ser-firâz Hanımefendi; 2. İkbal. Sarayın adını batıran bir kadındır. 15- Nergis (Nergizu) Hanımefefendi; Dördüncü İkbâl. 16- Nâvek-misâl Hanımefendi; 4. İkbal. 17- Nesrîn Hanımefendi; İkinci İkbal. 18- Şâyeste Hanımefendi; 4. İkbal. 19- Nükhet-seza Hanımefendi; Baş İkbal. GÖZDELER: 20- Yıldız Hanımefendi; 2. Gözde. 21- Sâf-derûn Hanımefendi; 4. Gözde. 22- Hüsn-i Cenan Hanımefendi; 3. Gözde.
ÇOCUKLARI: 1- Şehzade Sultân Murad V. 2- Şehzade Sultân Abdülhamid II. 3-Sultân Mehrned Reşâd V. 4- Şehzade Mehmed Ziyâaddin Efendi. 5- Şehzade Mehmed Vahidüddin Efendi (Sultân Vahîdüddin). 6- Şehzade Ahmed Nûreddin Efendi. 7- Şehzade Mehmed Âbid Efendi. 8- Şehzade Mehmed Fuad Efendi. 9- Şehzade Mehmed Burhâneddin Efendi. 10- Behîce Sultân. 11- Medîha Sultân. 12- Senîha Sultân. 13-RefTa Sultân. 14- Naile Sultân. 15- RâbPa Sultân; 16- Fatma Sultân; 17- Mevhibe Sultân; 18- Sâbiha Sultân; 19- Fatma Nâzıme Sultân; 20- Münîre Sultân; 21- Bedra Sultân; 22- Na'îme Sultân; 23- Cemîle Sultân; 24- Mehmed Rüşdî Efendi; 25- Osman Safiyyüddin Efendi. 26- Ahmed Kemâleddin Efendi. 7- Mehmed Vâmık Efendi. 28-Nizâmeddin Efendi; 29- Burhâneddin Efendi; 30- Neyyire Sultân; 31- Aliye Sultân; 32-Sâmiye Sultân; 33- Nâzıme Sultân; 34- Mukbile Sultân; 35- Fehîme Sultân; 36-Şehîme Sultân; 37- Süleyman Efendi.
il
248
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEYEN OSMfc;
Yukarıdaki listeden de görüldüğü üzere, hayatı boyunca meşru dairede de olsa, çok fazla kadınla beraber olan I. Abdülmecid, çocuklarına ve aile hayatına fazlaca düşkün bir insandı. İyi bir hükümdar olmasına rağmen, Avrupa taklitçiliğini bazan gayr-ı makul denecek seviyelere getiriyordu. Bunda çevresindeki Avrupa tahsili görmüş bürokratların da büyük etkisi vardı. II. Mahmûd gibi, devletin askerler değil sivil bürokratlar tarafından idare edilmesine taraftardı
146
148. Tanzimat devri ne demektir? Tanzimat'tan sonra yapılan İdarî değişiklikler (1839-1920) nelerdir?
Tanzimat, yeniden düzenlemeler demektir. Osmanlı tarihinin 3 Kasım 1839 (26 Şa'ban 1255) tarihli Gülhane Hatt-ı Hümâyûn'u veya Tanzimat Fermanı adı verilen ferman ile başlayan ve 1293/1876 tarihine kadar devam eden devresine Tanzimat; 1876-1878 yılları arasındaki devresine I. Meşrûtiyet; 1878-1908 yılları arasında II. Abdülhamid'in tek başına idare devri (bazı tarihçiler tarafından istibdâd devri) ve 1908'den sonrasına ise II. Meşrûtiyet devri denmektedir. Biz Tanzîmât'tan sonra ifadesi ile bu devrelerin tamamını kastediyoruz. Osmanlı Devleti'nin idarî yapısı açısından gerçekten yeniden düzenlemeler devri demek olan bu dönemde yapılan değişiklikleri kısaca inceleyeceğiz:
Merkezî teşkilâttaki değişiklikleri de iki ana bölüme ayıracağız:
a) Divan-ı Hümâyûn'un yerine geçen kurullar ve bunlarda yapılan değişikliklerdir. Kronolojik olarak özetlersek;
1255/1839 tarihli Tanzimat Fermanıyla, II. Mahmûd devrinde 1253/1837'de kurulan Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye'nin danışma meclisi manası devam ettirilmiş, üyeleri artırılmış ve devletin hukukî düzenlemelerinin yapıldığı bir yasama ve idarî yargı organı haline getirilmiştir. 1271/1854 yılında bu kurulun kanun layihalarını hazırlama, nizâmnâmeleri ve talimatları düzenleme görevi, yeni kurulan Meclis-i Âli-i Tanzimat adlı yüksek bir meclise verilmiş ve Meclis-i Vâlây-i Ahkâm-ı Adliye ise sadece bir idarî ve adlî yargı organı olarak göreve devam etmiştir. 1278/1861 yılında ise bu her iki meclis de Meclis-i Ahkâm-ı Adliye adı altında birleştirilerek üç daireye ayrılmıştır. Birincisi, idarî işlere; ikincisi, kanun ve nizâmnâmeleri hazırlamaya ve üçüncüsü ise, idarî yargıya bakmakla görevlendirilmiştir.
8 Zilhicce 1284/1868 yılında bu yüksek kurulların yapısı yeniden değiştirilmiş ve aynı tarihli iki ayrı nizâmnâme ile iki yeni üst merci ihdas edilmiştir. Birincisi; Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'dir ve tamamen yüksek bir adlî mahkeme niteliğindedir. Ayrıntılı bilgiyi yargı bahsinde vereceğiz. İkincisi ise; Şûrây-ı Devlet'tir. Temel görevi idarî yargı olmak ve Danıştay'ın çekirdeğini oluşturmakla birlikte, ilk kurulduğu andan 1876 tarihine kadar aynı zamanda yasama fonksiyonunu da ifa etmiştir. En önemli görevi bütün kanun ve nizâmnâmeleri tetkik etmek ve layihalarını hazırlamaktır. Teşkilâtı hakkındaki ayrıntılı bilgiyi yargı bahsinde vereceğiz.
1293/1876 tf tında yeni birdiire»
400 senelik I! benzeri kurullardan* i Umumiye veri nu, sadrazamın! işlerinin mercii b Şûrây-ı DevleMf Ayrıca tıpkı güni olmak üzere bellisi
b) Tanzimat! vükelâ vardır. kfli Cumhuriyete ka#f dır. Başvekalet I (1283/1867); I Evkaf Nezâreti;! reti, Ma'irıfN reti, Sıhhiye fi na dair idari i;
1293/187S* kılmasından s zalmıştır yahutdf
149.
Osmanlı! 1287/18706 teşkilatındaki!
146 Ahmed Lütfi, Tarih, c. VI, İstanbul 1302, sh. 31-168; c. VII, İstanbul 1306, sn. 2-127; c. VIII, İstanbul 1328, sh. 560; Karal, Osmanlı Tarihi, c. V, sh. 169-264; c. VI, sh. 1-289; Cevdet Paşa, Tezâkir, c. I, sh. 5-152; II, 1-275; Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, sh.139-162; Öztuna, Devletler ve Hanedanlar, c. II, sh. 255-273.
yerine vllâye!| ler livalara
VIK zinde valinin S
mektupçtılarjl leri, Maarif» leri Meıra*| nemli I; üzere IH
LİVİ::f2|
ter-l I kayrr
riyet Done*
BİLİNMEYEN OSMANLI
249
1293/1876 tarihli Kanun-i Esasî ile açılan I. Meşrutiyet döneminde devlet teşkilâtında yeni bir düzenlemeye gidilmiştir:
400 senelik Divan-ı Hümâyûn'un sınırlı yasama fonksiyonunun Şûrây-ı Devlet ve benzeri kurullardan alınarak Heyet-i A'yan ve Hey'et-i Meb'ûsân'dan oluşan Meclis-i Umumiye verildiğini biliyoruz. Bu Kanun-ı Esasî'ye göre, devletin yürütme fonksiyonu, sadrazamın başkanlığında toplanacak olan, dahilî ve haricî bütün önemli devlet işlerinin mercii bulunan Meclis-i Vükelâ'nındır. Bu, bakanlar kurulu demektir. Böylece Şûrây-ı Devletin yasama fonksiyonu ile yürütme kurulu özelliği ortadan kalkmıştır. Ayrıca tıpkı günümüzde olduğu gibi, başta bakanlar ve yüksek yargı organı mensupları olmak üzere belli şahısların yargılanması için bir de Divan-ı Âli teşkil edilmiştir.
b) Tanzîmât döneminde artık Divan-ı Hümâyûn değil, belli kurullar veya meclis-i vükelâ vardır. Aynı zamanda divan üyelerinin yerini vekiller veya nazırlar almıştır. Cumhuriyete kadar devam eden bu nezâret (bakanlık) ler arasında şunlar bulunmaktadır. Başvekalet (sadâret); Adliye ve Mezâhib Nezâreti; Bahriye Nezâreti (1283/1867); Dâhiliye Nezâreti; Defter-i Hâkânî Nezâreti (Eski Defter Emini); Evkaf Nezâreti; Harbiye Nezâreti, Hariciye Nezâreti, Ma'âdin ve Orman Nezâreti, Ma'ârıf Nezâreti, Nâfi'a Nezâreti; Posta ve Telgraf Nezâreti, Ticâret Nezâreti, Sıhhiye Nezâreti ve Meşihat. Vükelâ yani bakanlardan her biri kendi bakanlığına dair idarî işlerin yürütülmesinden sorumludur.
1293/1876 Anayasası ile rayına oturtulan bakanlık sistemi, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra da devam etmiştir. Bakanlık sayıları zaman zaman artmış veya a-zalmıştır yahut da isimleri değiştirilmiştir.
149. Tanzimat sonrası taşra teşkilatındaki değişiklikler kısaca nasıl gelişmiştir?
Osmanlı Devleti'nin taşra teşkilatındaki en önemli değişiklik, 1281/1864 ve 1287/1870 tarihli iki önemli Nizâmnâme ile yapılmıştır. Bu Nizâmnâmeler ışığında taşra teşkilatındaki değişmeleri şöylece özetleyebiliriz:
Önceden livalara (sancaklara) da vilâyet dendiği halde, eyâlet ifadesi kaldırılmış ve yerine vilâyet (il) terimi kullanılmıştır. Buna göre, Osmanlı Devleti, vilayetlere, vilâyetler livalara, livalar kazalara, kazalar nahiyelere ve nahiyeler köylere ayrılmıştır.
Vilâyetin genel idare âmiri padişah tarafından tayin edilen validir. Vilayet merkezinde valinin emri altında çalışan şu memurlar bulunur: Vali muavinleri, Defterdarlar, mektupçular (yazı işlerine bakar), Umûr-ı Ecnebiye Müdürleri, Ziraat ve Ticâret Müdürleri, Maarif Müdürleri, Tarik Eminleri, Vilayet Defter-i Hâkânî Müdürleri ve Nüfus idareleri Memurları, Evkaf Müdürleri ve Alay Beyleri (zaptiye müdürü). Ayrıca vilayetin ö-nemli işlerini görmek üzere bir Meclis-i Umumi, bir de Vilayet İdare Meclisi olmak üzere iki kurul mevcuttur.
Livalarda idarenin başı mutasarrıflardır. Muhasebeci, Tahrirat Müdürü, Defter-i Hâkânî Memuru ve Zabtiye Amiri önemli memurlardır. Kazalarda idare reisi kaymakam, nahiyelerde müdür ve köylerde ise muhtardır. Bu idarî teşkilât Cumhuriyet Döneminde de kısmen devam etmiştir denilebilir. Ayrıca livalar da müstakil ve
250
BİLİNMEYEN OSMANLI
mülhak livalar diye ikiye ayrılmaktadır.
1293/1876 Anayasası, zikredilen hükümler çerçevesinde taşra teşkilâtını 108-110. maddeleriyle tanzim etmişti. Umumi Meclisin ve idare meclislerinin yaygın hale getirilmelerini emrediyor ve ayrıntılarını özel bir kanuna havale ediyordu. Bu kanun, ancak 1913'de Kanun-ı Muvakkat olarak yürürlüğe girebildi. Bütün bunların yanında 1859 yılında üst idareci memur sınıfı yetiştirmek üzere Mülkiye Mektebi açıldığını ve 1873 yılında da bütün idarî kadrolara maaş esasının yaydırıldığını burada kaydetmek gerekir147.
150. 1839 tarihli Tanzimat Fermanının mahiyeti nedir? Osmanlı Devle-ti'nde hak ve hürriyetler hareketi ilk defa bu fermanla mı başlamıştır?
Maalesef Cumhuriyet devri hukukçuları ve hususan hak ve hürriyetlerle alakalı çalışma yapanlar, Osmanlı Devleti'nde 1839'da ilan edilen Tanzîmât Fermanından önce insan hak ve hürriyetlerinden bahs edilemeyeceğini, çünkü ülkede tam bir mutlakıyetin hâkim olduğunu, çekinmeden söyleyebilmektedirler. Bunlara göre, Mustafa Reşid Paşa'nın gayretleriyle Padişah Abdülmecid tarafından ilan edilen Tanzîmât Fermanı veya diğer adıyla Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu, bir hak ve hürriyetler beyannâmesi olmaktan ziyâde, devlet içinde adaletin gerçekleştirilmesi için atılmış bir adım ve hak ve hürriyetlerle ilgili güzel bir başlangıçtır. Bu belge ile ilk defa can, mal ve namus emniyeti muhafaza altına alınmış ve hukuk devleti olma yolunda ilk adım atılmıştır.
Bir kısım araştırmacılar ise, biraz daha hakikate yaklaşarak Tanzimat Fermanının, bir hak ve hürriyetler beyannâmesi olmaktan ziyâde, bir yenileşme ve batılılaşma hareketinin başlangıcı olduğunu belirtmişlerdir. Bu batılılaşma gayretleri içinde, fermanda, evvelâ fark gözetmeksizin bütün teb'anın şahsî hak ve hürriyetlerine ait garantiler va'd edilmiş ve bunları fiilen tahakkuk ettirecek hukukî düzenlemelerin bir an evvel yapılacağı belirtilmiştir. Sonra da malî, idarî, askerî ve adlî konulara ait bazı düzenlemelerin yapılması zarureti ısrarla vurgulanmıştır.
Halbuki Tanzîmât Fermanından evvel Müslüman ülkelerde ve dolayısıyla Osmanlı Devleti'nde vatandaşın temel hak ve hürriyetleri yoktu, hukuk devletinden bahsedilemezdi ve mutlakıyet ile idare edilen devlet olmasından dolayı temel hak ve hürriyetler Padişahın iki dudağı arasındaydı gibi peşin fikirlerle meseleye bakmak, İslâm Hukukunu ve tarihini bilmemek demektir.
e*!
147 Gülhane Hatt-ı Hümâyunu, Düstur, I. Ter. 1/5-7; Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları, c. I, sh. 71 vd.; BA, Meclls-i Tanzimat Defterteri; BA, Nezâret Evrakları; 1293 tarihli Kanun-u Esasi, md. 27-95; BA, Nezâret Evrakları; Çetin, Atilla, Başbakanlık Arşivi Klavuzu, İstanbul 1979, sh. 135-136, Bazı bakanlıkların yapısı için bkz Nâfia Nezâreti D.I.T.IV/480 vd.; 485 vd.; Evkaf Nezâreti, IV/590 vd.; Maliye Nezâreti, IV/674 vd; 1281 tarihli Nizâmnâme, md. 1-78; Düstur, I. Ter. 1/608-630; 1287 tarihli Nizâmnâme, md. 35 vd.; Düstur. I. Ter. IV/18; Mumcu-Üçok, Türk Hukuk Tarihi Ders Kitabı, Ankara, 1982, sh. 335-338; Düstur, I.Ter. 1/325-327, 703-706; Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları, 1/78-79; Gökbilgin, M. Tayylb, "Tanzîmât Haraketinin Osmanlı Müesseselerine ve Teşkilâtına Etkileri", Belleten, c. XXXI, sayı 121(1967), sh. 93-111; İnalcık, Halil, "Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyunu", Belleten, c. XXVIII, sayı, 112(1964), sh. 603-622; İnalcık, Halil, "Tanzimat'ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri", Belleten, c. XXVIII, sayı, 112(1964), sh. 623-690; Karal, Enver Ziya, "Gülhane Hatt-ı Hümâyununda Batının Etkisi", Belleten, c. XXVIII, sayı 112 (1964), sh. 581-601; Çadırcı, Musa, "Tanzîmât Döneminde Türkiye'de Yönetim (1839-1856)", Belleten, c. LII, sayı 203(1988), sh. 601-626; Çadırcı, Musa, "Türkiye'de Kaza Yönetimi (1840-1876)", Belleten, c. LIII, sayı 206(1988), sh. 237-257.
BİLİNMEYEN OSMANLI
251
Evvelâ şunu vuzuha kavuşturmak istiyorum: Osmanlı devleti, bir İslâm Devletiydi ve dolayısıyla bazı örnekler sunduğumuz ve daha sonra da farklı sorularda açıklayacağımız insan hak ve hürriyetlerini kabul ve tatbik ediyorlardı. Son dönemdeki bazı araştırmacıların iddia ettikleri gibi, batılı anlamda mutlakıyet hüküm sürmüyordu. Osmanlı Devleti'nin hukuk nizâmını İslâm Hukuku olarak görmeyenler ve Osmanlı Devleti'nin hukukî mevzuatını Padişahın dudakları arasından çıkan hükümler olarak kabul edenler, bu hatayı, bilerek veya bilmeyerek işlemişlerdir. Durum bilinenin tam tersinedir. Batıda Kralların idaresinde tam bir mutlakıyet hâkimdir. Yani krallar, hem yasama, hem yürütme ve hem de yargı gücünü ellerinde bulunduruyorlardı. Feodal nizâm gereği toprağın ve topraklarında sakin olan ahalinin de mâliki sayılıyorlardı. İslâm Hukukunda ve bu hukuk sistemini kabul eden Osmanlı Devleti'nde ise, bu manada mutlakıyet asla mevcut değildi. Zira yasama gücü, % 90 itibariyle Allah ve Resulünün elindeydi. Şer'î hükümlere Padişah müdâhale edemiyordu ve dolayısıyla şer'î hükümlerle tesbit ve ta'yin edilen hak ve hürriyetlere kimse müdahale edemezdi. Olsa olsa şer'î hükümlere muhalefet ve suiistimal olabilirdi. Yargı gücü de, hâkim olacak vasıflara hâiz bulunmadıkça Padişaha bu hak tanınmamıştı. Yürütme ise, şer'î hükümlere uygun olarak devleti idare etmek demekti ve işte bu konuda yani icranın başı olması haysiyetiyle bir mutlakıyet yani bütün icra gücünün Padişah'da birleşmesi mevzu bahisti. Bu manada bir mutlakıyetin ise, hak ve hürriyetlere zararı, sadece bazı uygulamalar ve suiistimaller sebebiyle olabilirdi.
O halde biraz sonra metnini daha yakından göreceğimiz Tanzimat Fermanı, uygulamadaki bazı aksaklıkları dile getiriyordu. Yoksa Asr-ı Sa'âdetten beri var olan insan hak ve hürriyetlerini ilk defa gündeme getirmiyordu.
Bir diğer önemli husus da bu ve müte'âkip Fermanların neşrinde, Batılı devletlerin baskısının bulunması, batılılara göre gayr-i müslimlere İslâm Hukuku tarafından getirilen bazı istisnaî kayıtlama ve sınırlamaların kaldırılması isteğinin bulunması ve daha kısa bir ifadeyle İslâm'dan uzaklaştırmaya muvaffak olamadıkları Osmanlı Devle-ti'ni, batılılaşma ve asrîleşme terâneleriyle kendi benliklerinden ayırma arzuları bulunmaktaydı. Yoksa İslâm Hukukunda insanların temel hak ve hürriyetlerinin nasıl korunduğunu ve Osmanlı Devleti'ndeki perişanlığın, hak ve hürriyetlerin olmayışından değil, suiistimalinden ileri geldiğini onlar da biliyorlardı.
Bildiklerini gösteren ve bize de ibret dersi olması gereken Hollandalı bir hukukçuya dair Tanzimat değerlendirmesini, özetleyerek buraya almak istiyoruz: (1897'de II. Abdülhamid'e takdim ettiği Lâyihasında diyor:)
"İslâm Hukukunun Osmanlı Devleti'nde şimdiye kadar tatbik edildiği gibi, resmen ve fiilen şimdi de tatbik olunsaydı, bu memleket, asrımızın başından beri duçar olduğu felâketlere ma'ruz kalmazdı. Suiistimalleri ve zulümleri gören idareciler ve başta II. Mahmûd, Tanzimat'ın lüzumunu hissetmeğe başladılar. Bâb-ı Âlî, bir taraftan Hıristiyan devletlerin tehditlerinden ve diğer taraftan dâhildeki ahalinin galeyana gelen fikirlerinden ürkerek, devleti büyük bir vartadan ve tehlikeden kurtarmak emeliyle Avrupa'ya meyletmeğe başlamıştır. Bizi taklid etmekten ibaret olan bu yeni meslek, görünürde güzel görünüyorsa da, kanaatime göre, Devlet-i Aliyye'de icra olunan ıslâhatın semeresiz kalmasına sebep bu meslek olmuş idi. Anlamadılar ki, Osmanlı Devleti'nde nizâm ve güzel idarenin te'sisi için, Osmanlı Devleti'nin aslî kanunlarını ve mülkî esaslarını, başka devletlerdeki kanunlara benzetmek lâzım değildir.
İşte bu inceliklere adem-i vukuftan dolayı, birinin söylediğini diğeri anlamaz oldu. İlk ıslâhat olmak üzere, 1839 senesinde Gülhâne'de okunan Tanzimat fermanı neşr olundu. Bu Fermanla, Padişah, müslim ve gayr-ı müslim teb'anın can, ırz ve mallarının korunmasını garanti altına
252
BİLİNMEYEN OSMANLI
BİLİNMEK
almıştır. Bunun sebebi, Osmanlı Devleti'nde mezkûr hususlar garanti altında olmadığından değildir. Belki bizim kanunlarımız böyledir. Bize benzemek için yapılmıştır".
Tanzîmât Fermanı'nın daha iyi anlaşılması için tam metnini sadeleştirerek almak istiyoruz:
"Benim Vezirim,
Herkesin bildiği gibi, Devlet-i Aliyye'mizin kuruluşundan beri, Kur'ân'ın yüce hükümlerine ve şer'î kanunlara kemaliyle uyulduğundan, yüce saltanatımızın kuvvet ve şerefi, bütün teb'anın refah ve ma'muriyeti, zirveye ulaşmıştı. 150 sene vardır ki, birbirini takip eden gaileler ve çeşitli sebeplere mebnî, ne şer'-i şerife ve ne de kanunlara uyulmamış ve bu sebeple de evvelki kuvvet ve ma'muriyet, tam tersine çevrilerek, zayıflığa ve fakirliğe yerini bırakmıştır. Halbuki şer'î kanunlar altında idare olunmayan memleketlerin pâyi-dâr olamayacağı çok açık gerçeklerdendir.
Dostları ilə paylaş: |