1296/1879 yılında ise Mahâkim-i Nizâmiye'nin Teşkilâtı Kanun-ı Muvakkati ile Osmanlı yargı teşkilâtında önemli değişiklikler yapılmıştır. Mahkemeler hukuk ve ceza mahkemeleri olarak ikiye ayrılmış; Müddeiumumilik (savcılık) nizâmı kabul edilmiş ve 1875'de sadece İstanbul için düzenlenen Avukatlık Kanunu bütün ülkeye yayılmıştır. Ayrıca kâtib-i adi denen noterler de 1879 yılında faaliyetlerine müstakil olarak başlamışlardır. Bu Kanuna göre mahkemeler iki derecedir: a) Bidayet Mahkemeleri; bunlar da ceza, hukuk ve ticâret diye üçe ayrılır. Ayrıca köylerdeki ihtiyar meclisleri ve nahi-yelerdeki nahiye meclisleri de birer sulh dairesi olarak görevlerine devam edeceklerdir. b) istinaf Mahkemeleri. Vilayetlerde bulunur. Merkezde ise ceza ve hukuk daireleri bulunan Temyiz Mahkemesi vardır.
Bütün bu izahlar göstermektedir ki, Nizamiye Mahkemeleri de Mecelle ve benzeri fıkhî hükümleri kanunlaştıran hukukî mevzuatı uygulamaktadır. Uyguladığı kanunlar, Avrupa Kanunları değildir251.
258. Devletin gelir-giderlerini kontrol eden Sayıştay, 1862'de kurulan Di-van-ı Muhasebat ile mi başlamaktadır? Yoksa daha evvel de böyle bir müessese var mıdır?
Her meselede olduğu gibi, Sayıştay konusunda da, arşiv belgelerinin ortaya koyduğu gerçeklerden farklı şeyleri biliyoruz. Çünkü yıllardır eğitim müesseselerinde anlatılan Sayıştay ve teşkilâtı, sadece Batı Hukuk Tarihi açısından doğru olanı yansıtmaktadır. Bizim tarihimizdeki Sayıştay ve teşkilâtı ise, bazı araştırmacılar tarafından Mayıs 1862 tarihinde; bazıları tarafından 1863 tarihinde ve bazıları tarafından ise 1865 tarihinde başlatılmaktadır. Halbuki evvela Sayıştay geleneğini bizde Divân-ı Muhasebat ile başlatmak tamamen yanlıştır. Zira Divân-ı Muhasebat, daha önceki Sayıştay benzeri kurumların devamıdır ve Divân-ı Muhâsebât'tan önce de Sayıştay türü müesseseler vardır.
Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde ve 1800'lü yılların başlamasına kadar, Defterdarlığa bağlı belli idareler ve özellikle Başbaki Kulluğu Makamı, Baş Muhasebe ve benzeri teşkilâtlar Sayıştay vazifesini ifa etmiştir.
1838 tarihinde Maliye Nezâretinin kurulmasından sonra, mesele önce Maliye Müfettişlerine havale edilmiş; ancak yürümediği ve müstakil bir müessese tarafından yürütülme zarureti görülünce, 1840 tarihinde Meclis-i Muhâsebe-i Maliye'ye ve bir kısım görevleri de 1851 tarihinde kurulan Zimemât Komisyonu'na devredilmiştir. Bu da yürümeyince, mesele 1858 tarihinde kurulan Meclis-i Muhâsebe'ye havale olunmuştur.
251 1281 1864 tarihli "Vilâyât Nizâmnâmesi", md. 16-24, 37-42, 50-53; Düstur, I. Ter. 1/610 vd.; 1286/1870 tarihli "Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin Nizâmnâme-i Dahilîsi", Düstur, I. Ter. 1/328-342; 1287 tarihli "Devâir-I Havale Nizâmnâmesi", Düstur, I. Ter. 1/343-1286 tarihli "Devâir-i İcra Nizâmnâmesi", Düstur, I. Ter. 1/349-351; 1288 tarihli "Mahâklm-i Nizamiye Nizâmnâmesi", Düstur, I. Ter. 1/352-356; 1288 tarihli "Dersaadet Hukuk-u Adliye ve Cezaiye Mahâkim-i Nizamiyesinin Teşkilât ve Vezâifine Dair Nizâmnâme", Düstur, I. Ter. 1/357-363; Düstur, I. Ter. IV/235-250; 1284/1868 tarihli "Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Nizâmnâmesi", Düstur, I. Ter. 1/325-327; Mardin, Ebul Ulâ, Ahmed Cevdet Paşa, sh. 229 vd.; Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları, c. I, sh. 78-79.
BİLİNMEYEN OSMANLI
415
feOs-
Meclis-i Muhasebe, Divân-ı Muhasebat kuruluncaya kadar bu vazifeyi ifa etmiştir.
Meclis-i Muhâsebe'den sonra devletin gelir ve giderlerini denetleme vazifesi, Divân-ı Muhasebat adı altında kurulan müesseseye devredilmiştir. Sayıştay'ın tam karşılığı olan Divân-ı Muhasebat, Selh-i Zilka'de 1278/29 Mayıs 1862 tarihinde kurulmuş; bu Divân'a Meclis-i Vükelâ yani o zamanın Bakanlar Kurulu Üyeliği verilmiş ve protokoldeki yeri de Maliye Nezâretinden sonra tesbit edilmiştir. "Mahkeme-i Kübrây-ı Tetkik" unvanıyla kurulan Divân-ı Muhâsebât'ın ilk reisinin maaşı da aynı iradeyle 30.000 kuruş olarak tesbit edilmiştir. Bu bilgiler, 5 Ramazan 1279/24 Şubat 1863 tarihli İrâde-i Seniyye'den de resmen ve açıkça anlaşılmaktadır; ancak teşkili ve icray-ı vazife edişi şeklen tehir edilmiş bulunmaktadır.
Daha evvel Ahmed Vefik Paşa başkanlığında kurulan Divân-ı Muhasebat, Muharrem 1280/Nisan 1863 tarihinde yeni başkan ve tayin edilen bütün üyeleri ile fiilen göreve başlamıştır. Kaynaklardan elde ettiğimiz malumata göre, 18 Muharrem 1280/6 Mayıs 1863 tarihinde Mehmed Emin Efendi, Divân-ı Muhâsebât'ın ikinci reisi olarak vazifeye başlamış bulunmaktadır.
Daha sonraki ayrıntılar, bizi ilgilendirmemektedir. Önemli olan Osmanlı Devle-ti'ndeki Sayıştay Kurumunun ana hatlarıdır252.
259. Osmanlı Devleti'nde idarî yargı, 1868 yılında kurulan ve Danıştay'a benzeyen Şûrây-ı Devlet ile mi başlamıştır? Yoksa daha evvel buna benzer yargı organları var mıdır?
Bize okullarda öğretilenin tersine, Osmanlı Devleti'nde idarî yargı ve idare mahkemeleri, Tanzimat'tan önceki dönemde de mevcuttur. Elimizde Fâtih devrine kadar çıkan istimlâk yani kamulaştırma ile ilgili mahkeme kararları bulunmaktadır. Tanzimat'tan önce Divan-ı Hümâyun, paşa divanı ve sancak beylerinin yürüttüğü idarî yargı görevi, 1837 yılında kurulan Meclis-i Vâlâ-i Ahkâm-ı Adliyece ifa edilmeye başlandı. 1278'de teşkil olunan Meclis-i Ahkâm-ı Adliyenin üç dairesinden biri de idarî yargıya bakıyordu.
1284/1868 yılında ilk defa resmen müstakil bir idarî yargı organı Şûrây-ı Devlet a-dıyla kuruldu. Konuyla ilgili Nizâmnâme'ye göre, Şûray-ı Devletin görevi sadece idari yargı değildi. Kısmen yasama meclisinin fonksiyonlarını da ifa eden bu Yüksek Mahkeme; a) Kanun ve nizâmların layihalarını incelemek; b) İdarî kanunları tetkik ederek kararlarını ilgili makamlara arz etmek; c) Devletle şahıslar arasındaki davaları yürütmek; d) Uyuşmazlık mahkemesi görevini ifa etmek; e) Kanun ve nizâmlar hakkında danışma organı olmak; f) Memurları yargılamak ve g) ilgili makamların talebi üzerine hukukî mütalaalar vermek, bütçeleri denetlemek ve benzeri işleri yapmakla görevlidir. Böylesine önemli görevleri bulunan Şûrây-ı Devlet beş daireye ayrılmıştır: Birincisi: Mülkiye, zabıta ve harbiye dâiresi, ikincisi; mâliye ve evkaf dairesi, Üçüncüsü: Adliye Dairesi. Dördüncüsü: Nâfia, ticâret ve zirâat dairesi. Beşincisi: Maârif dâiresidir.
252 Akgündüz, Ahmed, Arşiv Belgeleri Işığında Sayıştay Tarihi, Ankara 1996; BA. İrâde-Dâhiliye, nr. 33173; BA, DUİT-37-2/13-2; Sâlnâme-i Devlet-i Aliyye, Dersaâdet 1280, sh. 40; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, c. I, sn. 308-309, 434
416
BİLİNMEYEN OSMANLI
1286/1869'da Şuray-ı Devlet'in idarî yapısında bazı değişiklikler yapılmış, mülkiye ve maârif daireleri birleştirilerek yeni bir dâire oluşturulmuş ve ayrıca bütün idarî davaların mercii olmak üzere muhâkemât dairesi adıyla yeni bir dâire daha ihdas edilmiştir. 1288/1871 yılında ise Şûray-ı Devlet, Tanzîmât, Muhâkemât ve Dâhiliye adıyla üç daireye indirgenmiştir. 1293/1876 tarihli Anayasa ile Şurây-ı Devlette müzâkere yetkisi, kurulan meclislere verilmişse de, kanun tasarılarının Şûrây-ı Devlette müzâkere edilerek düzenlenmesi esası aynen korunmuştur.
Kısaca Osmanlı Devleti'nde idari yargı ve teşkilâtı, farklı isimler altında kuruluşundan beri vardır; ancak zamanla gelişmiş ve nihayet Şûrây-ı Devlet haline gelmiştir ki, şu anda aynı görevi devam ettiren Danıştay'ın temelidir253.
VI- OSMANLI AİLE, MİRAS, CEZA, EŞYA VE BORÇLAR HUKUKUYLA İLGİLİ ÖNEMLİ SORULAR
260. Ta'addüd-i zevcât yani birden fazla kadınla evlenme meselesinin Osmanlı Devleti'ndeki uygulanışı nasıldı?
İslâmiyet birden fazla evliliği ilk defa ortaya çıkarmış değildir. Belki bu uygulamalar, daha önceden çeşitli toplumlarda ve hukuk sistemlerinde vardır ve vahşî bir şekilde uygulanmaktadır. İslâmiyet bu tür hükümleri, birden bire kaldırmak insan yaratılışına aykırı olduğu için, tadil etmiştir. Birden fazla evlenme İslâm'dan evvel de vardır; hem de vahşî bir şekilde vardır. İslâmiyet bu vahşî tarzı medenî kalıblar içine çekmiştir. Yani İslâm Hukuku bir kadınla evlenme imkânını dörde çıkarmamış; belki sekiz dokuz kadınla evlenmeyi, belli şartlar altında dörde indirmiştir. Bu şartlara uyulmadığı takdirde, cezâ'î müeyyideler getirmiştir. "Sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer ve dörder kadınla evlenebilirsiniz. Ancak adaleti temin edememekten endişe ederseniz, o zaman tek kadınla yetineceksiniz" (Nisa Suresi, Âyet 3) mealindeki âyetle bu mana anlatılmaktadır.
Bu âyet geldikten sonra dörtten fazla kadınla evlenen sahabelerin, Bunlardan dördünü seçerek diğerlerini boşamaları emr edilmiştir. Nitekim Gaylan bin Seleme, 10 hanımından dördünü seçmiş ve gerisini boşamıştır. 8 hanımla evli olan Umeyre de aynı yolu takip etmiştir.
İslâmiyet, çeşitli yollarla tek kadınla evliliği ideal olarak görmektedir. Ancak zaruri olan hallerde birden fazla kadınla evlenmeyi de normal karşılamaktadır. Osmanlı Dev-leti'nin son zamanlarda kabul ettiği görüş esas alınarak, evlenme akdi sırasında birden fazla evlenme yasağı getirilebilir. Bir kısım İslâm hukukçularının görüşleri esas alınarak evlenme akdi sırasında kadın "üzerine evlenmemek ve evlendiği takdirde kendisi ve ikinci kadın boş olmak" şartını kusabilmektedir. Bu durumda, evlenme akdi sırasında, birden fazla evlenmeyi ortadan kaldırmak mümkündür.
Diyelim ki, birden fazla kadınla evlendiniz. O zaman İslâmiyet'in kasm müessesesi adı altında düzenlediği hükümlere uymak mecburiyetindesiniz. Kasm, kocanın hanımları arasında, yemede, içmede, giyinmede, barınmada ve karı koca hayatında tam olarak
253 1284 tarihli "Şûrây-ı Devlet Nizâmnâmesi", Düstur, I. Ter. 1/703-706; 1293 tarihli "Kanun-ı Esasî", md. 54; Düstur, I. Ter. IV/10-11; Cin-Akgündüz, Halil, Türk Hukuk Tarihi, c. I, sh. 284.
BİLİNMEYEN OSMANLI
417
adaleti temin etmesi demektir. Her hanımına ayrı ev tahsis edecektir. Şer'î mesken, mutfağı, tuvaleti ve müstakil yatak odası bulunan ev demektir. Diğer ihtiyaçlarını da eşit olarak temin etme mükellefiyeti vardır. Kur'ân "Hanımlarınız arasında ne kadar gayret gösterseniz de, tam adalete riâyet edemezsiniz" (Nİsâ, 129) buyurarak bu İşin zorluğunu ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber'in şu hadisi de bu manayı pekiştirmektedir: "iki karısı olup da aralarında adalet temin edemeyen koca, kıyamet gününde bir yanı felç olarak haşr olur".
Uyulmadığı takdirde, yine Kur'ân'ın ifadesiyle tek kadınla yetinilecektir. Ayrıca kasm müessesesinin gereklerini yerine getirmeyen koca hakkında, mahkemede dava açılabilir. Hatta adlî boşanma için mahkemeye müracaat edilebilir. Bu durumda, söz konusu şartlar altında birden fazla evlenme, otomotikman çok az nisbetlere düşmektedir. Zaten Osmanlı toplumunda üzere, birden fazla evlilikler, %30'u pek geçmemektedir.
Türk Medeni Kanunu, birden fazla evliliği yok hükmünde kabul ettiği halde, bunu fiilen önleyememiştir. Hatta Kanunun kabulünden beri, her beş senede bir, iki veya üç hanımla evlilik yapan çiftlerden doğan çocukların nesebini tashih yoluna gitmiştir. Dolaylı yoldan meşru kabul ettiği bu tür evliliklerle, metres hayatı yaşayan çiftlen de eklerseniz, birden fazla eşli olanların nisbeti en az %30 olur ki, İslâmiyet'in meşru yolla hallettiği problemi, Türk Medeni Kanunu gayr-ı meşru yollara terk etmiştir. Yani Medeni Kanunumuzun bu hükmü, kamu vicdanında meşariyyetini kabul ettirememiştir.
Bu gün bize tevarüs eden Osmanlı ailesinde birden fazla evliliğin oranı nedir, çocuk sayısı ne kadardır, kız-erkek çocuk sayısı oranı nedir, birden fazla evlilik hangi amaçlarla yapılmaktadır, mirasçıların durumu nedir gibi konulara açıklık getiren pek az araştırma bulunmaktadır.
Bu gibi suallere cevap veren kaynaklar, Osmanlıdan bize intikal eden belge ve defter koleksiyonları arasında bulunmaktadır. Özellikle Osmanlı mahkemelerinde kadıların tuttuğu ve adına "Kadı Sicilleri" denilen defter koleksiyonları içinde "Tereke Defterleri", Osmanlı aile yapısı ile ilgili en önemli ve güvenilir kaynağı oluşturmaktadır. Çünkü bu defterlerde aile nüfusu, ailenin niteliği ve niceliği konularında bilginin verilmesinde hukukî zorunluluk vardır.
İlgili ayette geçen şartlı izne bağlı olarak diğer Müslüman toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da birden fazla evliliklere rastlanılmaktadır. Ancak çok evlilik açısından Osmanlıya baktığımızda bu tür evliliğin yaygın olmadığı, belirli oranlarda kaldığı görülmektedir. Yabancı seyyahlar da bu durumu teyid edici açıklamalarda bulunmuşlardır. XVI. yüzyıl sonunda Türkiye ile ilgili gözlemlerini anlatan Alman Protestan papazı Salomon Schvveigger:
"Türkler dünyaya, karıları da onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezen, eğleneni yoktur. Çok karılık yoktur. . . boşanma pek görülmüyor" diyor.
Osmanlı toplumu içerisinde kişileri çok evliliğe iten sebepler kadını istismar üzerine kurulu gayrı ahlakî gerekçelere dayanmamaktadır. En başta nesebin devamlılığını sağlama ve çocuk sahibi olma isteği kişileri ikinci evliliğe iten sebeplerdendir. Osmanlı tıbbı muasırlarına göre oldukça gelişmiş olduğunu tıp tarihi araştırmaları göstermekle birlikte çağdaş dünyamızın gelişmiş sağlık sektörünün varlığından yoksun çağlarda ailelerin çocuk sahibi olmalarını engelleyen kadından veya erkekten kaynaklanan hastalık ve rahatsızlıkların önüne de geçildiği söylenemez. Dolayısıyla bu gün kadın veya erkekten kaynaklanan hastalıklara tıbbi müdahaleler yapılarak aileler çocuk sahibi yapılırken
418
BİLİNMEYEN OSMANLI
Osmanlı çağlarında çocuk sahibi olmak isteyen bir erkeğin bir çıkış yolu olması itibariyle ikinci evliliğe müracaat ettiği söylenebilir.
20 sicil üzerinde yaptığımız incelemede 2670 kişiden 1728 'inin vefatları anında evli olduklarını tesbit ediyoruz. Bunlardan 486'sını kadınlar, 1242'sini erkekler oluşturmaktadır. Erkekler içerisinde 1147 kişinin l'er, 84 kişinin 2'şer, 7 kişinin 3'er, 4 kişinin ise 4 eşi bulunmaktadır. 1147 kişinin (%92.35) birer eş sahibi olması, askeri sınıf içinde tek evliliğin hâkim bir durumda olduğunu gösteriyor. Ömer Lütfi Barkan'ın benzer kaynaklar üzerinde yaptığı incelemelerde de aynı sonuçlara ulaşılmıştır; 1516 erkekten 1407 (%92,8)'sinin tek kadınla evli olduğu tesbit edilmiştir. Aynı incelemede 103 erkeğin 2'şer, sadece 6'sının 3'er eşle evli oldukları görülmektedir. Bursa, Ankara ve Anadolu'nun muhtelif şehirlerine ait tereke kayıtları incelenerek varılan sonuçlar da birbirine yakındır. İstanbul ve Edirne'de bulunan askeri sınıf mensupları arasında tek eşliliğin aynı oranlarda olduğu görülürken, Ankara ve Anadolu'nun bir kısım şehirlerinde tek eşlilik daha düşük oranda seyretmiştir. Dolayısıyla Anadolu'da çok evliliğe daha fazla meyledildiği söylenebilir. Bursa'da ise çoğunluğu halk kesimine ait tereke defterlerine göre tek eşliliğin oranı oldukça yüksektir. Benzer özellikler Arap nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgeler için de geçerli olduğu söylenebilir. Zira, 19. yüzyıl Şam ve Halep tereke defterleri incelenerek varılan sonuçlar, Şam şehir toplumu içinde monogaminin % 90 olduğunu göstermektedir. Medeniyet-i İslâmiye Tarihi adlı eserin müellifi Corci Zeydan ise, birden fazla evliliğin oranını bütün Müslüman toplumlara teşmil ederek % 5'i geçmediğini belirtmektedir. Osmanlı demografi araştırmalarından tanıdığımız Cem Behar ile Alan Duben'in 1880-1940 yıllarını kapsayan "İstanbul Haneleri" (İletişim Yay. 1996) adlı eserde de bu istisnai özelliğin devam ettiği tesbiti yapılmaktadır.
Gerek bu çalışmamızda, gerekse belgelere dayalı olarak yapılan diğer çalışmalarda Osmanlı toplumunun seçkin zümresi sayılabilecek bir konumda olan askeri sınıf içinde bile poligaminin tercih edilen bir durum olmadığı, ancak istisnai olarak birden fazla evliliğin toplumun değişik kesimlerinde görüldüğü, ekonomik durum ve sosyal statü ile direkt irtibatlı olmadığı, özellikle ikinci evliliği yapanlarda çocuklarının ya hiç olmadığı veya erkek çocuklarının olmadığı açığa kavuşmaktadır.
Uzun yıllar üzerinde durduğumuz bir araştırmanın aile yapımıza ilişkin bölümünün sadece eş sayısı ile ilgili sonuçlarını vermeye çalıştık. Görülüyor ki, tarihimiz belgelere bağlı olarak gerçekten araştırıldığında bu gün bize öğretilen veya empoze edilen görüş ve düşüncelerin yanlış olduğu açığa çıkmaktadır.
Osmanlı arşivinde araştırmalarımız sırasında zaman zaman karşılaştığımız Machiel Kiel adındaki batılı bir tarihçiye de tesbitlerimi aktardığımda; "doğru doğru, bu konu hep yanlış biliniyor, bu tesbitler doğru" demiş idi. Kiel'in hanımı hararetle o zamanlar Osmanlı'da kadın mevzuunu araştırıyordu.
Yukarıdaki rakamlar bize Osmanlı toplumunda poligaminin (çok evliliğin) yaygın olduğu şeklindeki kanaat ve düşüncenin ne kadar isabetsiz ve kasıtlı olduğunu göstermektedir. Bugün Osmanlı insanının ve yöneticilerinin zevk ü sefa peşinde koşan, kadını bir zevk ve eğlence metaı olarak kullanan hedonist insanlar olarak lanse edilmesini şaşkınlıkla karşılıyoruz. Halbuki Osmanlı aile yapısı İslâm aile yapısının bir yansıması olarak tarihe mal olmuştur. Kadını bir zevk aracı, meta olarak değil, cennetin kendileri vasıtasıyla kazanılacağı üstün değerler olarak görmüştür. Değil, resmi olarak fahişelik
BİLİNMEYEN OSMANLI
419
vesikası verilmesi, bir mahallede ahlaksızlığı görülen kadın ve erkeğin mahallenin ahlaki yapısını bozduğu, ahaliyi rencide ettiği için mahalle halkının talebi veya devlet ricalinin tesbitiyle bulundukları yerden sürüldükleri, cezaya çarptırıldıklarına ilişkin pek çok karara "Mühimme Defterleri" adı verilen divan kararlarının yazıldığı defter koleksiyonlarında rastlamak mümkündür. .!. *
Üstelik Newsweek dergisinin yaptığı bir araştırma da bu konuda batının ne denli bir çıkmaz ve çöküş ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Evlilik dışı çocukların oranı İsveç'te % 50, Danimarka'da % 47, Norveç'te % 46, Fransa'da % 35, İngiltere'de % 32, Avusturya'da % 27. Bu rakamlar sadece çocukların oranını vermektedir. Evlilik dışı yaşayanların oranı bundan daha yüksektir. Şu acı tablo batıda evliliğin rafa kaldırıldığının acı bir tablosudur. *
Hülasa güneş balçıkla sıvanmaz. Gerçekler gün gibi ortadadır. Ne belgeler yalan söyler ne de aynalar. Geçmişimize de bu bahanelerle mal bulmuş mağribi gibi saldırmanın bir anlamı olamaz254.
261. Osmanlı Devleti'nde evlenme akdi nasıl bir sözleşmedir? tmam Nikâhı ne demektir?
Sosyal hayatın en önemli hukukî muamelelerinden olan evlenme, tarih boyu, şeklî açıdan çeşitli safhalar geçirmiştir. Tamamı özel nitelikte bir muamele olan serbest birleşme; bir din adamının iştirakini şart koşan ve kutsal bir muamele kabul edilen dinî evlenme ve de resmî bir devlet memurunun akde iştiraki şart koşulan medenî yahut lâik evlenme aklımıza gelen en önemli evlenme şekilleridir. Birincisi İslâm'da şiddetle reddedilmiştir. İkincisi, Hıristiyanlara has bir evlenme şeklidir. Üçüncüsü ise, ikincinin antitezi olarak doğmuştur. İslâm Hukuku üçünü de kabul etmez. İslâm Hukukunda nikâh akdi kendi sistemi içinde özellikleri bulunan sui generis (nev'i şahsına münhasır) bir akittir ve devlet memurunun iştiraki şartı dışında daha ziyade ihtiyarî medenî evlenme şekline benzemektedir. Evlenme esas itibariyle rızaî bir akittir. Sadece tarafların icab ve kabul beyanları ile inikad eder. Akdin bir hutbe ile başlaması, sadece kudsiyetini ifade içindir ve sıhhat şartı değildir.
254 Tabakoğlu, Ahmed, Türk İktisat Tarihi, sh. 147; Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, tere; Zeki Megamlz, Sadeleştiren: Mümin Çevik, c. 5, sh.145; Özdeğer, Hüseyin, 1463-1640 Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, İstanbul 1988, sh. 50; Aydın, M. Akif, İslâm Osmanlı Aile Hukuku , İstanbul 1985; Kütükoğlu, Mübahak S., Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, sh.257; Barkan, Ömer Lütfü, "Edirne Askeri Kassamına Alt Tereke Defterleri (1545-1659)", TTK- Belgeler Serisi, III/5-6, sh. 13; Öztürk, Said, Askeri Kassama Ait Onyedincl Asır İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul 1995; Ateş, Süleyman, Yüce Kuran'ın Çağdaş Tefsiri, c. 2, sh.198, 200; Rafeq, Abdul-Karım, "Registers of Succession (Mukhallafât) and Their Importance For Socio-Economic History: Two Samples From Damascus And Aleppo, 1277/ 1861", Cıepo Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi VII. Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1994, sh. 485; Selim, Ahmed, "Batı Medeniyetinin Son Virajı", 18 Ocak 1997 tarihli Zaman Gazetesi; "Arap", DVİA, c.3, sh.321; Yüksel, Hasan," Vakfiyelere Göre Osmanlı Toplumunda Aile", c 2, sh. 489; Ortaylı, İlber, "Anadoluda XVI. Yüzyılda Evlilik İlişkileri Üzerine Bazı Gözlemler", Osmanlı Araştırmaları, İstanbul 1980, c. l,sh. 37; Ortaylı, İlber, "Osmanlı Aile Hukukunda Gelenek, Şeriat ve Örf" , Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. 2, sh. 456-467; Aydın, M. Akif, "Osmanlılarda Aile Hukukunun Tarihi Tekamülü", Sosyo - Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c. 2, sh. 434 vd.; Demirel, Ömer, "1700-1730 Tarihlerinde Ankarada Ailenin Niceliksel Yapısı", Belleten UV / 211 sh. 951; Demirel, Ömer -Tuş, Muhiddin-Gürbüz, Adnan, "Osmanlılarda Ailenin Niceliksel Yapısı" , Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, c.l, sh. 102.
420
BİLİNMEYEN OSMANLI
Bütün bunlara rağmen, evlenmeyi meşru olmayan birleşmelerden ayırmak için bazı şeklî şartların kabul edildiğini ve tarafların iradelerini muayyen şekillerde ve açıkça izah etmeleri gerektiğini zikredelim.
a) Evlenme akdinin muteber olabilmesi için resmî bir memur veya bir din adamının huzurunda yapılması şart değildir. Ancak hem evlenmenin şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini kontrol ve hem de nikâh akdinin diğer akitler karşısındaki önemini ortaya koymak için nikâhın bizzat kadılar yahut kadıların kontrolünde bir din adamı (imam gibi) tarafından kıyılması esasının benimsendiği görülmektedir. Bu şekilde kıyılan nikâhlar, şer'iye sicillerine de tescil olunmaktadır. Bu uygulamanın başlangıç tarihinin kesin tesbiti mümkün olmasa da, ilk devirlerden itibaren nikâh akdi icrasının kadıların görevleri arasında zikredilmesi ve Osmanlı Devletinde konunun kanunnâmelerde tanzim edilmesi, meseleye verilen önemi göstermektedir. Selçuklu Sultânı Melikşah'ın nikâhının bir kadı tarafından kıyıldığını belirtirsek, başlangıç tarihi hakkında bir bilgi edinmiş oluruz. Konuyu kanunlarla tanzim eden Osmanlı Devleti'nde ise, ilk düzenlemenin Yıldırım Bâyezid devrinde başladığını, Fâtih Kanunnâmesinde ise nikâh harçlarının (resm-i nikâh) tesbit edildiğini belirtelim. Kadı izinsiz nikâhın bir ara Ebüssuud'un fetvasıyla yasaklandığını, ancak sonradan bu şartın kısmen gevşetildiğini görüyoruz. Netice olarak Osmanlı Devleti'nde evlenme akdi, ta başından beri devletin kontrolünden uzak alım-satım akdi gibi bir özel müessese değildir. Kadılar, izinnâme-i nikâh adı altında imamlara evlenme akdi yapma yetkisi verdiklerinden ve imamlar da İslâm Hukuku bilgisi açısından yeterli insanlar olarak, kadılardan aldıkları yetkilerle evlenme akdini icra edip bunu yanlarındaki tasdikli enkiha defterlerine kaydettiklerinden, halk arasında imam nikâhı tabiri yaygın hale gelmiştir.
b) Tanzîmât'tan 1917 tarihli Kanunnâmeye kadarki dönemde de önemli gelişmeler olmuştur. Osmanlı Devletinde devletin evlenmeye müdahalesi ve onun kadı'nın kontrolü altında yapılması gayretlerinin ta kuruluş yıllarında başladığını görmüştük. İşte kadı izinnamesi ile nikâh kıyma usulü 1298/1881tarihli Sicill-i Nüfus Nizâmnâmesi ile yeni bir düzene bağlanmış ve nikâhın tesciline böylece daha çok önem verilmeye başlanmıştır. Artık imamlar nikâh kıydıklarında taraflara bir nikâh vesikası vermekle yetinmeyecekler ve durumu bir ilmühaber ile sicill-i nüfus memuruna da bildireceklerdir. İzinnâmesiz nikâhlar muteberdir, ancak bu durum cezaî sorumluluğu gerektirir. 1913 ve 1914 tarihli hukukî düzenlemelerle izinnâmesiz nikâh kıyan veya evlenenlere ceza tertip edilmiştir. Netice olarak Tanzîmât'tan sonraki düzenlemelerle, devletin evlenme muameielerindeki kontrolü artmış ve kadı izinsiz nikâhlar cezaî müeyyidelerle tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
c) Nihayet 1917 tarihli Kararname, evlenme akdi üzerindeki devletin rolü, evlenmenin ilânı, akitnâmenin tanzimi ve tescili konularını kanunlaştırarak hukukî müeyyide ile perçinlemiştir. Kararname bu hususda iki esas getirmektedir:
Birincisi, evlenme akdinden önce durumun ilân edilmesi mecburiyetidir. İslâm hukukunda sünnet olarak kabul edilen bu durum mecburi hale getirilmiştir,
İkincisi ise, evlenme akdi esnasında taraflardan birinin ikâmetgâhı hâkimin veya yetkili kıldığı naibin hazır bulunması ve evlenme akitnâmesinin tanzim edilerek tescilinin yapılmasıdır. 1336 tarihli HAK'ne Müteallik Muâmelât-ı İdariye Hakkında Nizâmnâ-
Dostları ilə paylaş: |