Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə62/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   83

245. Osmanlı Devleti'nde ulül-emr veya şûra meclisinin yerini alan ve günümüzdeki Bakanlar Kurulu görevini de ifa eden Divan-ı Hümâyûnu kısaca anlatır mısınız?

Osmanlı Devleti'ndeki Divân-ı Hümâyûn, mahiyeti ve fonksiyonları itibariyle, el-Ahkâm-üs-Sultâniye Kitaplarında anlatılan Abbasî devletindeki Divan-ı Saltanat'a

benzemektedir. İslâm hukukunun tavsiye ettiği şûra meclisi mahiyetindedir. Şer%î hükümleri icra en önemli vazifeleri arasındadır. Şimdi daha yakından tanıyalım:

Bir taraftan devletin iç ve dış işlerini, saltanatı ilgilendiren herşeyi, diğer taraftan

238 1293/1869 tarihli Kanun-ı Esasî, md. II, Düstur. I. Ter. 4/5.; 1285/1869 tarihli Kanun; Karakoç, Tahşiyen Kavanin, 2/3 vd.; İstanbul Müftülüğü Şer'iye Sicilleri, Beşiktaş Mahkemesi, nr. 23, sh. 127, İstanbul Müftülüğü Şerl Siciller Arşivi; Rehber-i Muamelât, Dersaadet 1331, sh. 87, Fıkra; 132; Arazî Kanunu, md. 110., 87; Zeydan Abdülkerim, Ahkâm'üz-Zimmlyyîn, sh. 18-21, 10-11, 25-30, 46 vd.; Serahsî, Şerh'us Siyer'il-Kebir, Kahire, c.4, sh. 302, 320, 323; Kâsânî, Bedâyi, c.7, sh. 130. ' .....

394


BİLİNMEYEN OSMANLI

fertlerin her türlü müracaat ve şikâyetlerini inceleyen, müzâkere eden bir karara bağlayan bu müessese, bir çeşit "bakanlar kurulu" mahiyetindedir. Böylesine önemli ve yüksek bir yürütme organı olarak Divan-ı Hümayun'un Sultân Orhan zamanından beri Osmanlı Devleti'nde mevcut olduğu bilinmektedir. Fâtih Kanunnâmesi ile hukukî niteliği tam olarak şekillendirilen Divan-ı Hümâyûn'un yapısı ve çalışması şöyle özetlenebilir:

Padişah divanı demek olan bu Divan'a başlangıçta bizzat padişah başkanlık e-derdi. Fâtih Kanunnâmesi ile bu usûl kaldırılmış ve divan başkanlığı vezir-i a'zam'a (sadrazam) terkedilmiştir. Fâtih devrinden itibaren başkanlığını Vezir-i A'zam'ın yürüttüğü Divan'ın diğer üyeleri şunlardır: Kubbealtı vezirleri, Rumeli ve Anadolu Kazaskerleri, Defterdarlar ve Tevkiî veya Nişancılardır. Vezir rütbesinde bulunmaları şartıyla, merkezde bulunduğu sürece Kaptan-ı Derya, vezir olduğu takdirde Yeniçeri Ağası ve yine merkezde olduğu takdirde Rumeli Beylerbeyi de divanın üyeleri arasında yer almaktadır. Şeyhül-İslâm Divan'ın üyesi değildir; ancak kazasker'in çözemediği ve önemli olan meselelerde kendisinden fetva talep edilmek üzere Divan'a çağırabilir. Bunlardan başka divan çalışma anında iken divanın ayak işlerini görmek üzere, Çavuşbaşı, Kapıcılar Kethüdası, Emin-i Ahkâm veya Reis ül-Küttâb da divana katılabilirler. Başta Defterdarlar olmak üzere divan üyeleri, toplantıya gelirken yanlarında başında bulundukları idarî birimin uzmanlarını da getirebilirler. Divan üyelerinin görevleri ve işgal ettikleri makamlar hakkında daha sonra bilgi vereceğiz.

Divan-ı Hümâyûn'un mahiyeti hakkında Kanunnâmedeki şu ifadeleri aynen naklettikten sonra kısa bilgi verelim:

"Divan başkanı olan vezir-i a'zam da'vaları dinlemeye başlar; iki tarafında nöbetle arzuhaller okunur. Şer'î ve kanunî hükümlere göre, Allah'ın kullarına dair maslahatları (kamu hizmetlerini) görür. Anlaşmazlıkları ve çekişmeleri onlara göre halleder. Gerekirse had, ta'zir ve zaman yasama organınca tesbit edilen cezaları (siyâset cezaları) icra eder. Önemli tayinleri yapar. Rumeli Kazaskeri de kendisine havale edilen da'vaları dinler. Bu esnada eğer emir varsa vezirler de nişancı gibi tuğra ile meşgul olur. Defterdar da kendi imza işleriyle meşgul olur".

Kanunnâmelerden nakledilen bu pasajlardan da anlaşılıyor ki, Divan-ı Hümayun'un iki önemli vasfı vardır.:

Birincisi: Bu divan, devlete ait siyasî, idarî, malî ve hatta kısa süre sonra askeri işlerin görüşüldüğü, incelenerek konuşulduğu ve nihâi karara bağlandığı en yüksek bir mercidir. Şer'î hükümlere uymak ve mevcut kanunî nizâmları çiğnememek şartıyla, bir şura meclisi olarak, şer'î hükümlerin çizdiği sınırlar içinde bazı yasama yetkilerini de kullanırlar. Bir manada padişah ve vezir-i a'zamı da bağlayan en yüksek karar ve yürütme organıdır. Divan'ın aldığı kararlar, şer'e ve kanuna aykırı olmadığı müddetçe padişah tarafından tasdik mecburiyeti zımnî de olsa vardır. Divan'ın kararlarını, divan memurlarının yardımıyla Vezir-i A'zam telhis adı altında özetler ve padişah'a arz eder. Padişahın tasdikinden geçen kararlar, bazı hukukî hükümleri derleyen bir mecmua ise Kanunnâme; mevcut nizâmları hatırlatıcı mahiyette ve umumî bir şekilde belli bir mahallî idare reisine gönderiliyorsa Adâletnâme ve hususî bir meseleye dair ise hüküm adını alır. Divanda görüşülüp karara bağlanan ve padişahın tasdikinden geçen bu hükümlerin önemli olanları Divan-ı Hümâyûn defterleri içinde önemli bir yeri olan Mühimme Defterlerine kaydedilirler. Kısaca bu manada Divan-ı Hümâyûn, sınırlı yasama organının danışma meclisi ve yürütmenin ise üst kuruludur.

İkincisi: Divan-ı Hümâyun aynı zamanda adlî ve idarî yüksek bir mahkemedir. Abbasîler ve eski Türk Devletlerindeki Divan-ı Mezâlimlerin görevlerini de üstlenmiş-

BİLİNMEYEN OSMANLI

395


tir. Yani fertlerin müracaatlarını inceleme ve hukukî anlaşmazlıklarını çözüme kavuşturma merciidir. Irk, dil, din, sınıf ve cinsiyet ayrılığı gözetilmeksizin herkes Divan-ı Hümâyûn'a başvurabilir. Haftanın belirli günlerinde çalışmalarını bu gibi işlere ayıran Divan'da herkes şahsî müdafaa hakkına sahiptir. Divan, kararlarını şer'î ve kanunî hükümlere göre verir. Kadıların verdiği kararlar da Divan'da şikâyet üzerine tekrar görüşülebilir. Tasdik veya nakz edilebilir. Bu manada divan bir yüksek mahkeme ve temyiz mercii mahiyeti arz eder. Divan'ın bu şekildeki kararları da padişahın tasdikinden sonra hüküm adını alır ve önemli olanları Divan-ı Hümâyûn'daki mühimme defterlerine kaydedilir.

İdarî, siyasî ve malî işlerde bir danışma meclisi ve hususî bir mahkeme mahiyeti arz eden Divan-ı Hümâyun, önceleri padişahın başkanlığında sarayda, sonlan ise sadrazamın başkanlığında kubbealtı denilen saraybahçesindeki bir yerde toplanırdı. Fâtih'in saltanatının ilk devirlerine kadar her gün sabah namazından öğle namazına kadar sürmek üzere muntazaman toplanan Divan-ı Hümâyûn, Fâtih'den itibaren haftanın belirli günlerinde toplanmaya başlamıştır. Gerçekten XVI. yüzyılın ortalarından itibaren her hafta Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı günleri olmak üzere dört defa toplandığı, bilahare bunun haftada iki güne indirildiği, XVII. yüzyıldan itibaren Divan'ın önemi ve yetkileri azaldıkça toplantı sayısının da azaldığı görülmektedir. Vezir-i a'zam'ın başkanlık ettiği divan toplantılarını, padişahlar, ilk dönemlerde kafes arkasından kasr-ı adil veya kasr-ı sultanî denilen yerden izleyebilirdi. Vezir-i A'zamların dışında kazaskerler ve defterdarlar da bazı meseleleri padişaha arz yetkisine sahiptirler.

Netice itibariyle Osmanlı Devleti misâlinde de görüldüğü üzere, Müslüman bir devlette din ile devlet iç içedir ve devlete dinin esasları şekil vermektedir. Bunu, batılıların anladığı manada laiklik veya teokrasi mefhumlarıyla da karıştırmamak ve aldanmamak gerekir239.

246. Osmanlı hukukunda sınırlı yasama yetkisini Divan-ı Hümâyundan başka kimler kullanmıştır? Divan-ı Hümâyûn önemini kaybedince, 1876 yılına kadar ve özellikle de Tanzimat'tan sonra yasama faaliyeti nasıl devam etmiştir?

Osmanlı Hukukunda ülül-emre sınırlı bir yasama yetkisi tanındığını, bu yetkiyi çoğu alanlarda hukukçuların içtihatına dayanarak yapabileceğini, hukukçuların içtihadına ihtiyaç duyulmayan yerlerde ise, şûra meclisi veya benzeri bir hey'etin görüşünü alması gerektiğini gördük. Osmanlı Hukuk tarihi boyunca bu prosedür hemen hemen her devirde takip edilmiştir. Ancak elimizdeki belgelerden anlaşıldığı üzere, bir şûra meclisi niteliğinde bulunan ve Osmanlı Devleti dahil bütün Türk Devletlerinde Divan diye anılan meclis, bir yasama organı olmaktan ziyade bir yürütme organıdır. Asıl anlamda, Halife veya sultan yürütme organı mahiyetindedir, ancak sadece belli kalıplar içinde yasama organı görevini ülül-emr olarak ifa eder. Bu sebeple halifelik-padişahlık ve Divanı Alî gibi müesseseleri yürütme organı bahsinde inceleyeceğiz. O halde Osmanlı hukukunda da Tanzîmât'a kadar örfî hukuk alanında yasama yetkisini, içtihadî olan

239 Mehmed Arif, Fâtih Kanunnâmesi, TOEM İlavesi, sh. 10 vd.; Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi, MTM, c. I, sh. 498 vd.; Uzunçarşılı, Merkez ve Bahriye Teşkilâtı, 13 vd.; Hezarfen, Telhis'ül-Beyan, vrk. 27/B vd.

396

BİLİNMEYEN OSMANLI



konularda hukukçular, içtihatların tercihi veya içtihadî olmayan idarî konularda ise Padişah ve divanlar kullanılmıştır. Yine de padişahın yürütme organı olma vasfı ağırlık basmaktadır. Tanzîmât öncesi durumun bu özelliğinden dolayı, konuyu burada sadece Tanzimat'tan sonraki gelişmeler açısından inceleyeceğiz.

Osmanlı Devleti'nin siyasî ve hukukî yapısındaki değişiklik, III. Selim Devri (1789-1808) ile başlamıştır. III. Selim, idarî ve adlî alandaki bozuklukların giderilmesi için çok sayıda Hatt-ı Hümâyûn neşretmiştir. Ayrıca örfi hukuk alanındaki yasama faaliyetlerinin devam edilmesi için devlet işlerinin tek elde yani padişahta toplanmasının doğru olmadığını, devlet işlerinin meşveret usulünün yeniden ihya edilerek bir şûra meclisine havale edilmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. "Meclis-i Şûra" adını verdiği bu meclisin üyeleri olarak da, Şeyhülislâmı, Sadrazamı, büyük devlet adamlarını hatta halkı saymaktadır. Neticelerini tam alamamış olsa da bu önemli bir adımdır. "Meclis-i Meşveretsin İslâm hukukunun tavsiye ettiği bir metot olduğunu biliyoruz.

III. Selim'den sonra en önemli gelişme sultan II. Mahmut devrinde (1808-1839) olmuştur, idareyi keyfî tasarruflardan kurtarmak için, feodal muhalefeti temsil eden A'yân ve Beylerle merkezi hükümet arasındaki uzlaşma toplantılarından sonra "sened-i ittifak" adlı hukukî bir belge ortaya çıkmıştır (7 madde ve bir zeyl). Bu belge yasamadan ziyade yürütmeyi ilgilendiren ve padişahın icraatını bazı esaslara bağlamak gayesiyle hazırlanan karşılıklı taahhütleri ihtiva eden bir sözleşmedir. II. Mahmut, bu sözleşmeye tam uymamakla beraber, idarî alanda köklü değişiklikler yapmıştır.

Osmanlı Devleti'nin üzerinde yoğunlaşan iç ve dış baskı ve Mustafa Reşid Paşa'nın halife I. Abdülmecid nezdindeki teşebbüsleri sonucu, Osmanlı ülkesinde hak ve adaletin yeniden tesis edileceğini ilan eden 3 Kasım 1839 (26 Şaban 1255) tarihli Gülhane Hatt-ı Hümâyûn'u ilan edilmiştir. Bu tarihî belge "düzenlemeler" demek olan Tanzîmât devrinin açılış belgesidir. Bu belgede Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan beri şerl kanunların uygulanması sonucu devletin büyük bir gelişmeye mazhar olduğu, son 150 yıldır bunları uygulamada ihmaller görüldüğü için devletin zayıfladığı ve bundan sonra da şerl hükümlerin tam olarak icrası ve refahın iadesi için yeni kanunların yapılması gerektiği ve bu kanunların temel konusunu can, mal ve namus güvenliği ile askerî ve malî düzenlemelerin teşkil edeceği açık olarak belirtilmiştir. Bu meyanda yeni kanunlar karşısında herkesin eşit olduğu, asayişin temini için suçluların şerl kanunlara uygun olarak cezalandırılacağı te'yit edilmiştir. Kısaca bu hatt-ı hümâyûn örfî hukukun şerT hükümlere uygun olarak geliştirilmesini istemektedir. Bu gayeyi gerçekleştirecek organ bir şura meclisi" mahiyetinde bulunan "Meclis-i Ahkâm-ı Adliye" müessesesidir. Fonksiyonları açısından bir parlamentoyu andıran ve 1837 yılında kurulmuş olan Meclis-i Ahkâm-ı Adliyenin yeni binası 1840 tarihinde padişah Abdülmecid'in bir nutkuyla açılmış. Osmanlı hukukunun bir çok önemli kanununu tanzim etmiştir. Ortaya koydukları hukukî çalışmaların altındaki imzalardan, bu meclisin, devletin ileri gelen şahsiyetleri ile büyük hukukçulardan teşekkül ettiğini anlamaktayız. 1256/1840 tarihli Ceza Kanun-nâme-i Hümâyunu ve 1267/1851 tarihli Kanun-u Cedid isimli ceza kanunu başta olmak üzere, Osmanlı Devleti'nin "Şer'i Şerife" dayanan birçok kanunları bu meclisin çalışmasının ürünüdür. Her sahada olduğu gibi Meclis, vakıflar alanında da önemli talimatlar hazırlanmıştır. Mecelle'nin temelini teşkil eden Metn-i Metin hareketinin de başlangıcı bu meclisle olmuştur. 1839 tarihli Ferman'ın taahhüt ettiği gayretlerin gösterilmesi için 1845 tarihinde bir Hatt-ı Hümâyun daha çıkarılmıştır.

BİLİNMEYEN OSMANLI

397


Sultân Abdülmecid'in bir temsilî meclis kurma teşebbüsünün, Rus savaşı yüzünden ertelenmesinden sonra, yine Avrupa devletlerinin baskısıyla, 18 Şubat 1856 (1272) tarihinde Islâhat Fermanı adı altında bir Hatt-ı Hümâyun daha neşredilmiştir. Özellikle Müslüman olmayan tebaanın haklarını artırmak ve onları kollamak gayesiyle ilan ettirilen bu Ferman'da, 1839 tarihli Hatt-ı Hümâyun'daki taahhütlerin yerine getirilmesi istenmektedir. Gayri müslimlerin muafiyet ve imtiyazlarının korunması, bütün din ve mezheplere serbestiyet tanınması ve başta vergi olmak üzere her konuda eşitliğin temini bu fermanın üzerinde durduğu ana mevzulardır. Bunlar Osmanlı Hukukunda olmayan şeyler değildir. Belki idarî ihmallerle sekteye uğrayan yönlerin ıslah edilmesini Padişah Sadrazam'a emretmektedir.

Avrupa devletlerinin baskısı ve 1867'de Avrupa'da kurulan "Yeni Osmanlılar Cemiyeti"nin de şiddetli arzularıyla 25 Haziran 1861'de saltanat makamına gelen Sultân Abdülaziz tarafından söz konusu Tanzimat fermanlarındaki taahhütleri yerine getirmek üzere 1837 (1253)'de kurulan "Meclis-i Ahkâm-ı Adliye" kaldırılmış ve bunun yerine 10 Mayıs 1868 (8 Zilhicce 1284) de iki önemli hukukî müessese kurulmuştur. Bunlardan biri, hem en yüksek idarî yargı müessesesi hem de sınırlı bir yasama meclisi mahiyetinde olan "Şûrây-ı Devlet"tir. Başkanlığına ilk olarak Ahmed Mithat Paşa'nın getirildiği bu müessese, şimdiki Danıştay'ın da ilk nüvesidir, ancak Danıştay'dan mahiyetçe farklıdır. Teşkilâtı aynı tarihli ve 14 maddeli Şurây-ı Devlet Nizamnamesi ile düzenlenen bu müessese, yasama faaliyeti açısından bütün kanunları ve nizâmları incelemeye ve tasarıları da hazırlamaya yetkilidir. Beş daireden oluşan Şûray-ı Devlet hakkında yargı bölümünde daha ayrıntılı bilgi vereceğiz. Çok sayıda Osmanlı hukukî düzenlemeleri bu meclis tarafından yapılmıştır. Mecellenin hazırlanmasında da katkısı bulunduğu bir gerçektir. Diğeri ise, başkanlığına Ahmed Cevdet Paşa gibi değerli bir hukukçunun getirildiği "Divan-ı Ahkâm-ı Adliye" adlı yüksek bir adlî yargı müessesesidir. 8 Zilhicce 1284/1868 tarihli ve 10 Maddelik Divan-ı Ahkâm-ı Adliye Nizâmnâme-i Esasî'si bunu büyük bir Mahkeme-i Kanuniye olarak vasıflandırmaktadır. Osmanlı Medeni Kanunu olan Mecelle'yi hazırlayan Mecelle Cemiyetinin başkanı genellikle bu müessesenin başkanı olmuştur. Konunun ayrıntılarını yargı organı bahsinde göreceğiz240.

247. Yürütmenin başı olan Padişahların tayin usulleri ve saltanatın verasetle intikali meselesi İslama göre izah edilebilir mi?

Osmanlı Devleti'nin askerî ve idarî açıdan asıl teşkilâtını kazandığı dönem, Orhan Bey zamanıdır. Orhan Bey'le kurulan Osmanlı Hanedanı içinde devlet reisinin seçimi, II. Murad'ın hükümdarlığına kadar nüfuzlu şahsiyetlerle beylerin ellerindeydi; ancak Osmanlı ailesi dışında hiçbir ailenin o makamı elde etmesine müsaade olunmamıştır. I.

240 Nebhan, 367 vd.; Tevkii Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi, MTM. 1/498 vd.; Alûsî, Ruh'ul-Maânî, c. 28, sh.20; BA, YEE, nr. 23-1515-1516; 14-1610; 14-1540; Düstur, I. Ter. 1/703-720; Şûrây-ı Devlet Nizâmnâmesi, md. 1-2; Düstur, I. Ter. 1/14-15; Düstur, I. Ter. 1/325 vd.; md. 1 vd.; Cevdet Paşa, Tarih, c. 4, sh. 238 vd. Özellikle sh. 289; Okandan, Âmme Hukukumuzun Anahatları, c. I, sh. 50 vd.; Ahmed Râsim, 1/246-248; Karakoç, Külliyât, Dosya nr. 5, Belge nr. 992; Akgündüz, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyâtı, sh. 809 vd. Özellikle 819-820; Konuyla ilgili bazı makaleler için bkz. Ziya Paşa, Hürriyet, 22 Zilhicce 1285, sy 41; Namık Kemâl, Hürriyet, 26 Safer 1286, sy 50; 6 Cumâd'el-Ülâ 1285, sayı 9, 11; İbret, 1 Şaban 1285, sayı 24, 33, 51 54, 68.

398


BİLİNMEYEN OSMANLI

Murad, beylerin kararıyla babasının yerine hükümdar olduğu gibi, Yıldırım Bayezid de yine aynı şekilde o makama getirilmiştir. Osmanlı Devleti'ndeki beylerin, yani bir çeşit ehl-i hail ve'l-akdin hükümdarlar üzerindeki hüküm ve nüfuzu, Fâtih Sultân Mehmed'in İstanbul'u fethine kadar devam etmiştir. Zaten dış dünyada Osmanlı Padişahlarının sultan unvanını alması da bu döneme rastlar.

Saltanat devri asıl Fâtih'le başlar. Fâtih Devrine kadar hükümdarlar Divan-ı Hümâyun'un bizzat reisliğini yaparken, Fâtih, Divan başkanlığını Vezir-i A'zam'a devretmiş ve neticelerin kendisine arz edilmesi usulünü getirmiştir. Ayrıca padişahların yeme, içme ve oturma âdabını bile, hazırlattığı bir kanun ile tanzim yoluna gitmiş ve Osmanlı Devleti'nde daha sonra alabildiğine ilerleyen teşrifat usulünün de temelini atmıştır. Fâtih'in Kanunnâmesi ile başlayan saltanatın babadan oğula veya diğer hısımlara geçmesi usulünün tarihî gelişimine bakmadan önce, meşruiyeti hususundaki hukukî bilgileri daha da ayrıntılı olarak görelim:

Bilindiği gibi Osmanlı Padişahları, 923/1517 tarihinde Yavuz Sultân Selim'in Ayasofya Camiinde son Abbasî halifesi tarafından halife ilan edilmesiyle, sultan unvanının yanında halife ve halife-i Resûlüllah unvanlarını da kullanmışlardır. Bu sebeple Osmanlı Padişahlarının tayin usulleri, halifelerin tayin usulleriyle yakından ilgilidir.

Dört halifeden sonra halife tayininde câri olan usulün veliahdlık, yani mevcut halifenin veya sultanın kendinden sonra gelen halife veya sultan adayını belirlemesi usulü olduğunu biliyoruz. Ancak veliahdlık usulünün meşru' olabilmesi için bazı şartlar arandığını da daha önce görmüştük. Bunlardan en önemlisi, veliahdın, kendisini tayin edenin usûl veya fürûundan olmaması idi. Fakat bazı İslâm hukukçularının, halife veya sultanın babası yahut çocuklarından birini de veliahd tayin edebileceğini caiz görmeleri, uygulamada saltanat ve hilâfetin verasetle intikalini ortaya çıkarmıştır. İslâm hukukçuları, hilâfetin veraset yoluyla intikalini caiz görmemekte, ancak ehil olmak şartıyla baba veya oğlun veliahdlığını meşru' görmektedirler. Birden fazla veliahd tayin edilmesinin caiz olup olmadığı da hukukçular arasında tartışmalıdır.

Osmanlı padişahlarının saltanat usulü hakkında şunları söyleyebiliriz:

Fâtih devrine kadar ehl-i hail ve'l-akd denen beyler tarafından sultan tayin edildiğinden veliahdlık söz konusu değildir. Sadece Çelebi Mehmed'in saltanatı, oğlu Murad'a vasiyet etmesi bunun istisnasını teşkil eder. Fâtih Sultân Mehmed ise, doğruluğu tartışmalı olan şu kanun maddesi ile saltanatın evladına intikalini, ancak bunun için yaşa itibar edilmemesini prensip haline getirmiş; fakat saltanata geçen hükümdarların kamu düzeni (nizâm-ı âlem) için kardeşlerini bile öldürmelerine müsaade etmiştir; "Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, kardeşlerin nizâm-ı âlem için katletmek münasiptir ekser ulemâ dahi tecvîz etmiştir; onunla âmil olalar". Kamu düzeni için bağy (isyan) cezası olarak idam verileceğini Hanefi hukukçularının çoğunluğunun caiz gördüğü doğrudur; ancak Osmanlı uygulamasındaki gelişmelerin hepsinin bu hukukî görüşe uygun olarak cereyan ettiğini söylemek de mümkün değildir.

Fâtih'in Kanunnâmesiyle koyduğu ve tarihçilerin amûd-u nesebî yani saltanatın babadan oğula intikali usulü, I Ahmed (1012/1603) devrine kadar devam etmiştir. I. Ahmed devrinden itibaren saltanatın aile içindeki en yaşlı erkek çocuğa intikali esası benimsenmiş ve böylece kardeş katli meselesi de kapanmıştır. Bu kanun Abdülmecid ve Abdülaziz zamanlarında yapılan bazı gayretlere rağmen, Osmanlı Devleti'nin sonuna

BİLİNMEYEN OSMANLI

399


fc'in

kadar uygulanmıştır.

Osmanlı padişahlarının tahta çıkması esnasında hilâfete geçiş için gerekli olan bîat merasiminin aynen uygulandığını ve bu merasimlere cülus merasimi dendiğini görüyoruz. Padişahların cülus hatt-ı hümâyûnlarında veliahdlık usulünün meşru' olabilmesi için şart olan adayın gerekli vasıfları haiz olduğu hususu da "şevketiü kerâmetü Efendimiz Hazretleri bil-irs ve'l istihkak vâris-i saltanat-ı seniyye olmalarıyle .." şeklinde İfade edilmiştir. Bu merasimler, ehl-i hail ve'l-akdin bîat merasimi mahiyetindedir. Zira memleketin en yüksek idare, asker ve ilmiye mensupları bu merasimlerde hazır bulunmaktadır.

Kısaca Yavuz'dan itibaren saltanat vasıflarına hilâfet unvanını da katan Osmanlı padişahları, kendilerini, her açıdan İslâm âlemine uydurmak ve hilâfet hükümlerine uymak mecburiyetinde hissetmişlerdir241.

248. Osmanlı Devleti'nde başbakan demek olan Vezir'-i A'zam (Sadrazamın hak ve yetkileri nelerdir?

Osmanlı Devleti'nde sonradan halife unvanını da alan sultanların vekili, tam yetkili temsilcisi ve icranın ikinci reisi vezir i a'zam'dır. Sultân Orhan zamanından beri var olan bu makamı işgal eden şahsa, diğer vezirliklere olan üstünlüğünü belirtmek ve devlet teşkilâtında hiyerarşiyi sağlamak için önceleri vezir-i evvel ve vezir-i a'zam denilirken, Kanuni'den itibaren Sadr-ı a'zam unvanı kullanılmaya başlanmıştır. Sadr-ı âli, sahib-i devlet, zat-ı asafî ve vekil-i mutlak tabirleri de bu makamı ifade etmek için kullanılır. Sadâret mühründe bu makamın ilga edilişine kadar vezir-i a'zam klişesi muhafaza edilmiştir. İslâm anayasa hukukunda görülen vezâret-i tefvîzin karşılığıdır.

Padişahın mutlak vekili olan vezir-i a'zam, padişahın fermanıyla atanır ve diğer vezirlerden farklı olarak kendisine mühr-i hümâyûn, yani padişahın mührü verilir. Fâtih kanunnâmesindeki ifadesiyle "vezir-i a'zam vezirlerin ve beylerin başıdır; cümlenin ulusudur; cümle devlet işlerinin mutlak vekilidir; devlet mallarının vekili defterdar, nâzın ise vezir i a'zamdır. Oturmada, durmada mallarının vekili defterdar nâz ve mertebede vezir-i a'zam hepsine takdim edilir". Osmanlı Teşkilât Kanunnâmelerine göre, vezir-i a'zam'ın idarî yetkilerini şöylece özetleyebiliriz:

a) Din, devlet ve saltanata dair bütün hizmetlerin ifasını temin; b) Had, kısas, hapis, sürgün, bütün çeşitleriyle ta'zir ve siyâset cezalarını infaz; c) İcab ettiği takdirde hususî davaları dinleme, şeriatın hükümlerini icra ve yapılan haksızlıkları önleme; d) Memleketin idarî yapısını tanzim, tımar, zeamet ve ulufeleri tesbit; e) Başta beylerbeylik, sancak beyliği, mütevellilik, imamlık, kadılık ve benzeri memuriyetler olmak üzere

241 İbn-i Nüceym, Zeynûddin Ahmed b. Nüceym el-Mısri, El-Bahrur-Râik Şerhu Kenzid-Dekâik I-VII, Mısır 1311, c. 5, sh. 45 vd.; Udeh, Abdülkadir, Et Teşri'ül Cinâiyy'ül-İslâmî MI, Beyrut, ts. c. I, sh. 23-24; III. Selim'in 1203/1789 tarihli Cülus Merasimi için bkz. Esat Efendi, Teşrlfat-ı Kadime, İstanbul 1287, sh. 2 vd. 110-117; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, sh. 45-49, 184-188; Okandan, Amme Hukukumuzun Anahatları, c. I, sh. 23-24; Seyyid Bey, sh. 28 vd.; Feridun Bey, Münşe'ât-i Salâtin, 1/48 vd.; Fâtih Kanunnâmesi (Teşkilât), TOEM, İlâve, İstanbul 1330, 23 vd.; sh. 27; Bu maddenin sonradan uydurulduğu da İddia edilmektedir.Hezarfen Hüseyin Efendi'nin Tel-his'ül-Beyan'ındaki metinde bulunmaması dikkat çekicidir. Bkz. Hezarfen, Telhis'ül-Beyan Fi-Kavanin-İ Al-i Osman, vrk., 195-8; Özcan, Abdülkadir, "Fâtih'in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Alem İçin Kardeş Katli Meselesi", İÜEF, Tarih Dergisi, İstanbul, 1982, sayı. 33, sh. 7-57; El-Ferrâ, 9-10; El-Mâverdî, 9 vd.; Ebu Fâris, Muhammed Abdülkadir, En-Nizâm'üs-Siyâsî Fl'l-İslâm, sh. 246-257; Nebhan, 478-487.

400


BİLİNMEYEN OSMANLI

t

bütün askerî ve ilmiye sınıfına mensup memurları tayin ve azl; f) kısaca bütün şerl ve örfî meselelerin halli ve icrası için padişahın mutlak vekili ve Osmanlı tebaası üzerinde sözü ve yazısı, padişahın iradesi ve fermanı gibidir. Sadrazamın yazılı emrine buyruldu denir.



Sadrazam kendisine tanınan bu yetkileri kullanırken iki kayıtla bağlıdır. Birincisi; önemli tayin işlemlerini ve devlet meselelerini padişaha telhis suretiyle arz etmekle görevlidir. Diğer devlet memurları ise, meselelerini ve kararlarını sadrazama arz edeceklerdir. Padişah bulunmadığı zamanlarda, telhis ve arz bulunmasa da yetkilerini onun vekili olarak kullanabilir. Eğer vezirlerden ve diğer yüksek memurlardan padişaha arzda bulunmak isteyenler olursa, bu arz hususu sadrazamın aracılığıyla olacaktır. İkincisi; bütün bu yetkilerini kullanırken şerl hükümlere ve örfî kanunlara uymak zorundadır. Sadrazamın arzına rağmen, Şeyhülislâmın caizdir diye fetva vermemesinden dolayı reddedilen meseleler, Osmanlı Arşivinde önemli bir yekûn teşkil etmektedir. Veziri A'zam'ın bu yetkilerini kullanırken hangi esaslara riayet etmesi gerektiğini Kanuni'nin güçlü bir vezir-i a'zam'ı olan Lütfi Paşa Asafnâme adlı eserinde özetlemiştir.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin