Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə59/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   83

Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde müfti veya hoca efendi unvanlarıyla yad e-dilen bu makama, Fâtih Kanunnâmesinde de müftü adı verilmiştir. Edirne, Bursa ve İstanbul müftüleri başlangıçta aynı derecede kabul edilirken, Fâtih devrinde İstanbul müftüsü bütün ilmiye sınıfının başı olarak kabul edilmiştir. Zembilli Ali Cemalî (öl.1525), İbn-i Kemal (öl.1534) ve Ebüssuud Efendi (öl.l573)'lerin bu makama gelmeleriyle, artık bu makam sahipleri, hem Şeyhülislâm unvanını almışlar hem de Osmanlı hukukunun mimarı olmuşlardır. Kanuni'ye bu unvanı verdirten, şer'î hükümlerle örfî esasları birleştirerek yüzlerce kanunnâme hazırlayan Ebüssuud Efendi'nin gayretleridir.

Böylesine yüce bir makama sahip olan Şeyhülislâmların yetkilerine gelince, bunları ayrı ayrı incelemek gerekir:

Birincisi; yürütme açısından, Şeyhülislâmların 982/1574 yılına kadar ciddi bir yetkileri yoktur. Bu tarihe kadar müderris, mevâlî denen kadılar ve müftüleri sadrazamlar tayin etmektedir. Diğer kadı ve müderrislerin tayini ise kazaskerlere bırakılmıştır. 1574 yılından itibaren Şeyhülislâmlar, kaza kadılarını ve bazı küçük dereceli müderrisler dışında kalan mevâli kadılarını, müderrisleri ve hatta kazaskerleri de tayin yetkisine sahip olmuşlardır. Ancak kazaskerlerin ve mevâli kadılarının tayininde sadrazamın görüşünü almaları gerekir. Osmanlı Devleti'nin son zamanlarında kazaskerlerin kadı tayin yetkisi tamamen alınarak bütün yetki Şeyhülislâmda toplanmıştır.

İkincisi; Şeyhülislâm'ın yargı yetkisi yoktur; ancak Osmanlı Devleti'nde Anayasa Mahkemesi başkanı sıfatını taşımaktadır. Bu özelliği sebebiyle Divan-ı Hümâyûn'a alınmamıştır. Zira Divan, daha ziyade yürütme kuruludur. Şeyhülislâmların en önemli görevi fetva vermektir. Zaten müftü, kendisine sorulan hukukî meselenin çözüm şeklini Hanefi mezhebinin muteber kaynaklarına müracaat ederek ortaya koyan İslâm hukukçusu demektir. Osmanlı Şeyhülislâmlarının fetvaları, günümüzdeki Anayasa Mahkemesi kararlarına benzemektedir.

Üçüncüsü, Şeyhülislâmın yasama faaliyetine olan katkısı da büyüktür. Örfî hukukun temelini teşkil eden içtihadî konularda kamu yararına uygun görüşün tercihi ve padişaha arz yetkisi Şeyhülislâmlara aittir. Bu sebeple Osmanlı hukukî düzenlemelerinde Şeyhülislâm fetvalarının ve arzlarının payı büyüktür.

Teşrifat yani protokol açısından çok yüce bir makama sahip olan ve genellikle Rumeli kazaskerleri veya kazaskerlikten azledilenler arasında sadrazamın tercihiyle padişah tarafından tayin edilen Şeyhülislâmların, Şeyhülislâm Bostanzâde'ye kadar belli miktarda (yevmiye 130 akçeden 750 akçeye yükselmiştir) akçe olarak maaşları vardı. Bu tarihten itibaren arpalık adıyla tımar gelirleri tahsis edilmeye de başlanmıştır.

1241/1826 yılına kadar Şeyhülislâmların belli bir makamı yoktu. II. Mahmut, Yeni-

İMjYEN OSMANLI

P bu noktada kadı-ttemdir, Birincisi; i*. İkincisi, diğer

lüledirler. Saltanat Uta temsil ederle ı: - Jen üstündür Hım Şeyhülislâmdır

yla yad e-Bursa ve nr.ae İstanbul 1(01.1525), meleriyle, iiranlı hukuku-ı örfî esasları rdr. İnce, bunları

p kadar ciddi bir İıiüleri sadra-e bırakılmış-Itateli müder-I: iı tayin yetki-Se sadrazamın işerlerin kadı

İMe Anayasa Bmâvûn'a alın-i golf in şeklini İBrn hukuk-İ Anayasa

sr.Orfî huku-

^ tercihi ve

^emelerin-

,r»r

t, Yeni-

BİLİNMEYEN OSMANLI

373

çeri ocağını kaldırınca, Ağa Kapısını Şeyhülislâmlık haline getirdi. Artık burası Bâb-ı Vâlây-ı Fetva diye meşhur olmuştu. Sonraları Fetvâhâne-i Âli adıyla teşkil olunan ve başına Fetva Emini ismiyle dâire âmiri tayin edilen Şeyhülislâmlığa ait bir daire, zamanla hem Avrupa devletlerinin hem de İslâm âleminin bazı müşkil hukukî meseleler için müracaat ettiği akademik bir merkez haline gelmiştir224.



230. Osmanlı Hukukunda doğrudan Devlete yani Ülül-emr'e tanınan yasama yetkileri yok muydu?

Yukarıda zikr ettiğimiz ülül-emre ait yasama yetkileri, sadece mevcut şer'î hükümleri kanun olarak ilân veya müçtehid hukukçuların re'ylerini ve müftülerin fetvalarını tasdik etmekten ibaretti. Bu iki yetki dışında, İslâm hukuku, ülül-emre, şûra meclisine danışarak bazı alanlarda hukukî düzenlemeler yapma yetkisi tanımaktadır. İslâm Hukukunda bu tür kanun koyma yetkisi "re'y-i veliyyül-emr", "hakk'us-saltanat"yahut "ülül-emre tefviz edilen umur" veya "siyâset-i şer'îye" yetkisi denilmektedir. Osmanlı hukukunda aynı tabirler de kullanılmakla beraber, sınırlı alanlarda ve özellikle idare hukuku sahasındaki bu tür meselelere "nizâm-ı âlem için olan umur" yahut "umûr-ı saltanat" gibi tabirler de kullanılmaktadır.

Şeyhülislâm Pîrî Mehmed'in şu fetvası dediklerimizi te'yid etmektedir:

"Gerçi şer'î maslahat değildir.... Ancak bu makûlede ülül-emre müracaat olunur. Nice me'mur ise, öyle olur. Nizâm-ı memleket içün olan emr-i âlîye itaat vâcibdir".

Şu kanun hükmü de meseleyi tavzih ve tefrik etmektedir:

"(kadılar), icrây-ı ahkâm-ı şer'îye eyleyüb eimme-i Hanefiye'den muhtelefün fîhâ olan akvâli tetebbu' edüb esahhı ile amel edeler. Ve ketb-i sicillât ve sukûk ve tezvic-i sığâir ve kısmet-i mevârîs-i re'âyâ ve zabt-ı emvâl-i eytâm ve gâib ve azl ve nasb-ı vasî ve nâib ve ukûd-ı enkiha ve tenflz-i vesâya ve şâir kazâyây-ı şer'îyede mutasarrıf olalar. Amma nizâm-ı memleket ve hıfz ve hirâset-i ra'iyyet Ve siyâsete müte'allık umun, hükkâm-ı seyf ve siyâset olan vükelây-ı devlete havale etmekle memurlardır".

Ülül-emre tanınan bu içi boş yasama yetkisinin en önemli vasfı, bu tür alanlarda hukukî düzenleme yapacakların mevcut içtihadlardan birini tercihden ziyâde, başta âmme maslahatı ve örf-âdet kaideleri olmak üzere tâli kaynaklardan istifade edilerek tanzimî tasarruf vaz'ı yoluna gitmeleridir. Bu görevi, İslâm hukukunda mahir olan hukukçular yapabileceği gibi, devlet ricali arasında tecrübeli olanlar da yapabilir. Asıl "kavânin-i siyâset" veya siyâset-i şer'îye" bunlardır. Ancak aşağıda ayrıntıları zikredilecek yasama yetkileri sonucunda ortaya konacak her çeşit hukukî düzenlemenin de, şer'î hükümlere geçmesi şarttır. Bu konuyu kanunnâmeleri tahlil ederken daha yakından göreceğiz. Osmanlı hukukunda şûra meclisi görevini, kanunnâmeyi hazırlayan ilmi hey'et yahut Divan-ı Hümâyûn taahhüd etmiştir.

Ülül-emre tefviz edilen ve kendisine şervî esaslar çerçevesinde kanun koyma yetkisi verilen alanları kısaca bilmek gerekmektedir225.

224 Hezarfen, Telhis'ül-Beyan, vrk. 135/B-137/A; Ebüssuud Efendi, Ma'rûzat, Süleymanlye kütp. Mihrişah Sultân, nr. 440, Vrk. 38/B vd.; Tevkiî Kanunnâmesi, MTM 1/538-539; Ali Haydar, Dürer, IV/715-716; İlmiye Salnamesi, 140-152; Takvim-i Vakayı, nr. 2840-3847; Uzunçarşılı, İlmiye, 208 vd.; Mumcu/Üçok, 222-226.

225 Tevkiî Kanunnâesi, MTM, c. II, sh. 541; Cln-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c. I, sh. 160, 163; Kanunnâme, İÜ. Ty. nr. 1807, vrk. 2/a; Kanun-ı Cedid, MTM, 11/306; Heyd, Uriel, Studies in Old Ottoman Criminal Law, 204-207.

374

BİLİNMEYEN OSMANLI



231. Devletin yasama yetkilerinden olan "Caiz olan konularda Nizâm-ı Âlem için kural koyabilir" ne demektir?

Ülül-emre tanınan bu yasama yetkisi hukukun bütün dallarını ilgilendirmekte ve İslâm hukukunun caiz olarak vasıflandırdığı hukukî mes'elelerle sınırlandırılmış bulunmaktadır. Bu yasama yetkisinin kaynağı, "Allah'a, O'nun peygamberine ve sizden olan ülül-emrin emir ve yasaklarına itaat ediniz" mealindeki âyettir. Câîz, yapılması veya yapılmaması serbest olan hukukî meseledir. Ülül-emrin bu çeşit mes'elelerde emretme veya yasaklama şeklinde kanun koyma yetkisi vardır. Şerl hükümlere aykırı olmamak şartıyla, bu mâhiyetteki kanun hükümlerine uyulması, Müslümanlar için bir vecîbedir. Müfessirler ve İslâm hukukçuları da aynı manayı teyid etmektedirler.

Osmanlı hukukunda sultanlar, bu yetkilerini yasaknâme adıyla hukukî düzenlemeler meydana getirerek kullanmışlardır. Gerçekten yasaknâmelerin, devlete ait ma'denler, tuzlar, para basımı, gümrükler, kapanlar, sabun, hububat, susam ve zarurî ihtiyaç maddeleriyle ilgili nizâmlar ve hazineye ait gelirlerin tahsili gibi, maslahat-ı âmmeye göre tanzimi ülül-emre bırakılan konularda kamuya yararlı emir ve yasakları ihtiva ettiklerini görüyoruz. Ülül-emrin bu yasama yetkisi, aynı zamanda yasaknâmelerin de hukukî mahiyetini açıklamaktadır. Yasaknâmeler konusunu daha sonra göreceğimizden burada kısa kesiyoruz. Osmanlı hukukçuları, birden fazla evlenmenin şarta bağlanmasını ve küçüklerin velileri tarafından evlendirilmesinin yasaklanmasını da bu yetkiye misâl olarak zikretmektedir. Özellikle Fâtih, II. Bâyezid ve Yavuz devrindeki yasaknâme mahiyetinde bulunan kanunnâmelerin meşruiyet dayanağı bu yetkidir226.

232. Osmanlı Hukukunda Devletin yasama yetkilerinden olan "Devlete karşı işlenen suçlarla ta'zir suçlarının cezalarını tesbit eder" kuralını

t açıklar mısınız? Fâtih'in bazı ceza kanunları yapması bu esasa mı dayanmaktadır?

Bir Osmanlı Kanunnâmesinde bu yetki "def ve teskîn-i mezâlim içün lâzım olan envâ-ı ukûbât-ı ehl-i şaka ve füccâr gibi ve bunların emsali umur" diye açıklanmaktadır. İslâm hukuku, belli bir ceza tayin edilmeyen ta'zir suçlarının cezalarını takdir ve tesbit etmeyi, zamanın ülül-emrine havale etmiştir. Gerçekten Fâtih, II. Bâyezid, I. Selim ve I. Süleyman'a ait Umumî Osmanlı Kanunnâmelerinin birinci babını teşkil eden cezaî hükümler; hususî kanun, münferit ve istisnaî ceza hükümleri ve Zülkadiroğullarına ait Alâüddevle ve Bozok Kanunnâmelerinin çoğu hükümleri, tamamen bu yetki kullanılarak tanzim olunmuştur. Hatta tam riâyet edilmemiş olsa dahi, 1274/1858 tarihli Ceza Kanunnâ-mesindeki şu hüküm bile söz konusu yasama yetkisini formüle etmektedir:

"Doğrudan doğruya hükümet aleyhine vuku1 bulan cerâimin Icrây-ı mücâzâtı devlete ait olduğu gibi, bir şahıs aleyhinde vuku' bulan cerâimin asâyiş-i umumiyi ihlâl eylemesi ciheti dahi kezâlik devlete ait olduğundan, tayin ve icrası şer'an emr-i ülül-emre ait olan ta'zirin tayin-i derecâtını dahi, işbu Kanunnâme

226 Kur'ân, Nlsâ, 58; Âlûsi, Ruh-ul-Maânî, V/65-67; XXVII/21; Anhegger, Robeıt-İnalcık, Halil, Kanunnâme-i Sultanî Ber Mûceb-I Örf-1 Osmanî, Ankara 1956, stı. XVI, XXII; Cln-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c.I, sh. 160; HAK Mazbatası, Akgündüz, Mukayeseli İslâm ve Osmanlı Hukuku Külliyâtı, sh. 314; Krş. Kanunnâme, İÜ. Ty. nr. 1807.

i ;e

BİLİNMEYEN OSMANLI



375

mütekeffil ve muntazammın olup ancak herhalde şer'an muayyen olan hukûk-ı şahsiyeye halel gelmeyecektir".

İşte Osmanlı Ceza Kanunlarının tamamı, bahsedilen bu yasama yetkisinin devlet tarafından kullanılmasının sonuçlarıdır ve hiç bir şeKÎ hükmü ortadan kaldırmak için yapılmamıştır227.

233. Osmanlı Devleti, kamu hizmetlerinin ifası için her çeşit adlî, idarî, malî ve askerî düzenlemeleri yapabilir9 mi? Kanunnâmeler bu kuralın sonuçları mıdır?

Ülül-emr, başta padişah olmak üzere kamu hizmetlerinin ifası için her türlü tedbiri almakta mükelleftir. İslâm hukukçularına göre, kamu yararı prensibinin ışığında devlet teşkilâtı ile alakalı idarî düzenlemeler; davaların belli zaman aşımı sürelerinin geçmesinden sonra dinlenemeyeceği, borca batık şahsın hapsedileceği ve mahkemelerin altüst diye tasnifi yoluna gidilmesi gibi adlî düzenlemeler; sınırların korunması, ordunun teçhizi, eğitim hizmetlerinin yürütülmesi ve sosyal güvenlik müesseselerin ihyâsı gayesi ile tahsil olunan gümrük, cizye ve benzeri şer'î vergilerle bazı örfî vergilerin tanzimi nev'inden olan malî düzenlemeler ve yaya, müsellem, voynuk, derbendçi, kapı-kulu ve eyâlet askerleri gibi askerî düzenlemeler, tamamen ülül-emrin yetkisi dahilindedir. Bir Osmanlı Kanunnâmesinde konuya "sedd-i süğûr ve techîz-i asker-i mansûr ve in'âm-ı ulemâ-i avlâm ve it'âm-ı fukarâ-i enam içün vaz' ve tayin olunan rüsûm-ı ra'iyyet ve bac-ı tüccar ve bâzâr ve harâc ve a'şâr gibi" diye temas edilmiştir.

Burada şu hususun da belirtilmesinde yarar vardır: Haracın, cizyenin, bac ve gümrük vergilerinin, bazı sosyal ve iktisadî şartlar muvacehesinde, mikdar veya nisbetlerinin tesbiti de ülül-emre bırakılmıştır. Bu sebeple Osmanlı kanunnâmelerinin çoğu hükümlerini teşkil eden haraç, cizye vergileri ve bunların çift resmi, öşür, işpençe ve benzeri adlarla anılan bedelleri, arazinin kuvvet-i inbâtiyesi ve vergi mükelleflerinin sosyal ve iktisadî durumlarına göre ayrı ayrı tesbiti, yüzlerce kanunnâmenin ortaya çıkmasına sebep teşkil etmiştir. Yoksa vergilerin şer'î ve hukukî mahiyeti aynıdır. Değişen, mikdârlar ve mahallî örflere göre isimlerdir228.

234. Osmanlı Devleti'nin "Ülül-emr, mîrî arazî ve tımar sistemi ile ilgili kuralları kor" şeklindeki yetkisini açıklar mısınız? O zaman tımar sistemi ile alakalı bütün kanunlar, bu şer'î yetkiye dayanılarak mı hazırlanmıştır diyeceğiz?

İslâm hukukunda ülül-emre tanınan yasama yetkilerinden biri de, savaş yoluyla fethedilen toprakların hukukî rejimini ve tasarruf şeklini tesbit yetkisinin ülül-emre ait bulunmasıdır. Ülül-emrin bu çeşit araziler üzerinde birden fazla seçimlik hakkı var-

227 Kanunnâme, İÜ. Ty. , vrk. 2/A; 1858 tarihli Ceza Kanunnâme-i Hümâyânu, md. I; Âlûsî, XVIII/21; İlmiye Salnamesi, sh. 313; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c.I, sh. 161.

228 Âlûsî, Ruhu'l-Maâni, c. XXXIII, sh. 21; Zerka, Mustafa Ahmed, El-Fıkh'ul-İslâmî Fî Sevbih'il-Cedîd, c. I, sh. 115-122; Kanunnâme, İÜ. Ty. 1807, vrk. 2/A; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c. I, sh. 160-161; Barkan, Kanunlar, sh. LVIII vd. ' "'• • ¦¦ :' --¦ -¦.-¦...•¦¦.• ".. - ">.. : ¦¦.-.•..¦- , -i----------,.«..;.-.., ,¦:-

376

BİLİNMEYEN OSMANLI



dır. Bunlardan biri, bu çeşit arazileri devletin arazisi olarak yani mîrî arazi ilân etmek ve tasarruf şeklini, âmme maslahatına göre, dilediği gibi tanzim etmektir. Bir Osmanlı Kanunnâmesinin mukaddimesinde söz konusu yetki "...ve intizâm-ı ahvâi-i re'âyâ ve berâyâ içün tarh ve tertib olunan kavâid-i tımar gibi" şeklinde formüle edilmiştir.

Osmanlı Devleti'nde mirî arazî ve tımar sisteminin temelini, Hanefi hukukçular dışındaki İslâm hukukçularının, savaş yoluyla fethedilen araziler hakkındaki "Müslümanlara vakıf" yani rakabesi devlete ve tasarruf hakkı bazı malî mükellefiyetler karşısında re'âyâya tefvîz edilen arazi görüşü teşkil etmiştir ki, Osmanlı hukukunda buna "arâzi-i mîrîye" denmiştir. Selçuklulardan beri, arâzî-i memleket, arazî- sultan veya arâzî-i havz adlarıyla mevcut olan bu nizâm, Osmanlı Devleti'nde de kuruluş yıllarından beri, mâli ve askerî hayâtın belkemiğini teşkil etmekteydi. Ancak Kanuni'nin isteğiyle Ebüssuud'un konuyu bütün ayrıntıları ile "fetvây-ı şerife" haline getirmesi ve daha sonraki bütün hukukî düzenlemelerin bu fetvaları esas alması, mirî arazi rejiminin mimarı olarak Ebüssuud'u ön plâna çıkarmıştır. Gerçekten Kanuni'nin son yıllarında hazırlanan ve resmi bir müdevvenât olduğu kuvvetle muhtemel bulunan bir kanun mecmuasının başında ve de arazi ile alâkalı bütün kanun mecmualarında, Ebüssuud'un fetvaları mutlaka yer almıştır.

Ülül-emre tanınan bu yetki, Ebüssuud'un fetvalarıyla başlayan Kanun-ı Cedid'in ekseri hükümlerinin; tımar ve intikal kanunlarının; Ali Çavuş Kanunnâmesi tarzındaki bütün hukukî düzenlemelerin ve ister umumî kanunnâmelerde ve ister hususî kanunnâmelerde yer alan arazi ve tımar nizâmı ile alâkalı bütün hükümlerin, meşruiyet dayanağını teşkil etmektedir.

Örfî hukukun veya bir başka ifadeyle ülül-emrin yasama yetkisinin sınırlarını böylece tesbit etmiş bulunuyoruz. Bu yetkilerini, ancak şervî hükümlere aykırı olmamak şartıyla kullanabileceğini de tekrar hatırlatmak istiyoruz229.

II- OSMANLI KANUNNAMELERİ VE YASAMA ORGANI İLE İLGİLİ TARTIŞMALAR

235. Osmanlı Kanunnâmelerini kısaca nasıl anlatabilirsiniz?

Tanzîmât'tan önceki Müslüman Türk Devletlerinin hemen hemen tamamında, yukarıda sınırları çizilen ülül-emre ait yasama yetkisi, genellikle sultan ve padişahlar tarafından kullanılmıştır. Kamu yararı gerektirdikçe bazı içtihatlar tercih edilmiş, yeni ortaya çıkan hukukî meseleler karşısında zamanın şeyhülislâmlarından alınan fetvalar üzerine fermanlar verilmiş, özellikle fethedilen arazilerin rejimi kamu yararının gerektirdiği şekilde tanzim edilmiş ve ta'zîr cezaları değişen zamana göre farklı tarzlarda düzenlenmiştir. İşte idarî, malî, cezaî ve değişik hukuk alanlarında, muhtelif zaman ve zeminlerde, padişahların emir ve fermanlarıyla zamanın şeyhülislâmlarının fetvalarına dayanılarak vaz'edilen hukukî düzenlemeler aynen veya özet halinde derlenmiş yahut

229 Topkapı Sarayı Müzesi kütp., nr. R. 1935, vrk. 1-4; Kanunnâme, İÜ Ty. , nr. 1807, vrk. 2/a; El-Mâverdî, El-Ahkâ-üs-Sultânlye, sh. 131 vd.; Molla Hüsrev, Dürer, c. I, sh. 285 vd.; Âlûsî, Ruh'ul-Maânî, c. XXVIII, sh. 21; Barkan, Kanunlar, sh. XL vd. v ı ¦ , ,- : - . .-., ....,.:,..

BİLİNMEYEN OSMANLI

377


padişahın arzusuyla derletilmiş ve adına "kanunnâme" denmiştir. Daha önceden intikal eden Zülkadiroğulları ve Akkoyunlulara ait kanunnâmeler de elimizde bulunmakla beraber, sayıları 700'e varan bu kanunnâmelerin çoğunluğu Osmanlı padişahlarına ve özellikle de Kanunî Sultân Süleyman'a aittir. Kanunnâmelerin kendi aralarında iki kısma ayrıldığını görüyoruz:

A) Umumî mahiyet arz eden kanunnâmeler. Bunlar bütün Osmanlı ülkesi için geçerli olan örfî hukuk kaidelerini ihtiva etmektedir. Fâtih'e ait biri devlet teşkilâtı diğeri ceza hukukuna ilişkin iki kanunnâme. Yavuz Selim'e ait umumî kanunnâme, Kanunî'ye ait umumî bir Kanunnâme, Tevkiî Abdurrahman Paşa Kanunnâmesi (Osmanlı Devlet Teşkilâtı), III. Ahmed Kanunnâmesi ve Zülkadiroğullarına ait iki Kanunnâme bu grubun misâlleridir.

B) Hususî ve mahallî kanunnâmeler. Osmanlı idarecileri, fetih yoluyla ülkelerine kattıkları her bölgenin fetihten hemen sonra tapu-tahririni yapmışlar ve arazinin hukukî mahiyetini, o bölgede mevcut eski örf âdet kaideleri, eski nizâmları ve arazinin verimliliği ile yaşayan nüfusu göz önüne alarak özel kanunnâmeleri o bölgenin tapu tahrir defterinin başına yazmışlardır. Bu kanunnâmelerin çoğu, hükümleri genel kanun-nâmelerdeki hükümlerin o bölgelere adapte edilmiş şeklidir. Kanunnâmeler de, ait olduğu mahalli ilgilendiren bazı özel maddeler mevcuttur. Mesela Girit kanunnâmesinde mülk arazi ve harâç'la ilgili hükümlere yer verilirken, Budin Kanunnâmesinde mîrî arazi ile alakalı hükümler derlenmiştir. Umumi ve hususi kanunnameler olmak üzere, yaklaşık 760 küsur kanunnameyi, Osmanlı Kanunnâmeleri adlı eserimizde neşretmiş olacağız.

Görüldüğü kadarıyla söz konusu Kanunnâmelerde örfî hukukun dışına çıkılmamış ve uygulamada görülen aksaklıklar, kanun ve şerî'at hükümlerini hatırlatıcı ferman demek olan adaletnâmelerle ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Kanunnâmelerin hükümleri ciddi olarak tahlil edilirse, bunların ya mevcut şerf hükümlerin kanun haline getirilişi ya bazı içtihatların tercihi, ya da ülül-emrin, yasama yetkisine dahil alanlardaki hukukî düzenlemeleri olduğu görülecektir.

Osmanlı Devleti'nin salt kronolojik tarihini, sosyal, içtimâi, askerî, hukukî, malî ve farklı açılardan tarîhî veçhelerini, Osmanlı Devleti'nin asırlarca hayâtiyyetini devam ettirmiş olan teşkilât ve müesseselerini tam olarak anlamak ve değerlendirmek isteyenler, bu saydıklarımızın hukukî çatısını oluşturan Kanunnâmeleri incelemek mecburiyetindedirler. Meselâ, tîmâr nizâmı ile alakalı araştırma yapanlar, Kanunî Devri Kanunnâmeleri arasında müstakil bir bölüm teşkil eden tîmâr nizâmı ve taşra teşkilâtı ile ilgili kanunnâmeleri görmeden, bu konuda ne yazsalar ve çizseler, mutlaka eksik kalır kanaatindeyiz. Osmanlı Devleti'nin Müslümanları korumak ve i'lây-ı kelimetullah uğrunda yapmış olduğu savaşları ve kazandığı zaferleri inceleyip de, bunu, Osmanlı Devleti'nin tek mukavvim unsuru sayanlar, Osmanlı Devleti'nin, sadece bir kısım kendini bilmezlerin iddia ettiği gibi, kılıç ve kalkan üzerine değil, çok sağlam hukukî ve sosyal temeller üzerine oturduğunu ve asırlarca varlığını sürdürmesinin altında bu sırrın saklandığını idrâk edemezler. Ders kitapları da dahil olmak üzere, bu zamana kadar verilen tarih bilgileri, bazı istisnaların dışında, bu espriden uzak olduğu için, bu vatanın evlatlarının ecdadı hakkındaki yanlış hükümleri tashih etmesi de, ancak ve ancak, Osmanlı Devleti'nin maddî ve ma'nevî temellerinin öğrenilmesi ve dolayısıyla bu Kanunnâmelerin İslâm Hukuku kitapları demek olan Fıkıh Kitaplarıyla birlikte tahlil edilmesi ile mümkün-

378


BİLİNMEYEN OSMANLI

dür.


Osmanlı Kanunnâmeleri, Türk-İslâm tarihinin en uzun dilimi olan altı asırlık Osmanlı Devleti tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek ehemmiyeti hâizdir. Zira hukuk, insan hayâtının bütün yönlerini yansıtan gerçek bir âyinedir. Hukukun, insan cemiyetlerinin vazgeçilmez unsurunu teşkil ettiği ve hatta bir hukukçunun ifadesiyle "insan hayatının tâ kendisi olduğu" inkâr edilemez. Osmanlı Kanunnâmeleri, sadece Osmanlı hukuku için değil, Osmanlı tarihi, Osmanlı medeniyeti, askerî, iktisadî, dinî ve sosyal tarihi için de birinci elden bir kaynaktır. Hukuk tarihçisi, bu kanunnâmeleri nazara almadan, hukuk tarihini yazamaz; genel tarihçi, tarihin en önemli ve hayatı ilgilendiren konularını tanzîm eden kanunnâmeleri göz önüne almadan, gerçek tarihi ortaya koyamaz; medeniyet tarihçisi, tarihte yaşanan medeniyetlerin manevî heykelleri olan kanunnâmeleri görmeden, medeniyet tarihinden söz edemez; fikir tarihçisi, tarihî olayların hakiki âyinesi olan kanunnâmeleri nazar-ı itibara almadan, hâdiseler hakkında fikir yürütemez; devlet adamı ve siyasetçi, Amerikan senatosunun salonunda büstleri dikili 21 kanun adamının en önemli ilk üçü arasında yer alan Kanunî'yi, eserleri olan kanunâmelerle tanımadan, ciddî ve tatmin edici bir idare siyâseti ortaya atamaz; kısaca geçmişi olmayanın geleceği de olamayacağına göre, Türk milletinin geçmişini yansıtan kanunnâmelerden hiçbir Müslüman Türk bî-gâne kalamaz.

Mesele bununla da kalmamaktadır. Osmanlı Devleti'nin kılıç ve kalkan üzerinde o-turan bir zulüm devleti değil, günümüzdeki çoğu devletlerden de ileri seviyede bir hukuk devleti olduğunu; bazı araştırmacıların belgelere ve ana kaynaklara dayanmayan bir kısım iddialarının tersine, Osmanlı Devleti'nin hukuk sistemi olarak İslâm Hukukunu kabul ve tatbik ettiğini; Osmanlı hukukunu lâik olarak vasıflandırmanın mümkün olmadığını, sadece askerî hukuk, bazı ceza hükümleri, vergi hukukuna ait bir kısım esaslar ve idarî hükümler ihtiva eden kanunnâmelerin, İslâm Hukukunun devlet yetkililerine tanıdığı sınırlı yasama yetkisi sonucunda hazırlandığını ve şer'î hükümlere aykırı hükümler ihtiva etmediğini; geriye kalan hukuk alanlarında fıkıh kitaplarının temel kanun olarak kabul edildiğini; İslâm Hukukunun bir devletin resmî hukuk nizâmı olarak tatbikinin en güzel örneğini de yine Osmanlı Kanunnâmelerinde görmek mümkün olduğunu; Osmanlı Devleti'nin sadece Müslümanlara değil, gayr-i müslim azınlığa da her çeşit hak ve hürriyetleri tanıdığını; Osmanlı Devleti'nde hak ve hürriyetlerin Tanzîmât ve Islâhat Fermanlarıyla gündeme geldiği şeklindeki iddiaların kuru bir safsatadan ibaret olduğunu ve benzeri çarpıtılan hakikatlerin doğrularını, yine kanunnâmelere müracaat ederek öğrenmekten başka yol yoktur230.

236. Osmanlı Hukukunda Kanunnâmeler nasıl ve kimler tarafından hazırlanırdı?

Osmanlı Devleti'ndeki örfî hukukun meyvesi olan Kanunnâmelerin hazırlanışı, tertibinde müessir olan makamlar ve bu makamların bağlayıcılığı ile resmiyeti hususunda çok çeşitli fikirler vardır. Bu fikirlerden bazılarına göre, kanunnâmeler bir yasama faaliyeti veya bir kanunlaştırma hareketinin sonucu değildir. Belki teker teker sâdır olan

230 BA, Tapu Tahrir Defteri, nr. 735; Karakoç, Tahşiyeli Kavanin, c. I, sh. 115 vd.; MTM. c. I, sh. 497 vd. 72; Barkan, Kanunlar, sh. I vd.; Özellikle bkz. 353-351, 296-297, IX vd.; Alûsî, Ruh'ul-Maânî, c. 28, sh. 20 vd.

BİLİNMEYEN OSMANLI

379

padişah irâde ve fermanlarının bir araya gelmesi sonucu meydana gelmiştir. Ayrıca bir çoğunun resmî hiç bir sıfat ve salâhiyeti olmayan kimseler tarafından sırf ilmî bir merak ve tecessüsle toplanan mecmualar olduğu bile ileri sürülmüştür. Bu tür iddialar; ana kanun nedir? Buna dayanılarak çıkarılan nizâmnâme, ta'limâtnâme ve yazılı emir ne demektir? Ayrıca "Düstur" yahut "Kanunlar" adıyla yayınlanan hukukî düzenlemelerin kaynağı nedir? Her hukuk hocasının veya hukukçunun günümüzde bile, ayrı bir medeni kanun neşri, medeni kanunun gayr-ı resmî olması mı demektir? bu ve benzeri uzayıp giden soruların cevaplarının bilinmediğini göstermektedir. Biz burada, bütün Osmanlı Kanunnâmelerinin günümüzdeki şekliyle bir meclisten çıktığını iddia etmeyeceğiz. Ancak baştan şunu belirtmek istiyoruz ki, sayıları belli olan umumî kanunnâmelerin tamamı, biraz sonra zikredeceğimiz kanunî prosedürden geçmiştir. Sayıları 700'ü geçen hususî kanunnâmelerin hepsi ve iki satırlık da olsa, bütün irâde ve fermanlar, eğer örfî hukuku ilgilendiriyorsa ve sadece icrâî bir emir değilse, yasama faaliyeti veya kanunlaştırma hareketi diyebileceğimiz bir ameliyeden sonra kanun veya ferman adını almıştır. Söz konusu kanun veya fermanların, sonradan bazı hukukçular tarafından aynen veya değiştirilerek kanun mecmuaları hâline getirilmeleri onların resmî sıfatlarını ortadan kaldırmaz. Zira aynı şey bugün de yapılmaktadır. Yani Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîs'ül-Beyân'ı kaleme aldı diye, buradaki kanun hükümlerinin vâzı'ı olarak kabul edilmeyeceği gibi, bu kanun hükümlerinin bir yasama faaliyeti yahut codification sonucu meydana gelmediklerinin delili olarak da kabul edilemez. Bu tarz bir hususî kanun mecmuasında da konu,


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   55   56   57   58   59   60   61   62   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin