NÜKLEER ENERJİNİN SORUNLARI Dave MARTIN
Dave Martin: Reaktörlerde çıkan sorunları yönetim hatalarına bağlamak yanlış. Ontario Hydro öyle yapıyordu ama Kanada’da Atom Enerjisini denetleme kurumu, Atomic Energy Control Board, Ontario Hydro’nun nükleer reaktörlerini inceleyip hazırladığı raporda, sorunların yalnız %25’inin yönetim hatalarından kaynaklandığını, %75’ inin ise teknolojiden kaynaklandığını belirtti. Nükleer enerji üretiminde, teknolojiden kaynaklanan ve çözülememiş olan sorunlar olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Bir de risk konusuna değinmek istiyorum. Otomobilinizle yolda gitmekte ya da uçağa binmekte de belli bir risk olduğunu öne sürebilirsiniz. Ama bu riskleri göze alırken ben bir seçim yapabilirim. Otomobile binmek istemezsem bisiklete binebilirim. Uçak istemezsem treni seçebilirim. Bir nükleer reaktör inşa ettiğiniz zaman, hiçbir seçim hakkım yok; düğmeye basıp o elektriği kullanmak durumundayım. Açıkçası, insanlara nükleer santral isteyip istemediklerinin sorulduğunu hiç görmüyoruz. Büyükecelli-Akkuyu’da yaşayanlarla daha dün konuştum, onların seçimi apaçık, nükleer santrali istemiyorlar.
Akın Koster: Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde eğitim görmüş bir endüstri mühendisiyim.Öncelikle bizleri bilgilendirmek için buraya geldiğiniz için teşekkür etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, şu anda Türkiye nükleer enerji konusunda hassas kararlar verme aşamasında. Konuşmanızda sadece Kanada’daki nükleer teknolojinin aksaklıkları yani CANDU üzerinde yorumlarınızı dile getirdiniz. Sizce, burada Almanya, Fransa, Japonya ve Amerika gibi ülkelerin nükleer teknoloji uzmanlarından oluşan bir kaç konuşmacı daha olsaydı bu toplantıda nükleer teknolojinin zararları yönlerinin dile getirilmesi daha nesnel bir biçimde gerçekleşmez miydi?
Dave Martin: Öyle gibi görünüyorsa özür dilerim. CANDU’dan söz ediyorsam bu o teknolojiyi iyi tanıdığım içindir. Bugün gelmek isteyip gelememiş olan bir arkadaşım Nuclear Power International’ın (NPI) satmak istediği santralden söz edecekti. Sorunları birbirine çok benziyor. Fiyat yüksekliği sorunu var örneğin, radyoaktif atık sorunu, kaza olasılığı sorunu, ve santrallerin umulan performansı verememesi, ömürlerinin de umulduğundan kısa olması sorunu. Bu sorunlar bütün reaktörlerde görülüyor. Siemens ya da Westinghouse’u desteklediğim gibi bir izlenim olmasın sakın. Karşı görüşün savunulmasına gelince, bana nükleer endüstri bu toplantıda oldukça yoğun biçimde temsil ediliyor gibi geliyor.
İnci Gökmen: Dave Martin’in ülkemize gelişinden çok yeni haberimiz oldu. Diğer katılımcılarla görüştük ancak Almanya’ya hemen dönmeleri gerektiğinden toplantıya katılamayacaklarını söylediler. İlerdeki toplantılarda daha iyi bir kombinasyon yapabilmeyi ümit ediyoruz. Dave Martin’e çok yoğun işleri olduğu ve yarın Kanada’ya dönmesi gerektiği halde zaman ayırıp, bugün buraya geldiği için çok teşekkür ederiz. Sami Akı: Çevre Mühendisliği Bölümündenim. Enerji tasarrufu konusunda, örneğin siz eşinize bulaşık makinesi kullanma diyemezsiniz değil mi? Bildiğiniz gibi, TEAŞ yetkilisinin de söylediği gibi şu anda Türkiye’de elektrik enerjisi sıkıntımız var. Hidroelektrik santrallerinin de kötü yönleri olduğu için bir kaç baraj daha yapmamız söz konusu olamıyor ve özellikle Greenpeace gibi çevre koruma kuruluşları buna karşı çıkıyorlar. Gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye, sizce, sanayi gelişiminde yeterli güç kaynağı sağlayabilmek için güneş enerjisine bağımlı mı kalmalı yoksa iki-üç termik santralden alınan binlerce watt gücü enerji üretilebilecek bir nükleer enerji santrali mi kurmalı? Dave Martin: Kuşkusuz, enerji kaynağı için başka seçenekler var, onların kullanılması gerekiyor. Elli yıl ileride ne olacağını, neyin gerekeceğini şimdiden öngörmeye çalışmak artık anlamsızlaştı. Kuzey Amerika’da enerji şirketleri gittikçe daha kısa vadeli plan yapıyorlar. Beş on yıl ilerisini görmeye çalışıyorlar – elli yılı değil. İşin gerçeği şu ki, kısa vadede doğal gazı, kombine enerji çevrim sistemleriyle(combined cycle plants) çok daha verimli kullanabilirsiniz. Ziyan edilen enerjiyi de katarsanız kazancınız % 90 verimliliğe ulaşır. Nükleer santraller % 30 verimlilikle çalışıyor; enerjinin geri kalan % 60’ı Akdeniz’i ısıtmaya yetecek düzeyde. Ama buna ne gerek var. Akdeniz yeterince sıcak zaten. Amerika ve Kanada’nın yapamadığını yapın ve gerçek bir çözüme kavuşun. Onların hatalarını tekrarlamayın.
Biraz da nükleer enerjinin yarattığı çevre sorunlarından söz etmek istiyorum. Bir nükleer yakıt çubuğu 20 kg ağırlığında. Etrafındaki boruya basınç borusu (pressure tube) deniyor. Bu CANDU reaktörünün bir özelliği. Almanların ve Amerikalıların sattığı reaktörlerdeki büyük basınç taşıyıcısına karşın, CANDU’da yüzlerce basınç borusu bulunuyor. Soğutucu su bu boruların etrafında dolaşıyor ve türbinlerde elektrik üretiminde kullanılan çubukların ısısını azaltıyor. Bunlar basınç altında tutuluyor. Türkiye’ye satılmak istenen reaktörde 400 basınç borusu var. Bu çubuklar da 1,5 yıl kadar kullanılıyor. Yani Akkuyu’da yapılması planlanan iki reaktör 200 ton kadar, yüksek radyoaktivite içerecek yakıt atığı üretecektir. Bu atığın tehlikesi yüz binlerce yıl boyunca azalmayacaktır. Kanada bu atığı tabii ki geri almayacaktır. Türkiye bu sorunu kendi başına çözmek zorunda kalacaktır. Akkuyu’da yapılacak reaktörlerde yirmi yıllık atığın saklanabileceği su dolu havuzlar bulunması öngörülüyor ama bu büyük bir sorun.
Kanada’da son on yıl boyunca radyoaktif atıkları ne yapabileceğimizi tartıştığımız çevre etki çalışmaları yapıldı. Geçen hafta, 13 Mart’ta, en sonunda bu çalışmaların raporu açıklandı. AECL bu atıkların Kanada’nın kuzeyindeki derin kayalara gömülmesini öngörüyor. Ama Çevre Raporu, bu atıkların gömülebilmesi için halkın geniş bir desteğinin gerektiğini belirtti. Şu anda bu destek olmadığı için bu çözüm kabul edilmedi ve yıllarca çabadan sonra Kanada’da radyoaktif atık sorunu ortada kaldı. Zaten biz çevreciler, derin kayalara gömme önerisini hep birlikte reddediyorduk. Atıkların çok uzun bir süre boyunca çevreye ve insan sağlığına zarar vermemeleri için, göz önünde, kontrol edilebilecekleri bir yerde tutulmasını öneriyorduk.
Tabii bu çevre sorunu, iş bu atıkların tutulabileceği bir yer aramaya gelince, toplumsal bir sorun oluveriyor. Kanada’nın kuzeyinde yaşayan yerliler kendilerine yapılan sunulara karşın, topraklarında radyoaktif atık saklanmasına karşı sonuna kadar savaşıp ölmeyi tercih edeceklerini söylediler.
Kanada aynı zamanda dünyanın en önde gelen uranyum üreticisi. Uranyum madenciliği, fazla sözü edilmese bile, nükleer enerjinin görünmeyen, gizli bedellerinden biri. Uranyum tozuna ve radon gazı gibi radyoaktif gazlara maruz olan maden işçileri için çok zararlı. Uranyum madenleri de atık üretiyor. Bu atıklar çok yüksek derecede asitli ve radyoaktif. Sürekli radon gazı üretiyor.
Aynı zamanda CANDU reaktörleri sürekli tritium üretiyor. Tritium hidrojenin ağır bir izotopu (çekirdeğinde daha fazla nötron var) – suyun gittiği her yere gidebiliyor. Vucuda alınan trityum insan bedenine yüksek dozda radyasyon geçiriyor. CANDU’ dan çıkan gazların bir kısmı suya, bir kısmı da havaya gidiyor ve tabii ki yiyeceklere de karışıyor.
Biraz da ekonomiden söz etmek istiyorum. Daha önce de söylediğim gibi Candu dünyadaki rektörlerin en düşük performans sergileyeni. Bruce A reaktörünün 1981’den 1997’e kadarki performansı % 40’ın biraz altında. Buna biz Kanada’da kapasite performansı diyoruz; mükemmel performansla gerçekte üretilen elektriğin karşılaştırılmasının ölçüsü. Performans böyle düşünce tabii masraflar büyük ölçüde artıyor. Şimdi sanırım gelecek için öngörülen elektrik fiyatlarının anlamsızlığını anlıyorsunuz. AECL TEAŞ’a Candu reaktörünün 40 yıl süreyle %80 verimlilikte çalışacağını söylüyor, fıyat tahminleri de buna göre yapılıyor. Gerçekte bu verimlilik, o söylenenin yarı süresinde, öngörülenin yarısı ölçüsünde bir verimlilik ortaya koyarsa tabii ki maliyetler de o oranda artacaktır.
Bir başka sorun da gerçek maliyetlerin öngörülen maliyet fiyatlarının çok üstüne çıkması... Kanada’daki en yeni reaktör Pickering santraline epey yakın olan Darlington santralindedir. Fiyatının 4 milyar Kanada doları olması öngörülmüştü. Ama 1990’ da, gerçek maliyetinin 14 milyar Kanada doları olduğu anlaşıldı. Ontario Hydro’ nun şu andaki borcunun önemli bir nedeni Darlington Santrali’nin artan maliyetidir. Ontario Hydro 30 milyar dolar borçta ve bu, eyaletimiz ve ülkemiz için önemli bir sorun.
Bir de yine ekonomik bir sorun olarak karşımıza çıkan bakım ve onarım giderleri var. Biraz önce sözünü ettiğim basınç borularında radyasyon, yüksek ısı derecesi ve basınç nedeni ile çürümeler oluyor – metal hidrojen alarak kırılganlaşabiliyor. 1983’te Pickering Santrali’nde AECL’ in inkar ettiği korkunç bir olay meydana geldi. Bir basınç tüpü kırıldı. Bu bir faciaydı çünkü soğutucu su oradan sızdı ve reaktör binasında yerde birikti. Güvenlik önlemleri hemen devreye girmeseydi korkunç bir kaza olacaktı. Bunun sonucunda Ontario Hydro, Pickering santralindeki reaktörleri kapattı ve bütün tüpleri yeniledi. Bu da tabii ki büyük maliyetle mümkün oldu.
Şu anda Ontario Hydro, o kapanan reaktörlerin tamiri ve işletmesi için 2009 yılına kadar 22 milyar dolar harcamayı planlıyor. Bu çok büyük bir para. Benim kurumum dahil olmak üzere birçok kişi bu reaktörlerin kapanmasını öneriyor. Biz daha ucuz, güvenli, ve temiz bir elektrik sistemine geçilmesini istiyoruz.
Bitirmeden önce, enerji alternatiflerinden söz etmek istiyorum. Bu alanda önemli gelişmeler var. Türkiye dahil bütün dünyada öncelik enerjinin verimliliğini sağlamak olmalıdır. Verimlilik standartları, kullanılan aletlerin enerji tüketimini azaltabilir. Türkiye’de enerji dağılımında % 30 kaçak olduğundan söz ediliyor. Nükleer enerji gibi büyük ve zor bir proje yerine o kaçağın önlenmesi öncelik olmalıdır. Çok önemli başka bir konu da elektriğin uygun ve gerekli durumlarda kullanılmasıdır. Örneğin su ya da hava ısıtmak için elektrik kullanılmamalıdır.
Elektrik üretimine gelince, yenilebilir kaynaklara dayanan bir enerji üretimini tercih ediyoruz. Tabii ki bir geçiş dönemi yaşanacaktır. Kanada’da biz doğal gazla işleyen kojenerasyon santrallerine doğru ilerliyoruz. Kojenerasyon, ısı ve gücü birleştiren sistem demek. Bu tür santraller %90 termodinamik verimlilik sağlayabiliyorlar. Bunu %30 verimlilik sağlayan nükleer santrallerle karşılaştırınca hem çevreye zararın hem de maliyetlerin azalabileceğini görebiliriz.
Artık yenilenebilir enerji hızla yaşamımıza giriyor. Rüzgar enerjisi üretimi çoğalıyor. İzmir’de rüzgar enerjisi projesini hayata geçiren biriyle tanıştım. Türkiye’de de, Kanada’da da bu oluyor. Hükümetlerimizin desteği ile değil, onlara rağmen bu gelişmeler var.Yapmamız gereken ilk iş, mega projelere hayır demek. Sizleri Akkuyu’da önerilen nükleer santrale karşı çıkmaya çağırıyorum. Akkuyu yakınlarında bir köye gittim ve halkın bu projeye çok karşı olduğunu gördüm. Köylüler başka alternatifler olduğunu biliyorlar ve 28 Mart’ta Ankara’ya geliyorlar. Umarım onlara katılırsınız.
Bahnen Başoğlu: Nükleer Mühendisliği üzerine Amerika’da doktora yaptım. Türkiye’nin doğal gaz konusunda Rusya ve İran gibi komşu ülkelerine bağımlı olduğunu ve bu bağımlılığın sonradan tehdit unsuru oluşturabileceğini düşünürsek, nükleer enerji santrali kurulması fikri ülkenin güvenliği açısından daha iyi değil mi? Kanada için aynı durum söz konusu olsaydı, siz hangi seçeneği tercih ederdiniz? Dave Martin: Söz ettiğiniz sorun, enerji güvenliği sorunu. Nükleer endüstri bunu nükleer gelişmeleri desteklemek için sık sık öne sürer. Yanıt olarak önce şunu söyleyeyim: Enerji güvenliği ve dışarıya bağımlılık nükleer enerji ile de ortaya çıkacak olan bir sorun. Bu yabancı bir teknoloji ve hiç değilse ilk aşamada satıcının ellerinde kalacak. Bu teknolojinin transferi üzerinde pazarlık edilebilecek bir konu. Bunun ötesinde, Türkiye’de bir nükleer yakıt sistemi kurulmasından söz edildiğini duydum. Bunun tamamıyle akıl dışı ve olanaksız olduğunu söylemeliyim. Bu korkunç pahalı bir iş olurdu zaten. Yani uranyumu Kanada’dan almak zorunda kalacaksınız. Bu da bir güvenlik problemi çünkü petrol kartelleri olduğu gibi, uranyumun fıyatını yüksek tutmak için oluşturulmuş uranyum kartelleri de vardır. Ama asıl çözüm, teknoloji için ne Kanada’ya ne de Amerika’ya bağımlı olmadan, Orta Asya ya da İran’ın doğal gazına da bağımlı olmadan verimliliğe öncelik vermekte.
İnci Gökmen: Ben nükleer elektrik üretimi maliyetini merak ediyorum, çünkü Türkiye’de kilowatt başına yaklaşık 2.5 cent olabileceği gibi rakamlardan söz ediliyor. Dave Martin: Nükleer enerjinin gerçek fiyatını hesaplamak çok zor bir iş. Santralın performansı ve ömür süresi bunu çok etkiliyor. Performans söylendiğinden düşük olursa ya da santralin ömrü beklenenden kısa olursa tabii fiyat artıyor. Herşey ideal olursa kilowatt saati 2.5 cent olabilir. Ama yaşananlar bunun böyle olamadığını gösteriyor. Size söyleyebilirim ki Kanada’nın en modern nükleer santrali olan Darlington’ da (ki 1990’ da devreye giren 4 adet 900 megawatt reaktörden ibarettir ve Türkiye’ye önerilenden büyük oldukları için daha ucuz olmaları gerekir) üretilen enerjinin kilowat saati 10 centten fazla. Ontario Hydro, bunun inşaatteki gecikmelerden ileri geldiğini söylüyor. Ama gerçek bu. Ortalama fiyat kilowat saati 6 cent civarında. Bu bizim Ontario’da elektrik için ödediğimiz fiyat değil, çünkü orada çok bol ve çok ucuz olan hidrolik enerji de var. Onun Kilowat saati 1 cent ya da daha bile düşük. Epey kömür enerjisi de var, onun da fiyatı 3 ile 4 cent arasında. Fiyat ortalaması böylece biraz düşüyor. Yani Türkiye’de de olduğu gibi hidro-elektrik öbür enerji kaynaklarına parasal destek oluşturuyor. Ama asıl soru şu: Bile bile, nükleer enerji gibi temel yük üretimine (base load generation) dayanan ve desteğe ihtiyacı olan bir elektrik sistemi kurmalı mıyız? Bunun ne olduğunu herkes biliyor mu? Temel enerji üretimi için 24 saat çalıştırılan elektrik sistemi. Bir de günün ve mevsimin en yüklü zamanlarında devreye giren “puant yük (peaking) santralleri” var. Normal olarak en ucuz en güvenilir santralleri temel üretimde kullanırız. Yani su enerjisini. Ama kolaylıkla açılıp kapatılamayan nükleer santraller de bu şekilde kullanılıyor. Bu uzun bir cevap oldu ama kısacası fiyat konusu aldatıcı olabilir. Duyduklarınızın hepsine inanmamanızı öneririm.
Bir dinleyici: Benim sorum Türkiye’deki verimlilik problemleriyle ilgili. Bu yanlış bir tahmin olabilir çünkü kaçak elektrik kullananlar da var. Ama % 30 ise, bunun önlenmesi Türkiye’nin 3 yıllık ihtiyacını karşılar. Ülkede elektrik kullanımı yılda % 10 artıyor. Bu büyük bir sorun ve yalnız verimliliğin sağlanmasıyla çözülebilecek bir problem değil. Bir kaç yıl sonra aynı problemle tekrar karşılaşabiliriz. Dave Martin: Beni yanlış anlamayın. %30 yalnızca kayıplar. Kaybedilmiş enerji. Bütün önerdiğim, kayıpların ve verimliliğin önemini küçümsememenizdir. Yalnız kaçakların önlenmesi değil, endüstri süreçlerinin, stokların yenilenmesinin, elektrik motorlarının kullanımının. Bütün bunların en verimli standartlarda olması çok büyük farklar yaratır.
Bir dinleyici: Konuşmacıya, taa Kanada’dan gelip bize Nükleer enerji kullanmamamızı önerdiği için teşekkür ediyorum. Kendisi bol doğal kaynağı ve sadece 25 milyon nüfusu olan koskocaman bir ülkede yaşıyor ve dünyanın en yüksek yaşam standartlarından yararlanıyor. Bu insanların gelip pantolonlarımızı düğmelemeleri çok iyi. Şunu söylemek isterim: Bir sürü teknik hata var. Darlington Santrali’nden söz ediliyor. Nükleer santraller yükü izleyebilirler yani enerjiyi coğaltabilir, azaltabilirler. Fransa’da enerjinin % 80’ine yakını nükleer santrallerde üretiliyor. Bir ay kadar önce Ontario Hydro’nun bir yöneticisi Türkiye’ye geldi ve oradaki sorunların yönetimden kaynaklandığını söyledi. Evet yenilenebilir enerjiden söz ediyorsunuz ama 1000 megawatt enerji üreten bir rüzgar değirmeni gördünüz mü? Peki ya güneş enerjisi? Akdeniz’de güneşimiz bol ama elektrik için dört kat kadar daha çok para harcamamız gerekecek. Konuşmacıya tekrar teşekkür ederim ama dinleyicilere konunun iki tarafını da görmelerini öneriyorum. Dave Martin: Bildiğim kadarıyla Fransa, yoğun yük zamanlarını nükleer devre ile karşılayan tek ülke. Kanada’da bu böyle değil. Benim yaşadığım yer olan Ontario’da nükleer enerji kapasitenin %30’unda üretilir ama temel yükü karşılamak için kullanıldığı için, enerjinin çok daha büyük bir oranını sağlar. Yani, bütün yoğun talepler fosil yakıtla ve daha az olarak hidroelektrikle karşılanır.
Gerçek şu ki nükleer enerji ekonomik diyorsanız, neden Amerika’da artık yeni nükleer santral yapılmadığını, neden Avrupa’da ve Kanada’da nükleer programların genişletilmediğini sormalısınız. Bunların yapılması için geçerli bir neden yok ta ondan. Çünkü bu bilinen en pahalı elektrik üretimi, ve santraller yaşlandıkça performansları da düşüyor. Çeşitli kojenerasyon yöntemleri var. Doğal gaz ile kojenerasyon daha ucuz ve daha verimli. Yenilenebilir kaynakların bu işi yapabilmesi konusuna gelince, Türkiye’ de güneş enerjisi bir süredir var. Kanada’da yeni yeni kullanılıyor, çok pahalı olan elektrikle su ısıtılmasının yerini alıyor. Bu benim ülkemdeki elektrik pazarının önemli bir parçasını oluşturuyor. Enerji üretim teknolojilerinin çevreye etkilerinin bedelini de göz önüne aldığınız zaman, ortaya çıkan gerçek şu: Fosil yakıt kullananlar sülfür dioksit, azot oksit ve karbon dioksit kirliliğinin de bedelini ödemeliler. Nükleer enerji, radyoaktif atık sorununun bedelini ödemeli. Bu bedelleri göz önünde tutarsanız, fiyat karşılaştırmalarında önemli değişiklikler görebilirsiniz. Ve o zaman, yenilenebilir, verimli teknolojilerin daha avantajlı olduğu ortaya çıkar.
Bir dinleyici: Bu soruyu herkese sormak istiyorum. Bugün nükleer enerjiyi doğal gazla karşılaştırırsak Türkiye açısından avantajları ve dezavantajları nelerdir? Diğer bir dinleyici: Ben TEAŞ’ta Nükleer Enerji Santrali Bölümü başkanıyım. Sizlere kurumumuzun gelecekteki stratejisinden bahsetmek istiyorum. Planlarımızda daha çok gaz santralleri, ithal kömür, hidrolik ve hatta yenilenebilir (renewable) enerji santralleri var. Çünkü gaz hem yatırım ve işletim açısından ucuz hem de risk faktörü daha az. Böylelikle gaz hisseleri Türkiye’de gittikçe artacak gibi görünüyor. Eğer bunu kontrol edemezsek 2020 yılında Türkiye’nin gaz bağımlılığının %50 civarında artacağı söyleniyor. Jeopolitik durumu nedeniyle Türkiye bu durumla başa çıkamayacaktır. Bu nedenle, alternatif çözüm olarak nükleer santraller, ithal kömür santralleri, hidrolik ve yerli kömür santralleri kurmayı planlıyoruz. Ben size farklı bir soru sormak istiyorum: Kanada’da sanayinin işleyişi konusunda ne derecede yetki sahibisiniz? Yeterince yaptırımınız var mı? Diğer sorum ise şu: Ülkenizde özelleştirme konusunda ne gibi lobi faaliyetleri yapılıyor? Dave Martin: Yani ilk soru: Çevre hareketi ne istiyor, gidişatı etkileyebiliyor mu? Son yirmi yılda enerji sektöründe çok tutarlı bir çevre analizi yapıldı. Bu Emery Lowen’ın yumuşak yol analizinden çıktı. Temelinde kaybı yok ederek çok daha verimli bir sistem yaratma mantığı ve enerjide tutumlu olma anlayışı vardı. Uranyum ve fosil yakıtlar gibi yenilenemeyen yakıtları kullanmayan, sürdürülebilir bir sisteme doğru ilerleme isteği gelişti. Eşit olarak dağıtılmayan büyük bir hidrolik kapasite var. Onun da kendi sorunları var tabii -barajların çevreye etkisi gibi. Birşeyleri değiştirebildik mi? Evet, değiştirdik sanırım. Genel olarak enerjide verimlilik çarpıcı bir biçimde arttı. Son on yılda enerji talebinde negatif büyüme oldu. Burada biraz önce duyduğumuz tez, yani ekonomik gelişmeye oranla enerji ihtiyacının artacağı tezi tamamıyle yanlış. Bu modası geçmiş, geri bir düşünce. Aslında bunun tam tersi doğru. Ekonomiye yararlı olmak istiyorsanız kullandığınız enerjiyi çoğaltmak yerine azaltmalısınız. Eğer banyodaki küvetinizin bir deliği varsa ve su akıp gidiyorsa, küvete daha çok su koymak yerine o deliği tıkamanızın gerektiği besbellidir. Enerjide de yeni düşünce işte bu. Nükleer endüstrisi bunu anlayamıyor.
İnanın sorunlarınızı çözmeyecektir. Geleceği görmek isterseniz benim ülkeme bakın çünkü berbat durumda. Ontario’da 30 milyar dolar borçtayız ve bu hep nükleer enerjinin yüzünden. Biz bununla yaşamak zorundayız, ortalığı temizlemek ve işe yaramayan o nükleer santrallerin borcunu önümüzdeki yüzyıl süresince ödemek zorundayız. Ontario Hydro’nun nükleer santralleri onarma isteğini yenebilirsek ve daha verimli bir sisteme geçebilirsek durumu düzeltebiliriz. Biz bu dertlerle başetmek zorundayız – ama siz değilsiniz. Siz bu dertleri önleyebilecek durumdasınız.
İkinci sorunuz, endüstrinin yeniden yapılanması konusundaydı. Kanada’da ve dünyanın her tarafında hükümetler enerjı sistemlerini yeniden yapılandırmayı düşünüyorlar. Bazıları özelleştirme yoluna gidiyor. Ontario’da özelleştirme düşünülmüyor ama bir yarışma ortamı isteniyor. 2000 yılında bu yapılacak. Ontario Hydro’yu ikiye bölüyorlar. Bir bölümü enerji üretimi, diğeri de enerji iletimine yönelecek. Kurallar hazırlanacak ve özel sektöre de şans tanınması için bağımsız bir pazarlama birimi kurulacak. Yani özelleşmese bile yarışma mümkün olacak. Yeşil (yani çevreci) enerji şirketleri görmeye başlıyoruz ortalıkta. Ontario Hydro bile yeşil bir şirket geliştiriyor.
İnci Gökmen: Nükleer santralde elde edilecek enerjinin tüm elektrik üretimine katkısı % 1-2 olacak. Ancak ülkemizdeki elektrik enerjisindeki büyük kayıplar nedeniyle üretilecek bu enerjinin de büyük bir kısmı da kayıp olacak. Yani bir yandan enerji üretmeye çalışıyoruz ama kayıplar konusunda önlem alınmazsa üretilecek enerjinin büyük bir kısmı da kaybolacaktır. Enerjide öncelikli yapılması gereken kayıpların azaltılması ve giderilmesi olmalıdır. Ali Gökmen: Ben Orta Doğu Teknik Üniversitesinde öğretim üyesiyim. Benim Kanada’daki bir çevre grubu tarafından açılan bir dava hakkında sorum olacak. Kanada hükümeti Çin’e nükleer enerji santralini satmış. Söz konusu dava da nükleer enerji santrallerinin çevre açısından değerlendirilmesi ile ilgili. Bahsettiğim çevre grubu Türkiye’yi de bu davaya dahil etmek istiyor. Şu anki durum nedir ve dava kazanılırsa proje iptal mi edilir? Sonuçları ne olur? Dave Martin: Evet. Herkes bu konuyu biliyor mu bilmem. 1996’ da AECL Çin’e iki reaktör sattı. Tam satışı tamamlayacakları sırada hükümet çevre değerlendirmesi ile ilgili kuralları gizli olarak değiştirdi ve bu proje için çevre değerlendirmesi yapılmasını engelledi. Halbuki bizim yasalarımız çevre değerlendirmesi yapılmasını gerektiriyor. Bu ortaya çıkınca, “Sierra Club of Canada” AECL’ye ve Kanada Hükümetine karşı dava açtı. Sızdırılan bir rapordan da, AECL’in ve Kanada hükümetinin savunmasının zayıf olduğu ve bu davayı kaybedebilecekleri anlaşılıyor. Sierra Club of Canada’nın avukatlarıyla konuştum. Eğer AECL Akkuyu ihalesini kazanırsa, onu da davalarına ekleyecekler. Ve kazanacağımızı umuyoruz.
Ali Gökmen: Dava kazanılırsa proje iptal mi edilir? Dave Martin: Hayır. İptal edilmeyebilir ama bir çevre değerlendirmesi gerekir. Kanada’da hükümet çevre değerlendirmelerine danışır. Yani bu hükümetin kararı olur ama yine de bu AECL’ in üstünden atlamasını gerektiren bir engel daha demektir. İhaleye önemli bir darbe vurabilir. Çin’de çevre değerlendirmelerinin kalitesi konusunda önemli kaygılar var. Türkiye’deki çevre yasalarını iyi tanımıyorum. Ama sanırım Akkuyu’da da bir çevre değerlendirmesi için mahkemeye gidilmiş ve bu başarılı olmamış.
Gökhan Güneş: Bir danışmanlık şirketinde çalışıyorum. Konuşmanızda, ekonomik gelişmenin elektrik tüketimi ve talebiyle ters orantılı olduğunu ve bunun tersinin artık söz konusu olamayacağını söylediniz. Neden böyle bir ters orantı olduğu konusunu biraz daha açabilir misiniz lütfen? Dave Martin: Bu karışık bir ekonomik analiz degil. Demek istediğim sadece şu: Aynı ekonomik yarara, aynı ürüne daha az enerji kullanarak ulaşabilirseniz, karınız artacaktır, çevreye olumsuz etki azalacaktır. Yani yalnız ekonomik bedel değil çevre ve toplum bedelleri de azalacaktır. Bu, dünyanın her yerinde, iş yerleri ekonomiyi anladıkça ortaya çıkan bir şey. Enerji, üretimde bir girdi – bütün diğer girdiler gibi. Onu daha ucuza mal edebilirseniz, tabii ki bu yararlı olur. Bu çerçevede, enerji üretiminin arttırılmasının ekonomiye yararı olacağını savunmak doğal olarak mantıksız.
Bir dinleyici: Elektrik gerekli değildir demek istemiyorsunuz yani? Dave Martin: Hayır. Elektrik gerekli değil demiyorum. Tabii gerekli ama elektriği verimli ve uygun bir şekilde kullanmak önemli. Bunu anlamamız için anahtar bir kavram, sürdürebilir bir enerji sistemi için ne yönde ilerlememiz gerektiğidir.
İnci Gökmen: Yenilenebilirlik konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. Artı dünyada rüzgar ve güneş çiftlikleri kurmakta olan bazı ülkeler var. Örneğin, Amerika’da Kaliforniya eyaletinde bir güneş çiftliği; Danimarka, Almanya, İngiltere’de de rüzgar çiftlikleri var. Önümüzdeki 20 yıl için yenilenebilir kaynakların katkılarının % 25 civarında olacağı yönünde tahminler var. Ve bu kaynaklardan elektrik üretmek nükleer enerji kadar pahalıya mal olmuyor. Böylelikle, rüzgar daha nükleer enerjiden daha ucuz, güneş enerjisi de nükleer enerjiye kıyasla gittikçe ucuzluyor. Tasarruf konusuna gelince, epeyce bir katkısı olduğunu söyleyebiliyoruz. Yaptığımız bir hesaplamaya göre, eğer herkes evde en sık kullandığı bir ampulu az tüketen birlamba. değiştirirse, neredeyse bir büyük santrale eşdeğer bir tasarruf ortaya çıkıyor. Örneğin küçük (kopmakt) floresan lamba normal ampulün yaptığıı aydınlatmayı onun beşte biri elektrik harcıyarak yapabiliyor. Toplam konut, işyeri, sokak vs aydınlatmasını düşününce oldukça büyük bir tasarruf sözkonusu. Bu da çok ufak gibi gözüken enerji enerji tasarrufunun bile ne kadar ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Aslında, biz de tasarruf konusunda ODTÜ’de bazı çalışmalar yapmaktayız. Grubumuz 17 Nisan’da enerji tasarrufu ve çevre üzerine bir toplantı düzenliyor; herkesi bu toplantıya davet etmek istiyorum. Ayrıca üniversite öğrencilerine yönelik bir yarışma düzenledik. Enerji tasarrufu konusunda insanları harekete geçirecek en etkili sloganları üretenlere ödüller vereceğiz. Eklemek istediğim bir şey daha var; Türkiye’de termik kapasitemizin sadece üçte birini kullanmış durumdayız; sizin de belirttiğiniz gibi en ucuz elektrik enerjisi üretme yöntemlerinden birisi termik santraller. Yong Naha: Koreliyim. Konuşmacının yorumları üzerinde bir kaç şey söylemek istiyorum. Nükleer enerji santrallerinin genel güvenliği konusunda, Chernobyl şimdiye kadar yaşanılan en kötü kazaydı. Bazı güvenlik önlemleri denediler ve sonra bir, iki, üç derken tüm güvenlik önlemlerini bir tarafa bıraktıklar. Kaza bu yüzden oldu. Three Miles Island, TMI kazasında da aynı hataların söz konusu olduğunu başkana verilen komisyon raporlarından okudum. Sizin de söylediğiniz gibi, sistemlerin çoğunda hiç bir şey kusursuz değildir. Buraya gelmek üzere bindiğiniz uçağı düşünürsek hala tamamen güvenilir değildir ve düşme riski vardır ama buna rağmen onu kullanıyoruz. Nükleer enerji santrali için de aynı şey geçerli. Bazı şeylere ihtiyacımız var ve bunlar iyi hesaplanmak zorundadır. Bu konuda da mühendislerin bazı prensipleri vardır ama bazı insanlar bu prensipleri tek taraflı baktıkları için tamamen göz ardı ediyorlar. Bizler nükleer enerji santrali konusunda ısrar etmiyoruz; gelecekte başka santraller de yapılabilir; bu konuda halen çalışmalar devam ediyor. Kusursuz bir çözüm bulana kadar neden hala bu sistemi kullanmamız gerektiğinden söz etmek istedim. Dave Martin: Kısaca üç noktaya değinmek istiyorum. Biri, gelişme konusunda. Evet Kore’de çok büyüme oldu ama şimdi bu büyüme, iki yıl öncekinden fazla değil. Tekrarlayacağım, enerji tüketiminin ekonomik büyüme ile oranlı olması gerekmez. Kanada’da da nüfus artışı oldu. Ama bağlantıyı kırdık. Verimlilik ve kendi kendine elektrik enerjisi üretimi (self-generation) arttı.
Bir dinleyici: Yalnız sadece % 50 veya % 20 gibi bir katkısı olacak. Çok daha fazla bir kayıp varken aynı zamanda da elektrik üretmeye çalıştığınızda ne kadarını kaybetmeyi göze alırsınız? Dave Martin: Örneğin Kanada’da en eski reaktörlerden biri olan Pickering Reaktörü’nün yalnız bir tane yedek güvenlik sistemi vardı. Şimdi iki tane olması isteniyor. Güvenlik standartlarını yükselttiler. Endüstri, ileri düzeyde reaktör tasarımı istiyor – hata yapmayacak nükleer reaktör tasarımı. Bu başarılabilir mi? Kimse bilemez. Ama bence başarılsa bile nükleer enerjiden kaynaklanan çözülemeyecek problemler olacaktır. Nükleer atık üretimi çok önemli bir sorun. Radyoaktif atık, yüzbinlerce yıl zehirli kalacaktır. Bu önemli bir problem. Çok yeni de olsalar, 20 yıllık ta olsalar, nükleer reaktörler radyoaktif atık üretiyorlar. Onları ne yapacaksınız?
Hilmi Güven: Elektrik Mühendisleri Odası’ndanım. Bana öyle geliyor ki nükleer santral kurma çabamız konusunda büyük ölçüde yanlış anlaşılma var. Bu konuda verilen bir çok rakam var; hepsine yanıt verebilmem imkansız ama gerçekçi olanları üzerinde biraz durmalıyız diye düşünüyorum. Öncelikle, Akkuyu’da yapılması planlanan santral 1000 megawatlık. Ve şu an dünyada kapasite faktörü ortalaması 66.9 olan 460 megawatlık santraller olduğunu biliyoruz. CANDU AECL bize %80 kapasite teklif ediyor. Eğer iletide kayıplarımızın % 20-% 30’ u bulacağını düşünürsek, bu kapasitede enerji üretimi için milyarlarca dolar yatırım yapmaya değer mi? Bunu yapmazsak enerji kıtlığı olacağı ise büyük bir yalan. Şu an 22 bin megawattlık bir kapasitemiz zaten var. En yoğun enerji tüketimimiz ise 16.000 megawatt kadar. Konunun her iki tarafinı da incelememizi söyleyenler tarafından bazı örnekler verildi – uçağa binme örneği gibi. Ama insan yaşamı söz konusu olunca bu riskleri karşılaştıramayız. Çağdaş Ümit: Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde son sınıf öğrencisiyim. Ve konu hakkında oldukça bilinçliyim. Pek çok kimse, profesyoneller, büyüklerim bu konuda görüşlerini belirttiler. Bu kişilerin yaş ortalamasının 40 olduğunu düşünelim, bense 26 yaşındayım ve de gelecek nesli temsil ediyorum. Ve nükleer enerjiye hayır diyorum. Gelin bunu beraber çözmeye çalışalım. Bunun demokrasiyle alakası yok. Ekonomik, sosyal ve teknolojik yönlerden geliştiğimizi söylüyorsunuz. Lütfen geliştirmeyin o zaman. Kişi başına enerji tüketiminin düşük olduğunu söylediniz. Çok iyi bırakın böyle devam etsin. Daha az elektrik kullanan makineler yapabiliriz. Zamanınımız var; işleyişi değiştirebiliriz. Burada gelecek nesillerin sağlığı söz konusu. Sizler öleceksiniz; tüm bunların acısını ben çekeceğim.
KONFERANS, 19 Mart 1999.
Kayıt sorunları nedeniyle Konferansın yalnızca soru-yanıt bölümü çözülebilmiştir.