AleviLİK & bektaşİLİk araştirmalari derleyen: ramazan koç 80. Yil cumhuriyet anadolu lisesi


Modern zamanlarda kültürün içinde dinin eritilip adeta iptal edilmesi gibi, Alevilikte de dinî ögeler tamamen kültürel yapı olarak görülmüştür



Yüklə 1,42 Mb.
səhifə77/120
tarix04.01.2022
ölçüsü1,42 Mb.
#57965
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   120
Modern zamanlarda kültürün içinde dinin eritilip adeta iptal edilmesi gibi, Alevilikte de dinî ögeler tamamen kültürel yapı olarak görülmüştür. Bu anlamda bir ötekileştirme durumu, daha çok tehdit olabilecekken, modernleşme macerası bu işe olumlu katkı sağlamıştır. Çünkü modernleşme ile Alevilik zaten muhafazakârlığa bir reaksiyon olarak algılandığından, yine bir tepki mekanizması olarak sol düşünceye eklemlenmiştir. Böylece bir başka sorgulama noktası daha belirmektedir. Acaba şimdilerdeki Alevilik tartışması, kökleri Osmanlıya kadar giden, büyük anlatıya, bir direnç ve asimile olmama isteği midir? Çünkü Kerbela travmasında olduğu gibi benzer bir durum, Osmanlı Safevi ilişkisinde de yaşanmıştır. Osmanlı bir şehir devleti olarak göçebeliğe karşı çıkmaktan ziyade, Alevi algıyı kabullenmek istememiştir. Aleviler de haklı olarak itiraz etmiştir. Daha sonra bu itiraz politik ve ideolojik bir kisveye mi büründü?

Aslında nereden ve nasıl bakarsak bakalım, Sünni paradigma içinde eritme stratejisine, Alevilik direnç göstermiştir. Böyle olunca, doku farkının her şeyden önce teslim edilmesi gerekir. Daha sonra ayrıntılar üzerine tartışılması lazım gelir. Farklılık kültürü açısından, aynılaştıranın bir tür despotizm ve karşısında da reaksiyon olarak, ayaklanma ruhunu doğurduğu gerçeğinden hareketle, her iki şemsiye de kendi içlerindeki otantikliği ile kabul edilmelidir.

Sözünü ettiğimiz durum kabul edildiğinde, devletin yetkesi bir sorun olabilecek mi sorusu gündeme gelecektir? Ancak laik bir devlette dini kimlik, bir özgürlük olarak kabul edilse sorun olmayacaktır. Bu noktada laiklik ve devlet yapısının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Daha ziyade Diyanet bir yanlılık olarak görülüyorsa bunun gözden geçirilip yeni düzenlemeye gidilmesi lazımdır. Elbette bundan önce Alevilik din-kültür ilişkisi bağlamında çok iyi irdelenip, dinî bir yapı mı yoksa kültürel folklorik bir örgü mü? bu sorunun açığa çıkarılması önceliklidir. Daha öncede ifade ettiğimiz gibi, Aleviliğin farklı bir teolojisinin çıkarılması, her şeyden daha hayatidir. Bu konuya getirilen açıklık, alevi antropolojisini gündeme getirecektir. Kısacası, Alevilik olgusu ne sadece sosyal tarihin, ne sadece mezhepler tarihinin, ne de sözde din sosyolojisinin alan araştırmalarının merhametine bırakılmalıdır! Sosyal tarih, teoloji, antropoloji ve etnisiteyi (kürtlük) içine alan bir politik bilimle birlikte, bütüncül (holistik) bir bakışla incelenmelidir. Kısacası farklı bir dini yapı olduğu inkâr edilmemelidir.

Bu farklılık genelde görmezden gelinmekte ve bir tür mezhep olarak algılanmak istenmektedir. Oysa bunun böyle olmayacağını gösteren fazlasıyla hem gösterge hem de göz ardı edilmeyecek bir direnç vardır. Nitekim Ortaçağ'da Avrupa'da Alevi Hareketi Katharlar isimli çalışma, Katharların, Hıristiyan topluluk içinde, “biz gerçek Hristiyanız” diyerek, aykırılıklarını nasıl maskelediklerini; aynı şekilde Müslüman topluluk içinde de “biz gerçek Müslümanız” diyerek, farklılıklarını ne şekilde örtüp, kendi varlıklarına gelebilecek tehditleri engelleyerek var olduklarını, tetkik etmektedir.



Sonuç olarak Aleviliğin, eğer benzerliklerle birlikte özgün dinî bir yapı olduğu sonucuna ulaşılabilirse! (özellikle direşken ve esnek olmayan Alevi algı), ilahiyat fakültelerinde Alevilik konusu, araştırma alanı olarak bir kürsüye tahsis edilmelidir. Ya da başlı başına Alevilik Araştırma Merkezleri kurulmalıdır. Sünniler, iktidar ifadesi olarak, özne olmaktan uzaklaştırılmalıdırlar. Şüphesiz bu yenilik, din antropologlarınca –alanın hareket noktasına sadık kalarak– incelenmelidir.

Din dersi, zorunlu olmalı/olmamalı tartışması yerine, dini pratikleri, imanın ve İslam’ın şartlarını öğretmekten çok, dinin doğası, bir kültür bağlamı içinde ele alınmalıdır. Zaten din ve kültür arasındaki organik bağı ortaöğretimde öğrenen öğrenci daha esnek bakmaya aday olacaktır. Kısacası orta öğretimde din dersi, idare edilen bir kukla görünümünden, esasında Sünnilerden beklenen bir taleple, azade edilmelidir. Her şeyden önemlisi, bu tartışmaların kökeninde bilgiyi içselleştirebilen bireylerin kıtlığı yatmaktadır. Eğer bu aşılabilirse, esnek ve toleranslı insan sayısı artacaktır. Yine geldik asıl meseleye: Cehalet ya da Bilgi. “Olma”ya götürecek bilgi barometresi yükselirse,”olmama”nın varlık sahnesi daralacaktır.

Not: Sosyolojik ve Antropolojik Açıdan Dine Bakış, (Emin Yayınları, 2009)

SÜNNİLİK NEDİR?

Muaviye,nin Sıffin savaşında Ali’ye karşı kullandığı hile ve desise dolu siyasal ayak oyunlarını haklı bulmak mıdır? Ya da Ali ve evlatlarına yapılan zulmü onaylamak mıdır?

Peygamberin torunu Hüseyin’i, Emevi halifesi Yezid’e biad etmediği için isyancı sayarak ona yapılanlara karşı çıkmamak mıdır? Hüseyin’i haksız bulup, Yezid’i doğrulamak mıdır? “Sana binlerce selam ya Yezid!” diye haykırmak mıdır?

Nedir Sünnilik?

Zalim, baskıcı yönetimlere boyun eğme itiraz etmeme geleneği mi?

Peki, yüzyıllardır diri tutulan başkaldırı hareketinin karşısında olmak, onu ezenlere yardımcı olmak değil midir?

Ya da gerçeğin ulu kişilerini unutup, kendi inanç ve görüşleri dışındakileri aşağılayan, onlara yaşama hakkı tanımayan değersiz kişileri anmak mıdır?

Muhalif olanları, sorunlarına ‘inat ve sabırla sahip çıkanları’ susturmak için her türlü aracı kullanmak mıdır?Yani, egemen din ve inanç anlayışı olarak Sünnilik, zalime “zalim” deme cesaretini göstermeyi engellemek midir?

Nedir Sünnilik?

Saltanat karşısında “ey özgürlük!” diye haykırmayı günah saymak ya da cesaret edememek midir?

Egemen inanç olarak 618 yıl boyunca Osmanlı Padişahlarının methiyelerini gazellerini söylemeyi hak görürken, Alevilerin elli yıllık bir ihtilâl sürekliliğinde yarattığı Kızılbaş iktidarının simgesi olan 18 yıllık “Şah İsmail saltanatı”nın türkülerini söylemelerini çok görmek; hatta onları aşağılayarak yasaklamak mıdır?

Ya Ebubekir, Ömer, Osman’sız –hatta Muaviye’siz- Sünnilik olur mu?

Batıni (içsel) İslam olarak Alevilik, İslam dininin hep içindeydi; zahiri (dışsal) İslam olarak Sünnilik nerededir? İslamın dış yüzeyinde bir yerde, ama ötesinde mi berisinde mi, hangi köşesindedir?

Sünnilik, tek başına İslam dinini temsil edemeyeceği tarihsel ve güncel bir gerçeklik olduğuna göre, bir mezhep midir? O zaman Hanefi, Maliki Şafii ve Hanbeli adlarıyla dört bölüğe neden ayrılmıştır?

Böyle olunca bütün Sünnilerin üzerinde ittifak ettikleri tek bir “öğreti”den söz etmek olası mıdır? Herkes kafasına, zihinsel yeti ve gelişmişliğine göre bir anlayış içinde mi değerlendirmektedir? Yoksa dört mezhepten oluşan Sünnilik, bunları kurduran Emevi-Abbasi hanedanlarına özgü bir din midir?

Öyle “İslami cila altında Şaman inancı”yla filan değil, İslam’ın bâtıni tasavvufunun özgürlükçü ve hoşgörü anlayışına sahip kitleler halinde Anadolu’ya gelen Alevileri, bu özelliklerinden dolayı mı dinsiz inançsız sayıp horladınız? Dışlayarak zulümlerden zulüm beğen dediniz?

Tarih boyu iktidar olmuş ve İslam dinini kendi inanç anlayışına aykırı yorumlayarak yaşayan Aleviliği yok saymış; bu inanca saygı göstermemiş, eğitim ve öğretimine izin vermemiş, kitaplarını yasaklamış-yok etmiş mensuplarını kırımlara uğratmış yönetimlere destek verip onaylamış, Sünni inancın mensuplarının Aleviliğin temel kaynakları nelerdir diye sormaya hakkı var mıdır? Hele 21.yüzyılda bile Türkiye Cumhuriyetinin din bilgini ve tarihçileri, hatta Üniversitelerinin bu inancın temel kaynaklarına yönelik bilimsel tarafsızlık içerisinde araştırma yapmamış olması kimin ayıbıdır?

Egemen inanç olarak Sünniliğin sapkınlık görüp yasaklamış, yönetimlerinin yaktırıp yok ettirmiş olmasına rağmen tüketemediği, asıl kaynak olan İslamın kutsal kitabının batıni yorumları üzerinde temellendirilmiş çok sayıda kaynak kitapları vardır Aleviliğin. Bunların büyük çoğunluğunun Batılı bilim adamları tarafından incelenip yayınlanmış olması, sözde laik Türkiye Cumhuriyetinin diyanetçi siyaseti ve Türk Üniversiteleri, Teoloji (İlahiyat ) Fakülteleri için kara leke değil midir?

Alevi temel kaynaklarındaki inançsal tarihsel bilgilerin yazılı olarak Anadolu’da yayılıp yaygınlaştırılmasının ölümcül yasaklarla önlenmesi yüzünden, ellerine geçen elyazmalarını ellerinde tutup canları pahasına koruyarak okuduklarını kuşaktan kuşağa sözel aktarma hizmeti görmüş “Dedeler”e ayrıcalıklı zümreler nitelemesinde bulunmak hak(k)aniyete sığar mı?

Kur’an’ın, “her yerde, her durumda Tanrıyı anmayı, Tanrıya dua etme”yi buyuran açık ayetlerine rağmen, tapınma yerlerinin cami olduğuna inanmış ve orada bunları uygulayan Sünnilerin, Hak-Muhammed–Ali yolunu sürdüren Alevilerin tapınmalarının uygulandığı yerin Cemevi olduğuna inanmış olmaları ve Hak hizmeti Cem’lerini burada yapmalarına karşı çıkmaya hakları olabilir mi?

“Toplanıp dua edilen, Tanrıya secde edilen yer”anlamına gelen “mescid”in değil, Cami’nin tarihi ne zamandır? Hem sonra söyler misiniz; 637 yılında 2. Halife tarafından Kudüs’deki Süleyman tapınağı kalıntıları üzerine yaptırılmış Ömer camisi, Mescid el-Aksa adıyla vahiy tarihi 618 olan İsra Suresi’nde nasıl geçiyor? Mescid sözcüğüne “namaz kılınan küçük cami” biçiminde uyduruk bir anlam verilerek, “Müslümanlar ibadetini camide yapar”a mı dönüştü yoksa?

Aleviler İslam dini olarak, Muhammed Peygamber’in 616 yılında ilk Kırklar meclisinin toplanmasıyla başlayan ve 632’de Gadirhum konuşmasıyla tamamlanan İslam’ın oluşum dönemini; meclisli, musahipli ve tanrısal demokrasinin uygulandığı devreyi algılamakta. Bu nedenle Muhammedin rehberliği ve Ali’nin mürşitliğinde Mekke’de (kaya kovukları mağaralar, karanlık sokakların gözlerden saklı karanlık dehlizlerinde, güvenli evlerin mahzenlerinde) gizli, Medine’de ise, Hicretin ikinci yılında kurulan Mescid-i Nebevi’de yapılan toplu tapınmalar, dönüştüğü göksel Kırklar Meclisi kutsal mitosuyla inançsal tapınma geleneklerinde simgeleşmiş ve Cemevlerinde sürdürülmekteyse, “Müslüman ibadetini camide yapar, siz müslüman değil misiniz?” diyebilme yetkisini nereden alıyorsunuz? Onları ancak Hak-Muhammed-Ali sorgulayabilir; Görgü Cemi’nde Pir, Rehber ve Mürşid makamında oturan Dedeler tarafından cemdeki canların huzurunda onların adına zaten yapılıyor. Ancak “Dedeler” de ayrıcalıklı bir zümre asla olmaz ve olamaz; çünkü Cem’de kadın-erkek, büyük-küçük, kardeş- bacı, karı- koca, dede-talip birbirine eşittir, sadece Can’dır ve “eşikte oturanla döşekte-postta oturan birdir” ilkesi geçerlidir.

İsmail Kaygusuz




Yüklə 1,42 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   120




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin