Âl-i İmrân Suresi
89
إِلَّا
ancak başka
|
الَّذِينَ تَابُوا
tevbe edip
|
مِنْ بَعْدِ
sonra
|
ذَٰلِكَ
ondan
|
وَأَصْلَحُوا
uslananlar
|
فَإِنَّ
çünkü
|
اللَّهَ
Allah
|
غَفُورٌ
çok bağışlayan
|
رَحِيمٌ
çok esirgeyendir
|
|
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
İllâ-lleżîne tâbû min ba’di żâlike veaslehû fe-inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
|
Ali Bulaç Meali
|
Ancak bundan sonra tevbe edenler, 'salih olarak davrananlar' başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Ancak, bundan sonra yönelip durumlarını düzeltenler başka. ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir.
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
Ancak bundan sonra tevbe edip kendini düzeltenler başka. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Ancak ondan sonra, tevbe edip uslananlar başka. Çünkü Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Ondan sonra tövbe edip hallerini düzeltenler müstesna. Hiç şüphesiz, Allah, çok affedici, çok merhametlidir.
|
Yusuf Ali (English)
|
Except for those that repent (Even) after that, and make amends; for verily Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
|
M. Pickthall (English)
|
Save those who afterward repent and do right. Lo! Allah is Forgiving, Merciful.
|
Âl-i İmrân Suresi
121
وَإِذْ
hani
|
غَدَوْتَ
sen erkenden
|
مِنْ أَهْلِكَ
ailenden
|
تُبَوِّئُ
ayrılmıştın
|
الْمُؤْمِنِينَ
mü'minleri
|
مَقَاعِدَ
yerleştiriyordun (üslerine)
|
لِلْقِتَالِۗ
savaş için
|
وَاللَّهُ
Allah da
|
سَمِيعٌ
işitendi
|
عَلِيمٌ
bilendi
|
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
Ve-iż ġadevte min ehlike tubevvi-u-lmu/minîne mekâ’ide lilkitâl(i)(k) va(A)llâhu semî’un ‘alîm(un)
|
Ali Bulaç Meali
|
Hani sen, mü'minleri savaşmak için elverişli yerlere yerleştirmek için evinden erkenden ayrılmıştın. Allah işitendir, bilendir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Hani sen, sabah erkenden ailenden ayrılarak inananları savaşta tutacakları noktalara yerleştiriyordun. Elbette ALLAH İşitir, Bilir.
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Hani sen, erkenden ailenden ayrılmıştın, (Uhud'da) mü'minleri savaş üslerine yerleştiriyordun. Allah da işitendi, bilendi.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Hani, sen ailenden erkenden ayrılmıştın da müminleri savaş için tutulması gereken noktalara yerleştiriyordun. Allah her şeyi çok iyi duyar, çok iyi bilir.
|
Yusuf Ali (English)
|
Remember that morning Thou didst leave Thy household (early) to post the faithful at their stations for battle:(442) And Allah heareth and knoweth all things: *
|
M. Pickthall (English)
|
And remember when thou settest forth at daybreak from thy housefolk to assign to the believers their positions for the battle, Allah was Hearer, Knower.
|
Âl-i İmrân Suresi
122
إِذْ هَمَّتْ
o vakit yüz tutmuştu
|
طَائِفَتَانِ
iki takım
|
مِنْكُمْ
sizden
|
أَنْ تَفْشَلَا
korkup bozulmaya
|
وَاللَّهُ
halbuki Allah
|
وَلِيُّهُمَاۗ
kendilerinin dostu idi
|
وَعَلَى اللَّهِ
Allah'a
|
فَلْيَتَوَكَّلِ
dayansınlar
|
الْمُؤْمِنُونَ
inananlar
|
|
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
İż hemmet tâ-ifetâni minkum en tefşelâ va(A)llâhu veliyyuhumâ(k) ve’ala(A)llâhi felyetevekkeli-lmu/minûn(e)
|
Ali Bulaç Meali
|
O zaman sizden iki grup, neredeyse 'çözülüp geri çekilmek' istemişti. Oysa Allah onların (velisi) yardımcısıydı. Artık mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etmelidir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Sizden iki grup nerede ise bozguna uğradı. Oysa ALLAH onların Sahibiydi. İnananlar ALLAH'a güvensin.
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
O zaman içinizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Sizden iki takım, korkup bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah, kendilerinin dostu idi. İnananlar, Allah'a dayansınlar.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Sizden iki takım, korku ile bozulmak üzereydi. Halbuki Allah onların Velî'siydi. Müminler yalnız Allah'a güvenip dayansınlar.
|
Yusuf Ali (English)
|
Remember two of your parties(443) Meditated cowardice; but Allah was their protector, and in Allah should the faithful (Ever) put their trust. *
|
M. Pickthall (English)
|
When two parties of you almost fell away, and Allah was their Protecting Friend. In Allah do believers put their trust.
|
Uhud savaşında, sağ ve sol kanatlara yerleştirilen Hazrec kabilesinden Seleme Oğulları ile Evs kabilesinden Harise Oğulları, Hz. Peygamber’in savaş taktiğine uymamış, savaş esnasında düşmana karşı korkaklık ve za’f göstermişlerdi.
Âl-i İmrân Suresi
129
وَلِلَّهِ
Allah'ındır
|
مَا فِي
olanlar
|
السَّمَاوَاتِ
göklerde
|
وَمَا فِي
ve olanlar
|
الْأَرْضِۚ
yerde
|
يَغْفِرُ
(O) bağışlar
|
لِمَنْ يَشَاءُ
dilediğini
|
وَيُعَذِّبُ
azabeder
|
مَنْ يَشَاءُۚ
dilediğine
|
وَاللَّهُ
Allah
|
غَفُورٌ
çok bağışlayan
|
رَحِيمٌ
çok esirgeyendir
|
|
|
|
|
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
Veli(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)(c) yaġfiru limen yeşâu veyu’ażżibu men yeşâ(u)(c) va(A)llâhu ġafûrun rahîm(un)
|
Ali Bulaç Meali
|
Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ındır. Kimi dilerse bağışlar, kimi dilerse azablandırır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
|
Edip Yüksel Meali
|
Göklerde ve yerde bulunan her şey ALLAH'ındır. Affedilmeyi hakkedeni affeder, cezayı hakkedeni cezalandırır. ALLAH Bağışlayandır, Rahimdir
|
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
|
Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
|
Süleyman Ateş Meali
|
Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. (O), dilediğini bağışlar, dilediğine azabeder, Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
|
Yaşar Nuri Öztürk Meali
|
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır. Dilediğini/dileyeni affeder; dilediğine/dileyene azap eder. Allah çok affedici, çok merhametlidir.
|
Yusuf Ali (English)
|
To Allah belongeth all that is in the heavens and on earth. He forgiveth whom He pleaseth and punisheth whom He pleaseth; but Allah is Oft-Forgiving, Most Merciful.
|
M. Pickthall (English)
|
Unto Allah belongeth whatsoever is in the heavens and whatsoever is in the earth. He forgiveth whom He will, and punisheth whom He will. Allah is Forgiving, Merciful.
|
Âl-i İmrân Suresi
146
وَكَأَيِّنْ
nice var ki
|
مِنْ نَبِيٍّ
peygamber
|
قَاتَلَ
çarpıştılar
|
مَعَهُ
kendileriyle beraber
|
رِبِّيُّونَ
Rabbani (erenler)
|
كَثِيرٌ
birçok
|
فَمَا وَهَنُوا
yılmadılar
|
لِمَا أَصَابَهُمْ
başlarında gelenlerden
|
فِي سَبِيلِ
yolunda
|
اللَّهِ
Allah
|
وَمَا ضَعُفُوا
zayıflık göstermediler
|
وَمَا اسْتَكَانُواۗ
boyun eğmediler
|
وَاللَّهُ
Allah
|
يُحِبُّ
sever
|
الصَّابِرِينَ
sabredenleri
|
|
|
|
Türkçe Transcript (*)
|
Vekeeyyin min nebiyyin kâtele me’ahu ribbiyyûne keśîrun femâ vehenû limâ esâbehum fî sebîli(A)llâhi vemâ da’ufû vemâ-stekânû(k) va(A)llâhu yuhibbu-ssâbirîn(e)
|
Ali Bulaç Meali
|
Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.
|
|
Dostları ilə paylaş: |