“alıntı” Zizek


Milas'dan bir katılımcı arkadaşının aslında kendi fantezisini iftiralara yansıttığını örnekliyor



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə8/26
tarix28.10.2017
ölçüsü1,37 Mb.
#17294
növüYazı
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   26

Milas'dan bir katılımcı arkadaşının aslında kendi fantezisini iftiralara yansıttığını örnekliyor:


K - Adam sana anlatıyor, sen anlatıyorsun Aleviliği bildiğince. Biliyorsunuz Alevilik yani böyle açığa çıkalı fazla bir şey olmadı. İnsanlar kulaktan dolma, veya kitaplardan, dedelerden, büyüklerden öğrendiğini anlatabiliyordu. Şimdi adama anlatıyorsun diyorsun ki işte. Aleviliğin gelişini gidişini belli bir felsefesinin olduğunu anlatıyorsun. “Tamam da bu Alevilerde mum söndürdü işi var,” diyor. “Bu nasıl oluyor?” diyor. Bunu bir kere yaşadım diyenler var. Diyenler var. Dayak yiyor, dayak atıyorsun, yapabileceğin bir şey yok yani, ispat et diyorsun adama. İşte falan köyde. O kadar bir köy ki yani gitmen mümkün değil yani o anda. “Ya kardeşim böyle bir mantık olur mu?” diyorsun, anlatıyorsun ya “sen bir insansın ya, evlisin çocuğun var karın var. Sen böyle şeyi nasıl yaparsın?” “Ben, gördüm,” diyor. “Bir asker arkadaşımın evine gittim, Asker arkadaşım Elbistanlı,” diyor. “Evine gittim çok güzel bir bacısı var,” diyor. Bunu da ben otobüsteyken gelirken anlatıyor. Önümdeki sırada anlatıyor. Ben de kafamı bir tarafa koydum başım ağrıyor. Bir baktım onlar konuşuluyor, ben de kafamı kaldırmadım. Hep orada kaldı. Bunlar diyor, böyle detaylı anlatıyor, dağıtıyor dağıtıyor, geri topluyor, böyle güzel anlatıyor yani. Bilmeyen mümkün değil inanacak anlatış şekline. “Arkadaşımın bacısı,” diyor “illa benim karşıma oturdu,” diyor. “Onlar ön tarafı, külotun burasını da kesiyorlar,” diyor. “Herkesinki kesik,” diyor. “Ben onu gözüme koydum,” diyor. “Tam o papaz kolunu attı, mum vardı onu üstüne attı,” diyor. “Mum sönünce, ben saldırdım ona,” diyor. “İşimi bitirdim sabahleyin kalktım geldim,” diyor. İşte arkadaş böyle. Ondan sonra benden dayak yiyor. Otobüsten atılıyor. Otobüsten bir şey çıkıyor, müftü. Tesadüf ya bir müftü varmış otobüste. “Atın, nifakları atın,” diyor. “Bunlar arabaya binmesin, ben binmem,” diyor.

A - Kim için diyor?

O anlatanlar için. Müftü bile bunu diyor yani. Müftü bunu söylüyor. Herkes, o kadınlar da anlatıyor, “ay böyle şey mi olur,” diyor. Attılar otobüsten indirdiler. Ceyhan’la Osmaniye arasında attılar oraya. “Siz başka arabayla gelin.” Yani bunları biz hep senelerdir yaşıyoruz.


Ceme çağrılan Sünni yurttaşlar kalıp yargılarından dolayı korkularla, merakla ya da beklentilerle ceme katılabilmekteler.
Ankara’dan bir katılımcı aktarıyor:

K - O yabancı gız bizim Alevilerde evliymiş, bunu ceme götürmek istemişler. Ceme gitmiş, ama bir şüpheyle, bir gorhuyla gitmiş. Yalnız demiş ki, müsahip gardaşına: “Gardaş, ben senin yanına oturuyum da, bu mum söndüğü zaman bari başkası bana bir şey yapmasın da, gardeşim yapsın, müsahip gardeşim.” Getmiş, müsahip gardeşinin yanına oturmuş. Şimdi gadın bir bekliymiş, iki bekliymiş, mum söndü, öyle bi şey yaşanmamış. Ondan sonra demiş ki: “Gardaş, ben senden çok çok özür dilerim, ben bu gorhuyla girdim, onun için senin yanına oturdum.” Öyle bir şeyle de garşılaşmadığı için, utanmış gadın.



Adana’dan bir örnek:

K - Olay 1960’lı yılların sonu. “Köylerimize haber ver, dedemiz geldi, yarın bizde cem var,” diyor. Çocuk çıkıyor, geri dönüyor, “Baba, öğretmenime de haber verecek miyim?” diyor. “Dur kızım,” aynen ifade bu, “onu dedeye soralım,” diyor. Ev sahibi geliyor: “dedem, kıza ben böyle bir görev verdim, döndü bana dedi ki: ‘öğretmenime de haber vereyim mi?’ Yalnız dikkat dede, öğretmenimiz yezittir,” diyor. Çünkü böyle bir anti propaganda var, Kızılbaş-Yezit, karşılıklı suçlamalar. Dede diyor ki: “Gelsin, gelsin, tabi tabi, haber ver,” diyor. Çocuk köyü geziyor, geliyor öğretmenine de: “Öğretmenim, yarın akşam bizde cem var, siz de davetlisiniz,” diyor. Çekip geliyor eve. Adamcağız geliyor eve, hanımıyla oturuyorlar, başlıyorlar tartışmaya. Diyor ki “Yav ne yapacağız, yerde 2 metre kar var, dağın zirvesindeyiz, gece kaçsak, kurtlar bizi parçalayacak, kaçmasak, bu Kızılbaşların cemine gideceğiz, bunlar mum söndürecek, halimiz nice olur.” Gecenin 3’üne kadar tartışıyorlar. En sonunda yorgun kalıp, yatağa düşünce, belli bir saatte kadıncağız birden fırlıyor. “Herif buldum,” diyor. “Ne buldun kadın?” diyor. “Çaresini buldum,” diyor. “Nedir?” diyor. Şimdi burada çok önemli bir, bizim özdeyişimiz daha var. Küfrün iman olduğu nokta buradır. Biz her şeyi can, canan, bacı, kardeş, birbirimize çok rahat açarız. “Ne buldun?” diyor. Eskiden analarımız, büyüklerim çok iyi bilir, dize kadar don giyerlerdi bayanlar. Diyor ki: “Ne kadar donum varsa, üst üste giyerim. Ceme giderim, tam mum söndükten sonra, birbirimizin bileğinden tutarık, eğer ışık, mum yanana kadar namusu kurtardıysak kurtardık.” Dönüyor, “Gâvurun dölü, sakın ha, sen de sağa, sola el atlamayasın ha!” diyor. “Tamam hanım,” diyor. Kadıncağız, o zat, bizzat cemde olan, o 76 yaşındaki vatandaş bizzat şahit olmuş. Şöyle anlatıyor: “Baktık, geldiler, dede bir yer gösterdi, oturdular. Cem başladı. Cem bitti, dağılma şeyi verilince. Dede hizmet sahiplerini çağırdı, çıralı sır etti: “Oturan burda koysuz, gıybetsiz evine göre gidenin hanesine hızır uğrasın,” dedi. Toplum çıktı. Dede döndü ev sahibine dedi ki: “Oğul şu muhabbet soframı getir. Yaşlılarımız oturur, ondan sonra içki alırlar, sohbet ederler.” Kuruldu, o arada dede döndü dedi ki: “Öğretmen akşamdan beri çok büyük bir sıkıntıdasın. Derdin ne, söylesen. Bir şey söyleyeceksin, ama söylemek istemiyorsun.” Öğretmen döndü dedi ki: “Dedem, hani mum söndürmediniz?” “Oğlum, biz söndürmeyiz, sır ederiz. Biz uyarırız, Allah, Muhammet, Ali adına üç tane şera uyarırız, cem bittikten sonra da sır ederiz, söndürmeyiz. Baş parmaklarımızın arasını ıslatır, mumların başına duayla söndürürüz.” Döndü dedi ki: “Hanım ayağa kalk.” Kalktı, “eteğini çemirledi,” dedi. Dede dedi ki: “Oğlum bırak etme,” öğretmen “bırak,” dedi, dinlemedi. Kadıncağız 8 tane don çıkarmış. Dede dayanamamış, bağırmış, (Bağırarak söylüyor): “Yeter be kardeşim, anladım,” demiş. “Yav dede, Alevilik bu mu yani şimdi?” demiş. “Evet, biz birini tekbir, ikinci tekbir, cem bağlamayla üç zikrimizi yaptık, Allah’a dua ettik, insanlarımız haklı olan geldi, hakkını istedi, haksız olan geldi, meydanda cemaat huzurunda haksızlığını kabul etti. Şimdi oturmuş, muhabbet edeceğiz,” demiş. “Alevilik buysa, nasıl bu iş, beni Alevi diye kabul eder misiniz?” şeklinde bu olayı bana 1996’da, bu zat bizzat yaşamış, anlattı.
İzmir’den bir katılımcının anısı:

K - Evliliğimin ilk yıllarıydı. Bir Alevi cemi var. Kayınvalidem, kayınpederim, kayınlarım filan hepsi de bizdeler. Dedim ki: “Ya böyle böyle hala, cem var, ben ceme gideceğin siz de gelin. Siz çok merak ediyorsanız sizde gelin.” Şimdi kayınpeder, Allah rahmet eylesin, çok aydın bir insandır, çocuklarının hepsi de okumuştur yani. Ki Engin de yani çok az okumamıştır, lise mezunudur ama buna rağmen o işte alevlik hakkında bilinen, söylenen sözler vardır ya, “Aleviler,” işte “ana bacı tanımaz, mum söndürürler,” falan. Bizim Engin küçük kaynımın daha kafasında onlar duruyor demek ki. Ağrı’dan geldi zaten Engin. Tamam dediler biz gidelim. Ortanca kaynım, göz kırptı bana. Dedi ki Engin bak yalnız dedi ceme gidiyoruz, biliyorsun dedi yani Aleviler mum söndürür, işte horoz uçururlar, bak dedi ona göre. Tamam abi dedi Engin. Dedi sakın yengene yakın oturma dedi. Tamam dedi Engin. Cem evine gittik. İşte bir yere oturduk. Bir baktım Engin benim yanıma oturmadı, Engin gitti ta öteye. Ondan sonra işte cemde, dede de gerçekten çok aydın, ileri görüşlü çok güzel bir dededir. Ben anlattım: “Dede, yani Metin’i biliyorsun, annesi, babası, kaynım görümcem, biraz daha güzel işlersen bu insanların anlayabileceği bir dilde, onlar da o Aleviliğin bilinmeyen yönlerini görmüş olurlar uygulama olarak, en azından hakkımızdaki karalamaları biraz gitmiş olur.” Sonuçta bunlar Ağrı’dan geldi. Bunlar gidip Ağrı’da anlatacaklar biz Alevi cemine gittik de bunu bunu gördük diye. Cemin sonunda, kayınpederim rahmetli dedeye dedi ki: “Yani dede gerçekten Alevilik buysa ben Aleviyim,” dedi. “Siz bizden daha çok işte Allah'ı, Ali’yi, Peygamberi çağırıyorsunuz,” filan. Dışarı çıktık ben tabi gülüyorum. Kaynıma göz kırptım, “sor hesabı Engin’e.” Engin hemen şey dedi: “Ya, yenge niye mum söndü yapmadınız?”

Alevilerin yaptığı yemeklerin yenmeyeceği üzerine var olan kalıp yargıyla ilgili örnekler
Havza’dan bir katılımcı:

K - Ben öğretmen okulu, son sınıfta, Ladik’in Tatlıca Köyü’nde şey, bir buçuk aylık staj yapıyoruz. Stajda tek tek dokuz tane öğrenciyi, her bir köye böyle taksim ediyorlar. Dokuz kişilik bir heyet içerisinde beni Tatlıca Köyü’ne verdiler. Sadece Alevi benim, ötekiler Sünni arkadaşlarımız. Orda iki tane arkadaşımız çıka geldi, dedi ki: “Bunun olduğu yerde ben gitmem,” dedi. “Neden gitmiyorsun?” “Çünkü bu Alevi,” dedi. “Bunun pişirdiği yenmez, bunun el sürdüğü şey günahtır, haramdır yenmez,” dedi. Öyle deyince, benim babam öğretmen okulunda çalışıyor, müstahdem. Onu diyen arkadaşın babası da okulda çalışıyor, o da müstahdem. Aynı lojmanlarımız karşı karşıya bakıyor. Bu şartlar altında, böyle deyince dedim ki: “Ya okulun bir idaresi vardır arkadaşım, sen niye böyle konuşuyorsun? Beni Alevi olarak, Alevi köyüne mi atama yapacak hükümet, devletimiz? Yok, şans, rastgele, nereye talim ederse. Biz oraya mezhep yarışına mı gideceğiz, hayır, biz oraya eğitim ve öğretim yapmaya gideceğiz. Sen neden şimdiden ayrımcılık yapıyorsun?” “Yarın Alevi köyüne gittiğin zaman,” dedi. “Alevi çocuklar bunlar deyip de eğitim öğretime ara mı vereceksin, yahut da başının üzerinde yatacak mısın?” dedim. “Orasını Allah bilir,” dedi. Neyse, tabi ben idareye koştum hemen, müdürün karşısına, dedim müdür böyle böyle. Dedi: “Seni ordan ayıralım.” Okul idaresi birleştiler: “Hayır,” dedi, “bunların ikisini bir araya vereceğiz.” İnat ettiler. Ben dedim: “Müdür bey, bizi veriyorsunuz ama cinayet çıkar,” dedim. “Bak karışmam sorumluluk bana ait değil” dedim. “O,” dedim, “cüsseli güçlü kuvvetli benim boynumu sıksa canımı çıkarır. Benimde elimde bir bıçağım olur ekmek bıçağı falan kalkarım basarım bıçağı, cinayet olur,” falan dedim. “Yok bir şey olmaz,” dedi. Peki. Bizim ikimizi Tatlıca’ya verdiler. Şimdi helva veriyorlar tenekelerle, zeytin veriyorlar, un çuvalı veriyorlar. Herkes kendi pişirdiğini kendi yiyor yani. Dokuz kişi aşçı seçiyoruz aramızda bir iki kişi, öbürleri dershaneye gidiyor, yetişiyoruz yani, uygulamalı. Bana dediler ki: “Sana yemek yapma yok,” dediler. “Niye?” “Sen buna el süreceksin, sen pişireceksin, senin pişirdiğini biz yemeyiz,” dediler. “Öyle mi?” “Öyle.” “Peki, siz pişirin ben yiyim,” dedim. “Şimdi bak, siz pişirin ben yiyim,” dedim. “Tamam kabul.” “Ama,” dedi, “biz pişirip sen yemekle olmaz, sen de burda bir iş bölümü yap.” “Ne yapacam.” “Sen odun keseceksin,” dediler. “Tamam keserim,” dedim. Orda bir Osman Amca, kimsesiz yaşlı bir amca vardı. Dedim ki: “Osman Amca buraya gelir misin?” “Gelirim.” “Bunlar derse gittiler. Şurda odun var,” dedim, “bunlar yiyeceğine bu adam da yesin, bu da vatandaş,” dedim. Helvanın yarısını kestim, paketledim verdim. Bir kilo da zeytin ayarladım verdim. Efendim birkaç şey de undan verdim. Ordaki okulun vermiş olduğu, devletin bize verdiği kumanyadan ona da verdim. Bu odunu kesmeye başladı ama ben paşalar gibi yaşıyorum. Onlar pişiriyor, odunu Osman Bey kesiyor, Osman Amca, ben de güzel güzel nöbetimi geçiriyorum. Bunlar baktılar ki Osman odunu kesiyor, efendim kendileri yemek yapıyor, bir Alevi çocuğu olarak bu da oturuyor keyfine bakıyor. Buna da gocundular şimdi ve dediler: “Arkadaş sen odunu kesiyorsun ama Osman’a kestiriyorsun kendin kesmiyorsun.” “Ya ben Osman’a kestiriyorum, öbürüne kestiririm Ali’ye kestiririm, Veli gelir, yapılıyor mu bu iş,” dedim. “Sizin dilinizin altındaki baklayı lütfen söyler misiniz?” dedim. Oradan yine bu arkadaş dedi ki: “Sen Kızılbaşsın, senin içimizde kalman bile zararlı,” deyince, ben ekmek bıçağını aldım bunun bacağına iki tane sapladım. Ölüyorum kalıyorum mücadelesiyle bunu Ladik Hastanesi’ne zor yetiştirdiler. Okul idaresi beni çekti ifadeye, karakol çekti, olanları aynen anlattım. Kalktım geldim. Sağ olsunlar. Ve arkadaşa da böyle bir daha bir şey yapılmasın diye ikna ettiler, şey yaptılar. Ama suçlu o. Fakat fizik olarak suçlu da benim, çünkü bıçaklamaya varan. Neyse, Anadolu’nun ücra köşelerine yerleştik.

Diyarbakır'dan bir örnek:

K - Mesela geçen sene ben aşure götürdüm benim komşum aşuremi almadı.

A - Nasıl almadı ne dedi?

K -Sevmiyoruz,” dedi. “O yüzden almıyoruz,” dedi. Meğer ki biz Aleviyiz diye, Alevi olduğumuzu öğrendi diye bizim lokmamızı yemiyor yani. Lokmamızı yemiyor! Nedir? “haramsınız.”

A - Nasıl yani, böyle yüzünüze söylüyorlar mı?

K - Yüzümüze söylemiyorlar ama hareketlerinden onu çıkarıyorsunuz. Yoksa normalde bir lokma gidince, lokma geri döner mi? Onlar niye getirince biz alıyoruz. Yüzümüze de söylendiği zaman, “böyle diyorlar,” diye söylüyorlar. Aslında bu direk kişinin yüzüne söylemektir yani.
İstanbul’dan bir katılımcı:

K - Lokma dağıttım da ben. Kapının önünde, buraya götürdüm, ora uzak diye. Kapıda, çocuklardan dedim belki, ... lokma dağıtayım dedim, kapının önüne çıkıp. Ayrım yapmadan, kapıya çıktım ki, kadınlara dedim ki: “Alın alın,” dedim, “siz de alın.” “Neymiş?” dedi. “Bu dedim Allah'ın lokmasıdır,” dedim. Karşıdaki böyle baktı. “Ne bakıyon?” dedim. Yemin ederim o gece rüyama girdi. Kedi diye. Yemin ederim bak kedi oldu kızım. ..... “Bi daha da size ne ekmek var,” dedim, “ne de lokma.” Alır gelirim burada Alevilere dağıtırım. O gece aynı kuyunun içinden iki tane kedi çıktı. Kadına da söyledim: “Kedisin sen.” Onlar bizi insan yerine koymuyor. Her tarafa Cami yapılıyor. O da “namaz kılmıyorlar,” dedi. “Sıçanın kökünü ye,” dedim. “Namaz kılmıyorsam, gelme bir daha bizim eve,” dedim.
İzmir’de yaşayan bir yurttaş:

K - Mesela ben öyle çok şey değilim yani inançlı bir insan değilim ama insanın bir kültürü vardır, geleneği vardır. Aşure bir kültürdür benim için. Yani o insanlara hani bir anma şeyidir ben aşuremi yaparım yani. Hani inançlı bir insan, o kadar çok şey değilim. Ama aşuremi yaparım bu bir kültürdür yani. Ben aşure vermiştim kadına, kadın o aşureyi almamıştı. “Niye aşureyi almıyorsun?” “Alevilerin aşuresi yenmez.” Oysa kendisi de aşure yapıyordu. Yani kendisi de aşure yapıyordu. Aşure almıyordu yani “ben Alevilerin aşuresini yemem. Abdest almıyorlarmış,” yani ben buna şahit oldum. Komşuluk ilişkilerini kestim konuşmadım ki çok yakın komşumdu bir daha da konuşmadım. Ama onu yıkma, yani ispat kendimizi ispat etmemiz için ikna etmemiz için de çaba sarf etmem lazımdı. Onu da yapamadım aile kütüktü. El öptürtmüyordu, dokundurtmuyordu. Erkekler hiç kadınla böyle tokalaşma şeyi yoktu. Abdesti bozulur mümkün değil yapamaz bunları.
Menemen’den bir katılımcı:

K - Kelkitli’de kız kardeşim oturuyor. Yavuz Bingöl’ün annesi de orda oturuyor, onların apartmanında oturuyor. Aşure ayıymış, Yavuz Bingöl’ün annesi aşure yapmış dağıtıyormuş. Şimdi komşuları ya demişler: “Onun aşuresini almayız,” demişler, alıyorlarmış ama yemeyip çöpe döküyorlarmış. Kız kardeşimin yanında yapmışlar bunu. Kız kardeşimin de zoruna gitmiş. Torununu görmüş teyzenin. Demiş ki: “Anneannene söyle aşure göndermesin komşulara,” demiş böyle böyle döküyorlar. Kız da o arada aşure götürüyormuş. Demiş: “Döküyorlar, götür sen anneannene söyle vermesin,” falan. Demişler: “O Alevi, onun aşuresi yenilmez,” diyerek, böyle dökerlermiş.

Kemalpaşa’dan bir katılımcı:


K - Onlar ne diyormuş biliyor musun, bunu Armutlu’da bir komşum bana söyledi. “Alevinin ekmeği karnındayken ölürsen, doğru cehenneme gidersin,” diyormuş. Ekmeği bile Kızılbaşlaştırdılar bunlar.
Çeşme’de yaşayan bir yurttaşın örneği: “Aleviye yemek vermek günah”

K - Şey vardı, biz İzmir’de otururken yengemle bir tane Kayserili komşumuz vardı. Altta oturuyordu. Biz de gariban diye, biz üç kişiyiz üç ev beraber kalıyoruz. Çok da garibandık. Hep ona el açtık, doğum yaptığında baktık, loğusada çocuklarına baktık. Şimdi ama geliyordu örtünüyordu, böyle geliyordu onca evimiz kapımız açıkken “erkekleriniz evde mi?” “Erkeklerimiz yok,” dedim mi içeri giriyordu başını açıyordu, oturuyordu oraya. Bizim soframızda ne varsa, ya da biz al da yemek ye filan dememize gerek kalmıyordu, çünkü mutfağa girip doldurup geliyor. Bir gün ama aradan belki 7-8 sene geçti, bu böyle devam etti, çocukları büyüdü. Bir gün de biz onun kapısının önünde halı yıkıyoruz. Ya dedik çocuklara makarna aldıralım da acıktık iyice, “Binnaz bize bir makarna pişir de yiyelim.” Duymazlıktan geldi. Biz ısrarla üst üste, duymadı herhalde anlamadı mı diye, biz yine söyledik yani onu hani yabancı görmediğimiz için. Çünkü hep evimize girip çıktığı için. Biz ikinci sefer bir daha çığırdık bir daha duymadı bizi. Büyük yengem dedi ki: “Binnaz sen sağır mısın? ya da bizi hesaba mı almıyorsun. Ya çocuklar makarna getirdiler işte bir su koy, bir makarna pişiriver.” “Yapamam Elmas Abla,” dedi. Yapamam deyince biz bayağı bir şok olduk. “Neden?” “Şey,” dedi, “Aleviden yemek yersen helalmış da, Aleviye yemek yedirirsen o yemek ıstırap çekermiş.” Zihniyete bak. 6-7 sene bizi kullanmış sadece.
Ankara’dan bir katılımcı:

K - Yıllardır iyi komşuluk yaptığımız ve yakın dostumuz olan Karslı Sünni bir komşumuz bana şu olayı anlatmıştı: Kendisi birkaç aylık da yeni gelinmiş o sıralar Kars’ta, yakınlarındaki Alevi bir köyde ahbapları olan birisi, kocasına sünnet olacakları çocuklarına kirve olmasını istemiş. Bunu severek kabul etmiş kocası. Tabii hazırlıklar filan yapılıyor, kirvelerini yemeğe davet ediyorlar. Bunu duyan arkadaşımın kayınvalidesi diyor ki: “Kız sakın ola orada yemekte sana yoğurt falan ikram ederlerse yemeyesin.” Arkadaşım kayınvalidesine soruyor: “Niye ana diye? Niye yemeyeyim?” Kayınvalidesi diyor ki: “Bu Kızılbaşlar yoğurdu mayalarken sütü erkeklerinin şeyiyle karıştırıyorlar, sakın ha yemeyesin!” Arkadaşım bunu anlatırken tabii gülerek anlatıyor. Neyse, bunlar kocasıyla Alevi köyüne gidiyorlar, kirve oldukları köye. İşte ikram, ağırlama, yeme, içme her şey son derece iyi. Tabii sofraya yoğurt da geliyor küçük kaselerde. Arkadaşım diyor ki yoğurt da öyle güzel yapılmış; oralarda camız yoğurdu meşhurdur, ondan getirmişler. Ama içime kurt düşürdükleri için canım gidiyor yiyemiyorum, diyor. Sonunda dayanamayıp yemeye başlıyor ve çok hoşuna gittiğini de söylüyor. Hiç de pişmanlık duymuyor. Anlattığına göre o kadar iyi ağırlamış ve davranmışlar ki, arkadaşım o anda bunun saçma birşey olduğuna karar vermiş ve yemiş. Sonra köye döndüklerinde kayınvalidesi sormuş: “Kız yoğurt yedin mi?” diye. Tabii ona yediğini söylememiş ama sonra sormuş, “peki yeseydim ne olurdu?” diye. Kayınvalidesi de eğer yeseydi yüzlerce kez abdest alması gerekeceğini ancak o zaman arınabileceğini söylemiş.
Havza’dan bir katılımcı Alevi birinin lokanta sahibi olmasının zorluğunu anlatıyor:

K - Yanımdaki kahveci vardı, ismini söylemeyeceğim. Beni herkes sevdiği için, “O Alevi, yenmez onun yemeği,” diyorlardı. Adamlar da bana soruyor: “Sen böyle misin?” Ben de diyorum: “Biz temizliğe falan çok önem veriyoruz.” Ben daha evveli, Ali Amcamız vardı, o büyük alimdi okumuştu, Ali Gül. Oğlu Halil Bey de Halil Abimiz de burda. Hürmetim var. Yıllarca ekmeğini yedim. O alim olduğu için temizliğe her şeye dikkat ediyordu ve alimdi, yukarıdaydı tabi böyle yetiştirdi yani okuttu. Şimdi bunlar kulaktan kulaktan dolma oldukları için, ..Ben Alevi deyince işte tuhaf yani bir yaratık başka bir yaratık gibi görüyorlardı. Yani namazını kıl da bunlardan ne yaparsan yap. Biz ne zaman Müslümandık biliyor musun? “Allahuekber,” dedik mi Müslüman oluyoruz, çıktıktan sonra haram da yiyoruz hepsini de yapıyoruz.
Ankara’dan bir katılımcının aktardığı kalıp yargı: “Aleviler aşureyi banyo suyundan yaparlar”:

K - Ya benim de işte ilk İstanbul’a gidip geldiğim sene 84’te ev sahibim yabancıydı. Ramazan geldi. Soframızı kurup içerde yemeğimizi yiyemiyorduk. “Aleviyiz,” diyemiyorduk. Yemeğimizi yiyemiyorduk kesinlik. Ya gidip bir komşumuza gidiyorduk, Alevi buluyorduk ya yiyemiyorduk yani. Bir kere aşure yapmıştım. Bizim evin önünde de köfteci falan seyyar satıcı vardı. İnsanlık görevimi yapayım götüreyim bir aşure yesin dedim. Götürdüm. “Abla ben bunu yemiyorum,” dedi. “Niye yemiyorsun?” dedim. “Aşure…” dedi. Öyle şey yaptı sadece ondan tepki gördüm ben. Bizim Alevi olan komşularımız Sünni olan komşularımıza aşure götürdüğünde çöpe attıklarını biliyoruz. Bunun söylendiğini “Alevilerden gelen bir şeyi yemeyiz yiyemeyiz.” Onu da şeyden dolayı, banyo suyu ile yapıldığından. “Aleviler banyo yapıyormuş. O suyla aşure yapıyormuş.”

Tarsus'tan benzer bir örnek:

K - Ben 83 yılında bir kamu kuruluşuna girdim. Bizi geçici işçi olarak aldılar oraya. Yalnız tabi biz orada Alevilik Sünnilik davası olduğunu bilmiyoruz. Çalışıyoruz normal, ben kadroyu aldım. Tabi başımızda denetleyici kim varsa ona göre not veriyorlar. Puanı kimin yüksekse onu kabule alıyorlar. Beni.... makinesinin yanına çağırdı Kadir Usta: “Ya Ali bir dakika gelir misin sen, Alevi misin?” dedi. “Şüphen mi var Aleviyim,” dedim. “Yahu senin Alevi olduğunu biz bilseydik seni biz kadroya almazdık,” dedi. “Neden?” dedim. “Bunun bana açıklamasını yap, Alevilik suç mu?” dedim. Ondan sonra bana dedi ki: “Ben şaka söyledim sana.” “Kadir Abi,” dedim “bak yönetime kadar çıkacağım.” Bana yalvardı işten attıracaktım ben bunu. Sonradan bıraktım. Ekmeğiyle oynamadım yani. Bir gün de bu aşure ayında basınevinde duruyoruz. Hanım aşure yapmış. Yanımızdaki komşuya aşure götürüyor almıyor diğerine götürüyor, alıyor. O demiş ki ona: “Bunlar banyo yaptığı kazanla aşure yapıyor sakın yeme.” Döküyorlar. Yani böyle söylentiler çıkıyor.
İstanbul’dan bir katılımcının aktardığı kalıp yargı: “Aleviler yemeğin içine tükürürler”:

K - Bunu bana soran genç arkadaşım üniversiteye kadar gelmiş. Burada bilgisayar bölümünde bilgisayar mühendisliğinden öğrenci bir arkadaş. Gezerken sanat evinin ismi dikkatini çekiyor. Dost sanat evi, tiyatro grubu, gönül dostları, ya da dostlar tiyatrosu diğer bir adıyla. Geldi tanıştık sohbet muhabbet. Sünni bu genç arkadaşım. Sünni olması da benim için hiç önemli değil, ben de Süryani çocuklar da vardı o dönemde Ermeni çocuklar da vardı.

A - Nerde oluyor bu olay?

K - Muğla, Muğla merkez. Sanıyorum iki ay sonra falan, derslerin devamında. Bir gün dedi ki: “Hocam siz hangi Alevilerdensiniz?” Ama o sanat evinin Alevilere ait olduğu belli. Çalışmalardan belli, arkada bilmem kimin heykelini yapmış, kimin yağlı boyasını, işte tiyatro çalışmalarımızda şu falan. “Pardon, nasıl?” dedim. “Siz,” dedi “hangi Alevilerdensiniz?” dedi. “Şu yemeğe tüküren Alevilerden misiniz?” Çok acı bir şey bu. “Yemeğe kim tükürüyormuş?” “Çorum'daki Aleviler yemek sofraya gelmeden, tükürüyorlarmış öyle yiyorlarmış.” Bunu gerekçesini sordu bana.
Samsun'dan benzer bir örnek:

K - Şöyle söyleyim sevgili Ulaş. Burası yıllarca daha çok okumuş bir şehir. Şimdi yarı yarıya Alevi-Bektaşi olarak işte, Sivas’a Malatya’ya Çorum’a Merzifon’a gitseniz, orda bu olaylar biraz daha gergin yaşanmıştır. Şimdi burda Alevi-Bektaşi dostlar duyarlar ama susarlar. Ya şimdi böyle derken bakın, konu açıldıkça yaşanmış çok iğrençlikler var. Ben 1970’li yıllarda, Termeni Köybucağı’ndan biraz önce bahsettik, Samsun’da 10 tane iş makinesi varsa bunun 3-4 tanesi Pirdallar Firması’nın, bizim. Orda bir olay yaşadık mesela biz. Köybucağı'nda, adamlar 35-40 tane şoföre yemek veriyorlar. Böyle büyük bir sahanlıkta yazın. İşte Mersin Muammer Abdullah köyüymüş. Daha sonra öğrendik onlarla tanıştık. 35-40 tane şoföre yemek veriyorlar, yolları yapılıyor diye. Yol hiç yok o zaman. Şimdi hep asfalt. İşte traktörler çalışıyor, bataklıklara çıkmıyor araba. Onu traktörle çek bunu kepçeyle çek. Orda bir şahıs kendisi Sürmene’li. Bir gün bizim büroda diyor ki, hepimiz bürodayız, 8-10 tane şoför var: “Ya işte Hasan Amca, ya bizim iş yaptığımız yer var ya Kızılbaş doğru mu?” “Doğru,” dedim. Ya onlar bize işte. Ya inanın ki tertemiz pırıl pırıl bir köy. Alevi Sünni de karışık bir köy. Hangi sütlü aşın, hangi yemeğin hangi evden geldiği belli değil. Her yerden yollanabilir. Toprağın üstünde giden insanlar stabilize de gidecekler düşünebiliyor musunuz? Her köyden her evden mümkün olduğu kadar adamlar dişlerinden tırnağından artırmışlar, orda bir ay boyunca insanlara yemek veriyorlar ya. Takdir etmek lazım. Alevi Sünni ayrımı yapmadan herkes böyle. İşte efendim burda yoğurt mayalarken Aleviler başka türlü şekilde mayalıyorlarmış. Son derece iğrenç şeyler karıştırıyorlarmış. Ve o şahıs şu an AKP daire encümen başkanı, Dalbayrak. Yaşlandı tabi, aradan kaç 1978, 26-27 sene geçti. Şu an daha o şekilde düşünüyor mu bilmiyorum. Ama o adam 27-28 yaşındayken öyle düşünüyordu. Bu şekilde anlatan çok var. Ha biz de bilmiyorduk o zaman.
Havza'dan benzer bir örnek:

K - Ben de bir ilkokul maceramı anlatayım mı? Ben Cemal Ergin, işçi emeklisiyim, 1923 doğumluyum. 1942 de askere gittim, 46’da terhis oldum, Alman Harbi’nde. Orasını bırakalım. Samsun’un Ladik İlçesi’nin Eynekaraca Köyü’ndenim. Ve orda bir toplum, köylerimiz var, Sarıgazel, Eynekaraca, Kuyucak Söğütlü, bunlar hepsi bir arada. Bizim şeyimizde okul yok. Köylerimizde biz hep Kuyucak Köyü’ne okumaya gidiyoruz çocuklar orda. Bizim de bir, muhallim bey diyorlar işte öğretmenimiz vardı, Kayserili. Bir gün bize dedi ki: “Çocuklar yarın kıra gideceğiz, herkes evinden bir şeyler getirsin,” dedi yiyecek. Kimimiz yoğurt götürdük, kimimiz yumurta götürdük. Ne varsa evde herkes götürdü. Bizi aldı öğretmen götürdü, ...tekkesi vardı orda, orda bir düzlük çayır var, oraya oturduk. Böyle halka halinde oturduk. Şimdi öğretmenin yanında Hüseyin Gül var, Sarıgazel’den, uzun boylu, o da yoğurt getirmiş bir sahan. “Hüseyin,” dedi, “bu yoğurda siz dedi Alevi olarak tükürüyor muşsunuz?” dedi. “Yezitlere verirken tükürüyor muşsunuz?” dedi. “Hayır Muallim Bey, böyle bir şey yapmıyoruz,” dedim. “Bak ben sana yapıyorum,” dedi, yoğurdu eline aldı tükürdü içine. “Gel lan buraya,” dedi. Çocuk korkusundan yoğurdu yedi bitirdi. Bizim başımızdan da böyle bir hal geçti öğrencilik zamanımızda.
Çeşmeden bir yurttaş anlatıyor: “Alevinin sütü de haramdır”

K - 12 sene filan 13 sene önce. Ben doğum yaptım hastaneye yattım. Karşılıklı iki kişiyiz. Bir tane doğudan gelmiş, kadın 8. çocuğunu doğum yapmış. Ee ben de çocuğum için hastaneye gittim, her yan feryatı figan. Orada çocuk ağlıyor ağlıyor, ya gidiyorum diyorum ki: “Ya hanım sen bu çocuğu duymuyor musun? Niye ağlıyor bu?” “Yok bakmayacağım,” diyor, “zaten babası bizi hastaneden çıkartmıyor.” “Ya,” diyorum “bir kalk altına üstüne bak bir emzir bunu. Günahtır. Madem doğurmasaydın.” O ikimiz, yani ben dedim bak o dedi bakmayacağım. Neyse tartışmaya girdik, ikimiz varız odada. Ben dedim: “Eğer bakmayacaksan, ver şu çocuğu ben emzireyim,” dedim. “A,” dedi “ne yapıyorsan yap,” dedi kadın bana. Ben getirdim kendi yatağıma, çocuğuna altını falan temizledim. Kendi çocuğum gibi, yani kendi çocuğum olmadığı için yani ben artık sağdan soldan çocuk ediniyorum. Tam emziriyorum tuttum, bana bak dedi: “Aleviysen emzirme,” dedi. Böyle dedi. “Aleviysen emzirme,” dedi. Ben ama çok bir tepkiyle geri döndüm. “Sen nesin?” dedim. “Ben Elhamdüllillah Müslümanım,” dedi. Ben dedim: “Senin Müslümanlığın nereye kadar? Doğurduğun çocuğa bakmıyorsan sen.” Müslümanım diye karşıma çıktı. Dedim: “Müslüman insan doğurduğu çocuğa bakar. Ya da doğurmaz.” Neyse biz kadınla, ben yine onu dinlemedim, “Aleviyim ve emzireceğim,” dedim. Ben çocuğu emziriyorum, o yatağın içinde, ben benim yatağın içinde tartışmaya başladık ama. “Ya,” dedim “Aleviden sen ne gördün de yani bu tepkiyi gösteriyorsun. Ben sana sordum mu, senin çocuğun Sünni mi? Eğer Sünni ise ben emzirmeyeyim dedim mi sana? Hayır demedim. Ben insan olarak baktım,” dedim. Bu tepkiyi bana veremezsin. “Ee siz,” dedi “dedeyle dedi yedi yol ağzını yıkıyormuşsunuz.” Düşün yani geçekten de çok ilginç gelmişti, yedi yol ağzında banyo yaptırıyorsun, suyuna aşure çorbası yapıyormuşsunuz. Yedi bir yolun bağlandığı yeri düşün, orada leğene koyuyoruz, suyuna da dedenin yıkandığı suyuna da aşure yapıp dağıtıyoruz. Böyle bir zihniyet taşıyor. Ben gayri iyicene dellendim. Yani çocuğumun olmaması, o çocuğun ağlaması, biz kadınla saç başa girdik. Dedim: “Şıhınız varmış sizin, siz,” dedim, “yıkayıp da abdest aldığı suyla yemek mi yapıyorsunuz? Ya da bir hayrınıza bir şey mi veriyorsunuz?” “Estağfurullah biz Müslümanız.” “Ya,” dedim “Müslüman insan bunu kabul eder mi? Bir insan banyo yaptığı suda çorba yapar mı?” Yaa böyle, o da ilginç bir konu. Ertesi gün geldi, şimdi Veli geldi. Ben dedim ki: “Çocuğun yaşasa da yaşamasa da…” çocuğunu da ben 24 saat emzirdim. Ve kendi yatağımda bakıyorum, ben ona çocuk filan vermiyorum. Kendi eşyalarımı da verdim çocuğun eşyalarını, dedim: “Yaşarsa da, aman yaşasın ben yeniden alırım.” “Ya,” dedi “zaten ölecek o,” dedi. “Ya,” dedim “Allah'ın gününe niye öyle diyorsun doğmuş çocuğa bak nur topu gibi oğlan çocuğu?” “Ee,” dedi, “iğnesi de var. Babası da almıyor.” Hemen Veli geldi, “Veliciğim ne olur bu çocuk ölecekmiş, annesinin karnında kakasını yutmuş. Ne olur ilaçlarını alalım.” Veli gitti, o laflara rağmen, o şeye rağmen gitti Veli ilaçlarını aldı çocuğun. Biz ilaçlarını verdik çocuğun ve hastaneden çıktık geldik. Hani düşün, bize verdiği tepkiye bak, hani karşılığına bak. Ama o geçekten o gece beni, çok üzmüştü, ne zaman bir dede aklıma gelse aşure çorbası aklıma geliyor. Çünkü bunu öyle söylüyor geçekten bak. Nerede yani hiç akıl mantık almayacak bir şey varsa bizim üstümüze yüklüyorlar. Yani buna maruz kalıyoruz
Adana'dan bir yurttaş aktarıyor: “Alevi'den kan almam”

K - Yine askerlikte, biri geldi, bir araba durdu: “Asker ağa, gana ihtiyacımız var, verebilir misiniz?” dedi. Kimisi biliyor, kimisi bilmiyor, attılar bizi bir arabaya, taksiyle gittik hastaneye. Gızın kayınbabası, bayanın gocası da askermiş, “Alevi misin?” dedi, “Aleviyim,” dedim. “Ben almam bu ganı,” dedi. Doktor dedi ki: “Sen şaşkın mısın?” dedi. “Yok, Alevi ganını ben gelinime aldırtmadım,” dedi. Biz bir insaniyetlik namına gidip verelim. Doktor da “gan paranızı neyinizi alın gidin,” dedi. Biz gan parasını alduk, üç arkadaş, votkayı, motkayı artık yükledik, gittik.

Alevilerin kestiği hayvanların yenmeyeceği üzerine var olan kalıp yargıyla ilgili örnekler
İstanbul’da yaşayan yurttaşların aktardıkları örnekler:

K1 - Benim başımdan şöyle biz burada bir tane kurban kestik. Üstte Ordulu komşumuza götürdük çocukla göndermiştik. Geri göndermiş. Alevi olduğumuzu biliyor ya yıllardır komşuyuz. Amcam dedi ki: “Alevinin kestiği yenmez. Sizin kurban kabul olmaz. Alevi olduğu için sizin kurban kabul olmaz.” Bunu herkes biliyor. Devlet kapısına gitsen adam senin Alevi olduğunu ya da okulda dahi okusan sonuçta bunun her kötülük karşılığını görüyor millet bunun yani.
K2 - Bizim köye bir öğretmen geldi bir tarihte. Eskiler bizim, yani halen daha öyle köylerimize taşradan bir görevli geldiği zaman, kolay kolay evinde emek yemezdi. Evlere sıraya girerdi. Her gün birisi davet ederdi. Güzel yemekler hazırlanırdı. Şimdi bu öğretmen de, gittiği yerlerde davetlerde mutlaka tabi ki bir şeyler kesiliyor işte ya adam bir tavuk kesiyor, yahut da bir kuzu kesiyor. Et yemiyor. Tabi ilk günlerde, et yemeyenlere ne deniyor “vejeteryan” mı diyorsunuz ne diyorsunuz, o zaman o tür şeylere belki insanların dili dönmüyordu da işte, belki et yemiyor sevmiyor falan. Daha sonra tabi ağzından kaçırmış demek ki, işte Alevilerin kestiği yenmez diye. Ben kendi gözümle, benim kayınbabam öğretmeni, davet edecek. Bizim köyün mezrası vardı, mezrasında da oturan köylerin ileri gelenlerinden, çok akıllı bir insan, Küçük Hüseyin dediğimiz bir insan. O da oraya misafir olarak gelmiş. Kayınbabam göndermedi, dedi ki: “Hüseyin Amca gitme,” dedi, yemek hazırlanıyor öğretmeni davet ediyoruz, sen de bir lokma ye. Neyse ısrarla kaldı. O arada da bu olay anlatıldı Hüseyin Amca’ya. Sofrayı hazırladık. Öğretmen geldi, oturdu. “Öğretmeni yanıma oturtturun,” dedi Hüseyin Amca, yani o da bir şeyler bilen bir insan. “Buyurun,” dediler sofraya. Şimdi, başladılar yemek yemeye. Tabi pilavın üzerine et konulmuş öğretmen eti bir tarafa itiyor, pilav yiyor. Hüseyin Amca rahmetli bir iki sefer şöyle baktı, öyle şeylere de tahammül etmez. Üçüncü dördüncü lokmada böyle bileğinden tuttu. “Hoca,” dedi “ne yapıyorsun sen?” dedi. “Ne yapıyorum amca?” dedi. “Eti itiyorsun yemiyorsun,” dedi, “sen o et yemeyenlerden misin?” falan. “Yemiyorum amca,” dedi. Bir iki sorular sordu. Dedi ki, oğlum ben duyduğum kadarıyla, sen demişsin ki: “Alevilerin kestiği yenmez.” “Evet amca,” dedi “biz yemiyoruz,” dedi. Şimdi orada biraz da hakaret etti öğretmene, tabi yapmaması gerekirdi. Dedi ki: “Oğlum peki eti Alevi kesti yemiyorsun, bu pilavı Alevi hazırladı, bu cacığı Alevi yaptı, eşek sıpası,” dedi, “kalk ..iktir ol sofradan,” dedi. “Yemiyorsan hiçbirini yeme,” dedi. Yani haramsa bu da haram.
K3 - Şimdi bu Cem Uzan’ın babasının inşaat şirketi var. Onların yanında ben uzun süre çalıştım. Şantiyedeyiz ben şoför olarak çalışıyorum. Ağır vasıta şoförü. Öğle yemeğine geldik, tabi kamyonu yemekhanenin önüne çektim. Sıcak yaz ayları, yemeğimizi yedik, çay içtik. O şantiyenin de bir kalfası var Rizeli. İki defa Hacca gitmiş, şirketin çok güvendiği bir adam. İki tane kuzu almıştı, işte orada yemek artıklarıyla falan besleniyor. Kuzular böyle koç gibi oldu. Sıcakta gelmişler. Arabanın ön tekeri, sağ ön tekerinin gölgesine yatmışlar oraya, kafa kafaya vermişler yatmışlar. Bende işe gideceğim. Tabi sol taraftan direksiyona bindim. Orada kuzuları falan görmem mümkün değil yani aynadan falan görmem mümkün değil. Geri çıkmam lazım, kuzularda tekerin arkasında. Orada “hop hop,” deyince bunlar, bir anda kuzuların üzerinden geçtim. İndim ki kuzular çırpınıyor. “Yav şurada gelin biriniz şunu kesin,” dedim. Ben de kesemem yani tavuk dahi kesmemiştim o zamana kadar. Yazık şey olmasın, mundar olmasın diye. Bir çocuk bıçak getirdi, abi ben yapamam dedi. Baktım kuzular ölecek artık. Ben de tuttum, kıblesini mıblesini hesaplamadım. Boyunlarını kopardım. Neyse kalfaya haber gönderdik. Geldi baktı: “Ne oldu?” Dedim: “Böyle böyle”. Bir şey demedi, “tamam,” dedi, “ya kazadır.” Yemek de şantiyede pişiriliyor, “götürün,” dedi, “yemekhaneye akşam işçilere yemek verilsin,” dedi. Ben oradan ayrıldım, kum ocağına kum götürüyorum. Benden sonra soruyor diyor ki: “Bu kuzuları kim kesti?” O da beni çok iyi tanıyor. Diyorlar ki işte: “Aziz kesti,” diyorlar. “Hemen yemekhaneden çıkarın onları.” “Çıkarın,” diyor, “yenmez o kuzular.” Yani patron kadar etkili bir isim. Biliyor Alevi olduğumu. “Kuzuları yemekhaneden çıkarın,” diyor, “kesinlikle sokmayın yemekhaneye,” diyor. Tabi orada bizim Alevi arkadaşlar var. Onlar denk geliyor. Diyor: “Bunu yemek isteyen varsa götürsün,” onlar götürüyor kendi aralarında paylaşıyor yiyorlar. Yani kestim diye, işçiye yedirmediler.
K4 - Mesela askerde ben 1975-76 zarfında Bilecik’e askere gittim. Orda dört ayımı tamamladıktan sonra başka garnizona Jandarma olarak tayin oldum. Ve benim elim ayağım temizdir yani yüzüm temizdir, ve beni mutfağa verdiler, Ordulu bir arkadaşımla birlikte. Oraya gittiğimde, şimdi bizim ailemiz fakir olduğu için babam tarafından bana harçlık gelmediği için, 250 lira o zamanın parası Jandarma iaşe parası verilirdi. O 250 lira da iyi paraydı, ben harçlığımı şunumu bunumu gideriyordum. Mutfaktayız işte 1 ay, 2 ay, 3 ay, Erzurumlu da Hasan Çavuş isminde uzman bir çavuşumuz vardı, Erzurumlu. Anlamış ki ben tek Aleviyim. “Mutfakta bunun ettiği yenmez, kestiği yenmez falan olmaz, filan olmaz,” denildi bana da denildi. Beni mutfaktan alıp ceza nöbetine yazıyordu. Ve, 3-5 ay sonra Ramazan ayı geldi. Tek başıma olduğum için dışarıdan param da gelmediği için mecburen oruç tutmak zorunda kaldım ben. Öyle. Ee mecbursun yani sabahtan oruç beraber, şey yapamıyorsun Jandarma da tektir yani.


Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin