(ruhun cisimleşmesi)gibi kavramları sokmuştur. Fazlullah Kur’an’ın zahir (görünen)anlamının terkedilmesi gerektiğini, kralların, sultanların, peygamberlerin sonunun geldiğini söyleyerek inananlara dünyada cenneti muştulamıştır.
Fazlullah’ın ve daha sonra da Nesimi’nin inançlarını savunmak uğruna ölümü gülerek karşılamaları Hallacı Mansur’dan sonra alevi-Bektaşi erkanına girmiş, cem törenlerinde dara çekilmeye onların adı da eklenmiştir. Yüzü yere kapanma, yol uğruna Fazlullah gibi başı boyundan kestirme “Dar-Fazlı” olarak ifade edilir. Yine Darı-ı Nesimi de derisi yüzülse bile ikrarından dönmemenin, suçunu kabahatini meydana döküp cezası ne olursa olsun rızayla karşılamanın sembolü olmuştur. Alevi geleneğinden özellikle musahiplik darında “ Şah Nesimi, Can Nesimi, Seyyid Nesimi” sözleri dilden düşmez Alevi -Bektaşi kültürünün özünü oluşturan ikrara bağlılığın sembolü olarak Nesimi paymıh ibadetinde, inancında ölümsüzleşmiş, duasında, deyişlerinde, eylemlerinde bugün de yaşamaktadır.
Alevi-Bektaşilerde bıyığa verilen önemde Hurifilikle bağlantılıdır. Çünkü “Ali” adının insanın yüzünde belirmesi için kaşların “ayn”ı, burnun “lam”ı ve bıyığın “ya”yı oluşturması gerekir.
“Tuttum aynayı yüzüme
Ali göründü gözüme” diyen Mehmet Ali Hilmi Dedebaba’dan Neyzen Tevfik’e kadar birçok ozan sanatı bu felsefeyle yetişmiştir. Hurufilik hat sanatından minyatüre her alanda derin izler bırakmıştır.
ERDEBİL OCAĞI’NI TUTUŞTURAN ATEŞ
Erdebil tekkesinin bir Alevi ocağına dönüşmesi Alevi Türkmen aşiretlerin etkisiyle olmuştur. 1402’de Yıldırım Bayezit’i yenen Timur’un Alevi dervişlere, babalara görünüşte nispeten hoşgörülü davrandığına değinmiştik. Örneğin Eğridir kalesini kuşattığında halk adına yöredeki tekkenin sahibi Horasanlı Baba sarayı, Timur’dan ricacı olunca, kale teslim edilmiş ama halka dokunulmamıştı. Timur, Anadolu’da 1 yıl kadar kaldı. On yıldan beri Bursa’da tutuklu bulunan Karamanoğlu Mehmet Bey’i serbest bıraktı, yeniden ülkesinin başına geçirdi. Germiyanoğlu Yakup Bey de kaçıp sığındığı Suriye’den dönerek Beyliği’nin başına geçti. Osmanlı’nın kendine bağladığı diğer beylikler de Timur’un zaferiyle Osmanlı’ya bağlılıktan kurtuldu. Böylece parçalanan Osmanlı’dan geriye birbirine düşen şehzadeler, Süleyman, İsa, Mehmet Çelebi ve Musa Çelebi kaldılar. Bu durumdan yararlanmak isteyen birçok Türkmen beyi de peşpeşe ayaklanarak bulunduğu ile hakim olmaya çalıştı. İç savaş ve kargaşayla geçen bu dönem resmi tarihte “Fetret Devri” olarak adlandırılır.
Timur Anadolu’dan çekilirken 30 bin tutsak Türkmen’i beraberinde götürdü ve Erdebil Şeyhi Hoca Ali’ye bağışladı. Bu Türkmenlerin çoğunluğu Tekeli ve Karamanlıydılar. Erdebil’de “Sufiyan-ı Rum” (Anadolulu Sufiler) mahallesini oluşturan bu Türkmenler, Erdebil tekkesine Alevi inancını taşıdılar.
Erdebil tekkesi başlarda Alevi değildi. Şeyhe Safiyüddin’in torunu olan Hoca Ali zamanında (1329-1429) tekkenin etkisi yayılmaya başlamıştı. Anadolu’dan Timur’un getirdiği Alevi Türkmenler Hoca Ali’nin oğlu Şeyh İbrahim döneminde ( 1429-1447) memleketlerine geri döndüler. Hoca Ali’nin kardeşi Cemaleddin’in oğulları da Anadolu’ya gelmişti. Erdebil tekkesi ile Anadolu Alevileri arasında böylece sıkı bir bağ kuruldu. Erdebil tekkesinde şeyhlik postunu yitiren, itibardan düşen Şeyh Süfiyeddin soyundan gelenler için Anadolu, itibar gördükleri, sığındıkları bir yer haline geldi. Şeyhe İbrahim’den sonra Karakoyunlular müdahalesi ile dergahtan kovulan Şeyh İbrahim’in oğlu Şeyh Cüneyd de Anadolu’ya geçerek 1449-1456 yıllarında 7 yıl Türkmenler arasında dolaştı. Şeyh Cüneyd’in bu süreçte Alevi Türkmenler arasındaki taraftarları daha da arttı. Büyük Alevi halk ozanı Dede Kul Himmet’in babası da Erdebil’den Anadolu’ya göçmüştü. Hoca Ali’nin amcası Muhyiddin’in torunlarındandır.
Erdebil Tekkesi, Osman Bey’in çağdaşı olan Şeyh Safiyüddin zamanından beri itibarlı bir tekkeydi. Beylerin, sultanların saygı gösterdiği, bağılarda bulunduğu bir inanç merkeziydi. Siyasi ve manevi etkisi nedeniyle Timur her yıl tekkeye bahşiş verdiği gibi, Osmanlı’da Yavuz Sultan Selim’e kadar tekkeye her yıl “cerağ akçesi” gönderdi.
15. Yüz yılın başında Anadolu batıni olanların, inançların merkezi durumundaydı. Osmanlı parçalanmıştı. Doğu’da Türkmen, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri güçlenmekteydiler. Timur’un karşı koyanları ezip geçtiği bölgede güçlü otoriteler kalmamıştı. Dersim-Erzincan yöresi Alevi aşiretler tarafından yarı bağımsız yönetilmekteydi.. 1507’de Safevi devletine katıldığında Akkoyunlu devleti için “Mülk-ü Kızılbaş” (Kızılbaş Cemaati) denilmekteydi. Güney’de Kayseri’den Maraş’a doğru uzanan Dulkadiroğlu Beyliği sınırları içinde yaşayanların çoğunu da konar-göçer Alevi aşiretleri oluşturuyordu. Yine Kuzey’de Sivas-Tokat-Amasya bölgesi de Alevi yatağıydı.
Özcesi Timur'un yağmaladığı Osmanlının parçalanıp beyliklerin yeniden toparlandığı bu süreçte Anadolu'daki Alevi halk da savaştan, soygunlardan, beylerden, sultanlardan bıkmış çareler aramaktaydı. Özellikle de Osmallı'nın o günkü sınırları içinde; yanı Ege'de ve Rumeli’de ağır bir sömürü ve baskı altında ezilen reaya kurtuluşu isyan etmekte bulacaktı.
Hacı Bayram Veli
Erdebil Tekkesi'nin Anadolu temsilcileri Aksaraylı Ebu Hamid Hamideddin (ölümü 1412) ve Hacı Bayram Veli'dir(ölümü 1430). Hacı Bayram Veli'nin asıl adı Numan'dır. Ankara'da bir çiftcinin oğlu olarak doğmuş. Karamedrese'de öğrenim görmüştür. Kayseriye giderek Şeyh Hamideddin'in öğrencisi olur. Kurban bayramında geldiği için Şeyhi tarafından Bayram ismi verilir.
Hacı Bayram Veli, çiftçi Ahilerinin Piri kabul edilmiştir. Emeğe değer verir ve herkesin birlikte çalışıp üretip paylaştığı bir yaşamı örgütler. Vahdet-i vücut (varlık birliği) Felsefesini benimsemekte Sünnilik'ten çok Alevi inancına yakındır. On iki dilimli kızıl taç giyer. Halk Üzerindeki etkisinin, müritlerinin çoğalması ve düşünceleri nedeniyle hakkında çıkan söylentiler Osmanlı'nın dikkatini çeker. II. Murat'ın buyruğuyla ellerinden ayaklarından zincirlenerek Edirne'ye götürülür ve sorgulanır. Bu sorgu sonrasında II. Murat hakkındaki ayaklanma ve sapkınlık söylentilerinin asılsız olduğunu anlayarak ona hürmet eder. Hacı Bayram Veli'nin bundan sonra kızıl tacını ak çuhaya ve on iki dilimi de altı dilime çevirmesi Osmanlı'nın hürmetini nasıl kazandığını göstermektedir. Sünniliğe bağlılığı da takdir edilir. Bursa'da ve Ankara'da medreselere müderris olarak atanır!
Hacı Bayram Veli öldüğünde halifelerinden Akşemsettin (ölümü 1457). Mürşidinin Osmanlı'ya biadını daha ileri taşır ve genç şehzade Fatih'in hocası olur.
Hacı Bayram Veli'nin diğer halifesi Ömer dede ise Ehlibeyt sevgisini Melami yalağınca sürdürmüştür. Melamilik 12. yüzyılda Nişabur Türkleri arasında doğmuştur. Melamilik kendini ve dünyayı hor görme kınama yoluyla tanrıyla bütünleşmeyi öğütleyen bir tasavvuf akımıdır. Dinsel yasaklara ve maddi dünyaya aldırmayan, Ehlibeyt'e bağlılığı öne çıkartan Kalenderilikle birleşmiştir. Anadolu'da 15. Yüzyılda Hacı Bayram Veli Yalağından Bursalı Ömer dede tarafından canlandırılan Melamilik, Bayrami Melamilik adını almıştır. Akşemsettin'e bağlanan Şemsi' ye akımı Osmanlı ile bütünleşirken Bayrami Melamilik Vahdet-i vücut inancını sürdürerek halkçı muhalif bir damar yaratmıştır.
Yavuz Sultan Selim'e kadar batini akımlara, halk inançlarına tekkelere, dervişlere giderek artan bir baskı uygulayan Osmanlı 16.yüzyılda bu baskıyı son sırrına vardırır. Ulemanın devlet katında rolü ve önemi artmış, ehl-i sünnet dışındaki tüm akım ve inançlar kanla bastırılmıştır. Melamilik de bu baskı ve katliamlardan nasibini alır.
Örneğin Şeyh İsmail Maşuki (1508-1529) Bayramiye tarikatındandır. Genç yaşta İstanbul'a gelmiş ve Oğlan Şeyh namıyla ün yapmıştır. Şeyh Maşuki, Cennet ve Cehennem kavramına, kabir azabına, ahiret sorgusuna karşı çıkmıştır. Oruç ve zekatın "Yezid'e cereme için geldiğini" söylemiştir. Ona göre inanmış bir kişiye yılda iki bayram namazı yeterlidir. Diğer "ameller" (uygulamalar) halkı meşgul etmek içindir. Şeyh Maşuki ruh göçünü ve Vahdet-i vücut Felsefesini savunmuştur ve Semah dönerken "Ene'l Hak, Ene'l Hak " diyerek Hallacı Mansur'un yolunda olduğunu göstermiştir. Şiirlerinde de bu Felsefeyi işler.
"Değme bir hor u hakire hor deyu kılma nazar. Kalbinin bir köşesinde arş-ı Rahman gizlidir."
Şeyh İsmail Maşuki bu düşünceleri nedeniyle Şeyhülislam Kemalpaşazade'nin Fetvası üzerine 12 müridiyle birlikte Sultanahmet'te asılmıştır.(1529)
Melami Bayramiliğe yeni bir biçim veren Bosnalı Şeyh Hamza Bali de batini düşünceleri nedeniyle katledilmiştir. O da inancını Ehlibeyt Sevgisi üzerine kurmuş, Vahdet-i vücut felsefesini işlemiştir ortakçı (komün) geleneklerinin ve Bogamillerin çok köklü olduğu Bosna' da taraftarları çoğalınca 1562' de yakalanıp İstanbul'a getirilmiş ve Süleymani'ye arkasındaki Develi yokuşunda başı balta ile ensesinden kesilerek katledilmiştir. Tarikatın bu kolu onun ölümünden sonra Hamzaviler adını alarak ardından gidenlerce sürdürülmüştür. Hamzaviler Osmanlı tarafından sürekli izlenmiş, yakalandıkları yerde katledilmişlerdir. Bir ada yakalanıp İstanbul'a getirilenlerin idam yeri olarak tuzla deresi saptanır. Hamzaviler eli kolu bağlı ölüme götürülürken inançlarına bağlılıklarını anlatan şu ünlü marşlarını söyler:
Zahid bizi tan eyleme
Hak ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme
Hazret' e varır yolumuz
Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile
Taşramızdan sormağ ile
Kimse bilmez ahvalimiz
Erenler yolun güderiz
Çekilip Hakka gideriz
Gazayı ekber ederiz
İmam Ali'dir ulumuz (78)
Bu marşın sözleri Hamzavi ozan Muhyi'ye aittir. Tekke ve dergahlardaki cönklerde bazı şiirlerine rastlanan Muhyi'nin divanı ne yazık ki yitiktir.
(78) 105 soruda Halk Edebiyatı Rauf Mutluay Syf 69 Sabah yay
OSMANLI'NIN DÜZENİNE KARŞI İLK ÖRGÜTLÜ İKTİDAR HEDEFLİ ÇIKIŞI:
ŞEYH BEDREDDİN AYAKLANMASI
Feodal düzen köylüyü toprağa bağlayıp serf haline getirir. Avrupa'da köle sahipleri feodal beylere dönüşürken köleler de özgürlüklerini kazanarak serf durumuna gelmişlerdi. Bu dönüşüm üretimi artırdığı gibi, köleler içinde büyük bir ilerleme durumlarının iyileşmesi demekti. Selçuklarda ve daha sonra Osmanlılarda ise özgür göçebe aşiretler, çoğu kez zorla toprağa bağlanarak reaya haline getirildiler. Kan bağlarıyla bir birine bağlı, savaşçı, dayanışmacı bir kabile demokrasisinden Osmanlı düzenine geçiş bu nedenle halkın büyük direnişiyle karşılaşmıştı. Halk, eski ortakçı özgür yaşama özlemini dini inançlarında yaşatmakla, ayaklanmalarla besleyip büyütmekteydi. Şeyh Bedreddin ayaklanması Osmanlının düzenini oturttuğu bir süreçte bu düzeni ortadan kaldırmayı hedefleyen ilk planlı, örgütlü halk ayaklanmasıydı. İktidar hedefliydi ve tarihsel olarak Babai ayaklanmasının devamıydı.
Selçuklu zulmüne karşı göçebe aşiretlere dayanan Babailer, sultanın kulu olmamak için ayaklanmışlardı. Bir buçuk yüzyıl sonra, toprağa bağlanmış, Ege ve Rumeli köylüleri vergi ve haraç altında ezilen Rum balıkçıları, Yahudi esnaf, topraksız, işsiz, aç, sefil bırakılan, Abdallar, Torlaklar Şeyh Bedreddin önderliğinde Osmanlı saltanatına karşı ayaklandılar. Ayaklanma her yönüyle Babai ayaklanmasının bir benzeri, devamı niteliğindeydi. Nitekim Şeyh Bedreddin Ayaklanması'na katılan Türkmenlerin bir kısmı Babailerdendi. Bunların Rumeli’ye Babai Ayaklanması sonrasında yerleştiği sonradan ortaya çıkacaktı. Yine Şeyh Bedreddin Ayaklanması'nda kıyımdan kurtulabilenlerin Orta Batı ve Kuzey Batı Anadolu'nun çeşitli yerlerine yerleştikleri biliniyor. Örneğin Göynük'te yedi mahalleden ikisinin "Mahalle-i Babailer" adını taşıması dikkat çekicidir. Tarihçi İrene Beldicean, Şeyh Bedreddin isyanından arta kalanlarında bu mahallelerde iskan edildiğini ortaya koyuyor.*
*(Yol, Bilim, Kültür-Araştırma: Kasım-Aralık 2000\Sayfa 18)
Başlangıçta Sünni bir alim olan Şeyh Bedreddin Alevilerin büyük Ozanı Yunus Emre'yi "Anadolu’nun acılı çığlığı" olarak nitelendirip divanını baş ucunda ayırmazken; Konya'da o zaman çok ünlü olan Mevlana'dan hiç bahsetmez, adını anmaz.
Ege'deki Bektaşiler; Bedreddin müridi Börklüce Mustafa'ya katıldılar. Rumeli'ye geçen Şeyh Bedreddin, Sarı Saltuk tekkesine yerleşmişti. Ayaklanmadan yıllar sonra verilen fetvalar hazırlanan raporlar Bedreddinilerin (Simavilerin) Alevi-Bektaşiler içinde eridiğini ve sonraki ayaklanmalarda rol aldığını gösteriyor. Örneğin padişah I. Ahmet'e sunulan bir raporda;"...bu zümrenin Safevilerle ittifak halinde olduklarını, inançlarının yakınlığı dolayısıyla her zaman onlardan yana tavır aldıklarını, ayrıca onların Rafizi olduklarını" söyleniyor. Simavi oldukları söylenen Dobruca'daki ışık (kalenderi) zaviyelerine dikkat çekilerek bunların' da "Rafızi..." oldukları belirtiliyor.* Bedreddiniler Rumeli Alevilerini oluşturdukları gibi Anadolu’ya da dağılmışlardır. Sivas'ta, Tokat'ta görüldüklerine dair fetvalar var. Örneğin Şeyh Bedreddin'in Serez çarşısında çıplak olarak asılmış olması anısına Deliorman Alevilerinin törenlerine girmiş olan" Uryanlar Semahı" Kars- Sarıkamış'ta da görülmektedir... Alevi-Bektaşilerin önemli Ozan dervişlerinden Alioğlu ve Dedemoğlu'nun 17 yüzyılda Serez'de Bedreddin'i anmak için gizli toplantılar yaptıkları da biliniyor;
"Dedemoğlu uyanır çerağı yakar
Kara nine eşiğine yüz sürer
Derviş Cemal babam murada erer
Güzelsin Serez'in Şahı güzelsin
Güzelsin Pirimin nuru, güzelsin"
Özcesi günümüze dek sürüp gelen Alevi halk ayaklanmalarının hiçbiri birbirinden ayrı, kopuk , ilgisiz değildir. Aksine bu çalışma boyunca göstermeye çalıştığımız gibi çoğu organik olarak da bir birine bağlı ve sonraki öncekinin tarihsel devamcısıdır. Aynı İnancın, Felsefenin, ideolojinin ürünüdür. Önderleri değişmiş koşulları farklılaşmış ama onları ortaya çıkaran sınıfsal çelişkiler, dayandığı toplumsal güçler ve ideoloji pek değişmemiştir.
Egemenler hep kendi soylarını, saltanatlarını geçmiş -ki görkemli hükümdarlara dayandırarak meşrulaştırmaya onlardan güç almaya çalışırlar. Osmanlı'da soyunu Selçuklu'ya dayamış onun mirasçısı olduğunu iddia etmişti.
Ama sıra ezilenlere gelince onların tarihini soysuzlaştırmak için ellerinden geleni yaparlar. Milyonların savaşımını "üç-beş çapulcu" diyerek gizlerler. Milyonların isyanını "bir şeyhin saltanat hevesi" diye geçiştirirler. Sürekliliğini, sonsuzluğunu çarpıtırlar. Birbirinden kopuk, ilgisiz gösterirler. Oysa fırsat bulduğunda kabuğu kırıp yüzeye fışkıran büyük yeraltı nehirleri gibidir halk ayaklanmaları. Bu toprakların en soylu damarıdırlar.
Bu yüzden Babailer, Bedrettinler, Kalender Çelebiler ölmemiştir, alan değiştirmiştir. Şeyh Bedrettin asıldığında onun ölmediğine, düşünceleriyle yaşadığına inanan müritleri, "Ben de halimce Bedrettinim" derken bunu anlatırlar. Halkın dilinde, gönlünde, bilincinde ölümsüzdür Bedrettinler.
ŞEYH BEDRETTİN'İN YAŞAMI
Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedrettin'in yaşamına ilişkin en geniş bilgi torunu Halil Bin İsmail'in yazmış olduğu Menakıbnamesindedir. Ama bu da diğer menakıpnamelerdeki veliler gibi anlattığı Şeyh Bedrettin'i olağanüstü özellikleri olan bir Veli ermiş olarak gösteriyor. Dahası, torunu, zamanın en büyük alimi olan dedesini kendince "aklamak" için Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal'in ayaklanmalarıyla ilgisi olmadığını savunuyor. Eserlerinden anlaşıldığı üzere Şeyh Bedrettin'in çok etkilediği dönemin Alevi inanç ve düşünce akımlarına da hiç değinmiyor.
Şeyh Bedrettin'in çağdaşı olan Osmanlı tarih yazıcıları İbni Arapşah ve Aşık Paşazade başta olmak üzere Şeyh Bedreddin hakkında yazmayan yoktur. Ama hepsi de Osmanlı'nın bakışını yansıtan basma kalıp düşüncelerdir.
Bedreddin'in babası Gazi İsrail, Rumeli'nin fethinde yer alan ilk akıncılardandı. Melek adını alan annesi Dimetoka Tekfurunun kızıydı. Bedreddin Edirne yakılarındaki Simavna 'da doğdu. Burada kadılık yapan babası ilk öğretmeni oldu. Ailesinin soyu Selçuklu hanedanına dayanıyordu bu sayede iyi bir eğitim aldı. Önce Edirne'de daha sonra Bursa'da İbni Arabi'nin varlık birliğine (Vahdet-i Vücut) dayanan "Işık felsefesi"ni, Konya'da ise Hurufiliğe kaynaklık eden "İlm-i huruf"u(harfler bilimi) inceledi. Fıkıh, hadis, kelam gibi medrese eğitiminin temelini oluşturan ilimler ile incelediği tasavvuf arasındaki çelişkiler onu daha çok araştırmaya yöneltti. Dönemin "üniversite kenti" olarak ünlenen Kahire'ye gitti.
Torununun yazdığı Menakıpnameye göre Şeyh Bedreddin 8 Aralık 1382'de Kahire'ye geldi. İlginçtir, Mukaddime'nin yazarı, ünlü bilgin İbni Haldun'da aynı gün Kahire'ye gelmişti. Yine başta Kaygusuz Abdal olmak üzere Türkçe konuşan Anadolu'lu sufiler Kahire'den çok etkilendiler. Ve Sultan Berkuk tarafından desteklenmekteydiler...
Rum ışığı(Pertev-i Rum) olarak ünlenen genç bir alim olarak Şeyh Bedreddin de Sultan Berkuk'un ilgisini çekti ve saraya davet edildi. Sultan tarafından (oğlu)Ferit'in özel hocalığına atandı. Şeyh Bedreddin sarayda tüm yaşamını etkileyecek olan Şeyh Hüseyin Ahlati ile tanıştı.
Şeyh Hüseyin Ahlati, Türkçe konuşan Ahlat asıllı bir sufiydi. Sadece tasavvufla değil, tıp alanında da büyük bir hekimdi. Birçok müridi vardı. Mısır kaynaklarına göre Cuma namazlarına katılmazdı. Bu nedenle "rafizi" olduğu iddia edilmişti.
Şeyh Bedreddin, Ahlati'nin müridi oldu. Bu sırada da tanıştığı Habeşli cariye ile evlendi. Ahlati'nin müridi olduktan bir süre sonra, daha önce aldığı eğitimi, öğrendiklerini bir kenara iterek kıl aba giydi, derviş oldu. Tüm kitaplarını Nil nehrine attı. Bedreddin'deki bu dönüşümün özellikle Fıkıh denen İslam Hukuku'nda zamanın en büyük alimi iken gerçekleşmesi dikkat çekicidir. Bedreddin dört Sünni mezhebin Fıkıh kitaplarını incelemiş ama aradığını bulamamıştı. Egemenlerin hukukunun da, biliminin de zulüm ve sömürü düzenlerini korumaktan başka bir işe yaramadığını görmüştü. El üstünde tutulan, saraylarda baş köşeye oturtulan bir alimken hepsinden vazgeçerek yüzünü halka döndü. Alfabelik öğrenci gibi halkın inancını, felsefesini, hukukunu öğrenmeye koyuldu.
Şeyh Bedreddin'in zamanının en büyük alimi olduğu konusunda Osmanlı tarih yazıcıları dahil tüm kaynaklar hemfikirdir. İbni Arapşah onun için; " Bilimsel yeteneği deniz gibi sonsuz buldum, özellikle fıkıhta. Bilimler alanında bütün arkadaşlarından üstün olarak yurduna döndükten sonra Sufi oldu" (81)
Dervişlikte erbain çıkararak (çile çekerek) iç yolculuğunu tamamlayan Bedreddin, Şeyhi tarafından Tebriz'e gönderildi. 1400'lerin başında Tebriz, Timur'un işgali altındaydı. Hurufilerin, Safevilerin ve İsmaililerin güçlü ve etkili olduğu bir bölgeydi. Ama Timur ordularına direnen Hurufiler ve İsmaililer büyük katliamlara, soruşturmalara uğradılar. Şeyh Bedreddin Timur ile Tebriz'e giderken Halep dolaylarında karşılaştı. Timur'un Halep ve Şam'ı yakıp yıkmasını, yağmalamasını önlemek için görüşmeye giden alim ve ulama heyetine katıldığında karşılaştı.
Büyük alimleri etrafında toplamaktan hoşlanan Timur Şeyh Bedreddin'e de yanında kalmasını teklif etti. Huzurunda yapılan bir tartışmada diğer alimlere karşı üstünlüğünü görmüş ve etkilenmişti. Fakat Şeyh Bedreddin yanında kalmayı kabul etmedi. Daha sonra Kazaskerliğini yapacağı Musa Çelebi ile de 1402 Ankara Savaşı'nda Timur'un yanında karşılaştı. Diğer oğulları Bayazit'i savaş meydanında bırakıp kaçarken bir tek Musa Çelebi sonuna kadar babasını terk etmemiş ve onunla birlikte Timur’a esir düşmüştü.
DİPNOT:--(81) Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları-Baki Öz-Syf:155
Şeyh Bedreddin, Ahlati'nin hasta olduğunu duyunca Tebriz'den Kahire'ye döndü. Ahlati ölmeden önce onu halifesi seçerek postuna oturttu. Ama çok genç olduğu için diğer müridleri bundan rahatsız oldular. Şeyh Ahlati'nin ölümü üzerine Şeyh Bedreddin Kahire'de çok kalmadı postu terk ederek Halep'e geçti. Halep'te onu bin kadar Türkmen karşıladı. Ve ondan yanlarında kalmasını istediler. Ama Bedreddin Hallacı Mansur'un geleneğini sürdüren Hurufi Nesimi'nin derisinin yüzüldüğü bu şehirde de kalmadı. Anadolu'ya döndü.
Şeyh Bedreddin torununun yazdığı menakıpnameye göre Karaman, Germiyan ve Aydın yörelerini dolaştı. Timur sayesinde yeniden tahta oturan bu beyler tarafından saygı ve hürmetle karşılanıp ağırlandı. Gerçekte ise bu bölgedeki Alevi-Bektaşi Türkmenler, Hristiyanlar ve Yahudiler arasında görüşlerini yaymakta ve müridler edinmekteydi. Osmanlı tarihçisi İsmail Hakkı Uzunçarşılı bu seyahati şöyle değerlendiriyor;
"Şeyh Bedreddin Anadolu'da dolaştığı sırada tasavvufi daha doğrusu Batıni ilkeleri yaymaya başlamış ve gezdiği yerlerde hep Alevi Türkmenlerle temas ederek onları maksadına göre hazırlamak istemiştir. Daha sonra Şeyh Bedreddin, Rumeli'ye geçip Edirne'ye yerleşmiş ve kendisini ziyarete gelenlerle görüşerek yavaş yavaş etkinliğini arttırmıştır. " (82)
Şeyh Bedreddin Ayaklanması'nın komutanlığını yapacak gibi önemli halifesi Börklüce Mustafa ve Manisa Yahudi'lerinden Torlak Kemal'de bu gezide Şeyh Bedreddin'e bağlandılar. Bedreddin Sakız adasına da gitmiş ve Hristiyan keşişler de müridleri arasına katılmıştı. Osmanlı'nın Ege'de yayılmasına karşı çıkan Aydınoğlu Cüneyd Bey'in de desteğini aldı. Bu bölgede iyice güçlenen Şeyh Bedreddin doğduğu topraklara Rumeli'ye geçti.
DİPNOT: --(82) Aktaran Anadolu Bilgeleri- İsmail Kaygusuz- Syf: 224
Rumeli , Sarı Saltuk’un, Seyit Ali Sultan'ın dergah kurduğu, Hurufiliğin yayıldığı, Bogamillerin hala (etkili) olduğu Hristiyan, Müslüman halkın, Osmanlı'nın Bizans ve Slav aristokratlarının zulmüne ve sömürüsüne karşı kaynaştığı bir bölgeydi. Şeyh Bedreddin'in din, dil, milliyet ayırmadan tüm halklar arasında kardeşliği ve ortakça bir yaşamı öngören düşünceleri hızla yayıldı.
Bu sırada Amasya'da saltanatını ilan eden Mehmet Çelebi, Sivas'ı, Saruhan bölgesini ve Bursa'yı ele geçirerek Anadolu'yu yeniden Osmanlı egemenliğine almaya çalışmaktaydı. Timur'un, Bayezid’i cenazesini götürmesi için serbest bıraktığı Musa Çelebi ise Edirne'de saltanatını ilan etmişti.
ŞEYH BEDREDDİN MUSA ÇELEBİ'NİN KAZASKERLİĞİNİ NEDEN KABUL ETTİ?
Fetret döneminde(1402-1413) diğer kardeşleri ortadan kalkınca taht kavgası, Anadolu'daki Mehmet Çelebi ve Rumeli’deki Musa Çelebi arasında geçecekti.
Mehmet Çelebi, Osmanlı düzeninin mirasçısıydı. Tarihçilerin yazdığı gibi; " Bütün hayatı boyunca Bizans İmparatorluğu'nun sadık müttefiki, Türkmen aşiretlerinin korkunç düşmanı, Osmanlı saltanatının dayanağı... " (83) olmuştu.
DİP NOT: (83) Türk Halk Eylemleri ve Devrimler- Çetin Yetkin- Syf: 95
Yıldırım Bayazit yenilince işgalci Osmanlı'nın vergisinden, haracından kurtulan Anadolu halkının düşmanıydı. İzlediği siyasetle sömürücü, asalak, kapıkulu ve devşirmelerin desteğini kazandı. Yeniden Osmanlı'nın zulmü ve sömürüsü altına girmek istemediği için isyan eden halkın ayaklanmalarını kanla bastırdı. Özellikle Alevi halkın yoğun olduğu Amasya, Tokat, Samsun, Sivas bölgesinde; Köpekoğlu Hüseyin Bey, Göynükoğlu Kara Devlet Şah, Gözleroğlu Ali Bey, Kubadoğlu Ali Bey, İnanoğlu İbrahim Bey gibi Türkmen beylerinin öncülüğündeki ayaklanmaları ezmiştir. (84)
Yine Bizanlılar ve Sırplar'da "yoksul halkı başına toplayan" Musa Çelebi'ye karşı Mehmet Çelebi'yi destekledi ve asker verdi.
Musa Çelebi, gerçekte meşru padişah olarak kabul edilmesine rağmen Osmanlı egemenlerinin, beylerinin ona yüz çevirip Mehmet Çelebi safına geçmeleri uzu sürmedi. Bunun nedenini Osmanlı tarih yazıcısı Neşri şöyle anlatıyor: " Rumeli beylerinden be-nam maldör(ünlü mal sahibi) beyleri tutup, helak edip(öldürerek) malını almaya başladı. Hatta divanda otururken maldör beylerden ve padişahlardan kimi görse "şol orada, filari kokar" deyip öldürüp malını alırdı... Ve etrafta olan beylere elçiler gönderip, bazısından haraç talep edip daha ona benzer türlü nesneler etti. "(85)
Dostları ilə paylaş: |