Anadolu aleviLİĞİNİn tariHİ



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə9/32
tarix01.03.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#43482
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   32

“Aşıki, yaz menakıbın bu Han’ın ki vermişdir sana çok zerr ü gümüş”

Elimizdeki tarih kitaplarını yazanlar işte böyle kalemi altın ve gümüşle işleyen saray tarihçileridir.
ANADOLU ALEVİLİĞİ’NİN KAVŞAK NOKTASI

Babailerin “toprakta tohumda hakça” bir bölüşümü hedefleyen düşünceleri Anadolu Aleviliğinin temeli olmuştur. Bu öylesine sağlan bir temeldir ki yüzyıllar boyunca yıkılmamış, Bedreddinlerle, Kalender Çelebiler, Pir Sultanlardan günümüze kadar bozulmadan geldi. Çünkü yoksul halk yığınlarının toprak ve eşitlik talebini ifade ediyordu. Görüldüğü üzere halkın sosyal ve ekonomik talebi dini inanç görüntüsü altında ifade ediliyor. Bu tarih boyunca böyle oldu. Hangi din olursa olsun halkın özlemlerini dile getirdi. Ancak egemenler o dini kullanmaya başlayınca halkı uyaran yönlerini yozlaştırıp halkı uyutan yönlerini büyüttüler. Alevi inancı bu güne kadar Babailerin bu temel sloganına sahip çıkıyor.

Egemenler Aleviliği yozlaştırmak, çürütmek ve yok etmek için her yolu-yöntemi kullandılar. Katliamlar, yasaklar, soruşturmalar, asimilasyon çabaları, rüşvetle; makam-mevkiyle satın alma girişimleri hiç eksik olmadı. Bu saldırılardan etkilenenler, direnmek yerine uzaklaşıp düşkünleşenler çıksa da egemenler hedefledikleri gibi Aleviliği yok edemediler, teslim alamadılar. Çünkü Babailerin attığı temel sağlamdı. Halka dayanıyordu. Bu temel, sınıf savaşıdır. Babailer inancını, kavgasını sınıf savaşı üzerine kurmuşlardı.

Tarih boyunca bu temelden uzaklaşıp egemenlere yanaşanların Aleviliği yozlaşmış, çürümüş ve hatta mezhep değiştirmişlerdir. Örneğin Osmanlı’ya yanaşan Yeniçeri ocağının pirliğine soyunan İstanbul-Balkan Bektaşiliği böyle oldu. Doğal olan da buydu. Egemenleri çıkarlarını savunuyorsa eninde sonunda ya kendi mezhebini onlara uyduracak ya da onların mezhebine girecektir. Kimi Ocaklar, dergahlar Sünnileştiler. Ve hatta başlangıçta Alevi diyebileceğimiz kimi tarikatlarda böyle Sünnileşmişlerdi. Burada kastettiğimiz egemenlerin Sünniliğidir. Halkın kendi inançlarını kültürel özelliklerinin önemli kısmını yaşadığı halk Sünniliği değildir. Her dinin ve mezhebin egemenlerin mi halkın mı olduğu belirlenmeli, ona göre değerlendirilmelidir. Burada kastedilen egemenlerin kullandığı Sünniliktir.

Saray tarihçilerine örnek olarak verdiğimiz Aşıkpaşazade Baba İlyas’ın torunlarındandır. Ama egemenlerin inancını benimsemişti. Hacca gitti, padişahın yanında sancak açtı, seferlere katıldı.. Osmanlı başka ocakları dergahları da rüşvetle, vakıflar vererek, şecereler vererek satın aldı, yozlaştırdı.

Pusulasını kaybeden yoldan çıkar., kendi de kaybolur. Ki tarihin öğrettiği gibi bunun tersi de doğrudur! Dönemin en büyük fıkıh alimi Şeyh Bedreddin, eşit ve ortakçı bir düzeni pusula edindiği için, Alevi olmamasına rağmen Alevi inancında önemli bir yer edinmiş, onun yeniden dirileceğine inanan Deliorman Alevileri onun adına tarikat kurmuştur.

Babai ayaklanmasıyla Alevilik Anadolu’nun dört bir yanına dağıldı, kök saldı. Horasan erenleri denilen ve her biri bir boyun, aşiretin babası, abdalı, piri olan Ebu’l Vefa yolağından gelen bu dervişler Aleviliğin yayılmasında, kökleşmesinde belirleyici oldular.

Selçuklu döneminde Kalenderi, Cavlaki ve Haydari; Beylikler döneminde Abdalan-ı Rum (Anadolu Abdalları) ve 15 yüzyıldan itibaren ışıklar, Torlaklar diye adlandırılan bu dervişlerin kurduğu ocaklar, dergahlar Aleviliği bugüne kadar ayakta tutan örgütlenmeyi oluşturdular.

Kuşkusuz bu dervişlerin en ünlüsü Babai Ayaklanması’nın ardından Sulucakarahöyük’e (Hacı Bektaş) yerleşen Hacı Bektaş-Velidir. Ebu’l Vefa yolağından gelen ve Mürşid* ocağı denilen Baba Mansur, Dede Garkın, Seyid Gazi Dergahı, Şeyh Sucuaddin, Zeynel Abidin Ocağı gibi tarihsel olarak önce kurulmuş bir kaç dede ocağı ve onlara bağlı ocaklar dışında Alevi Bektaşi dergahlarının merkezi Hacı Bektaş-ı Veli’nin kurduğu dergah olmuş bu nedenle “Serçeşme” adıyla anılmıştır.

*Mürşid: Tanrısal sırların çözümünü gösteren, yolu öğreten, yol ulusu.

KUTU: EBU’L VEFA

Menkıbnamesine göre Ebu’l Vefa İmam Zeynel Abidin soyundan bir seyittir. Kürt kökenlidir. Bağdat ve Buhara’da eğitim aldıktan sonra Irak Kürtleri arasına yerleşip müritlerine ve ününü günden güne arttırmıştır. Abbasi Halifesi Kaim-bi Emrullah gittikçe büyüyen gücünden korkmuş, onu bazı sapık inançlar yaydığı iddiası ile sarayda sorgulatmıştır. Ulema tarafından kadınlı erkekli meclisler kurduğu, bu meclislerde şarap içtikleri ve semah döndükleri için sorgulanan Ebu’l Vefa, Menakıbnamesine göre bu sorgudan bilgisiyle kurtulur. Fıkıh ve tasavvuf üzerine eserleri de vardır.

Ebu’l Vefa öz çocuğu olmadığı için akrabalarından yedi çocuğu evlat edinir. Anadolu’da ki İmam Zeynel Abidin ocağı, Ağuçanlar ocağı gibi bazı ocaklar ellerindeki şecerelerle (soy ağacı belgesi) o çocukların soyundan geldiklerini idda ederler.

Vefailik Irak’ta sönmüş fakat Anadolu’da uzun süre etkisini sürdürmüştür. Geyikli Baba’nın, Edebali’nin Ebu’l Vefa yolağından olduğunu Osmanlı tarihçileri yazar. Vefailik 16. yüzyıla kadar özellikle doğuda Alevilik İçinde canlılığını korumuştur. Ebu’l Vefa Anadolu Aleviliğinin doğuşundaki çok önemli rolüne rağmen egemenlerin tarihçileri tarafından göz ardı edilmiştir. Bugün bile ocakların ellerindeki birçok şecere ona dayanmaktadır. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı yörüngesine giren Bektaşiliğin de etkisi ile Ahmet Yesevi ve Yesevilik öne çıkarılmıştır.

HACI BEKTAŞ-I VELİ KİMDİR?

Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşamı üzerine pek az somut tarihsel bilgi bulunuyor. Döneme ilişkin araştırmalar sonucu 1209 yılında doğduğu 1271 yılında öldüğü tarihi kayıtlarla doğrulanabiliyor. Yaşadığı döneme en yakın yazılı kaynaklar Mevlevi Şeyhi Ahmed Aflaki’nin 1318-1358 yılları arasında yazdığı “Arifilerin Menkıbeleri” ve Elvan Çelebi’nin 1333’te yazdığı “Baba İlyas Menkıbnamesi”dir. Daha sonraki yüzyıllarda yazılan Osmanlı tarihçilerinin eserlerin de ise Hacı Bektaş-ı Veli Babai ayaklanmasıyla ve Alevilikle ilgisi olmayan Osmanlı işbirlikçisi Sünni bir meczup gibi gösteriliyor.

Ahmet Aflaki eserinde Hacı Bektaş’tan şöyle söz ediyor;

“Faziletle süslenip bezenmiş doğru raviler(haberciler) rivayet ettiler ki, Hacı Bektaş- Veli, Baba Resul’un has halifelerinden idi. Baba Resul Rum Ülkesinde (Anadolu’da) zuhur etmişti. Bir topluluk ona (Baba Resul’a) Baba Resullalah diyordu. Hacı Bektaş’ın marifetle dolu aydın bir kalbi vardı. Fakat şeriata uymuyordu.”(37) Aktaran: Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik/ Nejat Birdoğan/ syf:91

Mevlevi Ahmed Aflaki, eserinin devamında Hacı Bektaş-ı Veli ile Mevlana’nın çatışmaların ve Mevlana’nın kerametleri karşısında Hacı Bektaş’ın nasıl “aciz kalıp küçüldüğünü” anlatıyor! Ama Mevlana’yı yüceltmeye çalışırken anlattığı olaylar ilişkiler adı geçen tarihi kişiler Hacı Bektaş’ın halktan, Mevlana’nın ise egemenlerden yana saf tutuğunu da ortaya koyuyor.

Ahmed Aflaki’nin yazdığına göre, Mevlana’nın müridi Kırşehir valisi Nureddin Caca’nın oğlu Emir Nureddin bir gün Mevlana’nın Hacı Bektaş-ı Veli’nin kerametlerinden bahsetti;

“Bir gün Hacı Bektaş’ın hizmetine gittim o dış görünüşe hiç saygı göstermiyor, şeriata uymuyor ve namaz kılmıyordu ona mutlaka namaz kılması gerektiğine dair ısrarda bulundum. O, ‘git su getir de abdest alayım, taharetleneyim’ diye buyurdu. Testiyi kendi elimle doldurup önüne getirdim. Maşrapayı alıp bana verdi ‘dök!’ dedi. Onun eline su döktüğüm vakit, berak suyun kan olduğunu gördüm. Bu durum karşısında şaşakaldım.

Mevlana Hazretleri: “keşke kanı su yapsaydı. Çünkü temiz suyu kirletmek o kadar büyük hüner değildir...(ama) bu kişide o güç yoktur. Buna israfın değiştirilmesi derler ki, Kur’an da ‘şüphesiz israf edenler şeytanın kan kardeşleridir’ buyurmuştur”(38)Aktaran: Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/syf:94

Aynı olay Ahmed Aflaki’den yaklaşık 150 yıl sonra yazılan” Velayetname” de farklı anlatılıyor. Hacı Bektaş’ın yaşamını ve kerametlerini anlatan Velayetname II. Beyazid’in maaşlı tarihçisi uzun Firdevs tarafından yazılmıştı. Velayetname’ye göre Sulucakarahöyük’te yedi haneli bir çepni köyüne gelip İdris ile Kadıncık ananın evine yerleşen Hacı Bektaş’ı köylüler başta istemediler. İdris’in kardeşi Sarı İsmail Kadıncık Ana ile dedikodusunu çıkardı. Bununla da yetinmedi. Kırşehir’e giderek Nureddin Caca’ya şikayet etti. Şikayetinde dedikodudan bahsetmedi; “ Kardeşimin evine bir derviş geldi, garip halli bir kimse, kalkıp bir yere gitmez. Bir adam gönderin de bu dervişi oradan yollasın” dedi. Bunun üzerine Nureddin Caca bir adamını gönderdi. Hacı Bektaş gönderdiği adamı tersleyince, bu kez kendisi gitti. Hacı Bektaş’ı sorguladı. Sakalının, bıyığının, tırnağının niye uzun olduğunu sordu. Hacı Bektaş “Şahin perçemsiz, pençesiz olmaz” dedi. Nureddin Caca da Hacı Bektaş’tan namaz kılmasını istedi. Bunun için kalkıp su getirdi ve Hacı Bektaş’ın eline döktü, ama abdest suyu kana dönüştü.

Burada anlatılan olayların birebir ne kadar gerçek olduğu ayrı bir konudur. Ama tavırlarda anlatılan bir simgesellik vardır. Buradan gerçeği anlamaya çalışmak gerekir. Bilindiği üzere Hacı Bektaş’ın Moğol işbirlikçisi Selçuklular ile arası iyi değildi. Babai ayaklanmasının ardından sürdürülen Türkmen kıyımı ve kavuşturmalar Hacı Bektaş’ın başta niye hoş karşılanmadığını açıklıyor. Dahası Nureddin Caca, Hacı Bektaş’ın sık sık görüştüğü yakın dostu Ahi Evran’ı ve Ahileri direndikleri için katlederek Kırşehir’e girmişti. Hacı Bektaş’ın abdestini kanla alması olasıdır ki Anadolu’yu kan gölüne çeviren bu büyük kırımları simgeliyordu. Hacı Bektaş’ın baş eğmediği ama Nureddin Caca’nın da ayaklanma niyeti, tehlikesi görmediği için dokunmadığı anlaşılıyor...

Hacı Bektaş’ın ölümünden yarım yüzyıl sonra Baba İlyas’ın torununun oğlu Elvan Çelebi kaleme aldığı Menkıbname’de Hacı Bektaş’tan Babailerin yiğit komutanı olarak bahsediyor:

“Server-i leşkeran o şahbaz

Hacı Bektaş deyu gelir avaz

Kandek’e çık seni selamet bil

Bereket Hacı’yı ziyaret kıl”(39) Aktaran: Anadolu Bilgeleri/İsmail Kaygusuz/Syf81

Elvan Çelebi’nin anlattığına göre Hacı Bektaş, Baba İshak’ın emriyle Malya Ovasındaki son çatışmaya katılmadı. Ayaklanmanın yenilmesi durumunda geride kalanları toparlamakla görevlendirilerek Bereket Hacı’ya gönderilmişti. Horasan’dan beraber geldiği kardeşi Menteş işe ayaklanma sırasında Sivas’ta öldü.

Yine Baba İlyas soyundan gelen Aşıkpaşazade (ölümü 1481) pek saygıyla anmadığı Hacı Bektaş-ı Veli hakkında şöyle yazıyor:

“Bu Hacı Bektaş... kardeşiyle Anadolu’ya gelmeye heves ettiler... O zaman da Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmeye gelmişler. Onun dahi hikayesi çoktur.”(40)Aktaran: Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/Syf:74

Sulucakarahöyük yani bugünkü Hacı Bektaş ilçesi, İbni Bibi’nin deyimiyle “Kızıl Börklü, siyah libaslı ve ayağı çarıklı” 4 bin Babai’nin kırıldığı Malya ovasına kuş uçumu 30 km mesafededir. Hacı Bektaş’ın Hristiyan nüfusun yoğun olduğu bölgede(Kapadokya) bir müddet saklanıp, daha sonra da katliam ve soruşturmalardan sağ kalan Babaileri çevresine topladığı görülüyor. Yoksa 7 haneli bir köye yerleşen bir dervişin bu kadar geniş bir ilişkiler ağı olması mümkün değil. velayetnamede geçen “ Gayp Erenleri” de Hacı Bektaş’ı ziyarete gelen Babaileri akla getiriyor. Hacı Bektaş’taki Hırkadağ’ında iki çerağ yandığı haber verilince Hacı Bektaş; “Gayp Erenleri’dir. Bizi görmeye geldiler” deyip kalkıp varır ve onlarla üç gün üç gece sohbet eder. Gordlevski’nin “ışıklar” genel adlandırmasının dervişleri yüksek tepelerde ateş yakarak haberleşmesinden türetildiği varsayımı da bu açıklamayı destekliyor.

Sonuç olarak Hacı Bektaş’ın Ebu’l Vefa’ya bağlı Dede Garkın’ın ve onun görevlendirdiği Baba İlyas’ın halifesi olduğu kesindir.

Ahmet Yesevi Bektaşi geleneğine sonradan Osmanlının etkisiyle eklendi. Velayetname’ye göre Hacı Bektaş, Ahmet Yesevi’nin halifesi Lokman Perende’nin öğrencisiydi. Ahmet Yasevi tarafından hırka, taç, seccade ve sofra verilerek Anadolu’ya uğurlanmıştı. Güvercin donunda gelmiş Sulucakarahöyük’e konmuş ve Karacaahmet ve ona bağlı 57 bin Rum erenine baş olmuştu...

Gerçekte ise 1166’da ölen Ahmet Yesevi ile 1209’da doğan Hacı Bektaş arasındaki zaman farkı anlatılanların söylenceden ibaret olduğunu gösteriyor. Yine tarihsel olarak Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra Kayı boyunun başına geçen Osman beye velayetnamede yazdığı gibi elifi tac* giydirip kılıç kuşatması imkansızdı. Hacca gitmesi, Kabe’de namaz kılması gibi tarihsel kimliğine denk düşmeyen olayların II. Beyazid’in tarihçisi tarafından Osmanlı’nın hoşuna gitmek için eklendiği kuvvetle muhtemeldir.

Hacı Bektaş’a ait olduğu net olmayan Makalat, dört kapı kırk makamı anlatan bir tasavvuf kitabıdır. Müritlerinden Molla Saadettin tarafından Arapça’dan Türkçe’ye çevirilmiştir. Makalat, Kur’an surelerinden, ayetlerinden sık sık alıntılar yapan, şeriatın gereklerinden bahsedip orucu, namazı, zekatı... öven bir eserdir. Kitapta Alevi inancına bağlanabilecek batini düşünceler de vardır. Ama koyu bir İslam cilasıyla kaplanarak ifade edilmektedir. Örneğin, iman ve akıl kıyaslanmış aklın temel olduğu ve imandan önde geldiği vurgulanmıştır.

*Elifi tac: Hacı Bektaş-ı Veli ile Anadolu’ya geldiğine inanılan elif harfini simgeleyen uzun bir çuha başlık.

Hacı Bektaş Moğol işgali ile kırımlarla, talanlarla, ağır vergilerle yıkıma uğrayan Anadolu’da halkın umut kapısı olmuştu. Kurduğu dergahı bir üretim merkezine çevirmişti. Abdal Musa, Güvenç Abdal, Karacaahmet, Hacım sultan, Taptuk Emre gibi ona bağlı dervişlerle Alevi- Bektaşi inancı Anadolu’da yeniden örgütlenmiş derlenip toparlanmıştı: “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözünün anlamı budur.

Hacı Bektaş Selçuklu ve Moğollarla tekrar çatışmayı göze alamadı. Ayrıca yaydığı felsefede birçok yana çekilebilecek yönler de vardır. Yani egemenleri direkt hedef almadı. Bu yanıyla egemenlerce kullanılabilecek bir felsefe yaydı. Olasıdır ki Babailerin aldığı ağır yenilgi sonrasında halkı toparlarken egemenlerle bir süre çatışmamayı düşündü. Ancak şu nettir ki, Mevlana gibi egemenlerin değil halkın piri olmayı seçmiştir. Babailerden hayatta kalanlar arasında onu öne çıkaran da Babai inancını geleceğe taşıyan Serçeşme olmasıdır. Yani Alevi inancının birçok temel köşesini kendisinin oturtmasıydı. Alevi halkın örgütlenmesinde, kimliğini yitirmemesinde, direk çatışmayı göze almasa da egemenlerle uzlaşmamasında Hacı Bektaş-ı Veli’nin payı temeldir. Daha önce değindiğimiz Aybek baba, Barak Baba, Abdurrahman Baba gibi Babalar Selçuklu ile anlaşamayıp inancına yakın gördüğü yağmacı Moğol hanlarına kapılandılar. Oysa Hacı Bektaş-ı Veli ne Selçuklu’nun ne Moğol’un ne de Osmanlı’nın kapısına düşmedi. Anadolu’nun küçük bir köyünde halka sığındı ve örgütledi. Halk da onu evliyalaştırdı.


KUTU: AHMET YESEVİ

Ahmet Yesevi öğrenimini Bahara’da yapmış bir Sufi’dir. Hocası Hamedan’lı Yusuf Nizamiye Medresesi’nde görevli koyu bir Sünnidir. Eğitim aldıktan sonra Doğu Türkistan’daki Yesi’ye yerleşmiş ve çevresinde birçok Mürit toplamıştır. Müritleri arasında örtüsüz kadınlar olduğu, kadınlı erkekli toplantılar yaptığı bilinmektedir. Öğretisi, şeriatı reddetmese de eski Türk inançlarından, Şamanizm’den etkilenmiştir. Zaten Ahmet Yesevi’nin yerleştiği Doğu Türkistan Türk boylarının yaşadığı bölgedir. Müritlerini de çoğunlukla onların oluşturduğu, Türkçe şiirler söyleyerek İslam’ı yaydığı kabul edilir. Yesevilikle ilgili söylencelerde sığır kurban etme, kuş olup uçma, sahte Müslümanları hayvan biçimine sokma gibi olaylar vardır. Bunlar Şamanizm’den geçmiştir.

Orta Asya kökenli Nakşibendi tarikatının kurucuları Ahmet Yesevi’nin öğrencileridir. Yani Yeseviliğin Anadolu’daki sürdürücüsü Nakşibendilik olmuştur. Tarikatını Türkler arasında kurmuş Ahmet Yesevi’nin, Bektaşilik üzerindeki etkisi Hacı Bektaş-i Veli Velayetnamesinde anlatıldığı gibi doğrudan değil Anadolu’ya göçen Türk boyları aracılığıyla dolaylı olması akla daha yakın geliyor. Hacı Bektaş-ı ve Bektaşiliği Sünnileştirme çabasıyla Yesevi’nin etkisi özellikle abartılmış olmalı. Alevi-Bektaşiliği yasaklaya 2.Mahmut, 1826 sonrasıda Alevi-Bektaşi dergahlarının başına Ahmet Yesevi’yi pir kabul eden Nakşibendi şeyhlerini atayarak bu bağı kullanmak istemiş ama başarılı olamamıştır.

HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN TARİHSEL OLARAK OSMANLI İLE BAĞI YOKTUR!

Hacı Bektaş-ı Veli, etkisi Anadolu sınırlarını aşan bir inanç temsilcisi olarak egemenlerin en çok çarpıttığı tarihsel kişiliklerden biri, Alevi halkın derin saygı ve bağlılığı nedeniyle Hacı Bektaş-ı Veli’ye açıktan saldırmayı, kara çalmayı göze alamayan egemenler onu ehlileştirme yolunu seçiyorlar. Böylece Hacı Bektaş-ı Veli’nin halk üzerindeki etkisini çıkarları ve politikaları doğrultusunda kullanmayı düşünüyorlar. Oysa Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’yu Türkleştirdiği, Müslümanlaştırdığı, Osmanlı’nın kuruluşuna destek verdiği, Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşuna destek verdiği, Yeniçeri Ocağı’nın kurucusu olduğu gibi demagoji ve çarpıtmaların tarihsel karşılığı yok. Tümü sonradan Osmanlı tarihçileri tarafından uyduruldu, eklendi.

Bu yalan ve çarpıtmaların Aleviler tarafında bile ciddi kafa karışıklığı yaratacak kadar etkili olmasında Bektaşilerin Osmanlıyla işbirliği yapan Babagan kolunun sorumluluğu var. Hacı Bektaş-ı Veli adını sürdüren Bektaşi tarikatı, Politik olarak Osmanlı ile Anadolu halkları arasında sıkışmış, uzlaşmacı bir politika izlemiştir. 16. yüzyılda Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı ile Alevi halkın çatışması tepe noktasına ulaşmış, Bektaşilik için denge gözetebileceği bir orta yol da kalmamıştı. Bunun sonucunda ikiye bölündü. Kalender Çelebi ile safını halktan yana belirleyen Çelebi koluna karşı yöneticilerini Osmanlı’nın belirlediği Babagan kolu işbirliği geliştirdi. Özelikle Şehirlerdeki Bektaşi tekkeleri Babagan koluna aittir. Dolayısıyla okumuş yazmış aydınlar genelde Babagan koluna mensupturlar. Alevi-Bektaşi tarihi üzerine yazılanların çoğu yakın zamana kadar onların kaleminden çıktı. Onların bakışını yansıtıyor. Hacı Bektaş-ı Veli’yi Osmanlı’nın piri yapmak için özel bir çaba gösterdikleri görülüyor. Tarih diye çoğunlukla kendi kafalarındaki özlemleri anlattıkları görülebilir.

İşte bir örnek:

“ Orhan Gazi yeni bir ordu kurmak üzere Türklüğün Nuh’u Hacı Bektaş-ı Veli’yi davet etmişti, Büyük Türk evliyanın görklü bakışıyla bütün kalpler fetholmuş, genç, ihtiyar, çocuk, in, cin, dağ, taş istiklale çıkmıştı Hacı Bektaş Veli güzeşte’leriyle* beraber Bursa’yı şereflendirmişti. Gülbank’lar** dalga dalga semalara yükseliyordu. Allah Allah şayia’larıyla*** yer gök dolmuştu. Hacı Bektaş Veli alana ulu bir ateş yaktırmış, üstüne bir kazan oturtmuş, aş pişiriyordu. Hacı Bektaş Veli ağır ağır doğrulmuş, sağ elini batı istikametine çevirmiş- yani Balkanlara çevirmiş manen İstanbul’un Kosova’nın, Belgrad’ın, Varna’nın, Budapeşte’nin fethini işaret ediyordu”(41) Turgut Kocababa’dan Aktaran: Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği yayınları Say:1/ Erdoğan Aydın/ syf:71

Aktarımda sözü edilen tarih 1339. Yani Hacı Bektaş’ın ölümünden (1271) neredeyse 70 yıl sonrası! Bu durumda bahsi geçen “davet”e katılmış olması mümkün değil.

Osmanlı Hacı Bektaş-ı Veli’yi “Yeniçeri Ocağının Piri” yaparak Anadolu’yu Balkanları fetheden savaşçıların piri haline getirirken günümüz egemenleri tam tersi bir politika izliyor! Hacı Bektaş-ı Veli’nin hümanizmini, insan sevgisini saptırıp öne çıkarıyor. İşbirlikçisi “Aleviler” de her toplantıda, törende “incinsen de incitme” sözünü tekrarlayıp duruyor.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşadığı dönemi, koşulları görmeden hümanizm adına her türlü mücadeleyi şiddeti reddeden bir Hacı Bektaş-ı Veli’den bahsedilemez. Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’nun kan gölüne döndüğü, Moğol ordularının bir kasırga gibi tam dokuz defa halkın üstünden geçtiği koşullarda dergahını kurdu. Her yanda açlık kıtlığın, kargaşanın, haydutluğun kol gezdiği koşullarda üretimin, bereketin halkın dirliğinin, birliğinin sembolü oldu. “Çalışmadan geçinenler bizden değildir” dedi.

Hacı Bektaş-ı Veli Babai ayaklanmasının yenilmesi ihtimaline karşı ayaklanmanın dışında tutulmuş. Alevi halkı toparlamakla görevlendirilmişti. Babailer yenilince süreç içinde Dergah etrafında halkı toparlamayı, umudunu büyütmeyi başardı. Ortaya koyduğu felsefe, bazı söylemleri egemenler tarafından da kullanılabilir muğlaklıkta. Ayrıca Alevi halkın toparlanmasını esas olarak inanç boyutuyla yaptı, sonrasında egemene karşı savaşmadı. Bu durumlar o günün koşullarına bağlanabilse de bir gerçektir. Ancak her halükarda geçen yüzyıllar göstermiştir ki, Hacı Bektaş-ı Veli halkındır. Ezilenlerin değil, egemenlerin dostuymuş ya da onları meşrulaştırıyormuş gibi anlatımlar gerçeği yansıtmıyor. Büyük oranda ya bilinçli yapılan çarpıtmalar ya da Hacı Bektaş-ı Veli’nin dönemi gözeterek yaptığı muğlak söylemlerin düzen lehine yorumlanmasıdır.

Halk söylencelerinin derlendiği velayetnamede geçen olaylar pek çok yönden halkın Hacı Bektaş-ı Veli’ye bakışını gösterir. Örneğin, köyde halk arasındaki kavgaları kırgınlıkları, Hacı Bektaş barıştırır. Ev yapana, kerpiç dökene yardım eder, köyün sığırlarını güder... yoksul bir çocuk Moğol ulularından birinin çocuğu ile oynarken bir taş atar, Moğol ulusunu çocuğu ölür. Yoksul çocuğu korkar Hacı Bektaş’a sığınır. Gelip öldürmek için çocuğu isterler ama Hacı Bektaş çocuğu hırkasının eteğinde saklar ölümden kurtarır(42) Aktaran: Yunus Emre/ İlhan Başgöz/ Syf:59 Cumhuriyet yay

Anadolu halkı da yıkımlardan, kırımlardan, açlıktan, göçlerden, sürgünlerden ölümlerden Hacı Bektaş-ı Veli’nin “hırkasının altına” sığınıyordu.

Osmanlı ise başta, Anadolu’daki konumunu sağlama almak, sonrasında ise fethettiği bölgelerde kökleşmek için bu “ hırkaya” gözünü dikmişti. Anadolu halkının Hacı Bektaş-ı Veli’ye inancını, bağlılığını sömürmek için işine geldiğinde Bektaşi “hırkası” giyindi, işine gelmediğinde ise asıl yüzünü gösterdi, yakıp yıkıp katletti.
(*) Güzeşte: Geçmiş, geçen (sergüzeşt: candan geçmiş!)

(**) Gülbank: Tarikat, yol törenlerinde yüksek sesle okunan özel dua.

(***) Şayia: Yayılmış haber
KUTU: BİR ULU OZAN: YUNUS EMRE

13. yüzyıl Anadolu’sunda kıtlıktan, savaşlardan halkta bir çaresizlik ve umutsuzluk vardı. Beyler, sultanlar halkın feryadını zaten duymazlar. Onlar ancak vergi ister, asker ister, işgal eder, yağma-talan eder... Yaşadıkları bölgelerde geçim koşulları kalmayan göçebe aşiretlerde akın akın Anadolu’ya gelmekte yurt aramaktaydılar. İşte böylesi koşullarda “ Horasan Erenleri” güç verdiler, ayağa kaldırdılar.

Anadolu’nun yangın yerine döndüğü bu dönemde saraylarda raks eden Mevlana’nın ise rahatı yerindeydi. Oğlu Bahaddin Veled bir gün Mevlana’ya şöyle dedi: “Bu zaman ne güzel bir zamandır, bütün insanlar samimidir inançlıdır. İnkarcılar varsa da güçleri yoktur!”

Mevlana “ Bahaddin neden soruyorsun bunu?” diye sorunca “şundan dolayı” diye karşılık verdi: “ Önceki zamanlarda ‘Enel Hak’ dediği için Hallac-ı Mansur’u darağacına çektiler onca ulu şeyhi öldürdüler. Tanrıya hamdolsun! Zamanında babamız Mevlana Hüdavendigar’ın her beyitinde “Ben Allah’ım ve tespih edilmeye, zikredilmeye layığım” sözü vardır ama kimse ağzını açıp Bir şey demiyor!”

Mevlana, oğlunun cevabında kişinin sözünden çok safının önemli olduğunu hatırlatır: “ Onların mekanı aşıklar makamıydı oğlum, aşıklar belalara düşkün olurlar. Bizim makamımız ise maşukluk( sevilmek) makamıdır!”(43) Anadolu Bilgeleri/İsmail Kaygusuz/Syf:132

İşte Yunus Emre de aynı dönemde yaşamış safını halktan yana seçmiş “aşıklar makamı”ndan bir ulu ozandı. 1230-40 yıllarında Eskişehir’de doğduğu sanılıyor. Yaşamı hakkındaki bilgilerin çoğu şiirlerinden öğrenildi. Bin kadar şiirinin toplandığı divanı günümüze kalmıştır.

Mevlana’nın “ol sufiler ki, sanırsın bir leşker (ordu) gelir” diye şikayet ettiği Horasan erenlerini Yunus sevinçle karşılar:

İşitin ey yarenler

Eve dervişler geldi.

Can şükrüne verelim

eve dervişler geldi.
Her kim görür yüzünü

unutur kendi özünü

İlm-i batından öter

eve dervişler geldi


Seyyid Balim ilinden

Şeker tamar (damlar) dilinden

Dost bahçesi yolundan

eve dervişler geldi (44) Aktaran Yunus Emre/ İlhan Başgöz/ say: 47 Cumhuriyet yay.

Gezginci Alevi dervişleri böyle büyük bir coşkuyla karşılayan Yunus’un kendi de Taptuk Emre’den el almıştı. Ardından derviş olup Anadolu’yu köy köy dolaşırken en güzel şiirlerini söylemişti:


Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin