100 Nasır’ın Veziri İbnü’l-Kassab’ın Rey’i ele geçirmesi üzerine şehri terk edip Bağdat’a gelen ve vezirliğe kadar yükselen Nasırüddin Nasir b. Mehdi el-Alevi, 604/l208 yılında azledilince Halife’ye yazdığı bizce itirafname niteliğindeki bir mektupta Bağdat’a geldiğinde bir dinar veya bir dirhemi bile olmadığını fakat başkentte eline bir hayli para ve gayet mükemmel değerli eşya geçtiğini ve o gün için 5 bin dinardan fazla parası bulunduğunu bizzat belirtir. Amacı, Halife’nin affına uğrayarak bazı Alevilere daha yakın olmak için Meşhed-i Ali’de görevlendirilmesini rica etmektir. Ve asıl ilginci, bizzat Halife’ye herhalde bir nevi rüşvet sayılabilecek bir garip teklifte bulunmakta, bu ricasının yerine getirilmesi için elindeki paraları vermeyi önermektedir. Halife, teklifi manidar bir cevap vererek kesin bir dille reddetmiştir. Bk. İbnü’l-Esir, XII, 276-277; Ravendi, II, 348.
101 Gasp ve yağmalama olaylarından hacıların bile kurtulamadığı anlaşılıyor. Mesela 608/1212 yılında, hem de Mina’da yağmalamanın gece boyunca sürdüğünü kaynaklarımız kaydetmektedir. Bk. İbnü’l-Esir, XII, 297.
102 Huzistân Valisi Sencer’in mallarına el konulması ile ilgili olarak bk. İbnü’l-Esir, XII, 289.
103 İbnü’l-Esir, XII, 260-262. Cüveynî’ye (II, 51) göre ise, Hârizmşâh’ın İbn Harmil’in üzerine yürümesinin gerekçesi başkadır. Fuat Köprülü’nün (“Hârizmşâhlar”, İA, V/I, 272) Cüveynî’nin bu rivayetine itibar ettiğini görüyoruz.
104 İbnü’l-Esir, XII, 262.
105 A.e., XII, 268; Cüveyni, II, 102-103.
106 Cüveyni, II, 35; İbnü’l-Esir, XII, 158.
107 İbnü’l-Esir, a. y.
108 Eskiden bayram namazlarını kılmak ve yağmur duası yapmak için bütün kent halkını alabilecek genişlikte bir meydana çıkılırdı ve buraya musalla denirdi.
109 Ebu’l-Hasen en-Nedvi, “Ğaratu’t-Tatatar ’ale’l-‘alemi’l-’İslami, Esbabuha ve neta’icuha”, Mecelletu’l-Ezher, II, y. 51, (1399/1979), 305-314, 311.
110 İbrahim Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi (485-618/1092-1221), Ankara 1992, 144.
111 Mesela, 6031/1207 yılında Gürcüler fırsattan istifade Kars’ı zapt ettiler, ancak bununla da yetinmeyip şehrin mahsulünü yıllarca gasp ettiler. Bu arada Kars valisinin imdat isteğine hiçbir yerden olumlu çağrı gelmediği acı bir vakıadır. Bk. İbnü’l-Esir, XII, 256. Yine Gürcüler 605/1208 yılında Ahlat üzerine gelip Erciş üzerine yürümüşler ve Erciş’i tarihçimizin ifadesiyle sanki daha evvel hiç kurulmamış bir şehir gibi, duvarları, binaları ve bütün yapıları alt üst olmuş ıssız bir kasabaya çevirmişlerdi. Ahlat Emiri ise Ahlat’tan çıkarsa bir daha geri dönemeyeceği korkusuyla bütün bu olup bitenlere seyirci kalmıştı. Çünkü Ahlat halkına yaptığı zulmün farkındaydı ve halkın kendisini şehre geri almayacağını biliyordu bk. İbnü’l-Esir, XII, 279. 601 yılındaki saldırıları için ayrıca bk. İbnu’l-Esir, XII, 204.
112 Tarihte bu adla adlandırılan iki sultan vardır. İbrahim b. Hüseyin ile oğlu Osman. Bu ikincisi sonradan Muhammed Hârizmşah’ın dama
dı olan Buhara hakimidir. Ancak bu hısımlık bile Hârizmşah’la birbirlerini yemelerine engel olamamıştır.
113 İbnü’l-Esir, XII, 259. Gerçi bu sultanın sonradan Müslüman halka reva gördüğü bir çırpıda 10 bin kadar Müslümanı öldürtecek vahşilikteki muamele, onun da küçük hesapların peşinde bir sultan olduğunu göstermiştir. Bu vahim olayın çeşitli boyutları için bk. İbnü’l-Esir, XII, 268. Ayrıca bk. Cüveyni, II, 101-103.
114 İbnü’l-Esir, a. y.
115 Sıbt İbnü’l-Cevzi’ye göre [Şemsüddin Ebu’l-Muzaffer Yusuf b. Kızoğlu (654/1257), Mir’atü’z-zeman, VIII/I-II, Haydarabad, Dekkan 1370/1951, VIII/II, 471] Çin, Hindistan ve Maveraünnehir’den Horasan’a ve Bağdat kapılarına kadar uzanan.
116 Reşidüddin, I, 295; Cüzcani, I, 301. Kafesoğlu’nun (84), Sultan Tekiş’in tahta çıktığı 22 R. Ahir 568 tarihine karşılık gelen miladi tarihi 10 Ocak 1173 olarak göstermesi yanlıştır. Doğrusu 12 Aralık 1172 olmalıdır.
117 Kafesoğlu, 146.
118 Tekeş, Takaş, Takeş ve Tekiş şeklinde de okunan Tekiş ismi hakkındaki tartışmalar için bk. Fuat Köprülü, “Türk Etnolojisine Ait Tarihi Notlar: Uran Kabilesi”, Belleten, c. VII, sa: 26 (Nisan 1943), Ankara 1943, 227-245, 232.
119 İbnü’l-Esir, XII, 157; Cüzcani, I, 301; Cüveyni, II, 16, 22, 24; Reşidüddin, I, 294-295.
120 Sıbt İbnü’l-Cevzi (VIII/II, 472) Sultan Tekiş’in 100 bin kişilik bir orduya sahip olduğunu, ordusunun başında savaşa bizzat katıldığını, hattâ bu yüzden bir gözünü kaybettiğini ifade eder. İbnü’l-Cevzi’ye göre, Tekiş bu konudaki titizliğini “Sultan savaşa bizzat girmezse sultanlığa layık değildir. Çünkü kadın değildir.” diyerek dile getirirdi.
121 Sıbt İbnü’l-Cevzi’ye göre (VIII/II, 471) Bağdat üzerine düzenlediği sefer sırasında.
122 Ebü’l-Ferec, II, 472, Reşidüddin, I, 294-295.
Cüveyni (II, 36), Sultan Tekiş’in, 596/1200 yılında Cemaziyelâhir ayında Abbasi halifesi marifetiyle Bâtınî suikastine kurban giden başveziri Nizamülmülk Mes’ud b. Ali’nin intikamını almak için çıktığı sefer esnasında nefes darlığından öldüğünü belirtir.
123 İbnü’l-Esir, XII, 156 vd.
124 Nesevi, 22; Cüveyni, II, 42.
125 Cüveyni, II, 41, 71; Reşidüddin, I, 297, 313-314.
126 Mazenderan için bk. R., Vasmer, Mazenderan, İA, VII, 420-426.
127 Muhammed b. Tekiş’in ülkesine kattığı topraklar için bk. Nesevi, 3; Reşidüddin, I, 313.
128 İbnü’l-Esir, XII, 263-264.
129 Sultan Muhammed’in, savaştan önce, karşılaştığı düşman askerlerinin kıyafetini giymek gibi bir tedbiri vardı.
130 Cüveyni, II, 67.
131 Kafesoğlu, 179.
132 Cüveyni, II, 73; İbnü’l-Esir, XII, 269-270.
133 Cüveyni, II, 72.
134 A.e., II, 62.
Oğlu veliaht Uzlagşah’ın tevkii bile şöyle idi. “Ebü’l-Muzaffer Uzlagşah b. es-Sultan Sencer Nasıru Emiri’l-mü’minin. ” Bk. Nesevi, 25. Cüveyni, Sultan’ın nail olduğu nimetin farkında olduğunu ve Sultan Sencer’in saltanat süresinin uzunluğuna heves ederek kendisine böyle denmesini istediğini nakleder. Yani ona göre sebep gurur değil, özentidir.
135 Nitekim İbnü’l-Esir de (XII, 371) 21 yıl ve bir kaç ay süreyle saltanat sürmüş Muhammed b. Tekiş için, “Büyük Selçuklulardan sonra onun kadar muazzam bir devlete sahip olan bir hükümdar gelip geçmemişti. ” der.
136 Nesevi, 17-21.
137 Cüzcani, I, 309.
138 Gerçi Cüveyni başka yerde (II, 77-78) bir gerekçe daha ileri sürer. Annesini hacca gönderen İsmaili İmamı Celaleddin Hasan’ın heyetine başkent Bağdat’ta Hârizmşah’ın hacc heyetinden fazla iltifat edilmiş, İsmaililere sancak verildiği halde Sultan’ın gönderdiği kafiledekilere soğuk davranılmıştı. Benzeri bir gerekçe için bk. Nesevi, 12.
139 İbnü’l-Esir, XII, 316. Hatta, ileride Moğol istîlâsı münasebetiyle bahsedeceğimiz üzere, ordu hükümdar çekişmesinin, Cengiz’le kapıştığı sıcak savaş ortamında bile olanca hızıyla sürdüğü, Hârizmşah’ın çadırının bir gece kendi askerlerince atılan oklarla delik deşik edilmesinden anlaşılıyor. Sultan, bu badireyi istihbaratı iyi çalıştığı için suikasti öğrenip önceden tedbir alarak atlattı. Bk. Sıbt b. el-Cevzi, VIII/II, 599; Cüveyni II, 88.
140 İbnü’l-Esir’de Kezlik Han olarak geçen bu zatın ismi Kazvini neşrinde [Alaeddin Ata Melik el-Cüveyni (681/1282), Tarih-i Cihangüşa (nşr. Mirza Muhaınmed Kazvini], I-III, Leiden-London, 1912-1916, II, 69.) “(Kezli, Közli, Gizli?)” şeklinde olup, aynı sayfadaki 6 no.lu dipnotta eserin değişik yazmalarında “(Körli, Kerli, Kirli?)” ve “(Körpi, Kerpi, Kirpi?)” şeklinde de geçtiğine dikkat çekilmektedir.
141 Tafsilat için bk. İbnü’l-Esir, XII, 263-265. Ayrıca bk. Cüveyni, II, 54. Türkân Hatun’un akrabası Kezlik-Han’ın başına açtığı dertleri bertaraf edebilen Sultan, yine Valide Sultanın bir başka yakını olan Otrar valisinin hatasını canıyla ve devletiyle ödemek zorunda kalacaktı.
142 Cüveyni, II, 67. Tarih-i Cihangüşa’ın Türkçe tercümesinde Emir Burtuna Tört Aba olarak geçer. İsmin değişik yazılımları için bk. Tarih-i Cihangüşa (nşr. Kazvini), II, 83.
143 İslam kaynaklarında Türkân şeklinde yazılan bu ismin Türk literatüründe okunuşu genellikle Türkân şeklinde olmuştur. Konu hakkında bk. Osman Turan, “Terken unvanı, Torkan değil Türkân”, Türk Hukuk Tarihi Dergisi c. I (1941-1942), 67-73; Ankara 1944.
144 Özel tümen ve icraatları hakkında bk. Nesevi, 23. Ayrıca bk. Cüveyni, II, 162.
145 Türkân’in ırki bakımdan Kanklı mı, Kıpçak mı, Bayavutlu mu, Bayatlı mı olduğuna dair bk. Cüveyni, II, 162; Nesevi, 25. Ayrıca bk. Köprülü, “Uran Kabilesi”, 237.
146 Cüveyni, II, 162 Değişik yorumlar için bk. D’Ohsson, 91-94.
147 Cüveyni, II, 162.
148 Nesevi, 44.
149 Nesevi, 42.
150 A.e., a. y.
151 Cüveyni, II, 162.
152 Nesevi (42) sözü uzatmak istemediği için Türkan Sultan’ın bütün hayır ve hasenatına yer vermediğini belirtir.
153 A.e., 28-31. Ayrıca bk. D’ohsson, 93-94.
154 Grousset, 232.
155 Cengiz yasası hakkında bk. Curt Alınge, Moğol Kanunları (Trc. Coşkun Üçok), Ankara 1967.
156 Eski İranlılar Araplara ‘Tâzî’ derlerdi. Suriyeliler Araplara ‘Tâzî’, Ermeniler ‘Dâjîk’ derlerdi. İranla sınır komşusu olan Türkler de Araplar için kullandıkları ‘Tâjîk’ kelimesini Acemlerden almışlardır. Araplar, İran ve Maveraünnehir’i fethedince Türkler buralara ‘Tâzîk İli’ dediler. Çünkü buralar da Arapların oluyordu. Türkler gibi Moğollar da Müslümanlara ‘Tâjîk’ namını verdiler. Araplar nasıl kendilerinden başka milletlere Acem derse Türkler de kendilerinden başkasına Tâjîk derdi. Bk. D’Ohsson, 100.
157 Gerçi Oğuz ve Kanklı boylarının Hârezmşah ordusuna asker olması hadisesi daha çok Türkân Sultan’ın gelin gelmesinden sonra olmuştur. Bk. Cüveyni, II, 62; Nesevi, 42.
158 Grousset, 171-172.
159 Necmeddin-i Kübra’nın hulefasından halk ve din adamları nezdinde büyük itibar sahibi olan Mecdüddin’i öldürtmesini kastetmekteyiz. Tartışmalar için bk. Kafesoğlu, 220.
160 D’Ohsson, 91.
161 Köprülü, “Harizmşahlar”, İA, V/I, 263-296, 276.
162 İbnü’l-Esir, XII, 208. Ayrıca bk. Cüveyni, II, 47; Reşidüddin, I, 314.
163 Cüveyni, II, 69.
164 Cüveyni, II, 59, 102.
165 Nesevi’nin (23, 24) zamanın Buhara Sadrı Burhaneddin Muhammed b. Ahmed’in mevkiine, emrindeki fakih (asker?) sayısına dair ifadeleri ilginçtir. Âl-i Burhan (Benî Mâze) hakkında bk. Kafesoğlu, 174; Wilhelm Barthold, “Bukhara”, EI2, I, 1293-1296.
166 İbnü’l-Esir, XII, 257. Burhaneddin Sadr-ı cihan Muhammed b. Ahmed’in o yıl hacca gitmesi ve yol arkadaşlarına verdiği sıkıntı sebebiyle dönünceye kadar sadr-ı cehennem lakabıyla anılması vesilesiyle….
167 Cüveyni, II, 74, Barthold, a.y.
168 Cüveyni, II, 59.
169 Cüveyni, II, 57-58; Reşidüddin, I, 348.
170 İbnü’l-Esir, XII, 157; Cüveyni, II, 57-58.
171 Harizmşah’ın yeğeni Hindu-han’ın Gurlulara sığınması üzerine Sultan Giyasüddin’in Harezm topraklarına göz dikmesi hususunda bk. Reşidüddin, I, 295; İbnü’l-Esir, a. y.
172 Reşidüddin, a. y.; İbnü’l-Esir, XII, 164-166; Cûzcânî, II, 307; Reşidüddin, I, 295.
173 İbnü’l-Esir, XII, 174.
174 Reşidüddin, I, 296. 297; İbnü’l-Esir, XII, 177.
175 İbnü’l-Esir, XII, 180; Reşidüddin, I, 297.
176 Cüveyni, II, 42, Reşidüddin, I, 297; İbnü’l-Esir, XII, 186-187.
177 İbnü’l-Esir, XII, 212-213; Cüveyni, II, 45.
178 İbnü’l-Esir, XII, 180, 214; Cüveyni, II, 47.
179 İbnü’l-Esir, XII, 226-230; Cûzcânî, I, 307, Cüveyni, II, 48; Reşidüddin, I, 312-313.
180 İbnü’l-Esir, XII, 231; Cüveyni, II, 49.
181 İbnü’l-Esir, XII, 245.
182 İbnü’l-Esir, XII, 245-246; Cüveyni, II, 50.
183 Cüveyni, II, 57-58; Reşidüddin, I, 312-313.
184 Cüveyni, II, 59; Reşidüddin, I, 313.
185 İbnü’1-Esir, XII, 268.
186 A.e., a.y. Cüveyni’ye göre (II, 101-104) Sultan Osman’ın bu davranışının sebebi bir gönül meselesi idi.
187 İbnü’1-Esir, a. y.
188 İbnü’1-Esir’in verdiği 200 bin rakamı ne kadar abartılı olursa olsun, yaşanan vahşet ve katliamın boyutlarını yansıtması bakımından önemlidir. Bk. XII, 269.
189 İbnü’1-Esir, a.y.; Cüveyni, II, 103.
190 Cüveyni, II, 69.
191 A.e., a.y.
192 İbnü’l-Esir, XII, 306.
193A.e., XII, 307.
194 Nesevi, 13; Cüveyni, II, 99.
195 İbnü’l-Esir, XII, 317; Cüveyni, II, 78; Reşidüddin, I, 341.
196 Cüveyni, II, 79; Reşidüddin, a. y.
197 Nesevi, 15; Cüveyni, II, 79.
198 Cüveyni, II, 99-100. Ayrıca bk. Wilhelm Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul 1927, 127.
199 Nesevi, 11.
200 Cüveyni, II, 78, 100; Reşidüddin, I, 340-341.
201 Cüveyni, II, 79; Reşidüddin, I, 340.
202 A.e., a. y.
203 Cüveyni, II, 96-97; Nesevi, 22; Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Hallikan (681/1282), Vefeyatü’l-a‘yan ve enba’ü ebna’i’z-zeman, I-VIII, Beyrut 1398-1978/1968-1972, II, 94; III, 256.
204 Nesevi, 20; Reşidüddin, I, 341.
AKNERLİ Grigor, Okçu Milletin Tarihi (trc. Hrand Andreasyan), İstanbul 1954.
ALINGE, Curt, Moğol Kanunları (Trc. Coşkun Üçok), Ankara 1967.
AŞTİYANİ, Abbas İkbal, Tarih-i Moğol ez hamle-i Cengiz ta teşkil-i Devlet-i Timur, Tahran 1345/1926.
EL-BAĞDADİ, Safıyyüddin Abdülmü’min b. Abdülhak (739/1338), Merasıdü’l-ıttıla‘ ala esma’i’1-emkineti ve’l-bika’ (Ve hüve muhtasaru Mu’cemi’l-büldan li-Ya’kut) (nşr. Ali Muhammed el-Buhari) I-III, Beyrut 1954.
BARTHOLD, Wilhelm, “Bukhara”, EI2, I, 1293-1296.
–––, “Cengiz Han”, İA, II, 91-98.
–––, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul 1927.
BARTHOLD, Vasiliy Vladimiroviç, Moğol İstîlâsına Kadar Türkistan (nşr. Hakkı Dursun Yıldız), Ankara 1990.
BOYLE, J. Andrew, “Cingiz Khan”, EI2, II, 41-44.
–––, “The Longer Introduction of the “Zij-i Ilkhani” of Nasır al-Din Tusi, Journal Asiatic Studies, VIII (1963), 244-254.
CÜMEYLİ, Reşid Abdullah Dirase fi’t-tarihi’l-hilafeti’l-Abbâsîyye, Rabat 1984.
EL-CÜVEYNİ, Alaeddin Ata Melik (681/1282), Tarih-i Cihangüşa (nşr. Mirza Muhaınmed Kazvini), I-III, Leiden-London, 1912-1916.
–––, Tarih-i Cihangüşa (trc. Mürsel Öztürk), I-III, Ankara 1988.
D’OHSSON, Moriedga, Tarih-i Moğol (trc. Mustafa Rahmi [Balaban]), İstanbul l340-1342/1920-1923.
İBNÜ’L-ESİR, İzzüddin Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kamil fi’t-tarih (nşr. Carolus Johannes Tornberg), I-XII, Beyrut 1979, 1982.
EBÜ’L-FEREC, Gregory (Bar Habreus) (684/1286), Abu’l-Farac Tarihi (trc. Ömer Rıza Doğrul), I-II, Ankara 1987.
EL-GAMİDİ, Sa’d b. Muhammed Huzeyfe Müsfir, Sükutu’d-devleti’l-Abbâsîyye, Beyrut 1401/1981.
GROUSSET, René, Bozkır İmparatorluğu, (trc. M. Reşat Uzmen), İstanbul 1993.
İBN HALLİKAN, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed (681/1282), Vefeyatü’l-a‘yan ve enba’ü ebna’i’z-zeman, I-VIII, Beyrut 1398-1978/1968-1972.
EL-HAMEVİ, Ebu Abdullah Yakut b. Abdullah (626/1228), Mu’cemu’l-buldan, I-V, Beyrut ts.
HAMMADE, Muhammed Mahir, el-Vesâ’iku’s-siyâsiyye li’l-hurûbi’s-salîbiyye ve’l-ğazvi’l-Moğolî li’l-âlemi’l-İslâmî, Beyrut 1986.
İBN HAVKAL, Ebü’1-Kasım b. Havkal en-Nasibi (X. asır), Kitabü Surati’l-arz (nşr. J. H Kramers), Leiden 1967.
İBN HURDAZBİH, Ebü’l-Kasım Ubeydullah b. Abdullah b. Hurdazbih (280/893) el-Mesalik ve’l-memalik (nşr M. J. De Goeje), Leiden 1889-1967.
EL-ISTAHRİ, Ebu İbrahim b. Muhammed el-Farisi (X. asır), Mesalikü’l-memalik (nşr. M. J. De Goeje), Leiden, 1967.
KAFESOĞLU, İbrahim, Harezmşahlar Devleti Tarihi (485-618/1092-1221). Ankara 1992.
EL-KALKAŞENDİ, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Ali (821/1418), Subhu’l-a‘şa fi sına‘ati’l-inşa, I-XIV, Kahire ts.
KÖPRÜLÜ, Fuat, “Hârizmşâhlar”, İA, V/I, 272.
–––, “Türk Etnolojisine Ait Tarihi Notlar: Uran Kabilesi”, Belleten, c. VII, sy: 26 (Nisan 1943), Ankara 1943, 227-245.
Moğolların Gizli Tarihi, Manghol-un niuça tobça’an (Yüan-ch’ao pi-shi) (trc. Ahmet Temir), Ankara 1948.
EL-MAKDİSİ, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed (X. asır), Ahsenü’t-tekasim fi ma’rifeti’l-ekalim, Leiden 1877.
MARCO POLO, Marco Polo’nun Geziler Kitabı (trc. Ömer Güngören), İstanbul 1985.
–––, Marcopolo Seyahatnamesi (trc. Filiz Dokuman), I-II, ys., ts.
EN-NEDVÎ, Ebü’l-Hasen, “Ğâratü’Tatar’ale’l-’âlemi’l-İslâmî, esbâbühâ ve netâ’icühâ”, Mecelletü’l-Ezher, II, Yıl: 51 (Sefer 1399/Ocak 1979), 305-314.
NESEVİ, Şihabüddin Muhammed b. Ahmed (662/1264), Siratu’s-Sultan Celaliddin Mengüberti (nşr. O. Houdas), Paris 1891.
RAVENDÎ, Ebu Bekir Necmeddin Muhammed b. Ali (694/1294), Rahatıı’s-sudur ve ayetü’s-sürur (trc. Ahmet Ateş), I-II, Ankara1957-1960.
REŞİDÜDDİN ET-TABİB, Reşidüddin b. Fazlullah el-vezir b. İmadüddevle Ebü’l-Hayr Muvaffıkuddevle, Cami’u’t-tevarih, I-II, (nşr. Behmen Kerimi), ys. ts.
SCHAEDER, H. H., “Semerkand”, İA, VII, 468-471.
SIBT İBNÜ’L-CEVZİ, Şemsüddin Ebu’l-Muzaffer Yusuf b. Kızoğlu (654/1257), Mir’atü’z-zeman, VIII/I-II, Haydarabad, Dekkan 1370/1951.
SPULER, Barthold el-’Âlemu’l-İslâmî fi’1-‘Asri’l-Muğuli (trc. Halid İsa Es’ad), Dımaşk l987.
LE STRANGE, Guy, The Lands ofthe Eastern Caliphate, Cambridge 1905.
TEMİR, Ahmet, Cengiz Han, Ankara 1989.
The Cambridge History of İran (nşr. John Andrew Boyle), I-V, Cambridge 1968.
TOGAN, Zeki Velidi “Harizm”, İA, V/I, 240-257.
TURAN, Osman, “Terken unvanı, Torkan değil Türkân”, Türk Hukuk Tarihi Dergisi c. I (1941-1942), 67-73; Ankara 1944.
YULE, Henri, Cathay and the way together (Being a collection of mediaveal notices of China), London 1951.
EZ-ZEMAHŞERİ, Mahmud b. Ömer Horezmce Tercümeli; Mukaddimetü’l-Edeb (nşr. Z. Velidi Togan), İstanbul 1951.
Cengiz İstilası
Yrd. Doç. Dr. H. Ahmet Özdemİr
Karadeniz Teknik Üniversitesi Rize İlahiyat Fakültesi / Türkiye
engiz’in ilgisini doğrudan İslâm dünyasına çeken olayların ilki, Hârizm (Harezm) diyarından giden üç tüccarın Cengiz’e mal satma girişimleridir. Tüccar kesimi Moğollara sık uğramaz, uğrayınca da her türlü kumaşı çok pahalıya satma imkanı bulurdu.1 Bu sebeple Ahmed Hocendi,2 Emir Hüseyin oğlu3 ve Ahmed Balçıh4 adındaki üç tüccar, Cüveynî’ye göre5 yanlarına sırmalı elbiseler, değerli kumaşlar ve satılabilecek daha başka şeyler alarak doğuya doğru yola çıkmışlardı.6
O sıralarda Cengiz Han, bütün bölgeleri asilerden ve haydutlardan temizlemiş, yollara “karakçi” ler7 yerleştirmişti. Bunların görevi, yoldan geçen tüccarın güvenliğini sağlamak, taşıdıkları mallardan Han’a layık olanları ona götürmekti.8
Bu üç tüccarın malları da, nöbetçi karakollardan birinde arandı. Balçıh’ın mallarını beğendiler ve onu alıp Han’ın huzuruna çıkarttılar. Denkler açılıp fiyatlar sorulunca Balçıh, 10 veya 20 dinarlık şeylere 3 baliş9 istedi.10 Buna çok sinirlenen Cengiz Han’ın “Bu adam bizim hiç kumaş görmediğimizi mi sanıyor? Gidin hazineden kumaşlarımızı getirin de gözü kumaş görsün.” dedi. Gidip hazineden kıymetli kumaşlar getirerek tacire gösterdikten sonra mallarına el koydular ve kendisini de tutukladılar. Sonra arkadaşlarını getirdiler. Kumaşların fiyatı ısrarla sorulmasına rağmen söylemeyip “Biz bunları Han’a hediye olarak getirdik.” dediler. Bu hareket, Cengiz’in hoşuna gitti. Altın sırmalı elbiselere birer kese altın, diğer elbiselere de birer kese gümüş vermelerini emretti. Sonra Ahmet Balçıh’ı çağırarak onunkileri de aynı fiyattan satın aldı. Hepsine ikramda bulundu. Cüveynî’ye göre Müslüman olduklarından kendilerine beyaz ve temiz keçeden çadırlar kurdular.11 Bu karşılaşma Cengiz’in İslâm alemine olan ilgisinin artmasına sebep oldu.12
Orta Asya’ya ayak basan Müslümanlar, ilk fetihlerden itibaren Çin’e göz dikmişlerdi. Hattâ Haccac, Sind fatihi Muhammed b. Kasım’la, başarılı rakibi Kuteybe’ye “hangisi Çin’e önce ayak basarsa onu Çin valisi yapacağını” vaad etmişti.13 Yüzyıllar sonra Muhammed Hârizmşâh (Harezmşah), işte bu idealin peşine düşmüştü. İmadülmülk Taceddin Debir-i Cami’nin aktardığına göre konuyu erkanıyla tartışmaya açmıştı. Hattâ uzaklığına ve harekat zorluğuna dair söylenenler bile onu fikrinden döndürememişti.14 Cüzcani, bunları 617/1220 tarihinde Tulek Kalesi’nde öğrenmiştir.15 Öyleyse Hârizmşâh’ın Çin’le 1214-1215 yıllarıda ilgilenmeye başlamıştır. Bu tarih, yaklaşık olarak Pekin’in Cengiz tarafından zapt edildiği tarihtir (1213 veya 1215).16
Hârizmşâh haberin doğruluğunu araştırmak üzere Seyyid Bahaeddin Razi başkanlığında bir heyeti Çin’e gönderdi. Cengiz hâlâ Çin’de idi. Heyetin izlenimlerini, Tabakât-ı Nâsırî müellifi, bizzat heyet başkanından dinleyip17 aktarmıştır.18 Razi’nin ifadesine göre, heyet, Tamgaç (Pekin) sınırında uzaktan kar kaplı bir tepe zannettikleri yığının, aslında öldürülmüş insanların kemikleri olduğunu öğrenmiş, insan yağından simsiyah kesilen toprak üstünde üç menzil ilerlemiş, ancak bu üç menzillik mesafeyi kat ettikten sonra kuru bir zemine ayak basabilmişlerdi. Bu defa da, çürüyen insan cesetlerinden yayılan ve âdeta mikrop saçan ağır kokudan birçok insan ve hayvanın ölmesi faciasıyla karşılaşmıştı. Heyet üyelerinden bazılarını da aynı acı son bekliyordu. Her tarafta dehşet veren bir tahribat gözleniyordu. Tamgaç kapısında, şehir zapt edildiği gün Moğolların eline düşmemek için kendilerini surlardan aşağıya atarak ölen 20 bin bakireye ait dağ gibi kemik yığını olduğu gibi duruyordu.19
Cengiz Han, Hârizm elçisini hoşnutlukla karşıladı, hattâ iltifat etti. Bunun sebebi, Cengiz’in ticari faaliyetlere verdiği önemdi. Göçebeler için yerleşik kavimlerle ticaret yapmak mühimdi ve en çok da giyecek mallarına ihtiyaç duyulurdu.20
Cengiz en azından şimdilik dostluktan yanaydı. Ticaret kervanlarının güven içinde gidip gelmesine müsaade edilmesini istiyor, kendisi de bunu sağlayacağına söz veriyordu.21 Daha sonra gönderdiği
elçileri de benzer mesajlar iletmişlerdir.22 Hârizmşâh’ın elçilik heyetine karşılık Cengiz de bir elçilik heyeti gönderdi. Cengiz’in elçilik heyetinin başında Hârizmli Mahmud, Buhârâlı Ali Hoca ve Otrarlı Yusuf Kenka vardı.23 Heyet, Hârizmşâh’a pahalı hediye olarak Çin dağlarından çıkarılmış ve ancak arabayla taşınabilen deve hörgücü iriliğinde bir altın külçesi, yine maden külçeleri (D’ohsson’a göre gümüş24), yeşim parçaları, hutüvv25 boynuzları, keçi, misk, akik taşları, Torku26 denilen beyaz deve tüyünden dokunmuş kumaşlar götürüyordu.27
Hârizmşâh, Cengiz’in elçilerini 1218 baharında, Irak dönüşünde Maveraünnehir’de28 kabul etmiştir.29 Heyetin, başlangıçta kullandığı iltifat dolu ifadelerinin sonunda, Cengiz’e atfen sarf ettiği şu sözler Hârizmşâh nezdinde infial uyandırmıştır: “Seni en kıymetli oğlumla bir tutuyorum!,”30 Hârizmşâh, heyet üyelerinden Hârizmli Mahmut’la ertesi gece bir görüşme yaptı.31 Sultan, Cengiz’in Çin’i zapt edip etmediğini öğrenmek istiyordu. Bu belki de bir sınama idi. Çünkü Hârizmşâh gibi bir sultanın böylesi olaylardan haberdar olmaması herhalde düşünülemez. Nitekim Hârizmli tacir cevabında bunun doğru olduğunu, böyle şeylerin gizlenemeyeceğini ve Sultan’ın yakında bunu kesin bir biçimde öğreneceğini belirtmiştir.32 Bu ukalaca cevap üzerine, Hârizmşâh bir anda parladı. Ancak Mahmut’un onu yatıştırmak için söylediği iltifatkâr sözler karşısında sakinleşti.
Harizmşah’ın, heyetin Cengiz’e atfen söylediği “Hârizmşâh’ı en kıymetli oğullarıyla bir tutmak” ifadesine öfkelendiği anlaşılıyor.33 Cengiz’in başarılarının, ona kendisine “oğlum” şeklinde hitap etme hakkı vermediğini, bunun herkesin bildiği gibi tâbiyyet anlamına geleceğini söylemesi bunu gösteriyor. Hârizmli tacirin Sultan’ın tavrından korktuğu açıktır. Hârizmşâh’ın Cengiz’in ordularına dair sorusuna “Sultan’ın milletlerine, hesapsız kuvvetlerine karşı Cengiz’in ordusu, bir süvari müfrezesi karşısında basit bir atlı yahut gecenin karanlığında bir duman gibi34 kalır.”35 şeklinde yanıltıcı bir cevap vermiştir. Sonuçta Cengiz’in teklifi olumlu bulunarak iki ülke arasında ticaretin geliştirilmesi konusu onaylanmıştır.
Otrar Fâciası
Moğollarla Hârizmşâhlar ve İslâm alemi arasındaki tatsız olayların başlangıç noktasını teşkil eden Otrar36 faciası, işte bütün bunlardan sonra vuku bulmuştur.
Otrar faciasına sebebiyet verecek kervan, Moğol ülkesinden elçilerle aynı zamanda hareket ederek, elçiler Hârizm ülkesinden ayrıldıktan kısa bir zaman sonra Sultan Muhammed’in memleketinin hududunda bulunan Otrar şehrine varmış olmalıdır.37 Nesevî kervanın başında bulunan dört tüccarın adını şöyle sıralar: Ömer Hoca Otrari, Hammal Meraği, Fahreddin Dizekî Buhârî ve Emîneddin Herevî.38 Cûzcânî’ye göre yanlarında altın, gümüş, Çin ipeklileri, torku kumaşları, kunduz, samur kürkleri, İbrişim, Çin ve Tamgaç diyarının nadide emtiaları ile yüklü 500 kadar deve vardı.39 İbnü’l-Esir de kervandakilerin elinde çok miktarda eritilmiş altın ve gümüş külçeleri olduğunu teyit ediyor.40 Kervanda Cüveynî ve Reşidüddin’e göre41 450, Ebü’l-Ferec’e göre42 400 kişi bulunuyordu. Cüveynî, kervana katılanların dini kimliğine değinmez.43 Bunu belirten Reşidüddin’dir.44 İbnü’l-Esir, ise kervandakilerin Türklerden ve özellikle tüccarlardan oluştuğunu belirtir.45 Kervana katılanların tamamı, Cengiz Han’ın, emri üzerine oğulları, komutanları ve emirleri tarafından seçilmiş tüccarlardı.46 Hattâ Cüveynî, Cengiz Han’ın Hârizmşâh’a hitaben yazdığı bir mektuptan söz eder.47 Ebü’l-Ferec’e göre ise yazılı değil sözlü bir mesaj vardır ve Cengiz’in elçisi tarafından Hârizmşâh’a şifahen iletilmiştir.48 Reşidüddin ve Cüzcani de elçilerin benzer sözlü mesajlar getirdiğini kaydederler.49
Dostları ilə paylaş: |