Han olduktan kısa bir müddet sonra Togay-Timur neslinden hanların idaresinde olan Altınordu tahtına karşı müstakil hareket eden Ebulhayr Han, üç defa taht vilayetini (Saray şehri) ele geçirmiş ve Orda-yı Bazar’da adına hutbe okutmuştur.42 1440’lı yıllardan itibaren Sir Derya havzasında istilâ faaliyetlerine girişen Ebulhayr Han, kısa sürede bozkır ile tarım alanlarının hududundaki stratejik önemi büyük, başta Sığnak olmak üzere, Suzak, Ak-Kurgan, Özkend gibi şehirleri hâkimiyetine dahil etti.43 Bu hadise, güçlü özbek kabilelerinin yağma ve talan dışında medenî bölgelere yerleşme temayüllerini göstermesi açısından önemlidir.
Dikkatini Sır-Derya havzasından hiç ayırmayan Ebulhayr Han, o devir Timurîler arasındaki ihtilâflara karışacak kadar güçlenmişti ve hatta bizzat ordusunun başında yardımda bulunmak suretiyle, Ebu Said’in tahta geçmesini temin etmiştir (1451). Bu seferin maksadına ulaşmasının ardından Ebulhayr Han, Uluğ Beg’in kızını kendine hanım olarak almıştır44 ki, bu hadise bir Al-i Cengiz’in yani Cengiz soyundan birinin küregân hânedânına damat olması bakımından ilgi çekicidir. Bir defasında da Ebu Said’e karşı, onun kardeşi Abdüllatif Mirza’nın oğlu olan Mirza Muhammed Cûki’ye yardım etmiş, bu iş için de mezkur Yâdigâr Han’ın oğlu Berke Sultan’ı vazifelendirmiştir.45 Yine, Timurîlerden Hüseyin Baykara da onun yardımına müracaat edenlerdendir.46
Özbek Devleti, Gevşek bir siyasî birliğe sahipti ve bunun doğurduğu feodal çekişmelere ilâveten doğuda Kalmuk ve Oyrat gibi Moğol kabilelerinin kuvvetlenmesi de Ebulhayr Devleti için ciddî bir tehdit oluşturuyordu. Özbek Devleti’nin inkırazına sebep de yine bunlar olmuştur. 1457 yılı başlarında Sığnak yakınlarında Nûr-Tokay denilen yerde Ebulhayr Han’ı ağır bir mağlubiyete uğratan Öz-Timur kumandasındaki Kalmuklar, Sır-Derya’ya kadar olan bütün memleketleri de yağma etmişlerdir. Sığnak Kalesi’ne sığınarak canını güçlükle kurtarabilen Ebulhayr Han, bu mağlubiyetten sonra itibarını büyük oranda kaybedecektir.47
Buna bağlı olarak, Deşt-i Kıpçak’ta kabileler arasında büyük bir mücadele baş göstermiştir. Zaten, Ebulhayr Han’a karşı rekabet hâlinde olan mezkur Barak Han’ın oğulları Giray ve Canı-Beg Hanlar, mücadelelerini artırarak devam ettirmişler ve bunun üzerine 1466 yılında Özbek ulusu bünyesinden büyük çapta kopmalar baş göstermiştir ki, o zamandan beri bunlara Kazak adı verilmektedir.48 Bir müddet sonra, bunların iştirakiyle Togay-Timur neslinden gelen mezkur Giray ve Canı-Beg Hanlar idaresinde, Çu ırmağı boyunda müstakil bir Kazak Hanlığı teşekkül etmiştir. Bu hanlığın ahalisinin tamamı başlangıçta, Muhammed Haydar’ın (1500-1551) Tarih-i Raşidî adlı eserinde bildirdiğine göre, ikiyüz bin kişiyi bulmakta ve ilk zamanlarda bunlara Özbek-Kazakları adı verilmekteydi.49 Çok geçmeden, bunlara Nayman, Celayir, Duglat gibi kabilelerin de iltihakıyla bir milyonluk bir Kazak ulusu ortaya çıkmıştır.50
Ebulhayr Han’ın devletini toparlamak uğrunda sarfettiği son gayretleri de başarısız kalmış, itaat altına almak istediği, Çağatay hanı Yunus Han’dan yardım gören eski tebâsı Özbek-Kazaklar karşısında mağlup olarak, aldığı yaralar neticesinde, 1468 yılında ölmüştür.51 Onun ölümünden kısa bir süre sonra da devleti dağılacaktır. Ebulhayr Han’ın kırk yıl süren saltanatı boyunca, Maveraünnehir ve Hârezm’i yakından tanıma imkanı bulan göçebe Özbekler, onun torunu Muhammed Şibanî (Şeybak) Han idaresinde de buraları yerleşmek maksadıyla istilâ edeceklerdir.
Muhammed Şibanî Han ve
Özbeklerin Maveraünnehir ve
Hârezm’i Almaları
Muhammed Şibanî Han, Ebulhayr Han’ın on bir oğlundan en büyüğü Şah Budak’ın oğludur. Ebulgazi, onun adının Muhammed, lakabının Şah-i Baht olduğunu, ayrıca şair olarak da Şiban Han neslinden gelmesi sebebiyle Şîbânî mahlasını kullandığını bildirir.52 Safevî müellifleri Kazvinî53 ve İskender Beg Türkmân54, onun adını Şâhî Big şeklinde yazmışlardır. İskender Beg Türkmân, Muhammed Şiban Han’ın halk arasında bu isimle meşhur olduğunu da ilâve eder. Onun adının Babür ve Muhammed Salih gibi daha çok çağdaşı yerli müelliflerce kullanılan Şaybaq şekli ise Şâh-Baht’tan bozulmuş olmalıdır.55
Şeybak Han’ın babası Şah-Budak Sultan, Ebulhayr Han’ın 1468 yılındaki mağlubiyetinde Yunus Han tarafından ele geçirilerek öldürülmüştü. Bir müddet sonra Ebulhayr Han’ın da aynı yıl içinde ölümünden sonra Deşt-i Kıpçak’ta kabileler arasındaki mücadeleler daha da kızışmıştır. Kazak hanları Giray ve Canı-Beg Hanla
rın, Ebulhayr’ın veliahdı Şeyh Haydar Han’a karşı savaşıp onu ortadan kaldırmalarıyla, Ebulhayr Devleti’nde Şiban Han’ın gelişine kadar büyük bir kargaşa baş göstermiştir. Pek çok hanın tahta inip çıktığı bu dönemi Mes’ud ibn Osman Kûhistânî, Tarih-i Ebulhayr Hanî adlı eserinde; “o devirde büyüğünden küçüğüne Özbeklerden hanlık tahtına çıkmayan kalmadı” diye anlatmaktadır.56
Babasını kaybettiği zaman onyedi yaşında olan Şeybak Han, bundan sonraki kötü günlerinde babasının hizmetçisi Karaçin Beg’in insan üstü gayretleri sayesinde aile düşmanlarının eline düşmekten kurtulabilmiştir. O, daha sonra Astrahan hanı Kasım Han’dan gördüğü destekle, dedesinin kuvvetlerinden arta kalanların bir kısmını etrafında toplamayı başaracaktır.57
İlk olarak hanedan içindeki rakiplerini bertaraf etmekle işe başlayan Şeybak Han, Yâdigâr Han’ın oğlu Berke Sultan’ı ortadan kaldırdı.58 Ancak, Canı-Beg’in oğlu İrançi tarafından Sayran yakınlarında mağlup edilmesi teşebbüslerini geçiktirmiş oluyordu59 ki, aile düşmanları olan Kazak sultanları, hükümdarlığı zarfında onun için bu şekilde sürekli bir tehdit oluşturmuşlardır.
Düşmanlarının takibinden kurtulmak için önce Buhara, ardınan Semerkand’a sığınan Şeybak Han, hanlığı ele geçirmeden iki yıl kadar Maveraünnehir’de Timurîler huzurunda yaşayıp Buhara medreselerinde de tahsil görmüştür.60 Belki de, onda Türkistan’ın medeni bölgelerine hâkim olma arzusunu uyandıran, Şeybak Han’ın göçebe bir devlet için fazla sayılabilecek bu hususiyetidir.
Şeybak Han’ın taht mücadelesi yaptığı XV. asrın son çeyreği, daha sonra Nogay adını alacak olan Mangıt ulusunun teşekkül ettiği dönemdir. Ebulhayr zamanında Özbek Fedarasyonu dahilinde yer alan Mangıtlar, kabile bünyelerinin yeni iltihaklarla güçlenmesiyle ulus yapısı kazanmışlar ve böylece yeni ulus teşekküllerinin ortaya çıktığı XV. asrın son teşekkülü olmuşlardır. Bu dönemde Mangıtların başında bulunan Musa Mirza, Şeybak Han’a dedesinin tahtını elde etmesi hususunda yardım vaad etmesine rağmen emirlerinin muhalefeti sebebiyle bu gerçekleşmemiştir.61
Bu muhataralı dönemde Kazak hanlarından Burunduk’u yenmesine rağmen, Canı-Beg’in oğlu Cızak hâkimi Mahmud Sultan tarafından mağlup edilen Şeybak Han’ın, ancak Çağatay Hanı Mahmud’un hizmetine girdiği 1488 tarihinden itibaren şansı açılmıştır. Hizmeti karşılığında kendisine manevî değeri büyük Yesi şehri verilen Şeybak Han, burada nüfuz ve kudretini artırarak Türkistan’ın içişlerine karışacak duruma gelmiştir. Bir ara, bu dönemde Hüseyin Baykara adına Abdulhalık Firuzşah tarafından idare edilen Hârezm üzerine bir sefer düzenleyen Şeybak Han, Ürgenç’i kuşattı ise de başarılı olamamıştır.62
Şeybak Han, o dönemde daha önce ifade ettiğimiz Timurîler arasındaki mücadeler ve siyasî bölünmüşlük sebebiyle ciddî bir mukavemet görmeden Semerkand civarına kadar ulaşmıştır. O vakit Timur’un payitahtı Timurîlerden Sultan Ali Mirza tarafından idare edilmekte idi. Şehri kuşatan Şeybak Han, Buhara emiri Muhammed Baki Tarhan’ın şehre yardıma geldiğini öğrenince kuşatmayı kaldırıp Buhara’ya yöneldi. Kuvvetlerinden mahrum kalan Buhara 1500 yılında Şeybak Han’a teslim oldu.63
Batı tarafından kendini emniyete alan Şeybak Han, tekrar Semerkand üzerine yürüdü. Semerkand da aynı yıl içinde aynı kaderi paylaşmak zorunda kaldı.64 Daha sonra Babür, şehrin ileri gelenlerinin iş birliğiyle yukarı mahallelerden de yardım alarak Semerkand’ı Şeybak Han’ın elinden kurtardı. Ancak birkaç ay sonra hücüma geçen Şeybak Han’ı Zarafşan boyunda, Sarı-Köl yakınında karşılayan Babür, ağır bir hezimete uğrayarak Semerkand’a sığınmak zorunda kaldı ise de savaşlardan bıkmış olan halk, Şeybak Han’ın kuşatmasına ancak dört ay dayanabilmiş, neticede şehir 1501 yılında teslim olmuştur. Ancak, kız kardeşi Hânzâde Begüm’ü Şeybak Han’ın eline bırakarak kaçabilen Babür, Taşkent’te dayısı Mahmud Han’ın yanına sığınmıştır.65
Sır-Derya’nın yukarı taraflarında yürüyüşüne devam eden Şeybak Han, 1503 yılında eski hâmisi Mahmud Han (Hanike) ile biraderi Ahmed (Alaça) Han ve Babür idaresindeki kuvvetleri dağıtmasından sonra Taşkent ve Şahruhiye şehirlerini işgal etti.66 Timurîlerden Bediüzzaman Mirza’nın idare ettiği Belh muhasara edildi. Ardından Şeybak Han, Hisar ve Kunduz hâkimi Kıpçak sultanlarından Hüsrev Şâh’ı firara mecbur etti. 1504 baharında Fergana’ya girmesiyle de Maveraünnehir’in fethi tamamlanmıştır. Bu sırada, Andican ele geçirilmiş ve şehri müdafaa eden Şeybak Han’ın eski müttefiki Sultan Tenbel de idam edilmiştir.67 Ele geçirdiği şehirlerin idaresini yakınlarına bırakarak devletinin merkezi olarak da Timur’un payitahtı Semerkand’ı seçen Şeybak Han, böylece Timurîlerin Türkistan’daki hâkimiyetinin sona erdiğini ilân etmiş oluyordu.
Şeybak Han, Timurîlerin ikinci büyük payitahtı Herat’a yürümeden evvel, Hüseyin Baykara’ya bağlı Hârezm’i ele geçirmek zorunda olduğunu bilmekte idi. Çünkü Hârezm’in her taraftan Şeybak Han’a tehdit oluşturması mümkün görünüyordu. Bir taraftan, Deşt-i Kıpçak’ta kendisiyle mücadele hâlinde olan kabileler, bir taraftan savaşçı Türkmenler, diğer taraftan da Hüseyin Baykara’nın Hârezm üzerinden saldırma ihtimâli bulu
nuyordu. Yine Hârezm, İtil (Volga) ırmağı üzerinden Rusya’ya, Doğu ve Güneydoğu İran’a ve Hindistan’a ulaşan ticaret yolunun Horasan gibi mühim bir güzergâhı idi.
Şeybak Han, 1505 yılında, Hârezm fethine başlamıştır. Türkistan şehirleri içinde ona karşı en uzun direnmeyi gösteren şehir, Hârezm’in merkezi Ürgenç olmuştur. Çin Sûfî tarafından müdafaa edilen şehir, ancak on aylık bir muhasaradan sonra ele geçirilmiş ve gecikmiş olarak yardıma gelmiş olan mezkur Hüsrev Şah da yedi yüz askeri ile birlikte kılıçtan geçirilmiştir. Şehir ağır tahribat görmüş, maiyyetiyle birlikte öldürülen Çin Sûfî’nin yerine, Kiçik-Bi (yahut, Köpek-Bi) daruga olarak tayin edilmiştir. Ürgenç’in müdafaasına çok sayıda Türkmen’in iştirak etmiştir. Bu sebeple, Şeybânînâme’de Hârezm kuşatması Özbeklerle Türkmenler arasında olan bir savaş gibi takdim edilmektedir.68
Şeybak Han’ın zuhurunda Timurîlerin en güçlü hükümdarı olan Hüseyin Baykara’nın, gelişen bu büyük tehlike karşısında ciddî bir gayreti olmamıştı. Babür’ün bu konuda haklı şikayetlerine muhatap olan Hüseyin Mirza, ancak tehlikenin kapısını çalması üzerine, isteksiz bir şekilde faaliyete geçer. 1506 yılında Amu Derya’yı geçip Horasan’ın fethine girişmiş olan Şibanî Han’ın doğrudan Herat’a yürüme ihtimalinin belirmesi üzerine yaşlı hükümdar, bütün Timurîleri yardıma çağırır. Kendisinin de yardıma çağrılması üzerine Babür, bu hususta ne kadar istekli olduğunu; Şiban han gibi bir düşman üzerine herkes ayakla giderse bizim başla gitmemiz lazım diye ifade etmektedir.69 Ancak, Hüseyin Mirza’nın Murgab suyu taraflarına doğru Şeybak Han üzerine yürüdüğü sırada, Baba-İlahi’ye geldiği zaman yolda rahatsızlanarak ölmesi ile bu teşebbüs de akim kalacaktır (5 Mayıs 1506).70
Taht mücadeleleri ile devletin parçalanıp kolayca Şeybak Han’ın eline geçeceği endişesine düşen ümera, Hüseyin Mirza’nın yerine oğulları Bediüzzaman Mirza ile Muzaffer Mirza’yı birlikte Herat tahtına çıkarmayı uygun bulmuşlardır.71 Babür; bu garip bir durum idi ki hiç bir zaman hükümdarlıkta ortaklık duyulmamıştı diye Timurîlerin Şeybak Han karşısındaki aczini ifade etmektedir.72 Timurîlerin yardımına koşmuş olan Babür, isteksizlik ve kararsızlıklarını görünce onları kendi hallerine bırakıp Kâbil’e dönmüştür.73
Bu esnada, Şiban Han’ın Horasan’da olmasından faydalanan Kazak sultanları, hep yaptıkları gibi, Maveraünnehir’de yağma akınlarında bulunmuşlardı. Şeybak Han, bu eski ve fırsatçı düşmanlarını cezalandırmak maksadıyla tekrar Deşt-i Kıpçak üzerine yürüyerek mühim karagâhlarından olan Kara Abdal’a kadar ulaştı.74 Şeybak Han’ın bu seferi, Kazak hanı Burunduk’a (1480-1511) büyük darbe vurmakla beraber, daha tehlikeli düşman olan Burunduk’un rakip kardeşi Kasım Han’ın (1511-1518) kuvvetlenmesine yol açmıştır.
Kazak gailesini bir süre için bertaraf ederek Maveraünnehir’de durumunu sağlamlaştıran Şeybak Han, yarım bıraktığı Horasan’ın fethine tekrar girişecektir. 1507 yılı başında Amu Derya’yı geçerek önce kendiliğinden teslim olan Andihûd’a girmiş, ardından Sistan hâkimi Şecâaddin Zünnûn Argun’u tahtan indirip katletmiştir. Badgis yakınlarında Timurî ordusunu yenilgiye uğratmasının ardından 1507 yılı 19 Mayısı’nda Herat’ı kolaylıkla ele geçirmiş ve şehir iki gün boyunca yağmalanmıştır. Payitahtın düşmesinden sonra kısa sürede Horasan’ın diğer şehirleri de ona teslim olacaktır. Yenilgi üzerine Bediüzzaman ve Muzaffer Hüseyin Mirza Cürcan taraflarına kaçmışlar, fakat bir müddet sonra Muzaffer Hüseyin Mirza burada hastalanarak ölmüştür. Bediüzzaman Mirza ise Şeybak Han’ın Cürcan’a yürümesi üzerine Azerbaycan’a kaçıp Safevîlere sığınmak zorunda kalmıştır. Daha sonra, Çaldıran zaferinin ardından Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim ile İstanbul’a dönen Bediüzzaman Mirza, 1517 yılında burada ölmüştür.75 1508 yılına gelindiğinde Timurîlerin bütün toprakları artık Şeybak Han’ın eline geçmiş idi ve Maveraünnehir, Fergana, Hârezm ve Horasan’ı içine alan bu çok geniş ülkenin yeni hâkimi, Özbek hanedanı oluyordu.76
Şeybak Han’ın Orta Asya’yı istila ettikten sonra da Kazak hanları ile münasebeti kötü olmuştur. Onun Deşt-i Kıpçak’tan uzaklaşması, genç Kazak Devleti’nin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Bu sahalarda meydana gelen boşluğu, Ural ırmağına kadar olan bölgeyi işgal etmiş olan, Kazak hanı Kasım Han doldurma çabasında idi. Ancak, onun devleti Ebulhayr Devleti’ni hatırlatmaktadır. Ona tâbi kabile ve uruğlar, reisleri idaresinde müstakil hareket etmekteydiler. Kasım Han, Maveraünnehir’i talan etmek yanında, Ebulhayr Han gibi, bol otlakları yanında Sır-Derya havzasındaki ticaret ve zanaatkârlık bakımından ehemmiyete sahip olan Otrar, Savran ve Yesi gibi şehirleri de ele geçirmeye çabalamaktaydı. Rûzbehân’ın ifadesine göre; Kazak sultanlarından Caniş Sultan, Taniş Sultan ve Ahmed Sultan’ın her birinin emrinde elli binden ziyade asker bulunmaktaydı.77
1508’den itibaren Türkistan siyasetini tamamıyla değiştiren Şeybak Han, önceleri şehirleri yağmalayan bir istilâcı hüviyetinde iken bu tarihten sonra, artık Türkistan’ın hâmisi gibi davranmaya başlamıştır. Gerek ilkin Moğol ve Kazakların Orta Asya’nın medeni muhitlerine tecavüzlerine karşı, gerekse bir müddet sonra Yeni Çağ Türk-İslâm tarihî seyrini derinden etkileyen Safevî Şiiliği’ne karşı Türkistan’ın hâmiliğine soyunmak, gençliğinde buralarda eğitim görmüş Şeybak Han için hiç de zor olmamıştır. Zaten, seferlerinde küçük kütüphanesini
yanından ayırmayan, âlim ve fâzıllara hürmet eden, ilmî meselelere meraklı, ana dili Türkçe yanında Farsça ve Arapçaya vâkıf iyi bir şair olan78 Şeybak Han’ın şahsiyeti ile bu yeni siyaseti daha mütenasib düşmekte idi. Babür’ün onun hakkında kullandığı; zevksiz beyitler söyleyen, kaba ve cahil adam gibi ifadeleri79 ise gerçekleri yansıtmayan düşmanlıkla söylenmiş sözlerdir.
1508 yılında Timurîlerin siyasî varlığının yegâne temsilcisi sıfatıyla Kabil’de tutunmuş olan Babür’e son bir darbe vurmak için Afganistan’da faaliyetlerde bulunan Şeybak Han, Kandahar’ı almak üzereyken yokluğunu fırsat bilen Kazaklar, Caniş ve Ahmed sultanlar idaresinde Semerkand ve Buhara taraflarında yağma hareketlerinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine 1508 yılı sonlarında Buhara’ya dönen80 Şeybak Han, 1509 yılı başlarında bütün Şiban ulusu sultanlarını (şehzâdelerini) Buhara’ya toplayarak, Cengiz’in 1206 yılı kurultayını hatırlatan, bir kurultay düzenlemiştir. Kazak gailesinin görüşüldüğü bu kurultaydan daha önemlisi, Şeybak Han’ın Buhara ülemasından kendi soydaşları Kazak sultanları üzerine yürümek için cihat fetvası almış olmasıdır ki, ardından, Şiiliğin en şedit muârızı Nakşibendiye tarikâtının kurucusu Buhara yakınlarında medfun bulunan Bâhaüddîn Nakşibend’in kabrini ziyaretini81 de onun bu yeni siyasetinin icabı olarak kabul etmek gerekir.
Neticede, ordusu ile harekete geçen Şeybak Han, 1509 yılı Martı’nda Kazak sultanlarından Câniş Sultan’ın karargâhı olan Kara Abdal’a ulaştı. Kaçan Caniş Sultan takip edilerek öldürüldü. Yine bir Özbek kuvveti Kazak sultanlarından Taniş Sultan’ın karagâhını basarak ağır kayıp verdirdi. Ancak, Kazak hanlarından Burunduk ve Kasım Hanların üzerine yapılan sefer, şiddetli kış şartları sebebiyle hedefine ulaşamamış, çok sayıda asker ve hayvanın telef olmasına yol açmıştır.82 Şeybak Han, kuzeyde kalabilecek durumda değildi. Çünkü, güney komşuları Safevî Devleti, büyük bir tehdit oluşturmaktaydı.
Bu devlet adını Safeviye tarikâtının kurucusu Şeyh Safiüddîn’den (ölm. 1334) almıştır. Başlangıçta Sünnî karakter arz eden bu tarikat, Şeyh Cüneyd (ölm. 1460) zamanında tamamiyle siyasî gayeler taşıyan bir teşekkül hâline gelmiştir. Şiiliği bunun için en güçlü vasıta olarak gören Şeyh Cüneyd’in bu arzusu, ancak torunu Şah İsmail tarafından gerçekleştirilecektir. Önceleri, sâdece baba ve dedesi ile müritlerine karşı girişilmiş olan şiddet hareketlerinin intikamını almayı ve Akkoyunluların vârisi sıfatıyla Şii bir devlet kurmayı tasarlamış olan Şah İsmail, çok geçmeden isteklerinden fazlasına kavuşmuştur.83 O, kısa zamanda Akkoyunlu ve Karakoyunlu bakiyesi ile çoğu Anadolu’dan gitme Rumlu, Ustacalu, Tekelü, Şamlu, Dulkadır gibi Türkmen boylarını84 yeni bir dinî heyecan ile bir araya getirmek suretiyle İranda siyasì birlik kurmağa muvaffak olmuştu. XVI. asır başlarında, Şiban Han’ın Timuriler ile mücadeleleri devrinde Horasan ve Azerbaycan’dan başlayıp, Bağdat’a kadar olan yerleri işgal etmiş olan Şah İsmail, Horasan’ı da Şibânîlerin elinden çekip almaya gayret etmekteydi.85 Tabii olarak, şimdiye kadar elde edilen büyük başarıların verdiği zafer sarhoşluğu içindeki Şiban Han’ın buna izin vermesi beklenemezdi. Bu sebeple, güneyde savaş kaçınılmaz hâle gelmiştir.
Orta Asya ahalisinin Sünnî olmasına mukabil, İran, Azerbaycan ahalisi ise Şiî idi. Uzun süredir, bu iki mezhep ileri gelenleri ile bunlara bağlı olan cahil çoğunluk arasında sert bir mücadele devam ediyordu. Timurîlerden Ebu Said devrinde, Nakşî şeyhi Hoca Ahrar’ın gayretleriyle, bu mücadele daha da şiddetlenmiştir. Şah İsmail, Şiîlerinin hâmisi sıfatıyla ortaya çıkıp, bütün siyasî faaliyetlerini bu temel üzerine inşa etmişti. Buna mukabil, Orta Asya’da Şiîliğe karşı mücadeleyi yürüten Hâcegân diye adlandırılan Nakşî tarikatının mensubu olan Şeybak Han da Sünnîliğin hâmiliğini üstlendi.86 İşte bu sebeple, bu siyasî hakimiyet mücadelesi, bir mefkure mücadelesi şeklini alacaktır. Şah İsmail ile Şeybak Han arasındaki mezhebî rekabet o safhaya varmıştı ki; Şeybak Han, Şah İsmail’in on iki dilimli kızıl tacına karşılık başına yeşil sarık sardığından kendisine Yeşilbaş lakabı verilmişti.87
Bu sırada, Kazak seferinden dönmüş olan Şeybak Han, Türkistan ahalisinin kalbini kazanma faaliyetlerine hız vermiş olup, Savran, Yesi, Semerkand’da medrese ve vakıfları ihya etmekle meşguldü.88 Daha sonra, ordusunun bir kısmına yurtlarına dönme izni veren Şeybak Han, ordusunun kalan kısmı ile 1509 yılı Mayısı’nda Horasan’a doğru yöneldi.89 Şeybak Han, imar faaliyetlerine burada da devam etmiştir. Hatta Rûzbehan, onun Tûs şehrinin imaretlerini tamir ettirmesinden dolayı şehrin han yâdigârı diye anıldığını ifade eder.90
Şeybak Han, Şah İsmail’in mühim bir güç olarak belirmesinden sonra, onu Sünnî mezhebine davet eden tehditkâr mektuplar yazmaya başlamıştır. Bunların cevapsız bırakılmasını kendi kuvvetine yoran Şeybak Han, Horasan’ın güney taraflarında fetih hareketlerine girişecektir. Şah İsmail’in bu husustaki şikayetlerini ihtiva eden mektubuna karşılık Şeybak Han, daha da ileri giderek ona derviş kaşkülü ve asası ile birlikte atalarının yolu olan dervişliğe dönmesini, askerliği ise Cengiz soyunun temsilcisi kendisine bırakmasını tavsiye ettiği alaycı bir mektup göndermiştir. Savaşa hazır olan Şah İsmail; “dervişliğimin icabı olarak ceddim İmam
Rıza kabrini ziyaret için Meşhed’e geliyorum’’ diyerek hemen taarruza geçmiştir.91
Bu esnada Firuzgûh’da bir isyanı bastırmakla meşgul olan Şeybak Han, Kırgız seferinde olan oğlu Muhammed Timur’un feci bir yenilgiye uğradığı haberini aldı. Böylece, bir anda üç taraftan -Firuzgûhdaki asiler, Kırgızlar ve Şah İsmail’in oluşturduğu- tehdit ile karşı karşıya kalmıştı. Ayrıca, mühim bir kısmından mahrum olduğu ordusu da uzun seferlerde yorulmuş bir durumda idi. Kendine bağlı sultanlardan kısa sürede yardım alma umudu da bulunmadığından, tek çare olarak, Şah İsmail’i Merv Kalesi’ne çekilmek suretiyle karşılamaya karar verdi.92
Bu durum karşısında bir netice alamayacağını anlayan Şah İsmail, Şeybak Han’a alaycı ve tahrikkâr bir mektup gönderip; Meşhed’e gelme hususunda kendi verdiği sözü tuttuğunu belirtmiş, ayrıca Özbek ordusunu kaleden çıkarmak için, Azerbaycan’daki gelişmeler üzerine dönmek zorunda kaldığını bildirmek suretiyle de askerî bir hileye başvurmuştur. Gerçekten de hile netice vermiş, çekilme görüntüsü veren Safevî ordusunu gafil avlamak isteyen Şeybak Han, hazırlıksız ordusu ile Şah İsmail’in peşine düşmüştür. Akıbetinden habersiz yürüyüşüne devam eden Şeybak Han, Murgab suyu kıyısında pusuda bekleyen ve geçiş noktalarını tutmuş olan on yedi bin kişilik Safevî ordusunun çemberi içinde kalmıştır. 2 Kasım 1510 yılında meydana gelen muharebede, kuvvetlerinin yarıdan fazlasını kaybeden Şeybak Han’ın canını kurtarmak için giriştiği huruç hareketi netice vermemiş, sadık adamları ile birlikte kısa sürede yakalanıp katledilmiştir.93
Şah İsmail, Şeybak Han’ın kafatasını içki kâsesi yapmakla iktifa etmemiş, Hasan Rumlu ve ondan naklen İskender Beg Türkmân’ın bildirdiği bir rivayete göre, bunun üzerine bir beyit yazdırdıktan sonra İstanbul’a Sultan II. Bayezid’e94, Memluk tarihçisi İbn ‘İyas’ın verdiği diğer bir rivayete göre de; Memlük Sultanı Kansu Gavri’ye göndermiştir. İbn ‘İyâs; Memlük Sultanlığı’na gözdağı vermek maksadıyla Şiban Han’ın kafatasının Şah İsmail tarafından üzerine Arapça bir şiir yazıldıktan sonra süslü bir kutuya konarak Kansu Gavri’ye gönderildiğini, hatta, bu şiire Mısır’da iki yüzden fazla şair ve edibin nazire yazdığını bildirir. Kansu Gavri bu kafatasını bir merasimle Kahire’de gömdürmüştür.95 Bu hususta Togan, İbn ‘İyas’ın verdiği ikinci rivayeti doğru bulur.96 Vamberi tarafından da dile getirilmesi sebebiyle yaygınlık kazanan ilk rivayet, Osmanlı kaynaklarınca tasdik edilmemektedir. Ayrıca, o vakitte Şah İsmail’in Şeybak Han’ın kafatasını kendisine karşı ciddî bir muhalefet içerisinde bulunmayan hatta, bu tavırları sebebiyle oğlu şehzade Selim tarafından ikaz edilen Sultan II. Bayezid yerine, Sünnî Abbasî halifesinin hâmisi durumundaki Kansu Gavri’ye göndermiş olmalıdır. Ancak, bir Venedik elçisinin raporuna dayanarak Hammer’in naklettiği Şeybak Han’ın kafatası olmadığı halde yalnız başının İstanbul’a gönderilmiş olduğu iddiası97 da mümkün görünmekte ve hatta, farklı rivayetleri izah eder mahiyettedir. Yani, Şah İsmail, Şeybak Han’ın kafatasını Kahire’ye göndermek suretiyle Kansu Gavri’ye meydan okurken, kafatası içinde olmadığı hâlde başını da İstanbul’a göndererek göz dağı vermek istemiştir.
Katlinde altmış bir yaşında olan Şeybak Han’ın sağ eli de kesilerek, Safevîlere karşı kendisinden sürekli yardım talebinde bulunan Mâzenderân hükümdarı Aka Rüstem’e gönderildiği rivayet edilmektedir.98 Cesedinin geri kalan kısımları, ölümünden birkaç ay önce Semerkand’da yaptırmış olduğu medresedeki türbesinde defnedilmiş ve burası da bir müddet sonra ziyaretgâh olmuştur.99
Orta Asyalı fâtihlerin sonuncusu olarak takdim edilen Şeybak Han, Özbeklere en güçlü devrini yaşatmıştır. Onun zamanında, Deşt-i Kıpçak’ta yaşayan göçebe Özbek kabilelerinin büyük çoğunluğu Fergana, Maveraünnehir ve Hârezm gibi medenî Türk bölgelerine gelip yerleşmişler, böylece buraların bu günkü etnik yapısının belirlenmesini sağlamışlardır. Ebulgazi ve Munis’in bildirdiğine göre; Şeybak Han’ın Maveraünnehir’i almasından sonra, Özbek kabilelerinin büyük çoğunluğu yeni fethedilen yerlere göçmüşler, hatta Şîbânî yurdunda Yâdigâr Han oğlanlarından başka kimse kalmamıştır.100
Dostları ilə paylaş: |