Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə133/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   179

Başına gelen bütün bu felaketlerin bir sebebi olduğuna inanıyordu ve talihinin dönmesini Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in başına gelen bir felâkete bağlamaktaydı. Halbuki, O’nun ölümü kendisine haber verilmemişti. Ama, çevresine söylediklerinden Gazi İhtiyâr ed-dîn Muhammed Bahtiyâr Kalaç’ın bunu hissettiği anlaşılıyor. Neticede, O da, efendisi gibi 1206’da son nefesini verdi.71

C. Mu’izzi Melikleri

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, her ne kadar başlangıçta ağabeyi Sultan Gıyâs ed-dîn’e bağlı idiyse de, O’nun 1203’de ölümünden sonra tamamen müstakil hareket etmiştir. Aslında Hindistan, Mu’izz ed-dîn’in kendi adına fethedilen bir yer olması sebebiyle mülkü sayılıyordu. Bundan dolayı da kendisine varis olarak gösterdiği Memlûk kumandanlarına kalmıştır.72

Türkleri çok seven, onları hizmetine alıp yüksek mevkilere tayin eden Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in yanılmadığı zamanla anlaşılmış, Gurluların hakim olduğu diğer bütün topraklar 1215’de Harezmşâhların eline geçmiştir.73 Ama, Hindistan’da hakim olunan yerler, siyâsî varlığı 1857’ye kadar devam eden ve tesirleri günümüze kadar ulaşan bir hakimiyetin temellerini teşkil edecektir. Bu sonuç, O’nun ölümünden sonra Kirman ve Gazne’de Yıldız, Sind’de Kabaca ve Dehli’de de Aybeg’in iktidarı ele almasıyla sağlanabilmiştir. Esasen Gurlular adına Kuzey Hindistan’ın fethi, daha sonra Babur’da görüleceği gibi sadece bir kişinin, yani Sultan Mu’izz ed-în Muhammed’in şahsî gayretine dayanmayıp, başlangıçta O’nun adına hareket ettikleri için kaynakların “Mu´izzî Melikleri” diye adlandırdığı74 Türk kumandanların ortak çabalarının bir neticesiydi.75 Dolayısıyla hanedana mensup diğer Gur melikleri bu topraklar üzerinde hiç bir hak iddia etmedi.

1. Tac ed Dîn Yıldız

Mu’izzî meliklerinden Yıldız, Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed tarafından küçük yaşta hizmete alınmış bir Türk idi. Dürüstlüğü ve güzel görünüşüyle dikkati çekmiş ve emir rütbesi ile şereflendirilerek Sankran ve Kirman valiliklerine atanmıştır. Sultan nezdinde büyük itibara sahip olan bu Türk Emir, iki kızından birini Aybeg’e, diğerini de Kabaca’ya vermişti.76

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, 1205’te Hindistan’a son seferini yaparken mutad olduğu üzere yine Kirman’a uğramış ve Yıldız, kendisini her zaman olduğu gibi karşılayarak bin elbise takdim etmişti. Sultan, bunlardan birisini bizzat kendisine ayırırken Yıldız’a hil’at giydirmiş ve birliklerine siyah üniforma tahsis etmek suretiyle ölümünden sonra Gazne tahtına O’nun geçmesini arzu ettiğini belirtmişti. Sultan’ın suikasta uğramasından sonra, diğer Gur emir ve melikleri Firûzkuh’taki Sultan Mahmud’u Gazne’ye çağırmışlarsa da, O, bunlara iltifat etmemiştir.77 Sonuçta Yıldız, Tac ed-dîn ünvanını alarak Gazne’de Gur tahtına oturdu. Kısa sürede bütün bölgeyi hakimiyeti altına alarak bir karışıklığa fırsat vermedi.

Tac ed-dîn Yıldız, Gazne ve çevresinde işleri düzene koyduktan sonra aniden Lahor üzerine yürüdü. Pencâb’ı kaybetmek istemeyen Aybeg, 1206’da Yıldız’ı mağlub

ederek Gazne’yi zapt etti.78 Bu zaferi kutlamak üzere eğlenceye daldığı bir sırada Tac ed-dîn Yıldız’ın halkın desteğini alarak gerçekleştirdiği baskın Aybeg’e hatasını göstermiştir. Yapılacak bir şeyin kalmadığını gören Aybeg, Seng-i Surh yoluyla Lahor’a ulaşmak suretiyle canını kurtarabilmiştir79 ve bundan böyle Lahor ile Dehli’ye hakim olmakla yetinmiştir.

Gazne’yi tekrar ele geçiren Tac ed-dîn Yıldız, Firûzkuh Sultanı’na borcunu ödemekte gecikmedi. Zira, isyan ederek Harezmşâhların yanında yer alan Melik Hüseyin Harmil Gur ve Gazne ordusunun önünde tutunamayarak kaçtı. Bu arada Sicistan’a girilerek Sistan kuşatılmış, kalenin düşürülememesi üzerine Melik Tac ed-dîn Harb ile sulh yapılarak, bölgede sukûnet sağlanmıştır. O sırada isyan eden Emir-Şikâr Nasr ed-dîn Hüseyin mağlûb edilmiş ve Harezmşâhlara sığınmak zorunda bırakılmıştı. Fakat bir müddet sonra dönmüş ve Vezir Müyyedü’l-Mülk Mehmet Sancarî ile beraber bir suikast sonucu ortadan kaldırılmıştır. Bu olaydan kırk gün sonra da; 1215’te Harezmşâh Sultan Mehmet, Toharistan üzerinden Gazne’ye saldırmış ve Gerdiz, Kerahiye (; Kördü dere) bölgelerini zapt etmiştir. Bu beklenmedik gelişme karşısında başkenti terk eden Sultan Tac ed-dîn Yıldız Seng-i Surh yoluyla Lahor’a çekilmek zorunda kaldı.80

Gazne’yi Harezmşâhlara kaptırdıktan sonra Thanesar’a kadar olan Pencâb bölgesini kontrolü altına alarak önemli ölçüde güçlenen Tâc ed-dîn Yıldız’ın bir sınır tartışması yüzünden81 Dehli Türk Sultanı İltutmuş ile arası açılmış ve bu iki Türk hükümdarı Ocak 1216’da, Tarain düzlüklerinde karşı karşıya gelmiştir. Yapılan savaşta yenilen ve yaralı olarak esir alınan Yıldız, hapsedilmek üzere Bedaun’a gönderilmiş ise de, kısa bir süre sonra orada ölmüştür.82

2. Nasr Ed-Dîn Kabaca

Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in memlûklarından birisi olan Kabaca, üstün zekâsı, basireti, etkinliği, kabiliyeti, uzak görüşlülüğü ve tecrübesiyle temayüz etmiştir. Uzun süre Sultanın yakın çevresi içerisinde görev yapmış, böylece sivil ve askerî işlerin inceliklerine vakıf olmuştu. Kutb ed-dîn Aybeg’in büyük kızından Şeyh Alâ ed-dîn Behram Şâh adlı bir oğlu vardı.83

Ucc ve Multan hakimi Melik Nasr ed-dîn Aytum’un 1205’de Andkhut savaşında öldürülmesi üzerine yerine Nasr ed-dîn Kabaca atanmıştı. Bölge aynı zamanda Aybeg’in kontrolünde idi. O yüzden Aybeg ile iyi geçinen Kabaca, birkaç kez Dehli’ye giderek sadakatını göstermişti. O’nun ölümünden sonra ise, tamamen bağımsız hareket etmiş hatta, bütün Sind ile birlikte Sivistan ve Dipal yöresini de ele geçirmişti. Bu arada Taberhinde, Sarsati ve Kuhram gibi Aybeg’e ait topraklara da el koymaktan çekinmemiş, dolayısıyla Sultan Şems ed-dîn İltutmuş ile Tac ed-dîn Yıldız’ın bir süre ittifak yapmasına sebep olmuştu.84 O arada Yıldız, birkaç kez Kabaca’nın hakim olduğu topraklara taarruz etmiş, fakat bir sonuç alamadığı gibi 1215’te Kabaca’nın Lahor’u istilâ etmesine sebep olmuştu. Kabaca da burada tutunamayacak ve Sind’e çekilmek zorunda kalacaktır.85

Tâc ed-dîn Yıldız’ın ortadan kaldırılmasıyla doğan boşluğu büyük ölçüde Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca dolduracaktır. Ayrıca Aybeg’e gönderilen vergilerde istenmesine rağmen gönderilmemişti. Sonuçta Dehli Türk Sultanı İltutmuş, Kabaca’nın üzerine yürümüş ve 24 Ocak 1217’de Lahor önlerinde O’nu bozguna uğratmıştır.86

Türkistan’da Moğolların yükselişi, oradan kaçan pekçok kişinin Sultan Nasr ed-dîn Kabaca’nın yanına sığınmasına sebep oldu. Kabaca hepsinin ihtiyaçlarını karşılayarak Multan’ı dönemin en ileri ilim ve kültür merkezlerinden birisi haline getirdi. Fakat aynı olay, Celâl ed-dîn Harezmşâh’ın bölgeye inmesine de sebep olacaktır. Dolayısıyla bir yandan Çingiz’in Indus kıyılarında görünmesi,87 öte yandan Celâl ed-dîn’in Dipal ve Mekran taraflarına yürümesi, 1221’de Kabaca’yı büyük bir tehlike ile karşı karşıya getirdi.

Celâl ed-dîn’in Doğu Anadolu’ya geçmesiyle bölge kısmen sükunete kavuştu. Fakat bir müddet sonra Moğollar Sind’e indiler. Nitekim 1224’te Nandana’nın zaptından sonra Tuluy Noyan kırk gün müddetle Multan’ı kuşattı.88 Sultan, büyük yiğitlik ve cömertlik gösterdi. Sonuçta Moğollar geri çekildi.89

Moğol akınlarının hafiflediği bir dönemde, 1226’da Kalaçların Sivistan’ın Mansura bölgesini istila etmesi, ortaya yeni bir mesele çıkarmıştı. Bundan sonra Kabaca, Kalaçlar ile mücadele etmek zorunda kalacaktır. Kalaç Melikini mağlup ederek öldüren Sultan Nâsr ed-dîn Kabaca, aynı başarıyı Sultan İltutmuş’a karşı gösteremeyecek ve ileride anlatılacağı üzere onunla girdiği mücadelenin sonucunda 29 Mayıs 1228’de sahneden çekilecektir.90

D. Kutbî Melikleri

1206 yılında Sultan Mu´izz ed-dîn Muhammed’in ölümü üzerine Kuzey Hindistan’ın orta kesimlerinde boy gösteren ve kurucusuna nisbetle “Kutbîler” şeklinde anılan91 hanedan (1206-1211) devam ettirilememiş, kısa sürede ortadan kalkmıştır. Ama, Dehli merkez olmak üzere tesis edilen devlet, 92 yakalaşık yüzyıllık bir dönem hariç tutulacak olursa sürekli, Türk asıllı haredanların yönetiminde XIX. yüzyılın ortalarına kadar varlığını sürdürecektir. Dehli tahtına yükselerek bu devleti kuran ve kalıcı bir şekilde Hindistan’da Türk

hakimiyetinin temellerini atan hanedan’ın ilk hükümdarı da Kutb ed-dîn Aybeg’dir.

1. Kutb Ed-Dîn Aybeg

Türkistan’dan gelmiş, muhtemelen Kıpçaklara mensup bir Türk olan Kutb ed-dîn Aybeg, 93 küçük yaşta Nişabur’a getirilerek İmam Ebu Hanife soyundan Kadı Fahr ed-dîn bin Abdülaziz Kufî’ye satılmıştır. Bu zatın çocuklarıyla birlikte okuma-yazma öğrenip, ilk dinî terbiyeyi alan Aybeg’in atçılık, binicilik ve okçulukta mükemmel bir şekilde yetiştiği görülmektedir. Gazne’de Gur sarayına intikal ederek Sultan Mu´izz ed-dîn Muhammed Gûrî’ye takdim edilen Aybeg, burada ahlâkî meziyetleriyle de temayüz etmiş ve kısa sürede Sultan’ın yakınları arasında yerini almıştır.

Gur Sultanı’nın maiyetinde sıra ile Emir-i Ahurluğa kadar yükselen Aybeg,94 bu görevi esnasında müşterek Gûrlu ordusunun Horasan’da isyan eden Harezmli Sultan Şah’a95 karşı düzenlediği seferde pusuya düşerek esir oldu. Kurtarıldığında, Aybeg’in gönlü alınıp, teselli edildiği gibi, kendisine büyük ihsanlarda da bulunulmuştur96. Ancak onun talihi, Hindistan seferlerinde açılmaya namzetti ve 1191-1192’de yapılan Tarain savaşlarında gösterdiği başarılar üzerine Kuhram ve Samana valiliği verilerek Çauhan memleketlerini feth etmekle görevlendirildi. Aybeg, bu görevi başarıyla yerine getirip, daha önce anlatıldığı gibi Kuzey Hindistan’da geniş bir bölgeyi de feth etmiştir. O sırada, Bihar ve Bengale taraflarında yoktan bir Türk hakimiyeti yaratmaya çalışan Muhammed Bahtiyâr Kalaç’a da yakınlık göstererek desteklemiştir. O’nun için bu Türk komutan ölümüne kadar Aybeg’e bağlı kalacak ve her zaman tabiîlik hukukunun gereğini yerine getirecektir.

Sultan Mu´izz ed-dîn Muhammed, 15 Mart 1206 tarihinde ölümü üzerine Dehli, Bedaun, Ecmir havalisi başta olmak üzere İndus’tan Ganj’a, Himalayalardan Vindhiya dağları eteklerine kadar Kuzey Hindistan’ın orta kesimlerine Aybeg’in hakim olduğu görülmektedir.97 Mu’izzî melikleri içerisinde en kuvvetlisi olup, sivil işlerin idaresindeki başarısı yanında askerî alanda da geniş bilgi ve cesaretiyle temayüz eden Aybeg, Kutb ed-dîn ismini alarak 17 Mart 1206’da Lahor’da müstakbel Hind-Türk imparatorluğu tahtına oturmuş ve sonra da esas merkezi olan Dehli’ye taşınarak, tesirleri günümüze kadar ulaşacak yeni bir Türk Sultanlığı kurmuştur.98

Kutb ed-dîn Aybeg’in 1206-1210 yılları arasındaki sultanlık döneminde önemli bir hadise görülmemektedir. Sadece diğer Mu´izzî Meliklerinden, kayınpederi Tac ed-dîn Yıldız ile Pencâb’ın hakimiyeti meselesinden dolayı arası açılmış ise de kısa sürede bunu halletmiş ve Yıldız’ın Kûhistan dağlarına kaçmasını sağladıktan99 sonra Peşaver’den Tibet dağlarının eteklerine kadar bütün Kuzey Hindistan’ı birleştirdiği gibi, bu toprakları dışa bağlı olmaktan da kurtarmıştır. Bir ara Gazne’ye de hakim olmuş ise de kırkıncı günün sonunda Lahor’a çekilmek zorunda kalacaktır.100

Kutb ed-din Aybeg’in sultan olduğu son dört yıllık dönemde ciddi bir akında bulunmaması ve bu dönemin sönük geçmesi dikkati çekmektedir. Ancak O, daha önce olduğu gibi sıkışık zamanlarda Gazne’den yardım alamayacağının şuurunda görünmektedir. Onun için gerçekçi bir politika ile hakimiyet alanında konumunu güçlendirmek istemiştir. Doğru olan da budur. Zira, kaybedilecek bir savaş, başarısızlıkla bitecek bir akın bütün emekleri boşa çıkarabilir, telâfisi imkansız sonuçlar verebilirdi.

Kutb ed-dîn Aybeg, sarsılmaz bir iradeye sahip, kudretli bir kumandandı. Hem ordu, hem de halkının kalbine girmeyi başarmış ve kendisini sevdirmişti. Onun bu özelliği çeşitli Türk uruğları ile beraber bir kısım yerli ahalinin de kendi emrinde toplanmasına vesile olmuştur. Maiyetindeki Kalaç, Horasan ve Gûrlu askerleri sıkı bir disiplin altında tutması yanında onlara gösterdiği cömertlik ve hoşgörü kazandığı başarılarının temelini teşkil eder. Gûrluların hakimiyet bölgesinde; kendi dışındaki seçkin Türk kumandanlarını akrabalık yoluyla kendisine bağlaması da döneminin diplomatik kuralları arasında geçerli bir yol olmasındandır.

Aybeg, devrinin kaynaklarından olan Târih-i Fahr ed-dîn Mübarekşâhî’de Sultan ve adamları için çok parlak sözler göze çarpar. Keza Hasan Nizâmî, Avfî ve diğerlerinin eserlerinde de aynı methiyeleri ve parlak tasvirleri görmek mümkündür.101 Kısacası O, devrin iyi bir hükümdarı için gerekli bütün özellikleri şahsında toplayabilen büyük Türk hükümdarlarından birisidir. Hakimiyeti altındaki topraklarda tesis ettiği düzen,102 şöhretini çağdaşı olan Türkiye Selçuklu Sultanı III. İzz ed-dîn Kılıçarslan ve Harezmşah Ala ed-dîn Muhammed gibi diğer Türk sultanlarının seviyesine çıkarmıştı. Doğuştan tükenmez azmi, maceracı fakat ihtiyatlı yapısı ne kadar güç olursa olsun onun başarıya ulaşmasına yetiyordu.

Cengâverliği yanında, alimlik yönü de bulunan Sultan Aybeg’in sağlam bir Türklük duygusuna sahip olduğu görülmektedir. O’nun, çağdaşlarının saraylarında konuşulması adet olan Farsçayı terk ederek, Türkçeye ehemmiyet vermesi ve etrafında daha çok Türk kumandan ve beyleri toplaması önemlidir. Bu tavrıyla o, Türk edebiyatının bu gün de önemli eserleri arasında yer alan ve Türkler hakkında verdiği bilgilerle adeta Kaşgar’lı Mahmud’un Divan-ı Lügat’it Türk adlı eserinin ilgili maddesini tamamlayan Fahr ed-dîn Mübarekşâh’ın yetişmesini sağlamıştır.103 Yine O’nun Dehli’yi fethettikten sonra yaptırmaya başladığı ancak halefi Sultan İltutmuş tarafından tamamlanan Kutup Camii ile İbn Battu

ta’nın dünyanın en eşsiz eserleri arasında gösterdiği104 seksensekiz metre yüksekliğindeki Kutup Minar, Hindistan’da günümüze kadar ulaşan ilk İslâmî eserler arasında olup, Türk’ün Hind toprakları üzerinde yükselen muhteşem abidelerindendir.

Sultan Kutb ed-dîn Aybeg, kendisinden önce hiç bir fatihin hayal bile edemediği Hindistan’ın fethini gerçekleştirmiş, harp sahalarında kazanılan zaferlere rağmen elde tutulamayan bu ülkeyi daimi olarak elde tutmanın temellerini atmış ve dışarıdaki bir başkentten değil bizzat Hindistan’ın içinden idare etmiş birisidir.105 Ne var ki, bu büyük fatih, zaferlerinin meyvelerini toplayacak kadar uzun yaşayamadan 4 Kasım 1210 tarihinde, Lahor’da o zamanın meşhur oyunlarından Gûy-ı Çevgân oynarken, talihsiz bir şekilde attan düşerek ölmüştür. Eğer O, zaferlerinin meyvelerini toplayabilecek kadar yaşasaydı, hiç şüphe yoktur ki, başarıları çok daha büyük olurdu. Ancak Kutb ed-dîn Aybeg ile iyi ve başarılı bir başlangıç yapılmış ve güçlü bir merkezî idare kurulmuştu. Halefleri de onu günümüze kadar uzanacak tesirler bırakacak bir hale getirmesini bilmiştir.106

2. Aram Şah

Dehli Türk Devleti’nin kurucusu Sultan Kutb ed-dîn Aybeg’in ani ölümü üzerine Türk emir ve meliklerin desteklediği Aram Şah, Sultan ilân edildi. Onun, Aybeg’in oğlu olup olmadığı pek açık değildir.107 Esasen Aram Şah’ın Aybeg’in oğlu, kardeşi veya bir Türk meliki olması108 da o kadar önemli görülmemelidir. Zira, kuruluşunu yeni tamamlayan Dehli Türk Devleti’nde tahta geçmeyi kesin kaidelere bağlayan herhangi bir sistem bulunmadığı gibi, Aram Şah’ın Sultan ilân edilmesi keyfiyetini ortaya çıkaran husus da İltutmuş’un Lahorda bulunmayışıdır.

Kutb ed-dîn Aybeg’in ölümü, onun kurduğu devleti ortadan kaldırmak isteyenlerin harekete geçmesine sebeb oldu. Dolayısıyla Mu’izzî Meliklerinden Sind Hakimi Nasır ed-dîn Kabaca, Uçç, Multan, Sicistan ve Dipal gibi bir kısım önemli şehir ve mevkileri ele geçirirken sınırdaki bazı müstakil Hindu rae ve racaların da tecavüzkâr bir tavır içerisine girdi. Ayrıca Sultan Kutb ed-dîn Aybeg’e bağlı olarak Bengal bölgesine hakim olan Kalaçlar Dehli ile mevcud bağları koparmakta gecikmedi ve Ali Merdan Kalaç, Lakhnauti Sultanı olarak istiklâlini ilân etti.109 Bütün bunlar Aybeg’in kurduğu devletin henüz sağlam temeller üzerine oturmadığını gösterdiği gibi Dehli Türk Sultanlığına seçilen Aram Şah’ın şahsiyeti hakkında da bir fikir vermesi bakımından büyük bir öneme sahiptir.

Devletin içine düştüğü bu durum karşısında başta Sipahsalar ve Emir-i Dad Ali İsmail olmak üzere bir kısım melikler Sultan Aram Şah’tan umduklarını bulamamış olmalılar ki, Sultan Kutb ed-dîn Aybeg’in damadı ve güvenilir komutanlarından olan Bedaun Muktisi İltutmuş’a haber yollayarak tahta geçmesini istedi. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen İltutmuş, bütün kuvvetiyle harekete geçerek Dehli şehri ve kalesini ele geçirdi. Bunun üzerine Aksungur ve Farukşâh gibi bazı melik ve emirlerin yardımıyla harekete geçen Sultan Aram Şah, Cemne nehri kıyısında, Dehli-Amroha arasında yapılan savaşta yenilerek katledildi.110 Onun, daha bir yılını bile doldurmayan hakimiyetine son verilirken Kutbî hanedenı da tarihe mal ediliyordu.

E. Şemsî Melikleri

I. Sultan Şems Ed-Dîn İltutmuş

Şems ed-dîn ünvanını alarak111 Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturan İltutmuş112 ile, Hindistan’daki Türk hakimiyetinde yeni bir dönem açılmıştır. Cüzcânî ve ondan iktibasla diğer kaynaklar Şems ed-dîn İltutmuş’un kurduğu hanedanı “Şemsiyan-ı Hind” veya “Selâtin-i Şemsî” olarak isimlendirirler.113 Ancak araştırma eserlerinin hemen hemen hepsi, Kutb ed-dîn Aybeg dönemi de dahil olmak üzere 1206-1290 yılları arasındaki iktidarları Memlûk veya Slav hanedanı olarak adlandırır. Bunun sebebi gerek Kutb ed-dîn Aybeg’in, gerekse İltutmuş ve Balaban’ın başlangıçta memlûk olmalarıdır.

Sultan Olmadan Önceki Hayatı

Türkistan’da Kıpçak Türklerinin Uluğ-Borlı kabilesinden114 kendisine bağlı olanlar ve akrabalarının çokluğuyla meşhur olan Aylam Han’ın115 oğludur. Küçük yaşta zekası ve becerikliliği ile dikkati çekmiş, o sebeple de öz kardeşleri veya amcası oğulları tarafından tıpkı Hz. Yusuf kıssasında116 olduğu gibi köle tüccarlarının eline düşürülerek o dönemde dünyanın sayılı şehirlerinden biri olan Buhara’ya getirilmiştir. Burada Sadr-ı Cihân’ın akrabalarından birisine satılan İltutmuş, o ailenin bir ferdi gibi yetişmiş,117 sonra da Hacı Buhara adlı bir tüccarın hizmetine girmiştir.

İltutmuş, bir müddet sonra Cemâl ed-dîn Muhammed Çust Kaba adlı bir köle tüccarı tarafından Gazne’ye getirildi. Onun zeki, faziletli ve yakışıklı birisi olduğunu duyan Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, Çust Kaba’nın verilen fiyatı az bulması üzerine İltutmuş ile birlikte getirilen Aybeg adlı diğer bir Türk memlûkun Gazne’de alınıp, satılmasını yasaklayarak, vakfedilmelerini uygun buldu.

Bir sene kadar Gazne’de kaldıktan sonra Buhara’ya geri götürülen İltutmuş, üç yıl kadar sonra tekrar Gazne’ye getirilmiş ise de, Sultan’ın yasağı kalkmadığından satılamamıştır. 1196 yılında Gucerat seferinden dönüldüğü sırada, Sultan Mu’izz ed-dîn’in gözde kumandanlarından Aybeg’de Gazne’de bulunmaktaydı. Sultan

Mu’izz ed-dîn’in tavsiyesi118 ile Dehli’ye davet edilen Cemâl ed-dîn Çust Kaba’dan satın alınan İltutmuş, Ser-Candarlık görevine getirilmiştir.119

1200 yılında, Galyûr (Gwalior) kalesinin fethedildiği sırada gösterdiği cesaret sebebiyle Emir-i Şikâr yapılarak Bedaun ve Baran ıktaları kendisine verilen İltutmuş,120 1205 yılında Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’in de bizzat iştirak ettiği Gakhar seferinde isyancılara büyük bir darbe vurarak Celâm nehri kıyısında onlardan oniki bin kadarını kılıçtan geçirmiştir. Bunu bizzat müşahade eden Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed, savaş bitip, zafer kazanıldıktan sonra hil’at giydirerek şereflendirdiği İltutmuş’u azad ederek, ona iyi bakmasını Aybeg’e emrettiği gibi, onun ileride daha büyük işler yapabilecek birisi olduğunu belirtmekten de geri kalmamıştır.121 Bunun üzerine Emirü’l-Umeralığa yükseltilen İltutmuş, Aybeg’in kaynaklarda ismi geçmeyen bir kızıyla da evlendirilmiştir.122

Sultan Kutb ed-dîn Aybeg’in öldüğü sırada, Bedaun’da bulunan İltutmuş, akıllı ve ileriyi gören birisi olduğu için Aram Şah’ın tahta geçirilmesini önce sukûnetle karşılamış ve herhangi bir harekette bulunmamıştır. Ancak Dehli’den gelen davet üzerine orada da kendisine müttefik bulduğunu anlayınca, harekete geçmiş ve daha önce işaret edildiği gibi Dehli Türk Devleti tahtını ele geçirerek Şemsî Hanedanı’nın temellerini atmıştır.

Dehli Türk Sultanlığında Düzenin Sağlanması

Sultan Kutb ed-dîn Aybeg öldüğü sıralarda Hindistan’daki Türk hakimiyeti dört parçaya bölünmüş durumdaydı.123 Bunun yanında Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturan Aram Şah’ın, bu topraklarda sulh, sükûn ve istikrarı sağlaması mümkün görünmediği gibi, daha önce mağlup edilerek sindirilmiş olan Hindu raca ve ranaların onun silik şahsiyeti yüzünden tecavüzkâr bir tavır içerisine girdikleri görüldü.124 Türk melikler arasında da üstünlük mücadelesi hızlanmış ve Hindistan’da Türk varlığı kısa sürede tehlikeye düşmüştü.

Dehli tahtına oturduğunda Aybeg gibi Gurlu Devleti’nin desteğine de sahip bulunmayan Sultan İltutmuş, bir yandan uyguladığı akıllı politikalarla, büyük ihsan ve lütuflarda bulunarak bir kısım Türk emir ve meliği kendisine bağlarken, Ser-Candar Türkî gibi muhalefette ısrar eden güçlü melikleri de ezmiş,125diğer yandan orduyu hızla düzene sokarak, vaziyetten istifade etmek isteyeceklere karşı harekete geçmiştir. Bunun sonucunda Ser-Candar Türkî hadisesi sebebiyle isyana kalkışan Calor hakimi Çauhan Rae Udi Şah, kısa sürede tekrar itaat altına alınacaktır. 126

Tâc ed-dîn Yıldız ile Tarain Savaşı

Sultan Şems ed-dîn İltutmuş’un tahta geçtiği sırada Sind’e hakim bulunan Mucizzî Meliklerinden Nâsır ed-dîn Kabaca, Uçç ve Multan’ı ele geçirmişti. Onun bu şekilde güçlenmesi, Tâced-dîn Yıldız’ı rahatsız etmiş,127 dolayısıyla Yıldız ile İltutmuş arasında bir anlaşma zemini ortaya çıkmıştı. Ama, bir müddet sonra Yıldız’ın, tekrar Sultan Mu’izz ed-dîn Muhammed’den intikal eden bir takım hakların peşine düştüğü anlaşılmaktadır.128 Nitekim, Sultan İltutmuş’a “çetr ve durbaş” göndermiş,129 O da, bu oldu bitti karşısında herhangi bir harekette bulunmamıştı.130

1215 yılında Harezmlilere yenilerek Lahor’a çekilen Tâc ed-dîn Yıldız’ın131Thanesar’a kadar olan Pencâb bölgesini kontrolü altına aldıktan sonra önemli ölçüde güçlenip, bütün Kuzey Hindistan’ı ele geçirmek istemesi üzerine bir sınır tartışması bahane olmuş ve iki Türk hükümdarı karşı karşıya gelmiştir.132 Neticede Samana civarında bütün hazırlıklarını tamamlayarak harekete geçen Sultan İltutmuş, Tarain düzlüklerinde karşılaştığı Tâc ed-dîn Yıldız’ı mağlub etmeyi başardı. Yaralı olarak esir alınan Yıldız, hapsedilmek üzere Bedaun’a gönderilmiş ise de, kısa bir süre sonra orada ölmüştür.133 Böylelikle Gazne’nin Dehli üzerindeki hakimiyet iddiaları da kesinlikle sona erdirilmiş olacaktır.134

Nâsır ed-dîn Kabaca’nın

Mağlûb Edilmesi

Tâc ed-dîn Yıldız gibi önemli bir rakipten kurtulan Sultan İltutmuş, Biyah nehri ile Ganj arasındaki Oudh (Evad) Baneres ve Sivalık tepelerinde isyan halinde bulunan bir kısım emir ve melikleri tedib ederek, bölgede sulhu tesis etti. Ancak kısa süre sonra, Sind bölgesine hakim iken Tâc ed-dîn Yıldız’dan boşalan bölgeyi de ele geçirerek güçlenen Nâsır ed-dîn Kabaca ile uğraşmak zorunda kaldı. Esasen Lahor, Taberhinde ve Kuhram yüzünden Sultan İltutmuş ile Kabaca arasında devamlı bir savaş hali vardı. Bu sırada Nâsır ed-dîn Kabaca’nın istenilen vergiyi vermemekte direnmesi, bizzat Sultan İltutmuş’un harekete geçmesini gerektirmiştir. Dehli ordusu karşısında tutunamayacağını anlayan Kabaca’nın geri çekilmek için yaptığı manevralar netice vermemiş ve sıkı bir takipten sonra Lahor’a kapanması önlenip, 24 Ocak 1217’de Çenab nehri kıyısında Mansura civarında savaşa mecbur edilerek müthiş bir bozguna uğratılmıştır.135

Bu galibiyet sonrasında parlak bir törenle Dehli’ye dönen Sultan İltutmuş, Kabaca’dan istediği vergiyi almış olmalıdır. Ayrıca, Kabaca’nın tekrar güçlenmesini önlemek için bu sırada Gazne’den Sind’e akınlar yapmaya başlayan Kalaç Melikleri teşvik edilmiştir. Kaba

ca’nın bunları mağlup etmesi üzerine de, Kalaçlar bölgede bir denge unsuru olarak himaye altına alınacaktır.136

5. Moğol Tehlikesinin Önlenmesi

Dehli Türk Sultanlığı’nı büyük bir devlet haline getirmeye çalışan Sultan İltutmuş’un dış siyâsetini en çok meşgul eden konulardan birisi hiç şüphesiz Hindistan’a yönelen Moğol tehditinin bertaraf edilmesidir. Otrar hadisesi üzerine harekete geçen ve 1220 yılında üst üste kazandığı zaferlerle Harezmşahlar Devleti’ni ortadan kaldıran Çingiz, bir müddet sonra İslâm ülkelerini istilâya yöneldi.137 Bu arada Celâl ed-dîn Harezmşâh’ın 1221 yılında, Afganistan’ın Parvan mevkiinde Moğolları yenmesine138 rağmen, daha sonra yapılan muharebeleri kaybederek139 Sind bölgesine çekilmesi birden bire Hindistan’ı da ön plâna çıkarmıştır.140 Nitekim çok geçmeden Çingiz’in elçileri Dehli’ye ulaşmış ve Lakhnauti, Kamprup yoluyla Çin’e ulaşabilmek için izin verilmesini talep etmekteydi. Bu istek red edilmiş ve Çingiz, Lab yoluyla Tibet üzerinden Çin’e dönmek zorunda kalmıştır.141


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   129   130   131   132   133   134   135   136   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin