Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə28/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   179

Erzincan’daki Gülabi Bey Camii yakınındaki Gülabi Bey Hamamı, eski bir yapı iken 1486 yılında Akkoyunlulardan Emir Seyit Bey’in kızı Zebat Hatun tarafından onartılmıştı. Ancak diğer yapılar gibi bu hamamda 1939 depreminde yıkılmıştır.

Diyarbakır’da Mirza Hamamı (XV. yy.) ile, Harput Kapısı yakınındaki Suakar (Suvvakiye) Hamamı da Akkoyunlu İbrahim Bey’in vakfı iken son yıllarda ortadan kaldırılmış örneklerdendir.

Özelliklerini biraz yitirmiş olmakla birlikte günümüze ulaşmış Akkoyunlu hamamlardan biri de Bayburt’taki Bend Hamamı’dır (Çizim12). Kalenin eteğinde, Çoruh’un kenarında kurulmuş olan Bend Hamamı’nın, XVI. yüzyılın başlarında Pulur’da adına külliye yaptırmış olan Ferruhşad Bey’e ait olduğu tahmin edilmektedir. Ferruhşad Bey’in Pulur’daki külliyeye ait vakfiyesinde adı geçen Bayburt’taki Şingah ve Ciğerşin Mahallelerindeki hamamlardan Şingâh Hamamı’nın bu hamam olması gerekmektedir. Soğukluğu bir hayli değişmiş Bend Hamamı’nın uzun dikdörtgen planlı ılıklığından sonra ortada kubbe, dört yanda beşik tonozla örtülü dört eyvan ve köşelerde de kubbeli dört hücrenin bulunduğu sıcaklık bölümü, nispeten sağlam durumdadır.

Akkoyunluların köprü mimarisi alanında da hakim oldukları topraklarda çeşitli köprüler yaptırdıkları ve mevcut köprüleri onardıkları kitabe, belge ve kaynaklarda ortaya çıkmaktadır.


Geçmişte Anadolu’nun en büyük açıklıklarından birine sahip olan Hasankeyf Köprüsü, her ne kadar XII. yüzyılda Artuklular tarafından yaptırılmış (1116-1117) ise de bu köprünün batıdaki kemeri 1473 tarihinden sonra Akkoyunlular tarafından onarılmışır. Köprünün bu ayaklarında kullanılan tuğlalarla, hemen 300 m. kadar aşağıda bulunan Zeynel Bey Türbesi’nin tuğlaları, bu ilişkiyi akla getirmektedir. Zeynel Bey’in Otlukbeli’nde ölümünden sonra (1473) burada türbesi yapılırken çevre yapıların da onarıldığı düşünülebilir. Köprünün de bu onarımlar sırasında elden geçirilmiş olduğunu M. Sözen eserinde belirtmektedir.

Ahlat’ta Emir Bayındır Külliyesi’nin bir parçası olan köprü üzerinde daha önceden durulmuştu. Ancak, bu köprü son onarımda eski özelliğinden pek çok şey yitirmiştir (Resim 7).

Arapkir-Malatya yolunda, Tohma suyu üzerindeki Sultan Hasan (Kırkgöz) Köprüsü’nün kitabesi bulunmamakla birlikte Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, bu köprünün Uzun Hasan’a ait olduğunu belirtmektedir. Yaklaşık 223 m. uzunlukta ve 22 gözden ibaret köprünün eni, 3.60 m. kadardır. Yakın yıllarda yenilenen köprü, geçmişte bir kaç kez onarılmıştır.

Akkoyunluların daha eski dönemlere ait kaleleri onartarak, şehir savunmasına ve imarına önem vermiş oldukları, çevredeki çeşitli kalelerdeki onarım kitabelerinden anlaşılmaktadır.

Onartılan kalelerden Akkoyunluların, Bayındıriye adıyla tarih sahnesine ilk çıktıkları Ergani’deki Osmaniyye Kalesi’nde; devletin güçlü hükümdarlarından Kara Yülük Osman Bey’e ait 1402-1409 tarihli bir onarım kitabesi bulunmaktadır. Öte yandan Akkoyunluların uzun süre ellerinde tuttukları kuruluşu çok eskilere uzanan Diyarbakır Kalesi’nde A. Gabriel’in LXXV. ve LXXVI. no’lu kuleleri arasında yer alan kitabenin tarihi 1449-1450 olup, kentin yönetimi bu tarihlerde Akkoyunluların elinde bulunuyordu. Bundan başka Diyarbakır Surları üzerindeki iki kitabe de Akkoyunlu dönemine ait onarımları belgelemektedir.

Mardin Kalesi’nde çeşitli onarımlarla, giriş kapısının Akkoyunlular tarafından onartıldığı daha önce belirtilmişti. Buradaki iki kitabe Akkoyunlu devrindeki onarıma işaret etmektedir.

Harput Kalesi’de Uzun Hasan döneminde, etraflı bir onarıma tabi tutulmuştur (Resim 13).

Öte yandan Erzincan ve yöresi, Akkoyunlu tarihinde önemli yeri olan yerleşim merkezlerinden biridir. 1939 depreminden sonra harap şekilde günümüze gelmiş olan Erzincan Kalesi’nde Akkoyunluların onarım yaptırmış olmalarına kesin gözü ile bakılmakta, ancak bu konuyla ilgili bir kanıt elimizde bulunmamaktadır.

Erzurum ve çevresine XIV. ve XV. yüzyıllarda hakim olan Akkoyunlular Pasinler Kalesi’ni de onartmış olmalıdırlar (Resim 14). Erzurum çevresindeki diğer kalelerden Şenkaya’ya bağlı Bardız (Gaziler) Kalesi ile Köprüköy’e bağlı Avnik Kalesi’ni ve Diyadin Kalesi’ni de Akkoyunlular onartarak günümüze taşımış olmalıdırlar.

Gerçi XIV-XV. yüzyıllar, siyasi bakımdan Anadolu’nun en karışık dönemi olduğu için hangi devlet ve toplulukların nereye, nasıl ve hangi boyutta imar faaliyeti ve onarımlarda bulunduğu kesin olmamakla birlikte çeşitli devlet ve beyliklerin, hakimiyet kurdukları bölgelerde pek çok onarım, yenileme ve ekleme yaptırmış olmaları da kaçınılmazdır.

ABU BAKR-I TİHRANİ, Kitab-ı Diyarbakriyya (Yay. N. Lugal-. F. Sümer), Ankara 1962.

AKKURT, N., “Hasankeyf ve Tarihi Köprü”, Karayolları Belleteni, No: 172, Ankara 1969, s. 15-24.

AKOK, M., “Diyarbakır Ulu Cami Mimari Manzumesi”, Vakıflar Dergisi, S. VIII, Ankara 1969, s. 113-140.

ALİ KEMALİ, Erzincan Tarihi, İstanbul 1932.

ALTUN, A., “Safa Camii ve Medresesi”, Arkitekt, C. 40, No. 341, İstanbul 1971, s. 33.

ALTUN, A., Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul 1978.

ALTUN, A., “Mardin Ulu Camii ve Çifte Minareler Üzerine Birkaç Not”, Vakıflar Dergisi, S. IX, Ankara 1971, s. 191-200.

ALTUN, A., Mardin’de Türk Devri Mimarisi, İstanbul 1979.

ARDIÇOĞLU, N., Harput Tarihi, İstanbul 1964.

ARIK, M. O., “Erken Devir Anadolu Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”, Anadolu (Anatolia), No. 11, Ankara 1969, s. 57-119.

ARTUK, İ., “Mardin’de Akkoyunlu Hamza’nın Mezarı”, SAD., S. l, Ankara 1970, s. 157-159.

ARTUK, İ., Mardin Artukoğulları Tarihi, İstanbul 1934.

ASLANAPA, O., Turkish Art and Architecture, London 1971.

ASLANAPA, O., Türk Sanatı, I-II, İstanbul 1972, 1973,

ASLANAPA, O., Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı, İstanbul 1977.

AZİZ B. ERDEŞİR-İ ESTERABADİ, Bezm’ü Rezm (Çev. M. Öztürk), Ankara 1990.

BALİN, R., Diyarbakır, İstanbul 1966.

BARKAN, Ö. L., “Osmanlı Devrinde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Bey’e Ait Kanunlar”, Tarih Vesikaları, C. I, No. 2, İstanbul 1941, s. 91-106.


BAYKAL, B. S., “Uzun Hasan’ın Osmanlılara Karşı Kati Mücadeleye Hazırlıkları ve Osmanlı-Akkoyunlu Harbinin Başlaması”, Karacadağ, C. 4, No 43, Diyarbakır 1941, s. 302-307.

BEYGU, A. Ş., Erzurum Tarihi, Anıtları, Kitabeleri, İstanbul 1936.

BEYSANOĞLU, Ş., Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, C. I. II. III, Ankara 1998.

BORAN, A., Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescitleri, Ankara 2001.

CÖHÇE, S., “Otulukbeli Savaşı’na Kadar Akkoyunlular”, Anadolu Birliğinin Sağlanmasında Otlukbeli Savaşı’nın Yeri ve Önemi Paneli (11 Ağustos 1996)’ne Sunulan Bildiriler, Ankara 1997, s. 121-134.

ÇULPAN, C., Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975.

DİE 1997 NÜFUS SAYIMI, Bayburt Bölümü.

DOLAPÖNÜ, H., Tarihte Mardin, İstanbul 1972.

EBU BEKR-İ TİHRANİ, Kitab-ı Diyarbekiriya (Çev. M. Demirdağ), İstanbul 1999.

EVLİYA ÇELEBİ, Seyahatname, (Sad. Z. Danışman), C. III.

GABRİEL, A., Voyages Archeologiques dans la Turquie Orientale, Paris 1940.

GABRİEL. A., “Mosquees et Medresses Ortokides”, Halil Edhem Hatıra Kitabı, C. I, Ankara 1947, s. 216-217.

GÖYÜNÇ, N., XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, İstanbul 1969.

GÜNDOĞDU, H., Dulkadırlı Beyliği Mimarisi, Ankara 1986.

GÜNKUT, B., Diyarbakır Tarihi, Diyarbekir 1937.

GÜRESŞEVER, G. - Altun, A., “Bayburt Köylerinde Türk Mimari Eserleri”, Sanat Tarihi Yıllığı, III, İstanbul 1970, s. 33-47.

İLTER, F., “Anadolunun Erken Devir Türk Köprüleri ile İran Köprü Mimarlığı İlişkileri”, A. Ü. Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Sayı 9, Ankara 1978, s. 275-320.

KAFESOĞLU, İ., “Ahlat ve Çevresinde Tetkik Seyahati Raporu”, Tarih Dergisi, C. 1, S. 1, İstanbul 1949, s. 167-200.

KARAKOYUNLU, S., Bayburt Tarihi, Ankara 1990.

KARAMAĞARALI, B., Ahlat Mezartaşları, Ankara 1972.

KATİP ÇELEBİ, Kitab-ı Cihannüma, İstanbul 1145.

KOCABAŞ, T. - BOL, N. - USTAOĞLU, E., Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 75. Yılında Erzincan, İstanbul 1999.

KONUKÇU, E., “İki Kabile Devlet Yöneticileri”, Anadolu Birliğinin Sağlanmasında Otlukbeli Savaşının Yeri ve Önemi, Ankara 1997, s. 1-17.

KONUKÇU, E., “Otlukbeli Meydan Savaşı”, Anadolu Birliğinin Sağlanmasında Otlukbeli Savaşı’nın Yeri ve Önemi, Ankara 1997, s-19-44.

KONUKÇU, E., Kara ve Akkoyunluların Yurdunda, İstanbul 1993.

KONUKÇU, E., Otlukbeli Meydan Savaşı, Ankara 1998.

KONYALI, İ. H., Erzurum Tarihi, İstanbul 1960.

KONYAR, B., Diyarbekir Tarihi, C. I, Ankara 1936.

MAYER, L. A., İslamic Architects and Their Works, Geneve 1956.

MİNORSKY, V., “Mardin” mad., İslam Ansiklopedisi, C. 12/1, s. 82-98.

MİROĞLU, İ., “Akkoyunlu Beylerinden Ferruhşad Bey’in Vakfiyesi”, TTK Belgeler, C. XV, 1993, S. 19, s. 183-204.

MİROĞLU, İ., “Bayburt” mad., TDVİA, C. 5, s. 225-229.

MİROĞLU, İ., XVI. Yüzyılda Bayburt Sancağı, İstanbul 1975.

ÖNEY, G., Beylikler Devri Sanatı XIV -XV. Yüzyıl (1300-1453), Ankara 1989.

ÖNEY, G., Türk Çini Sanatı/Turkish Tile Art, İstanbul 1976.

ÖNGE, Y., “Ahlat Emir Bayındır Kümbeti ve Mescidi,” Önasya, C. 5, S. 59-60, Ankara 1970, s. 6-7.

ÖNGE, Y., “Iğdır Amarat (Çakırtaş) Köyü’ndeki Kümbet”, Önasya, C. 5, S. 55 Ankara 1970, s. 8-9.

SARRE, F. -. HERZFELD, E., Archaologische Reise in Euphrat und Tigris-Gebiet, Bd. 2, Berlin 1920.

SAUVAGET, L., “İnscriptions Arabes”, Voyages Archeologiques dans la Turquie Orientale, Paris 1940, pp. 287-374.

SAVCI, S., “Diyarbakır ve Havalisindeki Minareler Çan Kuleleri ve Ulu Camii Hakkında”, Karacadağ, Diyarbakır 1942, C. 5, S. 53, s. 673-677,

SEVGEN, N., Anadolu Kaleleri, C. I, Ankara 1959.

SEVGEN, A., “Anadolu’da Koyun ve At Motifli Mezar Taşları”, Tarih Dünyası C. I, S. 8, s. 333-336.

SÖZEN, M., “Anadolu’da Akkoyunlu Mimarisinin Özellikleri,” I. Milletlerarası Türkoloji Kongresine Sunulan Bildiriler, İstanbul 1973, s. 92-93.

SÖZEN, M., “Aq Qoyunlu Art” Turkısh Treasures, No: 2, İstanbul 1978, s. 44-45.

SÖZEN, M., “Çemişgezek’de Türk Eserleri ve Yelmaniye Camisi”, Sanat Tarihi Yıllığı, S. 4, İstanbul 1971, s. 29-47.

SÖZEN, M., Anadolu Medreseleri, C. I, II, İstanbul 1970, 1972.

SÖZEN, M., Anadolu’da Akkoyunlu Mimarisi, İstanbul 1975.

SÖZEN, M., Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul 1971.

SUNGUROĞLU, İ., Harput Yollarında, C. I, İstanbul 1958.

ŞAHİN, T. E., Erzincan Tarihi, Erzincan 1985.

TABAK, N., Ahlat Türk Mimarisi, İstanbul 1972.

TAŞÇI, A., Bayburt’ta Türk-İslam Devri Dini Mimari, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 1997.

TUNÇ, G., Taş Köprülerimiz, Ankara 1976.

TURAN, O., “Bayburt” mad., İslam Ansiklopedisi, C. II, İstanbul 1949, s. 365-367.

TURAN, O., Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1973.

TURAN, Ş., “Fatih Mehmet-Uzun Hasan Mücadelesi ve Venedik”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 3, S. 4-5, s. 63-138.

USLU, G. A., Gümüşhane ve Çevresinin Tarihi, Sanat Eserleri, İstanbul 1980.

UZUNÇARŞILI, İ. H., Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988.

ÜNAL, R. H., “Monuments İslamiques Pre-Ottomane de la Ville de Bayburt et de se Environs”, Revue des Etudes İslamiques, XL-1, Paris 1972, s. 99-127.

VAN BERCHEM, M. – STRZYGOWSKİ, J., Amida, Heidelberg-Paris 1910.

WOODS, J. E., 300 Yıllık Türk İmparatorluğu: Akkoyunlular (Çev. S. Özbudun), İstanbul 1993.

YALÇIN, O., Diyarbakır, İstanbul 1959.

YINANÇ, M. H., “Akkoyunlular” mad., İ. A. C. I, s. 251-270.

YÜCEL, Y., “Fatih’in Trabzon’u Fethi Öncesinde Osmanlı-Trabzon-Akkoyunlu İlişkileri” Belleten, 194 (1985), s. 287-311.

XI-XVII. Yüzyıllarda Azerbaycan’da

Abidevî Yapıların Özellikleri

DR. RAYİHE B. AMENZADE

Azerbaycan Bilimler Akademisi Sanat Enstitüsü / Azerbaycan


arihi ve coğrafi açıdan Azerbaycan’ın önemli bir yer tuttuğu Orta Doğu bölgesinin dünya kültür tarihine özel bir katkısı vardır. En eski uygarlıklar burada meydana gelmiştir. Geleneklerin, ilkelerin, örneklerin bütünselliği, farklı devirlerde çeşitli düzeylerde sınırdaş ve uzak memleketlerle olan sürekli ilişkiler gibi çok yönlülüğüyle büyük bir sanat olgusu olarak ortaya çıkan parlak Ortaçağ kültürü burada formülleşmiştir. Fakat fazlaca kaybedilmiş mimari anıtlar, eserler, yalnız görgü sahiplerinin betimlemelerinde korunup “saklanmıştır”. Gözde ve herkesçe bilinen eserler ve başlıca olarak da Tebriz minyatür okulunun benzersiz ve hayat nabzının atışının açıkça duyulduğu ve yoğrulduğu yaşantı, töreler, çağın “aroması” ve temel olarak da şehir ponoramasının görüntüsü, “kuş uçuşu” yüksekliklere varan kaleler, anıtsal yapılar, onlarındış ve iç görünüşleri, camiler, saraylar, türbeler, hamamlar, parçalar, fortifikasiyonlar vs gibi harikulade sanat yapıtları, kendi türünün en güzel örnekleri olan minyatürler Ortaçağ’ın kendine özgü “belgeleridir.”

Gelenekler, merkezileştirilmiş devletin halifelik çerçevesinde kültür ve sanatı dev adımlarla gelişiyordu. O’nun sanat ve entelektüel potansiyeli büyüktü; onların serpilip gelişmesi için ise elverişli koşullar yeni feodal temel üzerinde tek bir ekonomik sistemle özendirilmiş iktisadi artışın hızlanması ile belirleniyordu. Bu da doğal olarak, Ortaçağ soyunun bütün yönleri manevi, ekonomik ve siyasi taleplerini karşılayabilecek mimarî görevler dairesinin genişlemesi ile mimarî-inşaat faaliyetinin artmasına yol açıyordu.

XI. yüzyılda uzun süre mimarî-inşaat deneyiminden geçmiş yapı ve binaların kesin tipoloji süresi ile tamamlanma süreci zayıflıyor. Geçmişte yetenekli insanların ilgi ve hayranlığı ile ortaya çıkan sanat aşkları temelinde yerel gelenekler üzerinde doğup, meydana gelen mimarî olgunluk ortaçağ döneminde fevkalade zenginlikleriyle kendisini ortaya koyuyordu. Birbirine yapışık düz çatılı konutlar zemininde şehirlerin esas aksan ve siluetini oluşturan ana meydanların, ana cadde kavşaklarının, topoğrafik bakımdan en ilgi çekici “avuçiçi alanların, (yüzeyin “altın” notlarının) anıtsal binalar, tapınakların, sarayların, sivil ve anıt yapıların inşası için ayrılan zengin ticaret şehirlerinin hızlı büyümesi devlet prestijinin artmasına yardımcı oluyordu. Onlar, yüzyıllar boyu Aran, Nahçıvan, Tebriz, Şirvan-Apşeronun büyük mimarî okullarının billurlaşmış alt yapısını betimliyorlardı.

Muhammet Mescidi ya da diğer adıyla, Şınık Kalesi’nin (1078/9, Bakü, mimarı üstad Muhammet bin Abubekir) bize tümüyle sağlam olarak ulaşan taştan ibadet yapısının, kuleye benzer minarenin tam yanı başında bulunan iki localı kompozisyonu, ülke kuzeyinde bu türden yapıların en erken inşa edileni ve dikey dominantlardan içeri-şehir oluşturma objesi olarak gayet ilginç ve dikkat çekici olanıdır.1 Onun simetrik açılarıyla mihrap nişine uygun olan yarım dairesel çıkıntısı ve kompozisyon yöntemleri Azerbaycan’ın ibadet yapıları için tipiktir (Ali Şah Mescidi, Tebriz, Güney Azerbaycan, 1311-1324).2

Bu sırada Fransız seyyahı Dubois de Montpere’nin “Samhor Direği” diye adlandırdığı minare tipinde bir yapıdan söz etmek yerinde olur. “Samhor Direği” (şu anda izleri de kaybolmuştur-resim. Dübua dö Monpere) mühendislik yönünden pek olgun bir minare olup, gayet kusursuz eksiksiz olarak inşa edilmiş bir yapıttır (Alt kısmının dm. 4 m, yukarı kısmınınki de 3 m. oluşturur)3 60 m. yüksekliğe sahiptir.4 Bu minare Aran mimarlık okulunun kendine özgü çizgilerini yansıtmaktadır, doğal “sınırları” Kür nehri

ile Aras nehri arasında çizilmiştir. Onun kronolojisi ise hemen IX-XIII. yüzyıllar arasına denk düşüyor. Bu enfes minare türünde yapı nehir taşından pişmiş tuğladan, yontulmuş kireç taşından örtülmüş tek parça pitoresk özgül mimari biçiminin büyük plastiğinde firuze rengine boyanmış küçük ölçekli tuğlaların önemli düzeyde kullanımı ile uyumlu şekilde bütünleşerek ifade edilmiştir. Dübua de Monpere’nin bu gelişmiş minare türünü “direk” olarak tanıtması minarenin doğrudan doğruya “direğe” benzemiş olmasıyla değil de, muhtemelen o dönem mimarisinde doğu ile batı mimari inşası malzemelerinin birbirinden keskin çizgilerle ayrılması ile ilgilidir. Doğu mimarisinde, yukarıda söz edildiği gibi, çeşitli yapılarda taş, kireç taşı, nehir taşı, pişmiş tuğla vs. malzeme kullanılmasının yaygın olmasına rağmen Avrupa ve Rusya’da ahşap yaygındı. Batı ve özellikle Rus mimarisinde ibadet yerlerinin, meskenlerinin, özellikle de büyük kiliselerin inşasında ağaç, tahta vb. kullanılıyordu. Üstlerindeki yüksek ensiz, kuleler (Çan kuleleleri) doğu minareleri kadar yüksek yapılmıyordu. Bir mimari yapının minare dışında “direk” olarak nitelendirilmesinin etimolojik nedenlerini de yalnız, yukarda açıkladığımız gibi, doğu ve batı mimari farklı malzemelerden oluşması ve farklı yapı düzeni ile yorumlayabiliriz.

XI-XII. yy. şehirlerinden günümüze yalnız içkale, kale duvarı, minare vs. gibi çok sayıda harabe ulaşmıştır; örneğin, Şemşir içkalesi (XI-XII yy.), Beylegan şehrinin kalesi (XII. yy), Eskipara yakınlığında (Kazak bölgesine ait) inşa kompleksi, eski Gence’de köprü temelleri (XII y.), ünlü Hudaferin Köprüsü’nün temel taş direkleri5 vs. İki türbenin meydana getirdiği ve muhteşem bir estetiğe sahip çok köşeli anıtsal yapının merkez kompozisyonunun mimari tipi Harrakan’da bulunuyor: (1067/8 Zencanlı Muhammet İbn Maki ve 1093 yılında Zencanlı mimar Abül Meali İbn Maki tarafından yapılmıştır).6 Bu yapılarda doğu sanatı görüşüne uygun kalitede süslü (bezemeli) örtünün zengin içeriğiyle XII. yy. mimarisinin aşırı düzeyde ifadeli oluşuna ulaşmış başlıca inşa malzemesi aracı bulunan pişmiş tuğlanın örülme uyumu tüm parlaklığıyla gösterilmiştir. Şunu da kaydedelim ki, daha X. yüzyıl başlarında inşa edilmiş bu türbelerin süsleme programına Yakın Doğu despotluğunun etkisi altında meydana gelen proklamatif (teşvik ve propoganda edilen) sanatın geliştirip ortaya koyduğu formüller, örneğin, “Hayat ağacı” kabartması, (Harrakan’da) hayvan mücadele sahneleri (Ağdam bölgesinin “Haçın Türbetli” türbesi, 1314, Mimar üstad Şahbenzer) dahil edilmiştir.7

Gerek dinsel, gerekse dünyevi alandan olsun, yukarı tabaka temsilcilerinin kişiliğini ebedileştiren türbe kavramı, asgariye inen bir bütün olarak iç alanın ilkesel yönden anlaşılması ile bir anıt gibi göze alınıyordu. Bir bütün gişada kesin olarak ayrılmakla beraber eşitliğini koruyup sağlayan iki kamara boşluğunun içine kapanıklığı ve bitişikliği (bu özellik temel olarak XI. yüzyıla kadarki türbelere aittir) Ortaçağda bu kadar geniş yer alan memoryal (anıtsal türbelerin) yapılış fikrini yanıtlamaktadır.

Ortaçağ Azerbaycan mimarisi gelişiminin genel yolları kontekstinde bölge mimarlık okulunun özgül özellikleri net olarak görülmektedir; onlara sürekli yaratıcılık teması ve sanat deneyiminin karşılıklı alış verişi refakat ediyor.

Bu planda, ülkenin çeşitli bölgelerinde çeşitli tarihi dönemlerde yapılmış veya dikilmiş hiçbir yapı portaller kadar Azerbaycan anıtlarını, benzerliklerine göre birleştiremiyor.8 Söz konusu portallerin kompozisyonu kendisinde onların daha özgül çizgilerini, yöntemsel belirtilerini akümüle ederek, Azebaycan mimari eserlerinin bütünlüğü ve yapılış unsurları sırasında mimari bütünlüğün ana bileşiminde ilk sıralardan birini alıyor.

Azerbaycan’ın hatıra anıtı yapılarının biçimlenmesini oluşturan portal kompozisyonlardan biri Ortaçağ mimarisinde önem kazanmıştır. “Moğollara kadarki” türbelerin portal kapsamlılığı öylesine bir derinlilikle işlenmiştir ki, kompozisyon merkez noktaya kalmış, yani kendi bütünlüğünü muhafaza etmiştir. Daha XII. yüzyılda birkaç tip portal9 Ortasağın transit ticaret merkezinden ve gelişmiş sanat merkezleri bulunan canlı şehirlerden biri olan Merağa’nın (Güney Azerbaycan) hatıra anıtı diğer yapılarında kullanılmıştır. Ülkede mimarlık sanatının önemli işaret (şamantası) ve vakayinamesi sayılan Kırmızı Günbez Türbesi’nin (1148 yılında Mimar Bekir Muhammet İbn mimar Bendan) odayı yapıcı direkle merkez noktaya yerleştirilen asıl mezar odasının (bodrum mezarının) kompozisyon çözümünün başlangıcını tam buradan aldığını söyleyebiliriz (erken örnekler

den yoksunuz). Söz konusu direklerden kenar ve köşelere de sıra kemerleri atılmıştır. Yüzyıl boyunca korunabilen bu olağanüstü zarif, fakat sert yapılış sonuçta Mümine Hatun Türbesi’nin yapılışında (1186/7, daha sonra Anadolu Türbelerinin esas mezar odasında (Kemah’ta) Menguçek Gazi ve hatta Rusya’nın (XV. yy.) tek direkli yemek odalarında bile tekrar edilmiştir; bu da feodalite dönemi Doğu ve Batı mimarlarının mühendislik görüş ve düşüncelerindeki mâlum ortaklığı kanıtlamaktadır.10 Olgusal olarak içine kapanık 3/4 köşeli sütunlarla ön cepheyi oluşturan Kırmızı Kümbed Türbesisinin portal kompozisyonunun olağanüstü plastiği düzgün profillendirilmiş çevreye benzer ve keza düzlüğün esnek çatma sıra kemerli eğrisi ile karakterize edilir. Burada kronolojik olarak ilk kez (muhafaza edilmiş sıralı düzlükler sırasında) portalın kemer alındıklarında sıralanmış düzlük görünüyor.11

Çağın yoğun arayışlarının sürdürülmesiyle gelişen yenilikçi başlangıç sonraki yüzyıllarda portayların evrimini hızlandırdı. Yuvarlak türbe portalı (1167, Merağa) kuvvetli ışık-gölge efektleriyle unsurların detaylaştırılması, süslemelerin incelik ve zerafetiyle içboyutlu-uzaysal çizgiler kazanmıştır. Bu yolda atılan mühim adımlardan biri de Se-Kümbet (1184 yılında, mimar Abu ibn Musa, Urmiye, Güney Azerbaycan) türbesinin portal kompozisyonudur. Burada Kuleli Türbe’nin silindirik bina ile mimar tarafından önemli boyutlara kadar geliştirilen bu portali ender bir örnek sayılmaktadır. Böylece, yapının kulevari görünümü portal, kompozisyonunda mevcut basınç altında kayboluyor. Portal klasik tipi, portal-duvar gözü, XIV. yüzyılda Nahçıvan Mimarlık okulu anıtlarında kural mükemmelliğe ulaşır. Bundan sonraki dönemlerde -XV. ve XVI. yüzyılda aynı tip portallere Bakü ve Erdebil’de rastlıyoruz. Sonuncuda ise bu portallerin mimari yapılı önemli işareti, her şeyden önce, Azerbaycan’ın klasik portal kompozisyonunun evrimindeki son aşamayı oluşturuyordu.12

Elde edilen bilgiler şu gerçeği saptamaya imkan vermektedir. Aynı tip portaller XIV. yy. başlarında Tebriz mimarları tarafından da, kalıntıları ve izleri Tebriz’de şu anda kaybolmuş meşhur Gazaniye ve Rah-e Raşidi13 bölgelerinde yapılmıştır. Çokalanlı yüksek gelişmiş zanaat üretimi Gence, Beylegan, Şemkir, Nahçıvan, Bakü, Tebriz, Erdebil, Hoy, Urmiye, Uşnu vb. şehirlerin hızlı büyüyüp genişlemesine yol açmıştır ki, aynı şehirlerin mimari çehresi askeri stratejik önemli tesislerin -kuleli, kapalı kale duvarları ve keza çeşitli tipten anıtsal türbe yapıları sayesinde oluşuyor.14 Şehirlerin ekonomik esasını su sağlama sistemi oluşturuyordu. Bu da temel olarak hidroteknik tesisler-yapılar, kehrizler, barajlar, artezyen kuyuları, vs. gibi şehircilik (mimarlık) bünyesinin mühim etkenini oluşturan, türbeler, meskenler, konutların yerleştiği meyvalı ve süslü bahçelerin zümrüt vahalarını sulayan, yeşillikleri artıran asıl “kan sağlayan” atar damarlarıdır.

Bilindiği gibi ülkenin, kuzeyinde Şirvanşahlar devletinin yerel kuruluşlarının ve keza, arazileri Azerbaycan’ın güney bölgeleri, İran’ın ve Irak’ın bir kısmı da dahil, Kür nehrine kadar uzanan Azerbaycan’ın Atabeyler-İldegizliler devletinin oluşması XII. yüzyıla rastlıyor.

Siyasi yaşam aktifliğinin artması, kuvvetlenmesi, zanaat ve ticaretin gelişimi yeşil bahçelerin içinde kaybolan ve devamlı olarak çeşitli tipten anıtsal türbeler Nahçıvan’nın geniş boyutlarda büyümesine, gelişmesine yol açtı. Söz konusu anıtsal türbeler nomenklatürü üzerine “Acaip-üt-Dünya” (XIII. yy.) veya “Dünyanın görülmedik gariplikleri” eserinde kimliği belirsiz bir yazar tarafından söz edilen bu gariplikler kil ve kireçten iyice pişirilmiş tuğla ve kiremitlerden ve sırlı briket ve tuğlaların dizilmesiyle kurulmuş şehir civarlarındaki köşkler-banliyö yapılar, saray tipinden pavyonlar, taraçlar, bölümler portallar-anakapılar (belki de revaklar-R. A.), gösterişli mescitler, medreseler, dar-ül mülkler (hükümdar, padişah sarayları) veya birkaç katlı resmi hükumet binası vs. yapılardır).15

Nizam-î Gencevî, Hakan Şirvanî gibi kişilerin yanı sıra dönemin ünlü kişileri arasında Azerbaycan mimarlığının gelişmesinde yeni mimarî-teknolojik çözümler ve kararların ortaya çıkmasından tutun da, yeni kompozisyon ve mimarlık bölümlerinin yeni düzeninin meydana getirilmesine değin pek fazla katkıda bulunmuş olan Nahiçevan mimarlık okulunun kurucusu Acemî ibn Abubekr Nahçıvanı’nin özel ve saygın bir yeri bulunmaktadır.”16


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin