Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə4/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   179

Kısa süreli bir beylik olan Karasioğulları, Balıkesir ve Bergama’yı başkentleri olarak seçmiş fakat bağımsızlık dönemlerinden günümüze çok az şey kalabilmiştir. İbn-i Batuta da Bergamayı bir harabeler şehri olarak tasvir ederken, Balıkesir’in özellikle pazarları ile popüler bir şehir olduğunu belirtmiştir. İbn-i Batuta Balıkesir’de Cuma namazları için bir caminin bulunmadığını, böyle bir caminin inşası için girişimlerin başlatıldığını ama 1330’lardaki ziyareti sırasında bu inşaatın tamamlanmadan bırakıldığını belirtmiştir.8

Karadeniz kıyılarında Kastamonu ve Sinop merkezli olarak kurulmuş olan İsfendiyaroğulları beyliği dikkat edici inşaat faaliyeti ile önemli bir bölge idi. İbn-i Neccar Cami (754/1353), Kemah Köyü’nde bulunan Halil Bey Camii (765/1363-64) ve Kasaba Köyü’nde bulunan Mahmut Bey Cami (768/1366-67) 14. yy.’ın önemli yapıları olarak Kastamonu ve çevresindeki köylerde günümüze kadar ulaşabilmişlerdir. 14. yy.’ın son çeyreği ile birlikte bu inşaat faaliyetlerinde bir azalma göze çarpmakla birlikte 15. yy.’ın başlarında Timur’un, beyliği restore ettirmesi ile inşaat faaliyetleri tekrar hızlanmıştır. Bu geç dönemin en önemli abideleri arasında bir camii, bir türbe, medrese, imaret, han ve hamam bulunduran İsmail Bey külliyesi (858/1454) ve Kürei Hadit Köyü’nde bulunan İsmail Bey Camii (855/1451) dir. Daha doğuda yer alan Sinop ise dönemin önemli bir ticari ve askeri merkezi konumunda idi. 1322’de İsfendiyaroğulları yönetimi altına girdikten sonra, şehrin önemi, inşa ettirilen ve aralarında Fatih Baba Mescidi (740/1339-40), Aslan Camii (752/1351-52), Kadı Camii (766/1364) ve Saray Camii (766/1375) gibi yapıların bulunduğu bir grup camii ve Selçuk döneminden kalma Ulu Camii’nin önünde inşa ettirilen İsfendiyaroğulları hanedanlık türbesi (787/1385-86) ile birlikte daha da artmıştır.9

Orta Anadolu’ya, Abu Said Hudabanda’nın ölümünün ardından İlhanlılara karşı zafer kazanan Eretna ve yandaşları hakimdi. Beyliklerinin büyüklüğüne ve eğitim ve edebiyata verdikleri desteğe rağmen Kadı Burhanettin’in de aralarında bulunduğu Eretna’nın beyleri, imar faaliyetleri söz konusu olduğunda sadece ılımlı bir hırs içerisinde idiler. Bu intiba yazıt ve vakfiyelerin günümüze ulaşamamış olmasına bağlanabileceği gibi, orta Anadolu’nun, özellikle önceki dönemlerle kıyaslandığında 14. yy da içinde bulunduğu zayıf durum da bu intibayı destekleyen önemli öğelerin başında gelmektedir. Bütün bunlara rağmen beyliğin gerek birincil merkezleri durumundaki Kayseri ve Sivas’ta gerek ikincil merkezleri olan Kırşehir ve Ürgüp’te birkaç önemli ve farklı abide göze çarpmaktadır. Bu yapılar arasında en önemlileri Sivas’ta yer alan, Eretna’nın en büyük oğlu Şeyh Hasan adına yaptırılan ve Kuçuk Minare adı ile bilinen türbe (748/1347), Kayseri’de bulunan Köşk Medrese (740/1339) ve Ürgüp yakınlarındaki Damsa Köyü’nde bulunan Taşkın Paşa Külliyesidir.

Bu şehirlerden günümüze çok az şey ulaşmış olmakla birlikte İlhanlı vergi memuru Hamdullah Mustawfi, Kayseri’yi taş duvarlı bir kale tarafından korunan büyük bir şehir olarak tanımlarken, İbn-i Batuta ise Kayseri’nin bölgenin önde gelen şehri olduğunu, aynı zamanda Alaattin Eretna’nın hatunlarından birinin ikametgahı olduğunu belirtmiştir. İbn-i Batuta, Sivas’ın da çok büyük bir şehir olduğunu ve yöneticilerin burada ikamet ettiğini belirtmiştir.

İbn-i Batuta Sivas’ın büyük caddeleri ve güzel binaları olduğunu ileri sürerken en önemli yapının da İlhan Gazan Han tarafından peygamber soyundan gelenler için yaptırılan hastane olduğunu belirtir. Erzincan, 14. yy ve erken 15. yy.’ın önemli bir şehri konumunda olmasına rağmen, ne yazık ki, o dönemden günümüze hiçbir şey ulaşmamıştır. Bunlara rağmen Mustawfi, şehrin duvarlarının kare taş örgü olduğunu belirtmiş, Timur Devleti’ne gelen Semerkant’taki İspanyol Büyükelçisi Clavijo da, 15. yy. başlarında, Erzincan’ın çok büyük bir şehir olmamasına rağmen büyük caddeler ve güzel camiler ile süslenmiş popüler bir şehir olduğunu yazmıştır. Clavijo aynı zamanda Fırat yakınlarında bir ova üzerinde kurulmuş olan Erzincan’ın çevresinde birçok köy ve meyve bahçesi bulunduğunu ve şehrin taş duvar ve kuleler ile çevrildiğini belirtmiştir.10
İlhanlıların yıkılmasını takip eden süreç içerisinde Erzurum uzun bir süre istikrarsızlık yaşamıştır. Sırası ile Moğol emiri Çobanoğlu Şeyh Hasan (1340), Muhammed Bin Eretna (1360), Karakoyunlu (1385) ve Akkoyunlu (1465) tarafından ele geçirilen şehirde devamlı değişen yönetimler güçlü bir yerel inşaat geleneği geliştirilmesini engellemiştir. İbn-i Batuta, geniş boyutu ile düşünüldüğünde, Türkmenler arasında süren kan davası nedeniyle şehrin bir harabe görüntüsü içerisinde olduğunu vurgularken, yetmiş yıl sonra Clavijo şehrin eskiden bölgenin en büyük ve zengin şehri olmasına rağmen kendi dönemi içerisinde popülerliğini kaybetmiş olduğunu yazmıştır. Gerçekten de İlhanlıların yıkılmasını takip eden süre içerisinde Erzurum’dan beylik dönemi mimarisini yansıtan hiçbir eser günümüze ulaşamamıştır.

Doğrusunu söylemek gerekir ise, Moğol emirlerinin rekabeti, Türkmen boy konfederasyonları ile dış güçler arasındaki itibar mücadelesi, doğu Anadolu’da büyük bir kaosun hüküm sürmesine sebebiyet vermiştir. Van ve Urmiye gölleri arasındaki bölgede ortaya çıkan fakat daha sonra başkentlerini Tebriz’de kuran Karakoyunlu Türkmenleri, Ahlat ve Erciş’te birçok abide bırakmış olmakla birlikte en önemli ve ihtişamlı inşaat faaliyetlerini Doğu Anadolu sınırları dışında gerçekleştirmişlerdir. Onların rakipleri olan ve Erzincan’ın doğusunda Bayburt, Palu ve Ergani bölgesinde ortaya çıkan Akkoyunlu Türkmenleri ise zaman içerisinde Diyarbakır ve Mardin gibi batı İran’a da yerleşme imkanını bulabilmişlerdir. Onların ihtişamlı imar faaliyetleri ise 15. yy.’ın ikinci yarısına denk düşmektedir. Maraş’tan Malatya’ya kadar doğu Toroslarda hüküm süren Dulkadiroğulları’nın başkenti de 1339’da Elbistan olmuştur ama önce 1400 yılında Timur, 1507 yılında da Safavid Şahı İsmail tarafından yıkılan kentten günümüze herhangi bir yapı ulaşmamıştır.11

Türk sanat ve mimarisinin ileriki dönemlerde yaşadığı gelişmede en önemli rolü oynayan beylik batı Anadolu’da kurulmuş olan Osmanlıoğulları’dır. Erken dönemlerde, Orhan Gazi tarafından 1326 yılında alınan Bursa ve birkaç yıl sonra ele geçirilen İznik beylik için kilit konumunda merkezler idi. 15. yy.’ın başları ile birlikte Amasya ve Kütahya gibi diğer Anadolu şehirlerinde de Osmanlı imar faaliyetinin etkileri görülürken, Balkanlar’da Gelibolu (1354), Dimetoka (1359) ve Filibe’nin (1363-64) fethiyle birlikte buralarda da önemli inşaat programları uygulanmaya başlanmıştır.

14. ve 15. yy.’daki fiziksel görünümlerine ve büyüme modellerine ilişkin bilgilerin sadece bugün varolan yıkıntılardan ve dönemin gezginlerinin sınırlı tasvirlerinden elde edilebildiği birçok Anadolu Türk şehrinin aksine, erken dönem Osmanlı Bursa ve hatta Edirne’nin, form ve gelişimi ile ilgili bilgiler gerek epigrafinin kullanımı, gerek günümüze ulaşmayı başarabilmiş mimari abideler gerekse vakfiye ve Aşıkpaşazade ve Neşri’nin de aralarında bulunduğu erken Osmanlı tarihine ilişkin belgesel kaynaklar sayesinde daha net olarak elde edilebilmektedir. Bu kaynaklardan elde edilen bilgiler açık bir şekilde göstermektedir ki, Anadolu Türk mimarisinin çok önemli bir öğesi olan dini ve sosyal külliyeler dikkatli bir planlamanın sonucu olmakla birlikte genel olarak Osmanlı şehirleri daha çok gelişigüzel, organik bir evrim sonucunda oluşmuşlardır. Buna örnek olarak, Bursa ve Edirne’deki Yıldırım Külliyesi, Yeşil Külliye ve Muradiye Külliyeleri bölgenin dini ve sosyal merkezi işlevini görmeleri amacı ile inşa edilmişlerken komşu çevrede gelişigüzel bir gelişim, evrim görülmüştür.

Tüm Osmanlı şehirleri içerisinde hakkında en detaylı belgelere sahip olduğumuz, Bursa’nın gelişimidir. Varolan kaynaklar göstermektedir ki Orhan Gazi’nin fethi yıllarında Bursa sadece, Yunan nüfusunun Bizans kalesinde ya da Hisar’da yaşadığı ikincil önemde bir merkez idi. Daha sonrasında Yunanlıların duvarların ötesine göç etmeleri sağlanarak kale içerisine Türkler yerleştirildi. Hemen akabinde kale içerisine yerleştirilen halka mimari ve kurumsal altyapı olarak Müslümanlık empoze edilmeye başlandı. Gerçekten de bugün sahip olunan belgeler Orhan Bey döneminde Bursa’da inşa edilen on iki camiinin de Hisar içerisinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır. Bu camilerden ilk inşa edileni, Bey Sarayı’na bağlanan ve bugün varolmayan İl Eri Oğlu Ahmet Bey Mescidi, Neşri’ye göre fethin hemen akabinde inşa edilmiştir. Alaattin Bey Cami’nin inşa tarihi, vakfiyesi sayesinde 733/1332-3 olarak, Orhan Gazi Caminin tarihi ise, yazıtlarından faydalanarak-ki bu yapıdan günümüze ulaşan tek şey bu yazıtlardır-733/1337-8 olarak belirlenebilir. Hisarda yer alan bir çift medrese ve bir çok hamamın inşasına dair de belgeler bulunmaktadır. Son olarak mezarı esasen Söğüt’te bulunan Orhan’ın babası Osman Gazi adına Hisarın kuzeyinde bir türbe yaptırılmış ve hemen yanında bulunan Yunan valisi’nin sarayı Bey Sarayı olarak yeniden inşa edilmiştir.

Hisardaki bu dönüşüm ile eş zamanlı olarak Bursa’nın doğu taraflarını da bir ticaret merkezi haline getirmek için çalışmalara başlanmıştır. Orhan Gazi bu bölgede içerisinde bir camii, medrese, mektep, imaret-zaviye barındıran bir dini-sosyal külliye inşa ettirmiştir (740/1339-40).


Bunlara ek olarak, aralarında Orhan Gazi Emir Han (Eski Bezzazistan) ve Lala Şahin Paşa’nın Bezir Han’ının da bulunduğu bir grup ticari yapı da inşa ettirilmiştir.

Hisar duvarlarının ötesine geçen bu yayılma süreci doğu ticari bölgede Kapan Hanı’nı ve Hisar’ın batısında yer alan Kaplıca Kapısı’nın hemen dışında Koca Naib Camii’yi inşa ettiren I. Murad zamanında da devam etmiştir. Yine de Murad döneminin en önemli eserleri Hisar içerisinde inşa edilmiştir ki bunların arasında Şehadet Camii ve kalenin 2 km. batısında Çekirge’de inşaatına 767/1366’da başlanan ve içerisinde bir camii, bir medrese, imaret, hamam ve türbe barındıran Büyük Külliye’dir. Yıldırım Bayezid, Hisar’ın doğusuna yoğunlaşmıştır. Kalenin doğusundaki ticari alanda Ulu Camii ve Hisar’ın 2 km. doğusundaki Gök Dere’de-ki 14. yy sonlarında şehir sınırlarının dışında olduğu varsayılmaktadır-büyük Yıldırım Külliyesi’ni inşa ettirmiştir. Bu dönem içerisinde bahsedilen bölgelerin yanısıra ticari alanın kuzeydoğusunda At Pazarı olarak bilinen bölgede, Hisar’ın güneydoğusunda bulunan Pınarbaşı’nda ve kalenin batısında yer alan Çınar Önü’nde de gelişmeler devam etmiştir.

1402 yılında Ankara savaşında I. Bayezit’in mağlubiyeti sonrasında Timur’un ordusu tarafından yağmalanan ve yakılan Bursa, Çelebi Mehmed döneminde yaralarını sarabilmiş ve Yeşil Külliye merkezde olmak üzere Gök Dere’nin doğusuna kadar genişlemiştir. Bu dönem içerisinde Bursa’nın en büyük gelişimi 2. Murad döneminde yaşanmış ve birçok bölge Sultan Murad, Fazlullah Paşa, İvaz Paşa, Hasan Paşa, Umur Bey, Cebe-Ali Bey, Şihabettin Paşa ve Reyhan adlarıyla topraklara katılmıştır. En yoğun yerleşimin Hisar içerisinde ve daha doğudaki ticari bölge içerisinde olmasına rağmen, bu dönemde Yeşil Külliye ve Emir Sultan merkezli Gök Dere ardındaki bölgede de hızlı bir yapılanma içerisine girilmiştir. Gök Dere üzerinde inşa edilmiş olan Boyacı Kulu ve İrgandi köprüleri de doğudaki bu yapılanmanın önemli kanıtlarıdır. Yayılmacı politika batı yönünde de devam etmiş ve 1426 yılında Murad, Çekirge yolunda cami, medrese ve imaretten oluşan Muradiye Külliyesi’ni inşa ettirmiştir. 1432 yılında Bursa’dan geçen Burgont tüccar ve casusu Bertrandon De La Broquiere, Bursa’yı Büyük Türklerin sahip olduğu en iyi şehir ve çok iyi bir ticaret merkezi olarak değerlendirirken kuzeyde yer alan Ulu Dağ’dan akan Gök Dere tarafından ayrılmış bölgeler serisinden -ki Bertrandon bu bölgelere “köy” adını vermiştir- oluştuğu için şehrin olduğundan daha büyük göründüğünü belirtmiştir. Bertrand ayrıca Osmanlı sultanlarının buraya gömüldüğünü, hastane ve benzeri yapılar başta olmak üzere şehirde çok güzel yapılar bulunduğunu ve bu hastanelerde ihtiyaç sahiplerine ekmek, şarap ve et dağıtıldığını belirtmiştir. Şehirde iki pazar bulunduğunu, bunlardan ilkinde ipek, değerli taş, inci ve pamuklu kumaş diğerinde ise pamuk ve beyaz sabun satıldığını eklemiştir. Bertrand ayrıca şöyle demiştir; ”Şehrin batı yakasında bir tepenin üzerinde büyük ve güzel bir kale var. İçerisinde yüzlerce ev bulunmakta. Burası sultanın güzel ikametgahı…içerisinde bir bahçe ve sultanın rahatı için çok güzel bir havuz bulunmakta…”12

Himayelerin Statüsü ve

Sosyal Geçmişleri

Osmanlı’nın da dahil olduğu Anadolu Beyliklerinde mimari himaye Selçuklularda ve diğer İslami bölgelerde kurumsallaşmış olan modellerin bir devamı sayılabileceği gibi bu modeller genelde devletlerin yönetim merkezleri ve önemli yöneticileri ile yakından ilişkilidirler. Ulema, tüccar ve zanaat sınıfı üyelerinin bu faaliyetlere katılımları sahip oldukları kaynakların yetersizliği sebebi ile sınırlanmıştır.

Örneğin Aydın beyliğinde Birgi’deki Gazi Mehmet Bey (1304-34) ile başlayan beyler en dikkat çekici müteahhitler olmuşlardır. Önceleri Ayasoluk’un (Efes) yöneticisi olan ve daha sonradan beyliğin başına geçen Gazi Mehmet Bey’in oğlu İsa Bey de bu alanda dikkat çeken isimlerden biridir. Onun yapıtları arasında Birgi’de bir türbe ve çeşme, Tire’de bir zaviye, Ayasoluk’ta da birisi büyük İsa Bey Cami olmak üzere bir çift cami, bir türbe ve bir çeşme sayılabilir. Hanedan kadınları arasında Gazi Mehmet Bey’in kızı Hanzade Hatun (1387), İsa Bey’in karısı Azize Hatun, Umur Paşa’nın kızı Gürci Melek ve İsa Bey’in kızı, Osmanlı sultanı I. Bayezit’in karısı Hafsa Hatun dikkat çeken isimler olarak sayılabilirler.

Hafsa Hatun’un yapıtları arasında Tire’de bir cami, zaviye ve çeşme, Birgi’de bir çeşme ve Bademiye yakınlarındaki bir köyde inşa ettirdiği çeşme sayılabilir. Dikkat çeken diğer isimler arasında Tire’de bir medrese ve bedestan inşa eden Feriştah oğlu İbn-i Melek gibi ulema sınıfı üyeleri ile çeşitli Aydın emirleri sayılabilir.13

Osmanlı Beyliği’nde de Aydın’da olduğu gibi en dikkat çekici müteahhitler genelde sultanlar arasından çıkmakta idi.14 Yapıtlarının kalitesi ve büyüklüğü açısından erken Osmanlı müteahhitlerinin en savurganı olarak nitelendirilebilecek II. Murad, yapıt sayısı açısından özellikle Bursa, İznik ve Bilecik’te birçok abide inşe ettiren Orhan Gazi tarafından geçilmiştir. Orhan Bey

döneminde inşa edilen yapıtlar arasında sayıca en fazla olanı camiler, genelde iddiasız köy camileridir ki halkın Bizans yönetiminden henüz ayrılmış olduğu göz önünde bulundurulduğunda cami inşasına verilen bu önem daha net bir şekilde algılanabilir. Bunları eğitim ve yardım kuruluşları, medreseler, tekkeler, zaviyeler ve imaretler takip etmiştir. Daha az eser vermiş olmakla birlikte I. Murad, Yıldırım Bayezit ve Çelebi Mehmed dönemlerinde inşa edilmiş olan Hüdavendigar, Yıldırım Bayezit ve Yeşil Külliyeler ve Bursa Ulu Cami, Orhan Gazi döneminin yapıtları ile kıyaslandıkları zaman gerek büyüklük gerekse işçilik ve kullanılan malzemeler yönünden çok daha üstün yapıtlardır. II. Murad döneminde Bursa ve Edirne’de inşa edilen iki Muradiye Külliyesi ve İç Şerefeli, gerek yapısal değişim gerekse büyüklük konularında erken Osmanlı döneminin doruk noktasını oluşturan yapıtlardır.

Bu mimari destek, aralarında Orhan Gazi’nin ağabeyleri Alaeddin Bey (1331) ve Çoban Bey, oğlu Gazi Süleyman Paşa, I. Murad’ın oğulları Yakup Çelebi ve Yahşi Bey ile Bayezit’in oğulları Ertuğrul Bey ve Musa Çelebi gibi Osmanlı hanedanının diğer üyeleri tarafından da sağlanmıştır. Benzer bir şekilde Orhan’ın karısı Nilüfer Hatun, Murad’ın karısı ve I. Bayezit’in annesi Gülçiçek Hatun, I. Bayezit’in karısı, Germiyanoğlu Yakup Bey’in kızı, aynı zamanda I. Mehmed’in annesi Devlet Hatun (1414) ile I. Mehmed’in kızları Hafsa Sultan ile Selçuk Hatun da hanedan kadınları arasında mimari desteğin önemli isimleri olarak dikkat çekmektedirler.

Erken Osmanlı emir sülaleleri arasında Halil Hayrettin Bey ile başlayıp Ali Paşa, İbrahim Paşa, Halil Paşa ve Mahmut Çelebi ile devam eden Çandarlılar mimari destek konusunda en dikkat çekici sülale olmuştur. Çandarlılar en önemli yapıtlarını Bursa ve İznik’te inşa etmişlerdir. Kara Timurtaş Paşa gibi oğulları Oruç Bey, Umur Bey ve Ali Bey de Bursa, Edirne, Kütahya, Dimetoka ve Manisa’da inşa ettikleri yapıtlar ile mimari destek konusunda önemli isimler olarak tarihe geçmişlerdir. Ulema sınıfının birçok üyesi de önemli müteahhitler olarak dikkat çekmektedirler. Bunlar arasında ilk Osmanlı şeyhülislamı, Hanefi bilgini Şemseddin Mehmed Fenari (1431), Bezzaziye olarak bilinen fetva koleksiyonunun yazarı Hafuzettin Mehmed Efendi (1424), I. Mehmed’in lalası Amasyalı Sufi Beyazıt sayılabilir. Ticaret ve zanaat sınıfı üyelerinin çalışmaları da Osmanlı’da önemli bir yere sahiptir ki bunlar arasında hemen dikkat çekenler Seyyid Nasır Mescid ve zaviyesini (855/1451) inşa eden tüccar Hacı Şehabettin, Bursa’daki Boyacı Kulu köprüsünü (836/1443) inşa eden Hoca Sinan ve Denizli yakınlarında kervansaray inşa eden Bezirgan Bedrettindir. Elit sınıfa dahil olmayan bu insanlar birer istisna olmakla birlikte abide inşaatında söz sahibi olanlar genelde yönetimden kişilerdir.

Sonuç

14. yüzyıl ile 15. yüzyıl ortaları arasında kalan, Beylik ve erken Osmanlı dönemi olarak nitelendirilen yaklaşık 150 yıllık süre, Türk mimarisi açısından bir değişim dönemi olmuştur. Dönem abideleri, planlama, yapı ve dekorasyon noktalarında bölgesel farklılıklara sahipken ve farklı sanatsal akımların yansımalarını taşırken, destek kaynakları ve desteğin sosyal geçmişi bütün beyliklerde büyük bir benzerlik göstermiş ve büyük ölçüde yönetimde söz sahibi kişilerle sınırlandırılmıştır. Güç ve refahın birbiri ile çok sıkı bir ilişki içinde olduğu ve önceki dönemlerde varlık göstermiş Müslüman devletlerde de himaye normlarının Türk beyliklerindeki normlar ile aynı olduğu düşünüldüğünde bu durum hiç de şaşırtıcı değildir.



Aynı zamanda Türk Beyliklerindeki inşaat faaliyetlerinin ekonomik, sosyal ve politik yapı ile de çok yakından ilişkili olduğu gözle görülür bir gerçektir. Bu bir kez daha himayenin sosyal koşullarının ve prestijini artırmak için abidevi yapıtlara önem veren elit zümrenin değişen servetlerinin-kaynakların bulunabilirliği ya da bulunamazlığı-bir işlevi olarak görülebilir.

Birçok alanda olduğu gibi mimari alanda da II. Mehmed’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesi ile birlikte yeni bir çağ başladı. Kuşkusuz Mehmed’in yeni başkentinde uyguladığı inşaat faaliyetleri daha öncekiler ile kıyas dahi edilemeyecek boyutlarda idi. Ama aynı zamanda şaşırtıcı benzerlikler hatta devamlılıklar vardı. Mimari himaye yine ağırlıklı olarak Osmanlı sarayı ve yönetim üyeleri ile sınırlı kalmaktaydı. Daha da ötesinde tıpkı beylik döneminde olduğu gibi inşaat programları önceki dönemlere kıyasla sahip olunan büyük güç ve zenginlik ile sıkı bir ilişki içerisinde idi. Ama abide mimarisi özünde sahip olduğu o metaforu devam ettirebilmeyi başardı. Sonuçta II. Mehmed tarafından inşa edilen Fatih Külliyesi ve Seraglio noktasındaki Yeni Sarayı ile Ayasoluk’taki İsa Bey Camii ya da Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camii arasında, görülen işlev açısından hiçbir fark yoktur ki bu işlev hükümdarın hırsını ve politik gücünü temsil etmektir.


1 Konya’da yer alan türbeleri tarihlendirmek için kullanılanabilecek mezartaşı kitabeleri ve inşaat-restorasyon metinleri için, bkz. Répertoire chronologique d’épigraphie arabe (RCEA) (LeCaire: 1938) 4826, 4861, 4862, 4905, 4906; Kayseri için, RCEA, 4840; Sivas için, RCEA, 5152, 5489.

2 Niğde için RCEA, 5308 (Abu Said isminin geçtiği) ve 5693; Tokat için, RCEA, 4789, 4903, 4959, 4960, 5114, 5178, 5326, 5390. Amasya, Bimarhane inşaat metinleri için (İlhan Öljaytü ve karısı Yıldız Hatun’un isimlerinin geçtiği), bkz RCEA, 5238; diğer Amasya yazıları için, RCEA, 5461 ve 5611. Erzurum Yakutiye Medresesi’nin vakfiyesi ve inşaat metinleri için, -ki Öljaytü döneminde artan Sultan Ghazan and Bulghan Hatun vergileri kullanılarak yapıldığı belirtilir, bkz RCEA, 5276 ve 5277; diğer Erzurum abideleri için, bkz RCEA, 5239 ve 5350.

3 Beyşehir yazıları için, bkz RCEA, 4907, 5037, 5082, 5083, 5140; Kerimeddin Karaman Bey’in yanısıra Mahmut Bey ve Mehmet Bey’in de mezarlarının bulunduğu Balkasun türbesi yazıları için, bkz RCEA, 4489 (Selçuk sultanı II. Mesut Keykavuz hükümdar olarak bahsedilmiştir) ve RCEA, 5154. Larende (Karaman) abideleri için, bkz RCEA, 4817, 5347, 772-010, 772-011, 783-014; Karamanlı Konya için, RCEA, 5638 ve Mehmet Önder, Mevlana Şehri Konya (Ankara: 1971) 209, 211, 212, 215, 218-19, 222, 311; Akşehir için, RCEA, 5713, 5729; Mut için, bkz Mehlika Arel, “Mut’taki Karamanoğulları Devri Eserleri, ” Vakıflar Dergisi 5 (1962): 241-50.

4 Germiyanoğulları abideleri ve Kütahya inşaat metinleri için, bkz RCEA, 5346; Mustafa Çetin Varlık, Germiyan-oğulları Tarihi (1300-1429) (Ankara: 1974) 137-40; ayrıca A. Sayılı, “The Wajidiyya Madrasa of Kütahya, ” Belleten 12 (1948): 667-77.

5 Milas ve Peçin’deki Menteşeoğulları yazıları için, bkz Paul Wittek, Das Fµrstentum Mentesche, Studie zur Geschichte Westkleinasiens im 13. -15. Jh., Istanbul Mitteilungen 2 (1934) 134-56; Peçin için, Ayda Arel, “Peçin, A Capital of the Principality of Menteşe, ” Anadolu Sanatı Araştırmaları, I (1968): 69-101; İbn-i Battuta’nın yorumlarının bulunduğu The Travels of Ibn Battuta, A. D. 1325-1354, vol. 2, trans. H. A. R. Gibb (London: 1962) 428-29.

6 Arşiv dokümanları ve yazıtlardan toplanan bilgiler ışığında beyliğin tam abide listesi için bkz Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi hakkında bir Araştırma (Ankara: 1968) 216-20; ayrıca bkz N. Emre, “Aydınoğulları ve Eserleri, ” Arkitekt 10-11 (1973): 307-20. Birgi abideleri arasında, Gazi Umur Paşa and İsa Bey türbeleri günümüze ulaşamamıştır. Yazıtlar için, bkz RCEA, 5272, 5310, 5311, 5474, 5657. Tire abideleri için, bkz İnci Aslanoğlu, Tire’de Camiler ve İç Mescit (Ankara: 1978); ayrıca RCEA, 5783, 5784, 6135, 774-012, 782-005. İsa Bey Camii için, bkz K. Otto-Dorn, “Die Isa Bey Moschee in Ephesus, ” Istanbuler Forschungen, 17 (1950), 115-31; Yazıtların bulunduğu, RCEA, 776-013. Tire, Birgi ve Aydın için, ayrıca bkz Rudolf M. Riefstahl, Turkish Architecture in Southwest Anatolia (Cambridge: 1931) 32-8; Ibn Battuta, Travels, vol. 2, 438-47.

7 Ulu Camii Külliyesi için, bkz Riefstahl, Southwest Anatolia, 7-15; İshak Çelebi Mevlevihane için, bkz Semavi Eyice, “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai bir Müessesesi: Zâviyeler ve Zâviyeli-Camiler, ” İstanbul Üniveristesi İktisat Fakültesi Mecmuası, 12 (1962-63): 65; Godfrey Goodwin, A History of Ottoman Architecture, (London: 1971) 42. Yazılar için, RCEA, 764-031, 768-006, 770-026, 780-004. Ibn Battuta’nın yorumları kendi eseri Travels’da bulunmakta, vol. 2, 447-8.

8 İbn Battuta, Travels, vol. 2, 448-449.

9 İlginç bir şekilde, Mustawfı’nin aksine (The Geographical Part of the Nuzhat al-Qulüb Composed by ˘amd-Allah Mustawfı of Qazwın in 740 [1340]), trans. G. Le Strange (Leyden: 1919) 97, Ibn Battuta, (Travels, vol. 2, 461) 1331-2 or 1333-4 kışında kırk gün Kastamonu’da kaldığında, şehri Rum şehirleri’nin en büyüğü ve en güzeli olarak tasvir etmiştir. İsfandiyar Beyliği yazıtları ve abideleri için, bkz Mahmut Akok, “Kastamonu’nun Kasaba Köyü’nde Candaroğlu Mahmut Bey Camii, ” Belleten, 10 (1946): 293-301; A. Gökoğlu, Patagonya, Kastamonu, Sinop, Çankırı, Safranbolu, Bartın, Bolu, Gerede, Mudurnu, Iskilip, Bafra, Alaçam ve civarı gayrımenkul eski eserleri arkeolojisi (Kastamonu: 1952); Yaşar Yücel, XIII. -XV. Yüzyıllar Kuzey-Batı Anadolu Tarihi: Çoban-Oğulları Candar-Oğulları Beylikleri (Ankara: 1980) 152-81. Sinop beylik dönemi abideleri için, bkz F. Taeschner, “Die Türbe der Isfendiyaroπlu in Sinop, ” Beiträge zur Kunstgeschichte Asiens, In Memoriam Ernst Diez (Istanbul: 1963) 31-33; Ş. Ülkütaşır, “Sinop’ta Çandaroğulları zamanına ait tarihî eserler, ” Türk Tarih, Arkeoloji ve Etnografya Dergisi, 5 (1949): 112-51; epigrafi için, bkz RCEA, 5816, 5953, 6172, 6328, 766-009, 776-018, 787-006, 787-007.

10 Eretna Beyliği dönemi Kayseri’sinin inşaat ve cenaze metinleri için, bkz RCEA, 5812, 6017, 6078, 6128, 6163; Sivas için, RCEA, 6057; ayrıca Kemal Göde, Eratnalılar (1327-1381) (Ankara: 1994) 157-162. Kayseri abideleri için, bkz Albert Gabriel, Monuments turcs d’Anatolie, vol. 1 (Paris: 1931) 3-100. Ibn Battuta’nın açıklamaları için Travels, vol. 2, 433-434; Mustawfi için, bkz Nuzhat al-Qulüb, 98. Sivas ile ilgili olarak, bkz Ibn Battuta, Travels, vol. 2, 434-435; Mustawfi, Nuzhat al-Qulüb, 95. Erzincan ile ilgili olarak, bkz Mustawfi, Nuzhat al-Qulüb, 95; Ruy González de Calvijo, Narrative of the Embassy of Ruy González de Calvijo to the Court of Timour at Samarcand A. D. 1403-06, Trans. Clements R. Markham (New York, Franklin, 1970) 72-73; depremlerin yaratmış olduğu yıkımlar sebebi ile Erzincan ve çevresindeki birçok abide günümüze ulaşamamıştır.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin