Ankara üNİversitesi sosyal biLİmler enstiTÜSÜ KÜresel ve bölgesel çalişmalar a. B. D



Yüklə 35,78 Kb.
tarix22.01.2018
ölçüsü35,78 Kb.
#40043

http://arsiv.ankara.edu.tr/gorsel/dosya/1067240172au_amblem_2.jpg

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KÜRESEL VE BÖLGESEL ÇALIŞMALAR A.B.D.

DÜNYA EKONOMİSİ

DOÇ. DR. BENAN ERES



ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ KİTABI 3. VE 4. BÖLÜMLERİN ÖZETİ

ÖZGÜR ÖZTÜRK

14944616

ANKARA 2014



ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ – 3. VE 4. BÖLÜM ÖZETİ VE DEĞERLENDİRMESİ

3.BÖLÜM

38.PARALEL İKTİSADI

II. Dünya savaşı bitimine doğru Japonya’nın mağlubiyeti ve Kore adasındaki sömürge yapısının zayıflamaya başlaması, bölgede yeni bir siyasal yapının da kurulmasını beraberinde getirmiştir. Kore Adasının Güney ve Kuzey olarak iki bölgeye ayrılması sonrasında Güney bölgenin ABD, Kuzeyin ise Sovyet idaresine verilmesi ile başlayan Soğuk Savaş süreci de, Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırması ile son bulmuş ve bölgede artık siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda yeni bir düzen inşa edilmeye başlanmıştır.

Kore Adasının bölünmesi sonrasında, Amerika ve Sovyet Rusya idareleri altında bulunan bölgelerin siyasal anlamda yönetim tarzlarını da etkilemiştir. Güney Kore, anti-komünist bir liderin önderliğinde Amerika’nın desteği ile ekonomik ve siyasal kurumlarını yeniden yapılandırmıştır. Her ne kadar, 1948 yılında yapılan seçimlerde, yeni başkan bir önceki başkan gibi otoriter bir yönetim tarzı benimsese de özel mülkiyete dayalı bir piyasa ekonomisinin benimsenmesi, ekonomik büyüme önündeki devlet engellerinin kaldırılması, başarılı şirketlere kredi ve devlet teşviki sağlanması iktisadi büyümenin de önünü açmıştır. Kuzey Kore’de ise tam tersi bir durumla karşı karşıya kalınmıştır. Sovyet idaresinin de etkisiyle, Komünist bir liderin yönetimi altında, devlet güdümlü katı bir ekonomi politikası benimsenmiş, sanayi ve tarımsal alanlarda özel mülkiyet kaldırılmış ve özgürlükler sadece piyasalarda değil, yaşamın neredeyse her alanında kısıtlanmış, ekonomik ve sosyal alanlarda yapılan bu hamleler, ekonomik durgunluğa neden olmuştur. Bu bölümde, aynı sınırlara sahip iki ülkenin iktisadi büyüme hareketleri karşılaştırılırken, coğrafi ve/veya kültürel sebeplerin geçerliliği kapsam dışında bırakılmış olup söz konusu farklılığın ana nedeninin kapsayıcı siyasal kurumlar üzerine inşa edilen ekonomik kurumların olduğu ifade edilmiştir.

Ülkelerin ekonomik başarılarının kurumlara, ekonomik işleyişi belirleyen kurallara ve bireysel teşviklere bağlı olduğu iddia edilmiştir. Örneğin, Kuzey Kore’de girişimcilik, insiyatif alma özgürlüğü olmadığı gibi, eğitim seviyesi de düşüktür. Hatta verilen temel eğitimlerde bile, mevcut devlet otoritesini ve yönetim şeklini meşrulaştırmaya çalışan bir eğitim sistemi benimsenmiştir. Tek düze bir eğitim sistemi mevcuttur. Ayrıca, okuldan mezun olunduktan sonra, 10 yıllık bir zorunlu askerlik görevi mevcuttur. Bireyler, ekonomik özgürlük ve özel mülkiyet gibi kavramlar var olmadığı için gelecekten de umutlu olmadıkları gibi, her ne olursa olsun gelir seviyelerinin yükselmeyeceğini de kabullenmişlerdir. Güney Kore’de ise, eğitim seviyesi yüksek bir nüfus mevcut olup, devletin sağladığı bireysel teşviklerle vatandaşlar ister girişimci, isterse işçi olarak çalışsalar da bir gün yatırımlarının karşılığını alacaklarını ve hatta yaşam standartlarında önemli bir değişiklik olacağının farkındadırlar.

Bu bağlamda Güney Kore’de ABD’den alınan desteğinde etkisiyle, kapsayıcı ekonomik kurumların varlığından söz edilmektedir.

Kapsayıcı kurumların varlığı, ekonomik etkinliği, verimlilik artışını ve ekonomik refahı tetiklemekte ve ekonomik büyümenin de önünü kapatmaktadır. Burada kapsayıcı ekonomik kurumların, kapsayıcı siyasal kurumlar tabanında gerçekleşmesi elbette, ekonomik büyüme için önemli olgular olabilir. Ancak, bunun tam tersi durumlarda da ekonomik büyüme hayata geçirilebilir.

Örneğin, Sovyetler Birliği’nin, Stalin döneminde yaptığı hamleler sonrasında gerçekleştirilen sanayileşme hareketi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan hızlı ekonomik büyüme bu duruma örnek gösterilebilir. Ayrıca, söz konusu dönemde Kuzey Kore bahsi geçen sınırlayıcı kurumların varlığı ve kapalı ekonomisine rağmen 1945-1960 yılları arasında geçen sürede, Güney Kore’den daha hızlı büyümüştür. Bu anlamda, iktisadi büyüme kavramını sadece kapsayıcı ekonomik kurumların varlığıyla açıklamak, dar bir bakış açısıyla meseleye bakmak olacaktır. Yine, iki ülke arasındaki farklılıktan hareketle, Soğuk Savaş sonrasında, ABD’nin Kuzey Kore’ye karşı uygulamış olduğu izolasyon politikası ve ambargolarda, iktisadi büyümeyi ve/ veya büyümenin sürdürülebilirliğini etkileyen bir diğer husus olacak ve bu duruma da değinmemek, ortaya atılan tezi eksik bırakacaktır. Ancak her şeye rağmen, yazarların da sıklıkla bahsettiği refah seviyesine ulaşmak ve sürdürülebilir iktisadi büyümeyi sağlamak için oluşturulan kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumlar, tek başına yeterli olmayacaktır. Bu iki kurumun sağlıklı bir zemin üzerinde oluşturulması sonrasında teknoloji, eğitim gibi faktörleri devreye sokmak, büyüme açısından önem arz etmektedir.

Kapsayıcı ekonomik kurumları yalnızca serbest piyasalar olarak algılamak da bir başka yanılgı sebebi olacaktır. Kapsayıcı ekonomik kurumların devlete ihtiyaç duyacağı da aşikardır. Çünkü örneğin Barbados’ta da piyasa mevcuttu ancak dar ve elit bir kesime hitap etmesi nedeniyle, aynı topluma ait olan köleler, piyasanın bir parçası olmasına rağmen sistematik baskı görmüş ve karar verme imkanları da ellerinden alınmıştı.

Sürdürülebilir ekonomik büyümeye, neredeyse her zaman emek, toprak ve sabit sermaye ( binalar, makinalar v.s ) ve bunların daha verimli hale gelmesini sağlayan teknolojik yeniliklerde eşlik eder. Örneğin 100 yıl kadar geriye gitmek gerekirse, bugün bizim için alışılagelmiş teknolojik konulardan yoksun durumda olan eski insanların yaşam standartları bizden geridedir. Öyle ki o günden bugüne kadar yaşanan sosyo-ekonomik ilerlemelere olanak sağlayan şey de kapsayıcı ekonomik kurumlardır. Örneğin Samsung, Daewoo gibi global şirketlerinde Güney Kore’den çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak, bu üretkenliği somutlaştıran olgu, yalnızca teknolojik ilerlemeler değil, üretime katılan işçilerin teknik bilgisi ve eğitim seviyesidir. Yani, söz konusu teknolojik gelişmeleri ortaya çıkardıktan sonra, bu teknolojileri nasıl kullanacağını bilen işçilerin olmaması üretkenliği de ve ekonomik büyümeyi de sekteye uğratır.

Yine Kuzey Kore-Güne Kore karşılaştırması üzerinden yapılan tartışmada, iki ülkenin iktisadi büyüme seviyeleri dikkate alındığında belirleyici diğer bir unsurunda siyasal iktidarların izlemiş olduğu politikalardır. Burada önemli olan konu, siyasal kurumlarla ekonomik kurumların etkileşimi sonrasında ortaya çıkan yapıdır. Siyasal kurumlar, ekonomik büyümeyi hızlandırdığı gibi, sömürücü kurumları da ortaya çıkarabilecektir.

Siyasal güç dağılımının eşit olmaması halinde, mutlakiyetçi bir yapı ortaya çıkacağı ve ekonomik büyümenin sürdürülebilir olmayacağı iddia edilmektedir ( Latin Amerika, Barbados, Kuzey Kore gibi ). Ancak siyasal gücün eşit dağılması halinde, çoğulcu ve kapsayıcı kurumların varlığından söz edilebilecek ve ekonomik büyümenin de önü açılacaktır.

Sömürücü siyasal kurumlar gücü dar bir elitin üzerinde yoğunlaştıracak ve genellikle ekonomik kurumlar, bu elit tarafından toplumun geri kalanını sömürmek için yapılandırılacaktır.

Sonuç olarak, siyasal ve ekonomik kurumlar arasında etkileşim ekonomik büyüme üzerinde önemli bir olgu olarak göze çarpmakta olup, kapsayıcı kurumların oluşması halinde ekonomik büyüme, sömürücü ekonomik kurumların oluşması halinde ise ekonomik durgunluk ortaya çıkacaktır. Buradan hareketle, Belçika sömürüsünden kurtulmuş olan Kongo Krallığında, ülkenin ekonomik kaynaklarının kral ve etrafındaki politik kesim için kullanmış olması, var olan ekonomik büyüme imkanlarını sömürücü kurumlara dönüştürmüştür. Burada Kongo Krallığı’nın ekonomik büyümesini otoriter rejime bağlamak da yeterli olmayacaktır. Uzun yıllar boyunca, sömürülen bir ülkenin, toparlanması zaten zaman alacağı gibi, sömürge zihniyetinin yerleştiği bir topluluğun da var olan kaynaklarını verimli kullanması mümkün olmayacaktır.

Kurumların teşvik ettiği ekonomik büyüme, kazanan olduğu kadar kaybeden bir kesimde yaratacaktır. Sanayi devrimi ile birlikte yaşanan teknolojik gelişmeler neticesinde, toplumun refah ve gelir seviyesi önemli derece de artsa da ekonomik büyümenin ve teknolojik gelişmeler, kaynakları eskiden yoğun olarak kullanan kesim için de yaratıcı bir yıkım oluşturmuş ve ekonomik büyüme sürecine karşı çıkan bir kesimi oluşturmuştur.

Sömürücü ekonomik kurumlara dayalı büyümeye örnekler verilebilir. Karayipler’de sömürücü ekonomik kurumların varlığından söz edilse de, bölgenin en büyük şeker üreticisi ve ihracatçısı olması, zengin bir ekonomiye sahip ülkeler arasındadır. Bu ülkede elit kesim tarafından yapılan yeni ekonomik hamleler, ülkenin ekonomik büyüme potansiyelini bitirmiş ve durgunluğa sebep olabilmiştir. Ayrıca Sovyetlerde de durum farksızdır. Bu ülkede de sömürücü kurumlar altında ülke idare edilse de düşük verimlilikte kullanılan tarımsal kaynaklar sanayiye aktarılmış ve büyüme gerçekleşebilmiştir.

Başlangıçta verilen Güney Kore örneğine dönülecek olursa, bu ülke de bölünme sonrasında antikomünist ve otoriter bir iktidarın varlığına rağmen yapılan hamlelerle ekonomik büyümenin gerçekleştiğinden bahsetmiştik. Güney Kore lideri her ne kadar baskıcı bir yönetim tarzı benimsese de, tüm toplum tarafından kabul gören ekonomik teşvikleri yerine getirmesi, siyasal gücünü de elinde tutmasını sağlamıştır. Ancak burada Amerika’dan alınan destekle Kuzey Kore tehdidinin bertaraf edilmesi gibi politik gelişmelerde, ekonomik büyümenin gerçekleşmesinde aracı rol oynamıştır. Güney Kore örneği dışında kalan sömürücü siyasal kurumlara sahip, Sovyetler ve Çin gibi ülkelerde, ekonomik büyüme sağlansa da sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlayamamışlardır.



4.BÖLÜM

KÜÇÜK FARKLILIKLAR VE KRİTİK DÖNEMEÇLER

Tarih boyunca yaşanan kritik olaylar ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişiminde belirleyici rol oynayabilmektedir. 14.yy’da ortaya çıkan ve tüm Avrupa’yı etkileyen veba salgını Ortaçağ toplumu üzerinde sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda dönüştürücü bir etki yaratmıştır.

Veba salgını sonrasında özellikle feodal yapının hakim olduğu Batı Avrupa ülkelerinde oluşan emek kıtlığı, köylüler tarafından cezaların azaltılması ve ücret artış taleplerini de beraberinde getirmiştir. Veba salgını Batı Avrupa’da iktisadi ve sosyal anlamda bu değişiklikleri beraberinde getirirken, Doğu Avrupa ‘da arazi yapısının da genişliği nedeniyle Lordlar’ın güçlenmesine ve daha geniş topraklara sahip olmasını sağlamıştır.

Ticari faaliyetler dikkate alındığında ise, Doğu Avrupa’da tarım ürünlerinin üretim hacmi artmış, Batı’da ise, emek kıtlığı dikkate alındığında bu ürünlere olan ihtiyaç ve ithalat hacmi artmıştır. Sonuç itibariyle, Aynı kıta üzerinde oluşan bu ciddi ayrım, Doğu’da feodal yapının güçlenmesine, Batıda ise daha demokratik bir yapı oluşmasına neden olmuştur. Sonuç olarak bu bölümde yapılan değerlendirmede, gerçekleşen bu kritik olay neticesinde her iki bölgede de piyasa ekonomisinin varlığından bahsederken, Batı’da kapsayıcı ekonomik kurumların oluştuğu, Doğu’da ise sömürücü ekonomik kurumların güçlendiği tezi ortaya atılmıştır. Elbette ki, burada ortaya atılan tezin geçerlilik payı inkar edilmemelidir. Ancak yaşanan bu kritik olayı, ekonomik büyüme kavramı ile direkt olarak ilişkilendirmek yeterli olmayacaktır.

17. yy sonrasında İngiltere de ortaya çıkan hızlı ekonomik büyüme olgusu, siyasal bir dönüşümü de beraberinde getirmiştir. İngiltere’de yaşanan Görkemli Devrim sonrasında yaşanan siyasal dönüşüm ve sonrasında ortaya çıkan çoğulcu yapı, kapsayıcı siyasal kurumların oluşmasını sağlamış ve siyasal taban üzerinde kapsayıcı ekonomik kurumların oluşmasını da hızlandırmıştır. Devrim hareketi ve sonrasında oluşan siyasal yapının etkisiyle ortaya çıkan ekonomik büyümede, toplumun sisteme olan uyumunun da önemli olduğu göz ardı edilmemelidir. İngiltere’de yaşanan ekonomik büyüme hareketinde, merkezi otorite yine güçlüydü. Siyasal anlamda herhangi bir taviz verilmemesi ile birlikte, ekonomik büyümenin önünü açmak için demokratik hamlelerde bulunulması, fikri mülkiyet haklarına ve bireysel teşviklere önem verilmesi ve ticari faaliyetleri için çıkarılan ekonomik paketler ve buna bağlı olarak emek ve sermayenin etkin kullanılması büyümeyi hızlandırmıştır. Fikri mülkiyet haklarına verilen önem, ekonomi genelinde teknolojik ilerlemenin de lokomotifi olan buluşları beraberinde getirmiştir. Bu durum işçilerin de verimini arttırmıştır. İngiltere’de siyasal olarak oluşan çoğulcu düzen sonrasında parlamentonun gerçekleştirdiği finansal düzenlemeler, piyasayı canlandırmış ve ekonomideki bu canlılık sınır ötesindeki sömürgelere de ulaşmıştır.

Ancak yaşanan bu iktisadi büyüme hareketinde, kapsayıcı kurumların varlığının önemi büyük olmasına rağmen, İngiltere’nin sömürgeci anlayışının büyümeye etkisinden bahsetmek gerekmektedir.

Kapsayıcı kurumların varlığının büyümeye katkıda bulunduğu açıktır ancak, ilgili dönemde İngiltere’nin büyümesini sadece buna bağlamak yeterli olmayacaktır. İngiltere’nin uluslararası arenada yaptığı politik hamleler, coğrafi ve kültürel yapının önemi yadsınamaz bir gerçektir. Mevcut ekonomik ve siyasal kurumlar, güç dengesini şekillendirip, siyasal açıdan neyin olanaklı olduğunu gösterirken, kritik dönemeçlerdeki olayların sonuçları ise tarihin ağırlığıyla şekillenmektedir. Bu gibi dönemeçlerde izlenecek kurumsal gelişim rotası ise, siyasal iktidarların yaşanan bu kritik olayları hangi menfaat ekseninde kullandığıyla ilişkilidir. Görkemli devrimde, çoğulcu kurumların oluşmasını isteyen grubun başarısında, kraliyete muhalefet eden tüccarları zenginleştiren Atlantik ticareti arasında bir ilişki bulunduğu görülmektedir. Yazarlar, İngiltere örneğini verirken, bu ülkeyi sürekli olarak rol model olarak göstermişlerdir. Söz konusu durum, yazarların tezlerinin doğruluğunu ispat etmekten başka bir anlam ifade etmemektedir. Zira yine aynı dönemler dikkate alındığında, ortaya çıkan Fransız devrim hareketi, neredeyse tüm dünyayı etkilese de bu devrim İngiltere ve Amerika’ya hiç uymamıştır. Bu bakımdan, İngiltere’nin her ne kadar kapsayıcı kurumları inşa ettiği ifade edilse de, monarşi düzeninden vazgeçmediği ve ülkenin tüm faaliyetlerinde monarşinin kontrolü elden bırakmadığı bir gerçektir. İngiltere’nin büyüme hareketini ve bunun sürekliliğini sağlayan bitmek tükenmek bilmeyen sömürü hırsıdır. Sömürgecilik faaliyetlerine hiç ara vermeyen ve tüm sömürülen ülkelerin kaynakların direkt olarak ülkeye aktarıldığı bir ortamda, ekonomik büyümeyi yalnızca kapsayıcı kurumların varlığına dayandırmak yeterli olmayacaktır.

18. yy ‘da İngiltere’nin piyasa ekonomisine dayalı kapsayıcı ekonomik kurumları inşa etmesi, tüm dünyada hissedilmesine rağmen, her bölgede aynı kurumları oluşturmamıştır. Örneğin, Sanayi devrimi ile başlayan süreç, Fransız devrimi ile farklı bir boyut kazanmış, Batı Avrupa’daki ülkelerin kurumlarını İngiltere’dekilere yaşlaştırırken Doğu Avrupa daha da uzaklaşmıştır. Amerika ve Kanada gibi ülkelerde İngiltere örnekleri görünürken, Latin Amerika’da İspanyolların etkisiyle sömürücü kurumlar görülmüştür. Afrika’nın sanayi devriminden çok az etkilenmesi ve ekonomik büyümeyi gerçekleştirememesinde merkezi ve mutlakiyetçi devlet yönetimlerinin etkisi büyüktür. Burada Kongo için kritik dönemeç ise, Avrupalıların ülkeye gelmesi sonrasında doğan ekonomik fırsatların ve özellikle tarımsal üretimlere mutlakiyetçi yapı tarafından el konulması ve elitlerin silah ve lüks mallar karşılığında köleleri Portekizlilere satması olarak gösterilecektir.

Bu dönemeçte, Kongo büyük bir krallığa dönüşecek kaynağa ve ekonomik büyüme fırsatına sahipken, sömürücü kurumların etkisini ciddi manada hissetmiştir.

Her ne kadar 19.yy ‘da Afrika’da köle ticareti bitse de Avrupalı ülkelerin sömürgeci faaliyetleri, ekonomik ve siyasal kurumların gelişimini engellemiştir. Esasında, Afrika’da ekonomik büyümenin gerçekleşmemesini sadece mutlakiyetçi yönetim anlayışına bağlayarak, tarihsel çerçevede analiz yapmak, eksik bir değerlendirme olacaktır. Çünkü, bölgenin kaynaklarını ve emek gücünü, Afrika devletlerinin kendi menfaatleri için etkin kullanamamalarında ana neden, başta İngiltere olmak üzere, büyük devletlerin uyguladığı sömürgeci faaliyetlerdir.

Yapılan bu sömürgeci faaliyetler sonrasında, bölgede yer alan özgül malların, ülke içi ekonomik faaliyetlere dahil edilemeyip, direkt olarak sömürgeci kaynaklara aktarılması ve hatta emek gücünün de ciddi oranda sömürülmesi, ülkelerin var olan potansiyellerini de geri plana atmıştır. Asya’da ise, mutlakiyetçi yapıya sahip kurumların varlığına rağmen, Japonya iktisadi büyümeyi gerçekleştirmiştir. Bu bölgede Çin, Hindistan gibi ülkeler, kalkınmayı gerçekleştirecek kaynaklara sahip olmalarına rağmen, siyasal iktidarın gücünü kaybetme endişesi, kaynakların etkin kullanımını ve kapsayıcı ekonomik kurumların oluşumunu engellemiş ve ekonomik büyüme gerçekleşmemiştir. Japonya’da ise, mutlakiyetçi yapının varlığına rağmen, siyasal iktidarın gücünü kaybetme endişesi ve uluslararası tehditler, devrime yol açmış ve ekonomi büyümüştür. Ancak, Japonya’da gerçekleşen ekonomik büyümeyi bu kadar basit bir anlayışa indirgememek gerekmektedir.

Zira, bu ülkede, emek gücünün etkin kullanımı, kaynakları etkin kullanma becerisi ve teknolojik gelişmelere paralel sanayide yaşanan gelişmeler bu durumda etkendir.

Sonuç olarak, ekonomik büyüme kavramında, güçlü ve kapsayıcı siyasal kurumların üzerine oturtulan kapsayıcı ekonomik kurumların varlığı önemli olmakla birlikte, devletin bireysel teşvik, özel mülkiyet gibi konulara ağırlık vermesi de önemlidir. Teknolojik ilerlemeler ve toplumun eğitim seviyesi büyüme çabaları için gerekli kriterler olmakla birlikte, kaynakların etkin kullanımı ve verimlilik açısında da önem arz etmektedir. Ancak, ekonomik büyüme olgusunu tarihsel çerçevede değerlendirirken, ülkelerin coğrafi ve kültürel ve hatta demografik yapılarını da göz ardı etmemek gerekmektedir.

Sadece kapsayıcı siyasal kurumların oluşmasıyla, kapsayıcı ekonomik kurumlar oluşur demek, tarih boyunca katı yönetim tarzı benimseyen ancak, güçlü devlet otoritesinin sağlam bir ekonomiye dayanacağını düşünen ülkeleri de yok saymakla eş değerdir. Zira iktisadi büyüme kavramı, emek ve üretimle sağlanabilmekte olup, tarım, sanayi ve hizmet sektörleri ile aşamalı bir yol izlemektedir. Sonuç itibariyle, devletin ekonomik büyüme konusunda zemini oluşturan özel mülkiyet hukukunun gelişmesi ve bireysel güvenliğin sağlanması için gerekli bir kurum olduğu unutulmamalıdır. Ülkelerin ekonomik anlamda büyümesi ve veya çöküş sürecine girmesi yalnızca kapsayıcı kurumların varlığı ile açıklanmamalıdır. Tarih boyunca var olan imparatorlukların çöküşlerini hazırlayan süreçte, dünyada süper güç olmak için verilen sömürgecilik mücadelesi, izolasyon ve ambargo süreçleri ve diğer politik olayların varlığı önem arz etmektedir.




Yüklə 35,78 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin