II. Kaset 2. Yüzü
İlber Ortaylı: hayır, ne tahsil ediyorsun: onu soruyorum? Beni hayır yani şey ... Ben sana ne tahsil ettiğini sordum.
Birisi: Ben Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
İlber Ortaylı: İletişim fakültesinde yani ki sosyal bilimlerdesin; Siyasal, Hukuk vesaire gibi yerlerde lütfen bu terminolojiyi, bunların arasındaki hassas noktaları çok dikkatle ele almak zorundayız. Bu kadar basit konuşamazsın, yani düşünemezsin, çok tehlikeli. Hele iletişim bir de gazetecilik yapacaksın falan yani. Hepimizden daha çok etkili olacak. Buyurun.
Agah Oktay Güner: Bir şey arz edeceğim. Gençlerden tabii..... Sultan Hamit’in bütün emniyet teşkilatıyla yalvarmalarına rağmen Filistinlilerin dedeleri bu topraklarını Yahudiler’e sattılar, gençler.
İlber Ortaylı: A, onu da unutmayın tabii. O başka sefer oraya
Agah Oktay Güner: Dedenin yediği haram elma, torununun damağını kamaştırır.
İlber Ortaylı: Aman, Sayın Bakan, satıştan evvel başka şey yani şimdi orada hilafet ordusunun karnını yaran altın çıkartacağım diye.
Agah Oktay Güner: Allah böyle döver. Türkiye’ye ihanet eden bu dayağı yer.
İlber Ortaylı: bu artık tarih tabi çok şaşmaz bir programdır. Bu günkü Türk halkı Araplar’a kin tutmuyor.
Birisi: Sayın Demiral’in dediği gibi biz çok duygusal davranmıyor muyuz?
İlber Ortaylı: hayır, hayır
Agah Oktay Güner: hayır, hayır; duygusal değil; tarihi gerçek bu. Yani ben onların öldürülmesini tasvip etmiyorum ama bunları bilin.
İlber Ortaylı: Bu günkü Türkiye
Agah Oktay Güner: İsrail oraya gökten inmedi.
İlber Ortaylı: Bu günkü Türkiye, bu günkü Türk halkı hiçbir şekilde Hicaz’ın falan kinini tutmuyor; bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani bunu bilmiyor bile. Şimdi Medine’yi müdafaa ediyor adam, Merkadi Peygamber’dir. Resullullah’ın mezarıdır Medine-yu Münevvere. Bu başka, ötesi yok. Rauvzayı Mutahara arada, burayı savunuyor yani. Türkler savunuyor ve herkes savunuyor yani savunmamak cehennemde yanmak, imanla savunuyor ve nasıl savunuyor biliyorsunuz. Fare lüks sayılıyor; çekirge üzerine. Fahrettin Paşa’nın savunan orduya şeyi vardır, çekirge üzerine. Fahrettin Paşa’nın savunan orduya şeyi vardır, çekirge Talimnamesi vardır. Ne kadar, çekirge leziz birşeydir, ne kadar besleyicidir, efendim kahvesi de güzel olur, ızgarası daha güzel olur falan. Çekirgeyle geçiniyor millet çünkü orada.
Şimdi buna çarp saldıran insanlar İngilizler ve mahalli Araplar. Ricad eden orduyu bastırıyorlar, öldürüyorlar. Zaten Ricad halinde ordu yani feci bir şey. Efendime söyleyeyim işte bilmem daha bir sürü. Bunların hepsi anlatıldı falan fakat unuttu halk bunu; kin tutmadı ama tabi tarihte muhabbette duydu duymadı; bir yerde de Müslümanız. İster istemez de; bir de insanız. Çok önemli bir şey. Ve ben gittiğim zaman Filistinlileri sevdim mesela, Yani sevimli ve zeki bir halk. Hakikaten renkli bir halk. Mesela kız çocuk okutmaya bayılıyor, herif işçi basit bir işçi kızını en iyi okulda okutma gayretinde. Böyle bir enteresan halk. Çok güzel espirileri var falan hoş adamlar fakat tabi tarih çok gaddar, garip gaddar. Yani yapılan hataları böyle katmerliyerek ödetiyor size. Bu, tabi bunu yaptığın an 3 günde ordu Kudüs’ü bırakır da, alem bir oraya girerse, e ondan sonra da ona göre bir nizam tecris ederki sen kontrol edemezsin onu. Arkadan Balfur deklarasyonu gelir, arkadan bilmem ne gelir. Ondan sonra bir de ahmak adamlar yav Hitlerle işbirliği yapılır mı? Yani İngiliz Yahudileri şey yapıyor diye; yani şimdi bu Şerif Hüseyin yani görmüyor musun ne olacağın istikbâlin; 44’te Şerif Hüseyin hâlâ Berlin’de geziyordu. Kudüs Müftüsü yani. Sen o halka ne bekliyorsun ondan sonra. Bütün bunlar tabi düşünülecek şeyler. Bu ödetiliyor. Tabi bunu tarih ödetiyor. Tarih çünkü çok gaddar programları vardır. Yani müdehaleniz yanlış neticeler verebilir, akıllıca olmazsa. Bütün bunların üzerinde de durmak gerekiyor. Yalnız ben size söylüyorum böyle ne farkeder falan değil. Yani zımpara kağıdı ile tuvalet kağıdı arasında fark vardır. Kağıttır ikisi de ama aynı işi görmezler. Evet, sonra da en arkadaki hukukçuya soracağız. Sizden sonra.
Haydar Çelik: Haydar Çelik. Bilkent Üniversitesi Elektrik-Elektronik bölümü öğrenciyim. 2. Sınıf. Ben Paşa Hocamın sözüne karşı bir şey bir şey söyleyeceğim. Tarihçilerin işi bitti mi? Yani politikacılar mı yapacak bundan sonra. Ben katılmıyorum buna. Şöyle söyleyeyim Almanya’da ve Fransa’da dediniz insanlar okuma yazma bilmemesine rağmen Ermeni meselesini biliyor ve bunun hakkında yorumlar yapıyor. E şimdi bizim Türkiye’deki halkımızın kaç tanesi Ermeni meselesini, Kürt meselesini ya da Rum meselesini biliyor ki, onun hakkında yorum yapacak?
İlber Ortaylı: Bu doğru.
Haydar Çelik: Ben 20. Yüzyılda, benim bildiğim 3 tane ırksal sorunvar. Kürt, Ermeni ve Rum. Rum meselesi Kuzey Kıbrıs yani Kıbrıs sorunuydu. Bunun hakkında ben bir şey bilmiyorum yani orada ne oldu, o savaşta yani. Bir bizim gördüğümüz tarafıyla, orada Türkleri öldürdüler. Türk ordusu gitti işte halletti meseleyi. Kürtlere ne oldu? İşte Kürtler de şunu söylüyor; 1938 ? ‘de yapılan katliam vardı. Bunun üzerine bizim herhangi birine söyleseniz dışarıda söyleyeceği tek şey, hayır bunlar bölücü. Bunun üzerinde düşünülmez, yorum yapılmaz ve tarihçilerin işi bence bitmedi. Çünkü doğru dürüst arşivlerin ortaya çıkarıldığını falan ya da eser olarak sunulduğunu düşünmüyorum ben. O nedenle bence tarihçilerin işi bitmedi. Hatta politikacılara da bırakmamak gerekiyor bence. Çünkü Türkiye’de ne kadar iş doğru gidiyor, politikacıların yaptığı şeyler nedeniyle diyorum ben.
İlber Ortaylı: Evet. Doğru tabi. Tarihçi, tarih, tarih işi, tarihçinin işi bitmez bu anlamda. Hayır. Paşamızın dediği başka bir şey yani boyuna işi tarihçtilere bırakalım diyip politikada kurtulamazsın. Çünkü müzakere masasına tarihçiler oturmuyor. Bu politika tabi çok enteresan bir olay. Bu Nazi Gold, Nazi Altınları meselesi tabi bu istismar ediliyor, herşey. Londra’da yağmalanan Nazilerin, yağmaladığı altınlar ve eserlerin geri verilmesi için Yahudiler konferans topluyor ve çok enteresan orada kamptan kurtulan Yahudiler vardı, toplantıya alınmayan. Yani bunlar bizim sırtımızdan burada başka kazanç peşindeler diye konuştular. Ve orada Rusya’nın delegesi çok tasvip ettiğim bir konuşma yaptı. Bu paraları dedi alacaksınız da kime vereceksiniz dedi. Çingenelere verecek misiniz dedi. Biliyorsunuz Almanların yaptığı en şerefsiz davranışlardan biri o ordunun şerefini lekeler. Fırındaki ilk deneme Sovyet harf esirleri üzerinde yapıldı. Yani ilk yakılanlar Yahudiler değil, Sovyet harp esirleridir. Varkas Stalin denen herif bunlara sahip çıkmamak gibi bir alçaklığı da itfa etmiştir, yakalanan esirleri ama ne olursa olsun şerefli bir ordu esiri onun şerefidir biliyorsun; elde ettiği esir, bir asker, erkek erkeğe dövüşüyorsun, senin şerefindir. Sana onu baklava börekle besle diyen yok ama bu yapılmaz yani. Çok kötüdür, çok kötüdür. Sovyet harf esirlerinin durumu çok fecidir. Mesela Brodel varya meşhur tarihçi Brodel, o kitabını esir kampında yazdı. Yani kitabı esir kampında yazdı herif. Fransız harp esiriydi çünkü Kızıl Haç Sözleşmesi var falan. Yiyecek geliyor, spor yapılıyor, arada da Brodel Efendi kitabı da yazıyor yani ilk taslağıyla orada. Yani ama rahatı var çünkü, değil mi efendim ama şeyde, bu tabi Sovyet kamplarında söz konusu değildi, feci şeylerdir. Burada anlatacak gibi değilim. Ve ilk deneyde onların üzerinde yapılmıştır. Bunu söyledi mesela adam. Kime vereceksiniz bu parayı dedi falan, sordu. Şimdi tarihin daha bilinmeyen bir takım şeyleri var ve bildirilmeyen tarafları var. Çingenelerin tabi Yahudiler’in entelizasnsına ve kitle iletişim araçlarına sahip olmadığını düşünürsek, bir sürü insan Çingenelerin de Yahudiler gibi fırınlandığını ırklarından dolayı bilmez bile Bayağı entelektüel olmak lazım, bilmek için.
Agah Oktay Güner: Haçlı seferlerinde önce Çingene çocuklarını yediler.
İlber Ortaylı: Önce Çingene çocuklarını tabi, kebap yapıp. Öyle bir Çingene’ye de karşıda adam aynen Yahudi’ye olduğu gibi çok derin bir nefret değil, korku var. Yani onları böyle büyücü gibi, uğursuz bir unsur falan gibi görüyor. Çünkü büyük dede Çingene’yi ve Yahudi’yi uğursuz bir unsur gibi görünce, bereketi kaçıran Tonu da ister istemez, onu bu şekilde fırınlıyor. Yani bu kalıp değiştiriyor, bu kafanın içinde. Bu çok önemlidir. Bunlar kolay kalkan nefretler değildir. Toz pembe edebiyat çok hoştur ama hemen çıkar şuur altından, hemen çıkar yani kafayı çekince, rahatlayınca, işler iyi gidince, Yahudiler kardeş olur, Çingeneler de hoş bir ırk olur, bugün olduğu gibi. Yarın enflasyonun Fransa’da %20’nin üzerine çıktığını düşününce, neler olacağını düşünmek dahi istemiyorum. Çünkü çok kötü örneklerini görüyoruz. Alaman fıkrasını biliyorsunuz değil mi? “Yahudiyle Türk arasındaki fark nedir, biliyor musun?” demiş. Yahudi sırayı savdı, demiş. Önemli bir şeydir. Yani, her zaman bir Yahudi lazım adama. Bu çok önemli bir şey bu. Bu bir toplumda sıkıntı başladığı an, bir tane günah keçisi aranır. Bunları hep bilmek lazım. Bu gibi toz pembe edebiyatı alkışlayalım ama inanmayalım. Çok hoş bir şeydir; alkışlarsın, inanmazsın. Şimdi en arkadan sizi dinleyeyim. Buyrun.
Serhat : İsmim Serhat. Ankara Hukuk, son sınıf öğrencisiyim. Üç hafta önce Yeni Bin Yıl’da Taner Akçam’ın bir yazısı vardı. Atatürk de bunu bir soykırım olarak niteliyordu diye.
İlber Ortaylı: Atatürk? ...... Hiçbir zaman
Serhat : Evet Atatürk. Atatürk Hayır bunun hakkında bir yorum yapmışmıdır, yaptıysa da bunu boğuşma mı veya soykırım olarak mı?
İlber Ortaylı: Hiç alakası yok.
Serhat: Niletemiştir.
İlber Ortaylı: Hiç alakası yok. Atatürk şartları çok iyi bilen biri, çok iyi bilen biri. Ve tabi Enver ve Cemal falan gibi ehl-i hamakatta değil Şimdi geçen aylarda Harp Tarihi Konferansı Telaviv’de oldu. Ve bir İsrailli askeri tarihçi profesör kalktı Hayfa’nın savunmasını anlattı, biliyor musunuz? Yani alen bir orduları ilerliyor, Hayfa’yı da savunuyoruz yani daha doğrusu orada tabi birlik savunuyor artık. Komutan da Bilal Bey, binbaşı. Son mohikanımız savunuyor Hayfa’yı. Ben hayatımda bu kadar güzel bir Askeri Tarih Tebliği dinlemedim yani. Herkese numune olsun. Şimdi İngiliz Tümen Komutanı o kadar emin ki kendisinden, Rolls Roys’una binmiş herif, İskender gibi geliyor. Girecek şehrin içine bütün oradaki Alamanlar, yerleşik Yahudiler falan onu alkışlayacak; Araplar yalaklığa dünden razı zaten, alkışlayacaklar falan. El-Nebi geldi diyecekler bilmem ne. Girecek Tümgenelar Brigardiye Rolls Roys’una kurulmuş, çok da güzel tarif ediyor ve hepsi vesika. Bir müddet daha geçmeden herif Rolls Roys’undan böyle sıçrayıp, sipere atlamak zorunda kalıyor. Çünkü Bilal Bey şehrin topografisini, Hayfa böyle deve gibi bir yer, çok tepeli, o kadar iyi biliyor ki, seksen kişilik birlikle 3 gün savundu şehri. 3 gün savundu. 80 kişilik birliğiyle artık, artık, bakiye-yi Suyuf. 3 gün savundu şehri, müthiş bir şeydi o. Yani onu da küçümsemeyin. Herkes çok iyi komutan ve müthiş insanlar var böyle. Tabii Mustafa Kemal Paşa o tarihte bu heyetin en mütemayiz insanlarından biri ve müthiş Alman düşmanıdır, biliyorsunuz. Hiç istemez Almanları. Alman askeriyesini istemez, sistemini sevmez. Mesela eskilerin çok anlattıkları fakat maalesef yazmadıkları kötü huyu vardı. Arkadaşları vardı bunu yazmadılar, rica ettiğimiz halde. Bunlardan bir tanesi de şudur; Tevfik Bıyıklıoğlu soruyor. Alman mı, Fransız askeri mi paşam diyor. Hangi ordu, diyor. “Efendim, Fransız’ı tercih ederiz.” diyor. “Çünkü, ben” diyor “Kayzer manevralarında diyor Ferik’in Riva’yı kırbaçladığını gördüm, yani Alaman Korgenerali Tuğgenerale kırbaç vurmuş böyle yaparlar. Pat, küt vurur, yapar yani bir yanlış varsa. Halbuki Pikardi manevralarında demiş General Foş, yani mareşaldi ama sonra o zaman generaldi. Geldi böyle teğmene işte, savamona mi falan, nasıl falan dedi, o da savamor jeneral dedi. Ben böyle demokratik ordu seviyorum demiş. Mesela böyle şeyler var. Tabii hiç sevmiyor Alman nüfusunu, bunlar ama müsadenizle bu tabii, bu şekilde Atatürk’ün bunu, Atatürk değil İttihat Terakki’de de bir takım adamlar karşıydı buna yani, harbe giriyorsun ve işi iyi idare edemiyorsun. Bunlar idaresizlik. Mesela Hüseyin Cait karşıydı. Sonra işi kaçıran dozunu herfler var, sorumsuz. Hakikaten Bahattin Şakir öyle biri. Yani sorumsuz herif. Bunlar böyle olmaz. Halide Edip Hanım ona katil demiş. Yani bunu da hakikaten bir vatanhaini yaklaşım veya bir Ermeni dostu veya şey olarak niletemeyin. Sorumsuz bir heriftir bu Bahattin Şakir çünkü. Bu kadar açıktır ama müsadenizle bu gibi tenkit herkesden gelmiştir ama bunu bu şekilde büyütmenin manası yoktur yani. Nihayet Atatürk’e de başka şeyler için neler demiyorlar ki. Yani ne yapacaktı? Çak kahve mi ikram edecek Şeyh Sait’e. Bu çok önemli bir husus. Yalnız tabii Taner Akçam’ın ben maalesef bir taraflı bir, evet taraflı bir vakfın adamıdır. Almanya’da bu işler için kurulmuş dediği gibi.
Birisi: Ben o yazıyı okudum hocam. Onu söyleyim, o yazı Hüseyin Rauf Orbay’a takbih ediyor.
İlber Ortaylı: Yanlış dedikodular.
Birisi: Hüseyin Rauf Orbay’a ....., Hüseyin Rauf Orbay’la yapılan o Amerikan görüşmesinde takbih ettiğini söylüyor. Biz tarihçiler Türkiye’deki Ermeni lobisiyle de uğraşmak zorundayız.
İlber Ortaylı: Nasıl takbih ettiğini bilemezsiniz yani. Bu çok yanlış bir şeydir. Maalesef şey, Taner Osmanlıca da bilmiyor.
Birisi: Ama Erivan’da kaldı.
İlber Ortaylı: Olabilir. Ermenice de bilmiyor.
Bayan: Bir şey sormak istiyorum. Sevin..... Eski NewYork yardımcısıyım. Şimdi, ben, bilmiyorum; yerimidir bilemiyorum. Yakın Rizeli bir aile dostum, aile çok yakınen tanıdığım bir aileler. Bu Ermeniler olayları çıkınca, Ermeni olayları çıkınca biz Ermeniyiz dedi. Biz ailece Ermeniyiz dedi ve Türk hükümetine kinlerini ve sıkıntılarını, üzüntülerini bayağı ifade etti.
İlber Ortaylı: O dönmüştür. Yani.
Bayan: Ki siz de ona bir değindiniz. Dedi ki ve biz isimlerimizi değiştirmek durumunda kalmış bizim atalarımız dedi. Ve ki siz onu ifade ettiniz, neden değiştirim. Hakikaten böyle bir olay olduğunu.
İlber Ortaylı: Hayır, Kripto Armenien diye literatürde vardır tabi. Yani şey, dinin değiştiren.
Bayan: Evet, Onun ne sebeple hocam?
İlber Ortaylı: İşte bu, bunlar efendim hep eski devirlerde vergileri vermemek, öylesi uygun geldiği için, dinini çevirenler var.
Bayan:Ve askerde Müslüman olmuşlar.
İlber Ortaylı: Mesela Arnavutluk’ta var böyle bir sürü adam yani, bunun üzerine bir makale de vardır.
Bayan: Ama çok üzgünler, böyle yaptıkları için.
İlber Ortaylı: Olabilir ne yapayım. Son pişmanlık fayda vermez.
Bayan : Şimdi ben, bir şey gene söylemek istiyorum, ben Orduluyum efendim. Bunu çok iyi bildiğim bir olay ve büyüklerimiz daha doğrusu.
İlber Ortaylı: Ama bu biraz etnik şeylere giriyor ama böyle bir şey var.
Bayan: Hayır, yani pek yeri değil de onu da kısaca bir paylaşmak istiyorum.
Agah Oktay Güner: o zaman yeri olduğunda söyleyin.
Bayan: Paylaşmak istiyorum.
Agah Oktay Güner : Buyrun.
Bayan: Şimdi efendim o siz de ifade ettiniz, yani asilmasyon olmadığına anlattınız. Yine ona örnek için söylüyorum. Mesela bize para veriyorlardı ve biz Ermenileri sürgün olarak, diyelim ki Ordu’dan Trabzon’a götürüyorduk. Anlatıyorlarmış. Götürürken de onları nebileyim nehre attıklarını, paralarını.
İlber Ortaylı : Olabilir, öyle şeyler vardır.
Bayan: Paylaştıklarını filan anlatıyorlar.
İlber Ortaylı: Vardır böyle şeyler. Canım bir yerden bir yere kaçan insanı malmalınacılar suya döküyor. Yani bütün dünya bunu yaşıyor.
Bayan: Evet, teşekkür ederim.
İlber Ortaylı: Bunlar var. Bu şey çok kolay ve işler değil. Bunlar oluyor ve böyle şeylerde var da var. Yani din değiştirenler de var.
Bayan: Sizin anlattıklarınızı teyiden söylüyorum.
İlber Ortaylı: Evet efendim bunlar var. Bu çok geniş bir mevzu. Bunun hepsi. Ben şimdi unuttum senin son dediğini söyle. Öğrencime söylüyorum.
Serkan : Atatürk’ün bu konu hakkındaki.
İlber Ortaylı: Evet. Demek ki bu Taner’in maalesef böyle gayretleri var. Ben yanlı olarak görüyorum. Daha doğrusu taraflardan biridir kendisi. Hakem olarak yazmıyor. Yazdıklarını okuyun ama. Onu söylüyorum, yazdıklarını lütfen okuyun. Şimdi bir kitap daha çıkardı. Müthiş bir evrak da var tabii arkada. Onu da bilin. Ama bir vakfın adamıdır. Bu iş için kurulmuş bir Alman vakfın. Aderavnu, başka vakıf, başka vakıf. Evet Vakıfta çalışıyor, buradan da geçiniyor. Böyle şey. Bunu iyi okumak zorundayız.
Agah Oktay Güner: Çok yoruldunuz ama.
İlber Ortaylı: Bir hanımefendiyi, lütfen.
Bayan: Sormak istiyorum. Bu Apo’nun asılması-asılmaması konusunda tartışmalarının, konuya ilişkin.
İlber Ortaylı: Efendim benim malumatım değil. Ben bilemiyorum. Ne hali Resmiyede ve siyasyon arasında neler geçiyor. Bilmek de istemiyorum. Fakat ben bir memleketteki adli sistemin, bir takım kombinasyonlar için feda edilmesini veya değiştirilmesini makul bulmuyorum. Hatta onurlu bulmuyorum. İşte bilmem Avrupa Birliği’ne girecekmişiz de, idam cezası kalkacakmış da, bilmem neymiş de. Bir takım yavan laflar bunlar. Onun için işte o da asılmayacakmış. Tamam asmayacaksan asma. Yani asacaksan as. Senin bileceğin, karar vereceğin bir şey. Yani Fransa Marshall Petain’i asmadı. E herhalde biz Avrupalılarla iyi geçinelim falan değil; yani asmak istemedi, asmadı. Bu kadar basit. Bunlara böyle şeylerle karar verilmesi insanı tabi çok üzüyor. Çünkü adalet ve mevcut hukuk sistemi değişir. Hukuk sistemi değişir ama adalet değişmez. İnsanlar adalet ister. Adalet duyguları tatmin edilmemesi çok kötüdür. Başka tatminsizliklere benzemez. Ve bunların üzerinde dururken de böyle hafif davranmak bana çok uygun gelmiyor, rahatsız ediyor, rahatsız ediyor. Adama göre kanun olmaz. İdam cezası kalksın diye imza topluyor, ondan sonra Sivas Davası başlayınca asın adamları diyor. Sen değil miydin yav imza toplayan; onu asma, onu as falan. Veya diyor ki hakimler nasıl karar veriyor, görseniz diyor. Yani demek istiyor ki cahiller ve dosyayı tetkik. Tamam ciddi bir şey ama düşün ki o adam o zaman bilmem nelik katili de beraat ettiriyor belki o laubalilikle. Yani bilgisizce, dosyayı şey yapmadan, o da vahim bir şey. Adalet çok önemli bir olay bunun üzerinde tabii konuşmak da istemiyorm. Çünkü ben resmen hukukçu da değilim ve o camiadaki çok kıymetli insanları da yaralamak istemem. Birisi yanımızdadır hukukçu beyefendi. Hukuçudur yani kendileri ve hukukçuluk yapmıştır yani. Ben istemem yani böyle mesleğim olmayan kimseleri biraz anlamama rağmen bu işlerden yaralamak da. Ama bu işi öyle değerlendiriyorum. Bu tabii ayrı bugünkü konumuzdan.
.... Efendim yani işte bir takım şeyler yani. Maalesef.
Abdulkerim Ak: Abdülkerim Ak ben Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği, 3. Sınıf öğrencisiyim. Hocam, şimdi neden Almanya Rusya’nın Stalin dönemin yaptığı katliyamlardan bahsetmiyor da, Türkler’in Ermeni Soykırımından bahsediyor. Bunun arkasında ideolojik şeyler.
İlber Ortaylı: Bahsediyor, bahsediyor. Yani Almanlar stalin döneminden çok bahsediyorlar.
Abdülkerim Ak: Soykırım olarak mı bahsediyorlar hocam?
İlber Ortaylı: Ha, şey olarak. E tabi. Mesela şeylerden bahsedenleri var; hayır soykırım değil. İşte yani onu katletti, bunu katletti batı biliyorsunuz Stalin. Şimdi bir şeyleri dikkate almanız lazım. Bizim memleketimizde o öyledir, her yerde de öyledir. Rusya Batı avrupa’da çok sempatiyle bakılan bir kuvvet değil, bize çok benziyorlar Allah’a şükür. O söyleniyor, bu bakımdan karşınızda iki tane memleket var ki, hakikaten pireyi deve yapmaya hazırlar. Hoş Stalin’in yaptıkları pire değil tabii; onu söyleyeyim ama, yani pireyi deve yapmaya hazırlar. Adam mesela Prusya sistemine otokrasi demiyor da Ruslar’ınkine diyor. Ne farkı var ya ikisinin? İkisi de aynı yani mesela Türkler’e niye otokrosi diyorsun da Kayzer Vilhenging’e otoriterian oluyor. Böyle bir şey olabilir mi yani? Osmanlı sistemi otokratmış, ha e senin ki niye otoriter oluyor? Daha legal, sağlam yapılı. Bunlar maalesef, bu gibi çifte standartlı yorumlar oluyor onu göreceksiniz. Sağ olunuz efendim. Çok teşekkür ederim.
Agah Oktay Güner: Değerli İlber Ortaylı’ya vakfımızın şükran duygularıyla, bugünün mütevazi bir hatırasını arz ediyorum.
İlber Ortaylı: Ah, sağ olunuz. Çok da mütevazi değil ha, çok da mütevazi değil, sağ olunuz. Mahcup ettiniz. Bizi mahcup ettiniz. Umumiyetle bir....
Agah Oktay Güner: Estafurullah
İlber Ortaylı: Çok masraf etmişsiniz. Sağ olunuz efendim.
Agah Oktay Güner’in Hocası: ... sini pek dikkate, ciddiye almıyor olacaksınız. Maalesef, şimdi arkadaşlarınızla konuşuyorduk, kendileri hafif tertip şikayet ediyorlardı. Ben de onlara diyordum ki, yavrum liselerde ve üniversitelerde sadece ezberletilip, araştırma düşünme yollarını açmadan diploma veriyoruz. Sizlerden ricam, evvela lütfen şu anadilinizi iyi öğrenin. Ezberlemeyi terk etmeniz için anlama meselesine eğilmeniz lazım. İyi anlamak için de dilin kurallarına eğilmek gerekir. Benim sizlerden ricam, lütfen dinlemekle anlamayı, öğrenmekle ezberlemeyi birbirinden ayırın ve iyi anlayan, iyi öğrenen, dolayısıyla iyi düşünen kafalar olun. İyi düşünen kafalar olduğunuz zaman çok iyi insanlar olacaksınız. Çok iyi insanlar olmanın da bir küçücük yurdu var. Evvela; neden, niçin, nasıl diye sormaya başlayacaksınız. Hem kendiniz karşısında, hadiseler karşısında ve problemler karşısında neden, niçin, nasıl demeyi bileceksiniz. Bu neden, nasıl ve niçin sizi kendinize doğru yöneltecek; o zaman da ben kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum diyeceksiniz. Fert olarak, millet olarak, cemiyet olarak bu soruyu genişletebilirsiniz. Kimim, neyim, nereden geliyorum ve nereye gidiyorum. O zaman hayatınız daha renkli, daha manalı olacak. Çünkü bu dünyada ne işe yarayacağınızı, ne iş yapacağınızı ve niçin yapacağınızı daha iyi ve daha kararlı göreceksiniz. Yani bir hayat felsefeniz olacak. O hayat felsefesiyle, siz, bu toplumun, bu milletin ve bizzat kendinizin yıkılmaz kayaları eğilmez başları olacaksınız. Evvela, aileniz, sonra şehriniz, sonra milletiniz ve hatta bütün dünya sizinle iftihar edecek. Ancak o zaman mutlu olacak, huzurlu olacaksınız. Unutmayın dünyaya gelen sadece bedenlerimiz değil; aklımız da var, ruhumuz da var. Hepinize hayırlar dilerim. Hepinize huzurlu, güzel ömürler dilerim yavrularım.
Agah Oktay Güner: Değerli hocama şükranlarımı arz ediyorum. Lütfettiler. Şimdi sevgili gençler demin de ifade ettim, önümüzdeki ayın 25’inde salon değişikliği olursa size duyuracağız; salon değişikliği olmazsa yine burada olacağız.
Dostları ilə paylaş: |