EŞ-ŞEHÎD (C.C.)
“Her zaman ve mekânda hazır, mahlûkatının hepsini bilen.”
Bilirsiniz ki, şâhid, bir hadise vuku bulduğunda onu gözleriyle gören kimseye denir. Vak'a yerinde olmayan ve onu müşahede edemeyen adama şâhid denmez. Demek ki gözle görmek, hadiseye tamamen muttali olmak şahitliğin ilk şartı...
Allah (Azze ve Celle) ise mutlak şâhid. Çünkü onun görmediği, bilmediği, ilminin nüfuz etmediği bir şey mev-cut değildir. İnsanların görmedikçe bilmeyecekleri bütün hadiseleri O kemâliyle bilir. Hatta ne zaman, nerede, kimin eliyle bir hadise vuku bulacaksa, onu da önceden bilir. Yine geçmiş vak'aları da hep bilir. Yani her şeye karşı Allah Teâlâ hem şâhiddir,hem şehîddir.
Hani çok kere “Allahü Teâlâ her yerde hâzır ve nazırdır” deriz ya, bunun mânâsı, her şeye ve her zerreye yakınlığı müsavidir, birdir demektir. İşte yakın olduğu için de yapılan hiçbir iş yoktur ki, görmesin. Söylenen hiçbir söz yoktur ki işitmesin. Bu mümkün değil...
Bir insan, sesini yükseltse de, gizlice söylese de fark etmez. Cenâb-ı Hak bütün sesleri işitir, bütün âlemi görür.
Ve Allah buyuruyor:
“Allah, her şeye şahiddir.” 161
“İnnallâhe kâne aleyküm rakîbâ = Şüphesiz ki Allah, üzerinizde gözcü bulunuyor.” 162
O Alîm'dir. Mutlak surette her şeyi bilir. Her hadisenin esrarını, iç yüzünü, dış yüzünü ve bütün sebeplerini bilir. Bir şeyi onun bilgisinden, onun görmesinden saklamaya imkân yoktur. Çünkü O Habîr'dir, Şehîd'dir.
Artık inanmış bir adam bu halleri düşünür de kendisini günahın ve isyanın seline kaptırmaz. Rabbim benim her işime şâhid, beni her lâhza görmektedir der ve ayrılık kayasını aradan çıkarır, rabbine karşı sevgisi, muhabbeti, kulluğu bin kat daha artar...
Şu hâdise bize güzel bir misâldir:
Bir gece, dertli bir kadın İmam-ı A'zam hazretlerinin kapısına geldi ve kapıyı çaldı. İmam içeriden seslendi:
“Kimdir o?”
Kadın ipler gibi kıvrım kıvrım bükülerek inledi:
“Yâ İmam! Bir müşkülüm var. Fetva almaya geldim!”
Ebû Hanife Hazretleri:
“A kadın, dedi, sen bilmez misin ki, halife bizi fetva vermekten menetmiştir.”
Kadın, yüksekten akan sular misâli çağladı da dedi ki:
“Yâ İmam! Halife senin fetva verdiğini nereden bilecek? Gecenin bu vaktinde kim ne görecek ki?” Sultan İmam, tam kendisine yakışan cevabı verdi:
“Halife bilmezse de Allah da mı bilmez? Halbuki O bizim her şeyimize şâhiddir.”
İşte gönlü marifet nuru ile pırıldayan büyüklerin hâli... Ve bu ismin tecellîsi... Evet:
Aklını başa devşir, her ne yapsan Hak görür, Kalbde olanı bilir, gizliyi mutlak görür!.. 163
EL-HAKK (C.C.)
“Hiç değişmeden duran, Hakkı izhâr eden.”
Alemde hiç değişmeden duran bir varlık bulmak mümkün değildir. Ancak Allahu Teâlâ'dır ki, varlığı dâimdir. Zaten değişen, batıp doğan, eksikliğe uğrayan, halden hale geçen bir şey İlâh olamaz.
Allah'ın yüce zâtı, yokluğu kabul etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabul etmez. O, Ezelî ve Ebedîdir. Kâinatta olan ve akıp duran hadiseler ise hep Allah'ın yaratmasıyla vücut bulmaktadır. Şu anda âlemde neler varsa O'nun kudretinin eseridir. Bundan sonra neler yaratılacaksa yine O'nun var etmesiyle meydana gelecektir. Hakiki manada var olan yalnız Allah'tır. Bizim var gibi gördüğümüz herşey yarın yok olacaktır. Göklerde olanlar da O'na muhtaçtır, yerde olanlar da. O ise, varlığında zatından başkasına muhtaç değildir.
Tek kelimeyle söyleyecek olursak: Allahü Teâlâ'dan başka herşey yokluğa mahkumdur. Her şey değişir, yıkılır, helak olur. Biri gider, onun yerine bir başkası gelir. Biri ölür, bir başkası doğar. Yani herşeyin dizgini sadece Cenâb-ı Hakk'ın kudret elindedir.
Benim kurduğum düzeni kimse yıkamaz, benim saltanatım her şeyin üstünde gibi sözler söyleyen zalimler, ecelin bir temizlik süpürgesiyle bu dünyadan süpürülüp atılmışlardır.
Tek ve değişmeyen Hak O'dur. Ve O buyuruyor:
“Bu kâmil kudret şundandır: Çünkü Allah, varlığı kendinden olan Hak'dır. Müşriklerin Allah'ı bırakıp da tapındıkları putlar ise, hep bâtıldır. Şüphesiz ki Allah her şeyden yücedir, her şeyden büyüktür.” 164
Bana şimdi şöyle inlemek düşüyor:
Vuslatını diler can,
Meded, meded, Hak meded.
Sensin gönüller açan,
Meded, meded, Hak meded!..
Dünya bir tümsek bana,
Gurbet vurur pek bana,
Sen gereksin tek bana,
Meded, meded, Hak meded!.
Sevgin, aşkın haz senin,
Bahar senin, yaz senin,
Mislin bulunmaz senin,
Meded, meded, Hak meded!. 165
EL-VEKÎL (C.C.)
“Kullarının her şeyine kâfi olan, kendisine havale olunan işleri kulların yapacağından daha iyi temin eden.”
Kâinatta, insanların işlerini o insanlar hesabına yürütenlere vekîl denmektedir. Bilhassa mahkemelerde vekîl tutmak âdet olmuştur. Bir de milletin seçip meclise gönderdiği vekiller vardır. Fakat vekillerin en güzeli, en kudretlisi, en büyüğü Allah (Azze ve Celle)'dir. Alemdeki bütün işlerin tamamını tedbir ve idare eden O'dur.
Bir garibin “bostanına yağmur lazımsa, bulut O'nun emriyle gidip sakalık eder. Bir hastaya şifâ gerekse, hekim O'nun yarattığı nebatlardan elde ettiği ilâcı hastasına verir. Hâsılı, O'nun rahmetinin erişmediği bir mahlûk yoktur. Ne var ki, kendisi hiç bir işinde vekile ve vezire muhtaç değildir.
Padişahlar, sultanlar, vezirler tek başlarına bir mülkü idare edemezler. Bir hükümdar ne kadar kudretli olsa da yine başkalarına muhtaçtır. Cenâb-ı Hak ise, böyle noksanlıklardan münezzehtir.
O, her şeye hükmünü yürütür, her şeyin yerini tutar, fakat hiçbir şey O'nun yerini tutamaz, O'na ortak olamaz ve O'na dayanmadan duramaz.
Allahü Teâlâ, kullarına zaman zaman Peygamberler göndermiştir. Ne var ki, Peygamberler O'nun vekili değil, elçileridir ve emirlerini kullarına ulaştırırlar. Yani Peygamberler dahi Onun makamına kâim, vekil olamaz. Hakikî vekil ancak Allah (Azze ve Celle)'dir. Her işi, her cihetle bilen ve her müşkülü açan yalnız O'dur. O'nun kapattığı kapıyı açacak bir kuvvet mevcut değildir. Açtığını da kapatacak yine yoktur.
Şanı pek yüce olan Allah buyuruyor:
“Allah her şeyi yaratandır ve O, her şeye vekîldir.” 166
İnsanlar, kendi üzerlerine düşen bütün vazifeleri ifadan sonra, Allahü Teâlâ'ya tevekkül edip işlerini O'na ısmarlarlarsa mutlaka muradlarına nail olurlar. Şunu da unutmamak lâzımdır ki sırt üstü yatıp ben işimi Allah'a havale ettim diyenler her saadetten mahrum kalırlar. Meşru sebeplere el atacaksın, yani sabah gidip dükkanını açacak, işini güzel yapacaksın, sonra rabbinin yardımını, keremini bekleyeceksin...
Bu sebepler birer vasıta hükmündedir, tesir yine Allahü Teâlâ'dandır. Ağlamayan çocuğa anne meme vermediği gibi, tembellere de bir şey ulaşmaz.
Bir de şu var: Çalıştık, toprağa tohum ektik, mutlaka başak toplayacağız, o iş ister istemez olacak dememeli, tesiri Yüce Allah'tan beklemeliyiz...
Dünyada insanların, birbirlerinin işlerini görüvermeleri, hacetlerine koşuvermeleri, sen dur, senin yerine o işi ben yapıvereyim demeleri mecazî bir vekâlettir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi gerçek vekîl ancak Allahü Teâlâ'dır. O ne güzel vekildir. Ne desem?
Dost yolunda bir adım, bin adımdan güzeldir,
Ey Allah'ın kulları, bize başkası eldir! 167
Dostları ilə paylaş: |