EL-MUHSÎ (C.C.)
“İlmiyle her şeyin sayısını bilen.”
Yaratan O, yaratan bilmez mi? Namütenahi de olsa her bir şeyi noksansız bilmek O'na göre hiçtir. Hakikî mânâda nâmütenâhîlik O'na mahsustur. Yaratılanlar ne kadar çok olursa olsun namütenahi olamaz, çünkü her şeyin bir sonu ve ahiri vardır. İlmi ve kudreti sonsuz olan ise Allahü Teâlâ'dır. Mahlûk hakkında mübalağa ederek namütenahi kelimesi kullanılırsa da, bu hakikî değil mecazidir.
Meselâ: Kar yağar, her bir kar elmas parçası gibi yeryüzüne iner. O kadar ki her taraf beyazlara bürünür. Semâdan arzın kucağına inen kar tanelerinin adedi ne kadardır? Elbet bunun bir sayısı vardır. Yani sonsuz değildir. Ama bunu bilmek ve kavramak insanın güç yetiremiyeceği iştir. Akıl ve idrak bunun karşısında kıpırdayamaz hale gelir. Çünkü bizde o zerreleri sayacak kudret yoktur. İşte bir sayıya, bir ölçüye sığdıramadığımız şeylere namütenahi deyiveriyoruz.
Bir de Hazreti Adem'den bugüne kadar dünyaya gelen insanların sayısını düşünelim. Veya yeryüzündeki hayvanların miktarı, veya gök yüzündeki meleklerin sayısı... Bunları kemâliyle bilmek insana nasib olmaz. Cihanı yaratan Allah ise her şeyi olduğu gibi görür ve bilir. Hatta bizim hayatımız boyunca kaç nefes aldığımızı da yine bilir. İyilik yapsak bilir, fenalık yapsak bilir. Güzel düşünsek, çirkin düşünsek, kalbimizde olanı da bilir.
O halde, ömür nefeslerimizin incilerini onun taatinde pırıldatmalıyız. Biz hayatımızı takva ve verâ üzere devam ettirirsek alacağımız mükâfat çok büyüktür. Her şeyin üstünde Allah'ın rızası ve dîdâr nuru vardır... 174
EL-MÜBDİ’(C.C.)
“Eşyayı yoktan maddesiz ve örneksiz olarak ilk baştan yaratan.”
Bir zamanlar içinde bulunduğumuz şu kâinat yoktu, hatta zaman mekân mefhumu da yoktu. Hiçbir şey, hiçbir zerre, hiçbir nefes yokken, kudreti sonsuz olan Allah vardı. Kendisiyle beraber başka bir şey yoktu.
Yine hiçbir şeyin örneği, malzemesi, sebepleri de mevcut değildi. Sadece Allah Teâlâ vardı.
Sonra Yüce Allah rahmetinin ve kudretinin eseri olarak mahlûkatını hiç yoktan yarattı. Ve her şeyin ilk örneğini hayat sahasına çıkardı. Yine her şeye bir nizam, bir intizam ve bir takım sebepler verdi. Herşeyi vasıtalara, nizamlara, kanunlara bağladı.
Ateşin yakması, suyun ateşi söndürmesi, balığın suda hayat sürmesi, arının bal imal etmesi, ağacın meyve vermesi gibi.. Bütün bunlar O'nun iradesiyle olmuştur. Ve her şeyi derin, ince, değişmez nizamlara bağlamıştır. Me-
selâ: İnsanlar baharın vaktini değiştiremezler. Kış mevsiminin amansız tipisini dünya üzerinden söküp atamazlar. Allahü Teâlâ nasıl murad ettiyse bütün işler öyle devam eder.
Hazreti Adem'i hiç örneksiz ve anasız babasız yarattığı gibi, Hazreti İsa'yı da babasız olarak vücuda getirmiştir. Yani ona hiçbir şey güç gelmez. O bir şeyin varlığını murad edince ona sadece “Ol!” der, o şey de hemen oluverir... Yine bazı kara cahiller tabiatın bir kudreti, bir tesiri var zannederler. Çok kere de güneş hayat kaynağıdır derler. Güneşin yüzüne cila süren kimdir onu unuturlar. Ateşe, güneşe, ona buna tapmak, tağutları ilâh edinmek cehenneme kapı açmaktır. Evet:
Âvâre geçen ömrü, Ömür zanneder cahil.
İnciyi ve elması kömür zanneder cahil!
Çağlayan ırmaklara, pınarlara bakar da,
Suyu kendi keyfince yürür zanneder cahil!
Suyun kulağını bir büken olmasa dağlardan derelerden dolaşıp senin ayağına kadar gelir miydi?
Ey insan! Sen bir mahlûksun. Hâlık'ını düşün ve ona isyan etme. Sonra sana yazık olur. 175
EL-MUÎD (C.C.)
“Mahlûkatı yok ettikten sonra tekrar yaratan.”
Kâinatta hiçbir şey ebedî değildir. Her şeyin mutlaka bir ömrü, muayyen bir vakti vardır. O bittikten sonra ölüm gelir. Canlılar kâinata veda ederler. Gün gelecek kâinatın da ömrü bitecek. Kıyamet dediğimiz dehşetli saatler bütün varlıkları titretecektir. Yani her şey yok olacak, yalnız Allahü Teâlâ kalacaktır.
Dünya dolusu insan ölüm ırmağı ile ahiret gölüne akıtılmıştır. Fakat ölmekle iş bitmiş değildir. Eğer öyle olsaydı, zalimlerin yaptığı yanlarına kâr kalırdı. İyiler, muhsinler, güzel kulluk edenler, Allah yolunda can verenler mükâfatsiz bırakılmış olurdu.
Allahü Teâlâ'nın kudretine, emr ü fermanına karşı gelecek hiçbir varlık mevcut değildir. Bütün varlıkları yaratan O'dur. Ölülere yeniden hayat verecek olan da elbet O!.. İşte Allah'ın tayin buyurduğu o gün gelince, mezarlarında toz toprak olmuş, dağılmış, belki hiçbir eser kalmamış ölüler diriltileceklerdir. Kalk borusu vurduğunda, tâ Hazreti Adem'den son insana kadar kimler varsa, kimler ölüm uykusuna dalmışsa herkes ayağa kalkıverecek. Hiç yoktan yaratan, sonra diriltmeğe kadir olmaz mı?
İnsanın ne dünyaya gelişi, ne dünyadan gidişi, ne ölümü, ne de dirilişi kendi elinde değildir. Hayatı yaratan, ölümü yaratan, herkesi hesaba çekecek olan ancak Yüce Allah'tır.
Diyeceğim o ki:
Sen bu handa yolcusun, ey kuzum, işte gerçek,
Ölüm gelmezden evvel nefsini hesaba çek! 176
EL-MUHYÎ (C.C.)
“Can bağışlayan, sağlık ve afiyet veren, hayatı halk eden.”
O Allah, öyle bir yaratıcıdır ki, cansız maddelere can verir, hayat bahşeder. Kuru dallar üstünde kırmızı güller biter. Bir damla erlik suyundan fidan boylu bir insan meydana getirir. Her dakika dünyamıza binlerce insan gelir, binlerce varlık hayat bulur. Bir bahçede binlerce çeşit çiçekler, çemenler, otlar, zambaklar topraktan başını kaldırır, ayağa kalkar. Allah'ın kudret ve rahmeti ardı arkası kesilmeden bütün mahlûka ulaşır. Bütün bunlar Hâlık Teâlâ'nın kudret elinden çıkar. O dilediğine can bahşeder, dilediğini öldürür.
Kimine Nuh ömrü, kimine Yusuf güzelliği, kimine Süleyman mülkü verir. Tutup bir garibin başına sultanlık tacı koyarsa, buna da kimse mâni olamaz. Kula gereken, ona şükretmek, nimetin sahibini bilmek. Kendi elindekine güvenmemek, sadece Allahü Teâlâ'ya bende olmaktır. Eldeki ömür bitecek, saraylar, arabalar, Öteler, beriler mirasçılara kalacaktır. Hesap ise ona dönecektir. Bu dünyanın kara sevdasına kapılanlar o sarhoşluktan uya-namadan kabre düşü veriyorlar.
A akıllı kişi! Sakın sen öyle olma! Dünyanın bir imtihan meydanı olduğunu ve asıl hayatın ölümden sonra başlayacağını hiç unutma. Çünkü seni bir bekleyen var!.. 177
Dostları ilə paylaş: |