1- Fatiha Suresi Mekke’de nazil olmuştur. 7 ayettir. Kur’an-ı Kerim’de beş sure hamd ile başlamaktadır. En’am, Kehf, Sebe, Fatır ve Fatiha. Her yönüyle nimet olan varlık âleminde dört büyük nimet vardır. Birinci yaradılış, birinci hayat, ikinci yaradılış ve ikinci hayat.. En’am suresinin başı ilk yaradılıştan bahseder. Onun için başında “Elhamdü-lillahi” ile başlamıştır. Kehf suresi dünya hayatından ve mahiyetinden söz eder. Fatır suresi ikinci dirilişten söz eder. Sebe’ suresi de ahiret hayatından bahseder. Onun için onlar da hamd ile başlamışlardır. Maddi Kur’an olan kâinat kitabının ve onun Arapça tercümesi olan Kur’anın en önemli gayesi Allah’a hamd etmek ve O’nun mükemmelliğini, yüceliğini idrak ettirmektir. Onun için Kur’anın başlangıcı olan Fatiha suresi hamd ile başlamıştır. “Hamd” mükemmellik ve olgunluğun belirtileri olan bütün nimetler ve o nimetlerin ve mükemmelliklerin getirdiği bütün ibadet ve teşekkürler demektir. İster lafızla, ister fiilen, ister hâlen olsun. Mükemmellik ve olgunluk, rahmet şeklinde tecelli eder. Rahmet de yaratıklara ve insanlara sahip çıkıp onları terbiye ederek mükemmelliğe doğru götürmeyi gerektirir. Bu da, onlara bir düzen ve yasa vermeyi ve onları o yasa üzere yürütmeyi, onlara yol göstermeyi yani hidayeti gerektirir ki, rahmete mazhar olsunlar, Allah’ın gazabını celbetmesinler ve karanlık fezada kaybolup gitmesinler. İşte, Fatiha suresi kısaca ve özet olarak anlattığımız bu gerçeğin beliğ bir ifadesidir, bütün Kur’anın bir özetidir. Bismillahirrahmanirrahim 1- Bütün hamd (övgü, ibadet ve teşekkürler,) âlemlerin sahibi ve terbiyecisi olan Allah’a mahsustur. (O’ndan başka hiç kimse buna layık değildir.)
2- O (her şeyi) yasalar çeçevesinde rahmetiyle yaratan ve besleyendir. Ve yine rahmetiyle (her şeyi) olağanüstü olarak mükemmelliğe (ahirete) götürendir.
3- O, (her şeyin ceza ve mükâfatının görüneceği) din gününün sahibidir.
4- (İşte madem Sen böyle yücesin!) Ey Rabbimiz! Biz, yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden meded bekleriz!
5- Sen bizi doğru yol olan sırat-ı müstakime (ortayola) yönlendir. (Onda yürümeyi bize nasip et.)
6- Kendilerine nimet verdiğin (peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler) yoluna…
7- (Sebepler dünyasında boğulup) gazabına maruz kalanların yoluna değil ve (yanlış yola girip) varlığın mahiyetini anlamakta boğulup karanlık maddeye saplanan sapıkların yoluna değil.
Âmin.
2- Bakara Suresi Medine’de nazil olmuştur. 286 ayettir. [Surenin temel konuları; vahiy gerçeğinin evrenselliği, Allah’a ve ahiret gününe imanın önemi, sosyal hayat ile ibadet hayatının düzenlenmesi, insanın yüce bir yaratık olduğu, ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanların hatalarının düzeltilmesidir. Kur’anın indiği çağda Yahudi ve Hıristiyanların önemli etkinlikleri vardı. Bindörtyüz senedir devam da ediyor. Zaten Kur’an, evrensel olmayan hiçbir meseleyi kendine konu edinmemiştir. Tarihe mal olmuş, çağımız içinde izi kalmayan kölelik meselesi ise; başka bir boyutta işçi sınıfı olarak devam ediyor. Kölelik tarihe karıştığı gibi, işçilik de bir gün tarihe mal olacaktır. Fakat insanlık dünyasındaki diyalektik, ancak kıyamette kalkacaktır.] Bismillahirrahmanirrahim 1- Elif, Lam, Mim.
Allah ile Peygamberi arasında bir şifredir. Çok ince manaları vardır. Bir tanesi şu olabilir: Allah kâinatı yaratmış, onda hayat filiz vermiştir. Hayat âleminde de insanlık filiz vermiştir. Bu insanlık dünyasında da dil, yani anlama ve anlatma yeteneği yaratılmıştır. İnsan bu yeteneği ile Allah’tan gelen vahiylere muhatap olmuştur. İşte bu mana, bu zincirleme hakikat bu soyut harflerle ifade edilmiştir.
2- O vahiyler, kitaptır; (bilgidir, yasadır, öz ve gerçektir.) Kalbi daraltacak şüphe çekecek bir yanı yoktur. (Çünkü) özlerini koruyanlar (muttakiler) için bir rehberdir.
3- Öyle muttakiler ki; gayba (görünmeyen Allah’a) inanırlar (veya tek başlarına kaldıklarında da inanırlar.) Düzgünce namaz(larını) kılarlar. Ve Bizim onlara verdiğimiz rızıktan nafaka verirler. (İnsan, özünü Allah’a yöneltip kişisel hayatını dua ve namazla, toplumsal hayatını zekât ve yardımla koruyunca muttaki olmuş olur.)
4- Ve onlar, sana inen vahye de senden önce inen vahye de (evrensel dini mesajların birliğine) inanırlar. Öldükten sonra dirilip yaşayacakları ikinci hayata da kesinkes inanıyorlar.
5- İşte onlar (3. ayette anlatılanlar) Rablerinden edindikleri doğru bir yol üzeredirler. (Bunlar daha çok Müslüman muttakilerdir) Ve (4. ayette anlatılan) kurtuluşa erenler onlardır. (Bunlar daha çok Kur’ana inanıp da kendi dinlerini yaşayan ehl-i kitaptırlar.)
6- Bu gerçekleri inkâr eden küfrün elebaşlarına gelince, onları uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar inanmayacaklardır.
7- Allah kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. (İç ve dış duyguları körelmiştir.) Gözleri üzerinde de bir perde vardır. (Kâinattan gelen ayetleri göremiyorlar.) İşte onlara büyük bir azap vardır.
8- Ve insanlardan bir kısmı da var ki; Allah’a ve ahiret gününe inandık derler, fakat onlar inanacak yapıda değiller. (Bunlar ikiyüzlülükle fıtratlarını tamamen bozmuş olanlardır.)
9- Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışıyorlar. Gerçekte ise ancak kendilerini aldatıyorlar. Fakat bunun bilincinde değiller.
10- Kalplerinde hastalık vardır. (İyileşmesine çalışmadıkları için) Allah da hastalıklarını arttırdı. Ve yalancılıklarından dolayı, onlara elem verici bir azap vardır.
11- Onlara “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” denildiğinde “Biz ancak ıslah ediciyiz” derler.
12- Kesin olarak bilinsin ki; onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat bunun bilincinde değiller.
13- Onlara “İnsanların inandığı gibi inanın” denildiğinde, “Bu aptallar gibi mi inanıyoruz? (Biz daha iyi inanıyoruz.)” derler. Kesin olarak bilinsin ki; onlar aptalların ta kendileridir. Fakat kendi durumlarını bilmiyorlar.
14- Onlar, müminlerle karşılaştıklarında “İnandık” derler, şeytanlarıyla (büyükleriyle) başbaşa kaldıkları zaman, “Sizinle beraberiz, biz (Müslümanlarla) yalnızca alay ediyoruz” derler.
15- Aslında Allah, onlarla alay ediyor. Ve onları azgınlıkları içinde bunalmış olarak bırakıyor.
16- İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın aldılar. Ticaretleri bir kar etmedi. Çıkış yolu da bulamadılar.
17- Onların örneği şu adam gibidir ki; bir ateş tutuşturmak ister; ateş etrafını aydınlatınca Allah onların (göz) nurunu alır, onları karanlıklar içinde bırakır. Onlar öylece göremezler.
18- Onlar sağır, dilsiz ve kördürler ve geri de dönemiyorlar.
19- Veya onların örneği; gökten inen bir yağmur gibi ki, içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek vardır. Ölüm korkusuyla yıldırımlardan dolayı, parmaklarıyla kulaklarını kapatıyorlar. Şüphesiz Allah kâfirleri kuşatmıştır. (Onlar O’ndan kurtulamazlar.)
20- Şimşek neredeyse göznurlarını alır. Etrafı her aydınlattığında biraz yürürler. Üzerlerine karanlık çöktüğünde öylece dikilip dururlar. (Münafıklar özellikle liderleri kendilerince bir ateş yakıyorlar: Fitne ateşi. Onun sayesinde bir miktar ilerlerler. Fakat Allah, onları karanlıklarda bırakıyor.) Allah isteseydi, kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Çünkü Allah, her şeye kadirdir.
21- İşte ey bu dört grup insanlar (Müslümanlar, ehl-i kitap, kâfir ve münafıklar)! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki korunasınız.
22- O Allah ki; yeri size döşek kıldı, göğü bir saray gibi yaptı, gökten size bir su indirdi, onunla size rızık olarak nice meyve ve ürünler çıkardı. Artık bile bile Allah’a eş koşmayın!
23- Eğer kulumuz üzerine peyderpey indirdiğimiz bu mesajlarda bir şüpheniz varsa, onun benzeri bir sure getirin. Allah’tan başka diğer yardımcılarınızı da çağırın. Eğer biz de böyle şeyler söyleyebiliriz, sözünüzde doğruysanız!
24- Eğer yapamazsanız –ki yapamayacaksınız- yakıtı insanlar ve taşlar olan o ateşten sakının. Ki kâfirler için hazırlanmıştır. [Evet, Cehennem ve Cennet, kâinattaki iyilik ve kötülüğün iki önemli meyveleridirler.]
25- Bu gruplar içinde iman edip iyi işler (amel-i Salih) yapanları müjdele ki; onlar için altlarında nehirler akan cennetler vardır. O cennetlerin meyvelerinden onlara verildikçe; “Bu daha önce de yediğimiz şeylerdir” derler. (Yani, Cennet meyveleri alışılmış yiyeceklerdir. İnsan alıştığı yiyecekten daha çok lezzet alır.) Ve o rızık onlara değişik yapılarda sunulur. (Yani alışılmışın yanında yenilenmenin lezzetini de alırlar.) Ve onlar için temiz hanımlar vardır. Onlar orada ebedidirler.
26- Şüphesiz Allah, sivrisinekle ve ondan büyük (örümcek)le misal vermekten çekinmez. İnananlar bilirler ki; o (misaller) Rablerinden gelen bir gerçektir. Kâfir olanlar ise “Allah bunlarla ne demek istedi?” derler. Allah o misalle çoklarını saptırırken, çoklarını da doğru yola getirir. Fakat saptırılanlar, fasıklardan (İlahî yasalara riayet etmeyenlerden) başka kimseler değildir.(*)
(*) Yahudiler ve münafıklar, Kur’anın verdiği misalleri anlamadılar, temsillerde kullanılan şeylerin, Allah’ı değil de kendi durumlarını izah ettiğini bilemediler. Allah’a nisbetle küçük ile büyüğün hiçbir farkı olmadığını kavrayamadılar. (Çünkü bir sivrisineğin yaradılışı ile dünyanın yaradılışı arasında bir fark yoktur.) Bunun üzerine Kur’an bu ayetle onlara cevap verdi. İşte bu şekilde, bu ayetin daha önceki ayetlerle ilgisi anlaşılmış olur. Ayete Allah, sivrisinekle ve ondan daha küçüğü ile misal vermekten çekinmez, şeklinde de meal verilebilir. 27- O fasıklar ki; Allah’a söz verdikten sonra o sözü(*) bozarlar. Allah’ın iliştirilmesini emrettiği şeyi (sosyal ve evrensel bağları) keserler. Yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte onlar zarar etmişlerin ta kendileridir. (İlahî mesajların nurunu göremeyip karanlıklarda kalanlardır.)
(*) Allah’a söz vermek üç şekilde olur. 1) İnsan, inanmakla Allah’ın yasalarını çiğnemeyeceğine söz verir. 2) Peygamberler vasıtasıyla Allah’tan söz alınır ve Allah’a söz verilir. 3) İnsan doğuştan temiz bir yaratılış üzere yaratıldığı için fıtrî bir şekilde Allah’ın kulu olduğuna söz veriyor. Münafıklar ise bu üç sözlerini de bozmuş oluyorlar. 28- Nasıl Allah’ı inkâr edersiniz? Hâlbuki sizler ölüler (cansız elementler) iken, O size hayat verdi. Sonra öldürecek, sonra diriltecek, sonra O’na döneceksiniz.
(İnsan önemli bir yaratıktır, başıboş kalamaz; sorumluluğu büyüktür. Gökler ve yer onun için yaratılmıştır ölüp yok olamaz.)
29- O Allah’tır ki, yeryüzündeki herzeyi sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi. Onları yedi kat olarak düzenledi. O, her şeyi en iyi bilendir.
30- Bir vakit (zamanlar üstü olarak) Rabbin, meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yapacağım” dedi. Melekler: “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yapacaksın?” Hâlbuki Biz, Senin kusursuzluğunu ve mükemmelliğini bildiriyor, kendimizi senin (hizmetin) için temiz tutuyoruz” dediler.(*) Allah ise “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” dedi.
(*) Buradaki konuşma ve diyalog, yalnızca soru sormadır ve öğrenmek içindir. Yoksa itiraz makamında değildir. Nitekim yukarıda denildiği gibi, melekler Allah’ın kusursuzluğunu ilan ediyorlar. Melekler, yapıları sadece hayra çalıştığı için, yapısı hem hayra hem şerre çalışan insanın yaratılmasının hikmetini anlayamamışlardır. Sorarak hikmetini anlamak istemişlerdir. Veya meleklerin sorusu içine şeytanların itirazları da karışmış olabilir. Nitekim şeytanlar da melekler gibi ruhanî yaratıklardır. Fakat şerli kısmından.. (Bkn: Arapça İşarat-ül İ’caz Tefsiri) 31- Ve Allah, Âdeme (insanoğluna) bütün isimleri (her şeyin mahiyet ve ismini veya her şeyin öz hakikati olan Allah’ın isimlerini) öğretti. Sonra onları meleklere arz etti: eğer doğru iseniz, bu varlıkların isimlerini (mahiyetlerini dile getiren kelimeleri ve dilleri) bana söyleyin” dedi.
32- Melekler. “Ey Rabbimiz! Seni tenzih ederiz. Bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Gerçek ilim ve hikmet sahibi yalnız Sensin!” dediler.
33- Allah: “Ey Âdem! O eşyanın isimlerini onlara bildir” dedi. Âdem bildirince, Allah: “Demedim mi? Ben göklerin ve yerin gizlisini bilirim, sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim” dedi.
34- Yine bir vakit, meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. Şeytan hariç hepsi secde etti. O büyüklendi ve kâfirlerden oldu.
[Bu ayet, kâinattaki bütün yararlı yaratıklarla onlara müekkel olan meleklerin insanoğluna hizmet ettiğini, bir çeşit secdeye gittiğini bildirdiği gibi yılan, mikrop gibi şerli şeylerin ve onların binicileri olan şeytanların da insanoğlu demek olan Âdeme ram olmadıklarını, ona zarar verdiklerini hatırlatır.]
35- Biz dedik: Ey Âdem! Sen ve zevcen Cennette yerleşin. Orada istediğiniz yerden rahatça yiyin! Fakat bu (yasak) ağaca yaklaşmayın! Yaklaşırsanız, zalimlerden olursunuz.
[İnsan nesli bir zamanlar, yeryüzü cennetinde rahatça yaşarken, aralarında düşmanlık yokken sonra yamyamlığa başladılar, yasak ağaçtan yediler. Veya insanoğlu çocuk iken rahmet-i ilahiye ile harika bir şekilde beslenir. Sonra büyüdüğünde şehvet ağacından yiyince, o Cennet ortamından kovulup sorumluluk dünyasına atılmış olur.]
36- Bunun üzerine şeytan, onların ayağını o cennetten kaydırdı. Bulundukları ortamdan onları çıkardı. Biz de “Birbirinize düşmanlar olarak buradan inin! Belli bir müddete kadar yeryüzünde sizin için bir karargâh ve faydalanma vardır” dedik.
37- Âdem (sorumluluk dünyasına inen insanoğlu), Rabbinden bir kısım kelimeler (prensipler veya mesajlar) aldı. Allah onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah tevbeleri çabuk kabul eden ve çok acıyandır.
[İnsanlık, dinî prensiplerle Allah’a ve aslına yani ilk durumuna yönelerek yamyamlıktan, karışıklık ve düzensizlikten kurtulmuştur. Evet, bu asırda da insanlık Allah’tan uzaklaştığından, sömürü ve anarşi adıyla bilinen başka bir yamyamlık biçimini yaşamaktadır.] 38, 39- “Hepiniz oradan inin!” dedik. Benden size bir hidayet ve mesaj gelecektir. Kim o mesajıma tabi olursa, ona ne korku vardır ne de o üzülecektir. İnkâr edenler ve ayetlerimizi (mucizelerimizi) yalanlayanlar ise, onlar ateşin ehlidirler. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.
[Bu ayet bütün insanlığa hitaptır. Yani sadece Âdem, Havva ve Şeytan değildir mutluluk cennetinden inenler. Tam aksine bütün insanoğlu sınanmak için dünyaya gönderilmiştir. Bu sınav sonucu iyiler ve kötüler grupları içinde belirginleşen en önemli grup, Yahudilerdir. Onun için Kur’an, çokça Yahudi kıssalarına yer vermiştir. İnsanlık dünyasının sorunlarını somut olarak Benî İsrail (Yahudi) kıssalarında sunmuştur. Aslında Benî İsrail bir sıfat isimdir, dindar medeni millet demektir. Yani özel isim değildir. Tevrattan ve Kur’andan anlaşıldığına göre önce Yahudiler sonra Araplar sonra Türkler şimdi de Avrupalılar bu manayı yaşamışlar ve yaşıyorlar. Beni İsrail kıssalarını bu çerçevede değerlendirirseniz daha evrensel bir mesajı Kur’andan alırsınız.] 40- Ey İsrailoğulları (Benî İsrail)! Benim size verdiğim nimeti hatırlayın! Bana verdiğiniz sözde durun: Ben de size vadettiklerimi (size) vereyim. Ve yalnızca Ben’den korkun.
41- Ve beraberinizdeki vahiyleri doğrulayıcı olarak indirdiğim Kur’ana da inanın. Onu ilk yalanlayanlardan olmayın. Ayetlerimi ucuz bir fiyata satmayın. Ve yalnızca Benden çekinin.
42- Hak ile batılı birbirine karıştırmayın. Bile bile hakkı gizlemeyin.
43- Namazı kılın, zekâtı verin. Ve eğilenlerle beraber eğilin. (Namaz, ferdi hayatı; zekât, toplumsal hayatı, eğilip itaat etmek ise, devlet hayatını düzenler.)
44- İnsanlara iyiliği emrederken kendinizi unutuyorsunuz. Hâlbuki siz kitap okuyanlarsınız. Artık düşünmeyecek misiniz?
45- Sabır ve namaz (dua) ile yardım dileyin. Hiç şüphesiz namaz, huşu duyanların dışındakilere ağır gelir.
46- Öyle huşu (huzur ve sükûn) duyanlar ki; Rableriyle karşılaşacaklarına ve kendilerinin Allah’a ait olup O’na döneceklerine inanırlar.
47- Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Yine hatırlayın ki; Ben sizi (diğer) insanlardan üstün kılmıştım.
[Üstünlük ırk bazında değildir, dindar medeni millet olma vasfındadır. Üstünlük bu ayetlerde anlatılan nitelikleri yaşamakladır. Allah burada diyor: Sizler bu vasıfları uygularsanız yani bana vediğiniz sözde durursanız ben de size verdiğim sözü gerçekleştiririm, sizi diğer insanlardan (âlemlerden) üstün kılarım. Evet, her millet hatta her milletin her bir ferdi bir âlemdir.] 48- Öyle bir günden sakının ki; kimse kimsenin hiçbir ihtiyacını gidermez. Onlardan şefaat kabul olmaz, fidye alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez. (Demek dinlerde ırkçılık ve üstün insan kavramı yoktur.)
49- Hatırlayın, bir vakit sizi Firavun ordusundan kurtardık ki; onlar azabın en kötüsünü başınıza getirir; erkek çocuklarınızı boğazlar, kadınlarınızı yaşatıyorlardı. Bu konuda Allah’tan size büyük bir sınav vardı.
50- Yine hatırlayın ki; sizin için denizi yardık, gözünüz önünde Firavun ordusunu boğduk.
51- Ve Musa’ya kırk geceyi (buluşmak için) söz verdik. Musa içinizden ayrıldıktan sonra, nefsinize zulmederek (küfre girerek) buzağıyı tanrı edindiniz.
52- Ondan sonra şükretmeniz için sizi bağışladık.
53- Yine hatırlayın ki; doğru yolu bulmanız için Musa’ya kitap ve Furkan’ı (yasa ve doğru yola ileten mesajlarla dolu Tevrat’ı) verdik.
54- Yine hatırlayın ki; Musa kavmine: “Ey kavmim, siz buzağıyı tanrı edinmekle kendinize zulmettiniz. Artık Yaratanınıza tevbe edin ve kendi nefislerinizi (ilkel kalmış olan putperest damarlarızı) öldürün… Bu, yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır.” Bunun üzerine Allah tevbenizi kabul etti. Hiç şüphesiz O, tevbeleri çok çabuk kabul eden ve çok acıyandır.
55- Yine hatırlayın; Musa’ya: “Ey Musa! Biz Allah’ı açıkça görmeden asla inanmayız” dediniz. Bunun üzerine gözünüz önünde yıldırım sizi yakaladı.
[Başlarına gelen dağılma sonucu, millet ve toplum niteliklerini yitirdiler.]
56- Sonra ölümün ardından sizi dirilttik. (Yine dindar bir millet yaptık) ki şükredesiniz.
57- Ve bulutu size gölgelik yaptık. Üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Size verdiğimiz rızıktan yiyin dedik. (Fakat onlar şükretmiyorlardı.) Böylece Bize değil, yalnızca kendi nefislerine zulmediyorlardı.
58- Yine bir vakit: “Bu şehre girin, istediğiniz yerden rahatça yiyin, kapıdan secde etmek üzere girin, günahlarınızın affı için ricada bulunun, Biz hatalarınızı affederiz. Ve iyilikte bulunanların iyiliğini arttırırız” dedik.
59- Fakat zulmedenler, kendilerine söyleneni, tersine çevirdiler. (İstiğfar dileyeceklerine, gurura girdiler.) Biz de fasıklıklarından dolayı o zalimlerin başına gökten kötü bir azap indirdik.
60- Ve bir vakit Musa kendi kavmi için (Bizden) su istedi. Biz: “Asanla taşa vur” dedik. (Taşa vurunca) ondan on iki çeşme fışkırdı. Her bir toplum kendi kaynaklarını öğrendi. “Allah’ın rızkından yiyin, için. Fakat yeryüzünde bozgunculuk yaparak saldırmayın.” dedik.
61- Yine demiştiniz: “Ey Musa! Biz tek bir yemek (çölde verilen et ve helva) ile yetinmeyeceğiz. Sen Rabbinden iste ki; yerin bitirdiği bakladan, salatalıktan, sarımsaktan, mercimekten ve soğandan bizim için çıkarsın.” Musa dedi: “Düşük olanı daha hayırlı olanıyla mı değiştirmek istiyorsunuz. Madem arzunuz öyle, bir şehre inin, istediğiniz sizin için orada vardır.” (Yahudiler, bu emir üzerine göçebeliği bırakıp yerleşik düzene geçtiler. Bu yerleşik düzenin sonucu olarak, doğadan ve maneviyattan mahrum kaldılar.) Bunun üzerine zillet ve miskinlik belası başlarına geldi. Allah’ın gazabına müstahak bir duruma geldiler. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlardı, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Çünkü onlar isyankâr ve azgın bir millet olmuşlardı.
[Bu şekilde Yahudi milleti, evrensel İlahî mesajdan kopup dünyacı oldular. Yine de içlerinde hakiki dindarlar vardı.] 62- Hiç şüphesiz Müminler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden kim Allah’a ve ahirete inanıp yararlı işler yaparsa, Rableri katında (ebedî âlemde) onlar için mükâfatları vardır. Ve onlara ne (gelecek) korkusu ne de (geçmişin) üzüntüsü vardır.
63- Yine bir vakit sizden söz aldık ve Tur dağını üzerinizde yükselttik(*) ki; size verdiğimiz (vahiy kitabını) sıkıca tutun, onun içindekilerini iyice hatırlayın. Belki bu şekilde korunursunuz.
(*) Tur dağı, vahiy mesajlarına mazhar olmakla manen yükselmiş oldu.
64- Bu sözden sonra sırt çevirdiniz. Eğer Allah’ın size olan ikram ve rahmeti olmasaydı, siz zarar etmişlerden olacaktınız.
65- Cumartesi günü konusunda azgınlık yapanları elbette bildiniz. Biz onlara, “aşağılık maymunlar olun” dedik.(*)
(*) Allah onları ya maddeten veya manen maymunlar yaptı. Buna mesh denilir.
66- Bu cezayı, ondan önceki ve sonraki toplumlara bir ibret ve muttakiler için bir öğüt yaptık.
[Maddi mesh, insanlara bir öğüt olduğu gibi, manevi mesh de ruhunu ve özünü koruyanlar için bir uyarıdır.] 67- Yine bir vakit, Musa, kavmine: “Allah size bir inek kesmenizi emrediyor” dedi. Onlar: “Bizimle alay mı ediyorsun?” dediler.(*) Musa: “Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” dedi.
(*) Onlar o zamanki Mısırlılara bakarak ineğe tapıyorlardı. Onun için bu emre bir anlam veremiyorlardı. Dolayısıyla soru-cevap uzamıştır. 68- Onlar: “Rabbinden iste, bu ineğin ne olduğunu bize açıklasın” dediler. Musa: “Rabbim diyor ki; o bir inektir. Ne yaşlıdır, ne genç… Ortanca bir şey.. Artık emredildiğiniz şeyi yapın!” dedi.
69- Onlar: “Rabbinden iste; onun renginin ne olduğunu bize açıklasın” dediler. Musa: “Rabbim diyor ki; o sarı bir inektir, rengi parlak, bakanların hoşuna gider” dedi.
70- Onlar: “Sen Rabbinden iste; onun ne olduğunu bize açıklasın. Bu ineğin ne olduğunu anlayamadık. Biz inşaallah doğru yolda olanlardan olacağız.” dediler.
71- Musa: “Rabbim diyor ki; o boyunduruk altına alınıp yeri süren, ekini sulayan bir inek değildir. Sapasağlam ve rengi katıksızdır” dedi. Onlar: “İşte şimdi hakkı söyledin” dediler. Ve o ineği kestiler. Neredeyse yapmayacaklardı.
72- Yine bir vakit, bir insanı öldürdünüz. Kimin öldürdüğünde ihtilafa girdiniz. Allah ise sizin gizlediğinizi ortaya çıkarıyordu.
73- Biz dedik ki: “O ölünün (kopmuş) parçasını ona yapıştırın.” (O dirildi, kendisini kimin öldürdüğünü söyledi.) Allah ölüleri böylece diriltir, ayetlerini size gösterir ki; anlayasınız.
74- Bu mucizeden sonra kalpleriniz yine katılaştı. O kalpler taş gibi, belki daha da katıdırlar. Zira bir kısım taşlardan nehirler fışkırır, bir kısmı da parçalanır, içinden su çıkar. Bir kısmı da Allah’ın korkusundan yuvarlanır (toprak olur.) Ve (bilin ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. (Taşlar Hz. Musa’nın asasına dayanmadıkları halde, Yahudilerin kalpleri katılıktan kurtulamadı.)
75- (Yahudilerin kalpleri böyle olduktan sonra) siz ey Müslümanlar! Onların, size inanmalarını mı umut ediyorsunuz? Hâlbuki onlardan bir fırka, Allah’ın sözünü işitir, onu anladıktan sonra da bile bile o sözü saptırırlardı. (Onlar ikiyüzlü bir yapıdadırlar.)
76- Sizinle karşılaştıklarında inandık derler. Başbaşa kaldıkları zaman: “Allah’ın size açıkladığı şeyleri, Rabbimiz katında size karşı delil olarak kullansınlar diye Müslümanlara mı anlatıyorsunuz? Aklınız yok mu?” derler.
77- Onlar anlamıyorlar mı ki; Allah gizlediklerini de açıkladıklarını da bilir.
78- Onlardan bazı cahiller var ki; bazı umutlar dışında kitaptan bir şey bilmezler. (Kesin bilgileri yoktur.) Sadece sanıyorlar.
79- Elleriyle kitap yazıp cüz’i bir menfaati satın almak için “Bu, Allah’ın katındandır” diyenlere yazıklar olsun! İşte kendi elleriyle yazdıklarından dolayı onlara yazıklar olsun. Ve o adi kazançlarından dolayı onlara yazıklar olsun!