Yüzyıllar boyunca birçok devlet kuran Türkler içinde bulundukları şartlar çerçevesinde eğitim öğretim faaliyetlerine önem vermişler, bu amaçla eğitim öğretimlerini şekillendirmişler. Türkiye’nin eğitim tarihinde göz atıldığında süreci Selçuk Devletinden başlatmak mantıklı olacaktır. Büyük Selçuklular Dönemi’nde Nizam-ül Mülk tarafından bir genel öğretim kurumu olarak düşünülen ve kurucusunun adını alan Nizamiye Medresesi, 1065 yılında Bağdat’ta kurulmuş İslami bir yükseköğretim kurumudur. Selçuklular döneminde kurulan medreselerde dini eğitimin yanında, belli bir takım bilimlerin öğretimi de yapılmıştır (Özveren, 2008). Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılın ortalarına değin, eğitimin dini kurumların etkisi altında bulunduğu söylenebilir. Bununla birlikte, 18. yüzyılda Avrupa ülkelerinde oluşan ekonomik ve politik değişmeler Osmanlı Devleti’ni de büyük ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde, Batıda endüstri ve teknolojinin hızla geliştiği; Osmanlı Devleti’nin ise, ekonomik ve askeri gücünü giderek yitirmeye başladığı görülür (Sözer, 2013).
Eğitim alanında başlayan batılılaşma faaliyetleri Devlet'in hemen bütün eğitim kurumlarının merkezinde olan din eğitim ve öğretimini yakından ilgilendirmektedir. Tanzimat ile başlayan ve Cumhuriyet'in kurulması ile yeni bir safhaya giren eğitimdeki Batılılaşma faaliyetlerinin ve bu dönemden itibaren genel eğitim ve din eğitimi ile kurumlarının aldıkları şekil ancak klasik Osmanlı eğitim kurumları ve eğitimde ilk yenileşme dönemindeki zihniyetin arka planında bulunabilir (Doğan, 1997). Bu dönemde, eğitimde yenileşmeye askerî okullar açılarak bağlanmış; okullarda ilk kez Batı dilleri (Fransızca, İngilizce) programlara girmiş; 1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılmış; ilköğretim zorunluluğu ilk kez bu dönemde getirilmiş; Batı ile ilişkiler artmış ve 1830’larda Avrupa’ya öğrenci gönderilmiştir (Aktaran Sözer, 2013)
Cumhuriyet Dönemi’nde ise eğitimde hızlı bir yenileşme hareketine girilmiş, bu çerçevede; 2 Mayıs 1920’de Millî Eğitim Bakanlığı’nın kurulmuş, harf devrimi, eğitim kanunu, eğitim kurumlarının ve öğretmen yetiştirme programlarının modern eğitim sistemlerine entegrasyonu için bir takım değişikliklere gidilmiştir. Cumhuriyet döneminin başlangıcında eğitime yapılan en önemli katkılardan biri, öğretmenliğin yasal olarak “meslek” konumuna getirilmesidir. 1924 yılında çıkarılan 439 Sayılı Yasada, “öğretmenliğin devletin genel hizmetlerinde eğitim ve öğretim görevini üzerine alan, bağımsız sınıf ve derecelere ayrılan bir meslek” olduğu belirtilmiştir (Gürkan, 2013).
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Atatürk’ün eğitime dair görüşleri çerçevesinde gerçekleşen eğitim hamleleri toplumun temel ihtiyaçlarını gidermiştir. Aynı zamanda modern, yaygın, disiplinli, parasız, karma ve çağdaş olan eğitim ilkeleri sayesinde, eğitimin nicelik ve nitelik yönünden gelişmesi sağlanmıştır. Eğitim-öğretimde sağlanan birlikten ve eğitim işlerinin tamamen devletin kontrolü altına alınmasından sonra çıkarılan yeni kanun ve yönetmeliklerle yeni bir eğitim sistemi oluşturulmuştur (Demirtaş, 2008). Zaman içinde eğitim öğretim süreçleri çeşitli yasal değişikliklerle çağın gereklerine göre uyarlanmıştır. 1973 tarihli Millî Eğitim Temel Kanunu ile millî eğitimin amaçları ve ilkeleri toplu ve ayrıntılı olarak tespit edilmiştir. Bu kanun Haziran 1983'te kısmen değiştirilmiştir (Akyüz, 2012). Günümüzde 2012 yılında yapılan yasal düzenleme ile Türkiye’de 4+4+4 olarak 12 yıl kesintisiz eğitim zorunludur ve parasızdır.