Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə22/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   178

Böylece, bu bölgeye “gelen” Kürt aşiretleri başlıca olarak yarı göçebe hayat sürdürmek zorundaydılar. Göçebe hayatı sürdüren kabileler esasen hayvancılıkla uğraşıyorlardı ve yukarıda sözünü ettiğimiz özellikler, Urmiye’nin yarı göçebe hayat tarzı için müsait bir bölge olduğunu göstermekteydi. Urmiye vilayetinin dağlık ve aran bölgelerinde birbirine yakın eski köyler yerleşik hayat sürdüren nüfusun yaşama yeri olmuştur. Aynı köylerin harabeleri ve onlar arasında ilişki kuran kervan yollarının kalıntıları günümüze kadar gelmiştir. Bunun dışında, kırlarda yerleşen köylerin tarlalarını sulamak için yakın nehirlerden çekmiş oldukları birçok kanal ve arkla

rın kalıkları da vilayetin çeşitli yerlerinde görülmektedir.19 Tüm bunlar Urmiye Hanlığı’nın ovalıklarında yerleşik hayatın geniş çapta geliştiğini kanıtlıyor.

XVIII. yüzyılının ortalarından başlayarak tüm Azerbaycan hanlıklarının ekonomisi için doğal (aynı ekonomi) ekonominin mevcutluğu normal hal idi. Burada başlıca rolü feodal üretim ilişkileri oynuyordu. Bu dönemde önceler olduğu gibi yine ekonominin önemli, gelişmiş dallarını hayvancılık ve çiftçilik oluşturuyordu. Esas ekin, biçin toprakları, toprak arsaları, yaylalar, kışlalar, sulama kavşakları feodallerin özel mülkiyetine dahildi. Bu dönemde feodal toprak mülkiyeti biçimleri mevcuttu. Tüm diğer hanlıklarda olduğu gibi, Urmiye vilayetinde de toprak mülkiyeti kategoriler üzere ayrılıyordu. Buradaki toprak sahipliği biçimlerini; mülk, hamis, vakıf, süyurgal-tiyul, maaf toprakları vb. oluşturuyordu.

1. Mülk veya erbabi topraklar atalardan miras olarak kalmış olan, hiç bir şarta tabi olmayan toprak alanlarından, su kanallarından, ormanlardan, otlaklardan vb. oluşmaktaydı. Mülk sahibi kişilere mülkedar, yani sahipkar veya erbab deniyordu. Başka mülkiyet biçimlerinden farklı olarak, onlar kendi mülklerini satmak, değiştirmek ve başkasına bağışlamak yetkisine sahiplerdi. Orta Çağlarda Urmiye vilayetinde köylülerin çalıştığı verimli toprakların yaklaşık yüzde 40’ı, ayanlar, tüccarlar, beyler, ruhaniler vb. gibi zümrelerden oluşan birçok sahipkarların (mülkedarların) elinde bulunuyordu.20 Bu sahipkarlar arasında en iri toprak sahipleri Avşar eli beyleriydi.

2. Ortaçağlarda İran, Azerbaycan, Orta Asya ve başka komşu ülkelerde hasse, halise ve yahut divani toprak mülkiyet biçimleri yaygındı.

Hasse toprakları şah ve onun ailesine özgü topraklardan oluşuyordu.

Halise veya divan toprakları ise devlet toprağı olup yerli hakimler ve devlet memurlarınca idare ediliyordu. Divan toprakları hazineye, devlete ve han divanhanesine mahsus bulunan topraklardı.

XVIII-XIX. yüzyıllarda Urmiye vilayetinin verimli toprakları bulunan bölgelerde (şehir etrafı, Enzeli, Rövze vs. mahallarda) birçok halise toprakları vardı. Avşar hanlarının bağımsız hükümranlıkları döneminde onlar aynı araziyi önceleri de olduğu gibi, “Halise toprakları adı altında tutmuş ve onları kendi mülkleri gibi kullanmışlar. Hanlık döneminde geniş toprak arazisi bulunan 63 köy, hanlığın “halise toprağı” sanılıyordu, bu da vilayetteki tüm köylerin hemen hemen yüzde 18’ini oluşturuyordu.21

Halise topraklarının başlıca türleri şunlardan oluşuyordu:.

a) Halise-yi Mazbut Toprakları: Mazbut kelimesi “zapt” kelimesinden alınmış ve müsadere etmek, el koymak anlamına gelmektedir. Mazbut veya zapt-ı halise toprakları, merkezi hakimiyete tabilikten kaçan, vergileri zamanında ödemeyen ve askeri mükellefiyetleri yerine getirmekten kaçınanlardan müsadere edilmiş toprak arsalarına deniyordu. Mazbut toprakları, sahibini cezalandırmak amacıyla geçici olarak da müsadere edilebiliyordu. XVII. yüzyılın ortalarında Avşar hanları bu yöntemi kullanarak şüphe doğuran mülkedarların topraklarına ya tamamen ya da belli bir süre için el koymuşlardı.

b) Halise-yi İntikali (Arapça birinden başkasına geçirme, bırakma anlamına gelir): Tiyul tipinden topraklardandır. Çalışma, hizmet etme karşılığında devlet memurlarına tamamen veya geçici olarak verilen topraklara deniyordu. İntikali toprak sahası almış kişi, işinden veya görevinden alınınca, aynı topraklar ondan geri alınarak halise topraklarına birleştiriliyordu.

c) Bezr-i Halise Toprakları (bezr ekin anlamındadır): Herhangi bir neden yüzünden (mesela, savaş sırasında) kendi topraklarını bırakıp başka yerlere göçmüş mülkedarların toprakları idi. Bu topraklar devlet tarafından ekilirdi. Toprağın asıl sahibi istediği zaman kendi toprağını geri alabiliyordu.

d) Sebt-i Halise topraklar (Sebt, Arapça sayıma alınmış, listesi tutulmuş demektir): Uzun süre sahipsiz kaldığı için ekilmeyen topraklardı ve bu topraklar çoğu zaman sahibi bulunsa bile geri iade edilmiyordu. Urmiye vilayetinde sebt-i halise toprakları kendi sahiplerine geri iade edilmeyip Avşar hükümdarlarının mülk topraklarına çevrilmişti.22

III. Vakıf toprakları, mescit, cami, kutsal ibadet mekanları, ocaklar vb. gibi çeşitli dini kurum ve kuruluşlara özgü topraklardı.

Ayrı ayrı köyler, toprak alanları, bahçeler, evler, dükkanlar, hamamlar, kervansaraylar da vakıf mülkiyetine dahildi. Bu topraktan alınan gelir belli bir ruhani grubunca benimsenirdi. Bu gelirin belli bir kısmı ise kutsal yerlerin, ziyaretgahların, camilerin çeşitli masraflarını karşılamak için harcanıyordu. Vakıf mülkiyeti özel ayrıcalıklara sahipti ve devlet vergilerinden muaf tutuluyorlardı.

Vakıf topraklarının vakfa has adlanan biçimleri de bulunuyordu.

Vakfa has toprakların mülkiyeti hiçbir engel olmadan kuşaktan kuşağa geçiyordu. Genellikle, bu toprakta çalışan köylülerin ürünün onda bir kısmını sahibine vermesi gerekiyordu. Fakat Urmiye vilayetinin din adamları, ruhaniler vakıfa has toprakların mahsulünün onda dörtlük kısmına sahip çıkıyorlardı. Ama, ruhaniler vakfa has topraklarından alınan ürünün yalnız onda bir kısmını alıyorlardı. Ürünün geriye kalan kısmı ise toprak sahibinin tüm aile üyeleri ile çiftçi köylüler arasında paylaştırılıyordu. Aynı ürünün üçte bir kısmı toprak sa

hibine, üçte iki kısmı ise kendi iş hayvanlarını çalıştıran ve tohum harcayan köylülere veriliyordu.

Urmiye vilayetinde toprak arsaları, bahçeler, yapılar vb. yalnızca Müslümanlara değil, Hıristiyan din adamları ve kiliselerine de vakfedilmişti. Örneğin; burada Behşi-Reşiyan, Nasir, Tesmalu vb. köylerinin halkı kiliselerinin ve Hıristiyan din adamlarının hayrına vakfedilmişti.23

Hanlıkta Şiilerin vakıf mülklerinin oranının daha fazla olması da konunun bir başka ilginç yönünü oluşturuyordu.

Vilayette bulunan emlakın yaklaşık yüzde 10’u Şii anlayışına mensup vakıfların mülkü olduğu halde, pek az sayıda köy Sünni vakıf toprakları sırasında kaydedilmiştir.

IV. Urmiye Hanlığı’nda mevcut bulunan toprak mülkiyet türlerinden biri de vilayetin uç ve dağlık bölgelerinde yaygın olan icma (camia, topluluk) toprak mülkiyeti idi. Araştırdığımız dönemde birçok köylü grupları daha kabileler halinde yaşıyorlardı. Her uruğun, kabilenin kendine özgü icma toprak alanı bulunuyordu. İcma topraklarında yaşayan çeşitli urukların esas mesleği hayvancılıktan ve kısmen çiftçilikten oluşuyordu.

Urmiye vilayetinde yaşayan urukların kuruluş yapısı ve onların yönetim şekli çok basitti. Bunlar mükellefiyetleri toplu şekilde yerine getiriyorlardı. Vergiler uruk üyeleri arasında dağıtılıyordu.24 Burada yaşayan uruklar tuttukları toprak alanlarının büyüklüğüne ve küçüklüğüne bağlı olarak Urmiye hanlarına vergi veriyorlardı ve askeri mükellefiyeti yerine getirmeleri zorunlu idi.

Böylece, XVIII. yüzyılın ortalarında Urmiye Hanlığı’nda uç toprak mülkiyeti başlıca toprak biçimlerini oluşturuyordu: Halise, şartı olarak verilen tiyul toprakları ve mülk. Fakat, diğer güney hanlıklara kıyasla Urmiye vilayetindeki tiyul topraklarının saha ölçüsü halise topraklarının sahasından çok daha az, vakıf topraklarının saha ölçüsü ise tamamıyla cüzi olduğunu da belirtmek gerekir. Buradaki toprak alanlarının yüzde 18’inin halise, yüzde 8-10’unun vakıf, geriye kalan kısmın ise erbabı mülk kategorisine dahil topraklardan oluştuğunu söyleyebiliriz.25

V. Tiyul toprakları, merkezi hakimiyete gösterilen hizmet karşılığında, il beyleri ve divan toprakları sayesinde tiyul adı altında şartlı verilen topraklar daha genişti.26

Bilindiği gibi, 1610 yılına kadar Urmiye vilayeti beredost Kürtlerine tiyul olarak verilmiş topraklar olarak biliniyordu. Fakat aynı tarihten başlayarak XIX. yüzyılın ortalarına kadarki süre içinde aynı vilayet, etkin Avşar beylerinin tiyul topraklarına çevrilmişti. Tiyuldar kendisine verilmiş toprakta vergi ve mahkeme dokunulmazlığına sahipti. Fakat tiyul olarak aldığı toprak üzerinde kendi özel mülkiyetinde olduğu gibi emir veremez, hüküm edemezdi.27

Tiyul sahibi onu satmak ve bağışlamak hukukuna sahip değildi. XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Urmiye hanları, hanlığı korumak ve genişletmek amacı ile askeri mükellefiyet taşıyan ve kendi silahlı güçleriyle beraber hanın tarafında savaşmaya hazır bulunan seçkin bey ve komutanlara toprakları tiyul olarak vermeye başladılar.28 Bağış olarak verilen tiyul toprakları çoğunlukla komşu vilayetlerden alınmış ve itaat etmek istemeyen mülkedarların el konulmuş toprak sahalarından oluşuyordu. Bundan başka, kimi hallerde bir veya birkaç köyde yaşayan vilayet beylerine, valilere ve sadece o topraklarda çalışan nüfustan bazı kişilere de tiyul olarak küçük toprak alanları veriliyordu.29 Bu topraklara sahip ailelerin, halkla beraber askeri mükellefiyetlerini yerine getirmeleri gerekiyordu.

XVII. yüzyılın ortalarında Urmiye Hanlığı’nda nüfusunun esas kısmını her zaman olduğu gibi feodaller ve köylüler oluşturuyordu. Şehirlerde ise sanatkarlar-zanaatçılar, esnaflar ve tüccarlar oturuyorlardı, fakat doğal ekonominin egemen olduğu bir ortamda onlar kesin ve çözümleyici rol oynayamazlardı.

Urmiye vilayeti sakinleri ve feodallere bağlı köylüler, sosyal durumlarına göre reayalara, rençberlere ve çarlara ayrılıyorlardı.

Reaya halise, tiyul ve vakıf topraklarında çalışan köylülerin esasını oluşturuyordu.30

Çoğunlukla reayalardan oluşan bu köylüler Müslüman Türk ve Hıristiyan nüfus idi. Reayalar mülkedarlara (toprak sahiplerine) sadece ekonomik açıdan değil, aynı zamanda özel ve tüzel olarak da bağımlı bulunuyorlardı.

Reayalar da sosyal durumuna göre zengin, orta düzey ve fakirler olmak üzere üç yere ayrılıyorlardı. Bunlar sırasıyla hampalar, yarı hampalar ve tırnaklar adlanıyorlardı.31

Urmiye’de reayalardan sonra rençberler işçi halkın başlıca kısmını oluşturuyorlardı. Onlar her tür üretim araç ve gereçlerinden, binek ve yük hayvanlarından, toprak arsalarından yoksun olduklarından dolayı, sadece toprak sahiplerinin topraklarında çalışmak zorundaydılar.

Urmiye vilayetinde rençberlerin başlıca uğraşısı buğday, çeltik, pamuk tarlalarında çalışmak ve mülkedarların (toprak, mülk sahiplerinin) hayvanlarına bakmaktı. Genellikle rençberlerin zor durumu, ağır iş ko

şullarında çalışmaları ataerkil kölelerin durumuna benziyordu.

Urmiye’de toprak ve tarım aletlerini kaybetmiş reayalar, başka hanlıklardan kaçıp gelenler rençber olarak çalıştırılıyorlardı.

Karalar Avşar eline ait olmayan en fakir, gündelikçi çalışanlardı. Bunların toprak ve tarım araç ve gereçlerine Avşar ve Kürt kabileleri tarafından el konulmuştu. Hiç bir sürekli işleri olmadığından dolayı, onlar “bikarlar” (Farsça-işsiz anlamına gelir) olarak adlanıyorlardı. Karalar toprak sahiplerinin malikanesinde çoban, bahçıvan, hizmetçi olarak çalışıyorlardı. Rençberlerle kara köylüler arasında çok az fark olduğunu da belirtmemiz gerekir.

Genellikle Urmiye’de yaşayan köylülerin durumu pek zor ve çekilmezdi. Zor durumda çalışmak başlıca olarak rençberleri yaşadıkları yerleri, yurtları terk etmek zorunda bırakıyordu. Yurtlarını, yerlerini terk eden rençberler her şeyden önce yaşama ve çalışma için gereken araç ve gereçlerden yoksun olduklarından, yeni yerlerde de yeni toprak sahipleri, zengin kişiler için çalışmak, rençberlik yapmak zorunda kalıyorlardı.

Hanlıkta mevcut olan vergi sistemi köylülerin onsuz da zor olan durumunu daha da çekilmez hale getiriyordu. Bu dönemde vergi ve mükellefiyetlerin sayısı hayli fazla idi.

Urmiye Hanlığı’nda çiftçilik, bağcılık ve hayvancılıkla beraber zanaat da gelişmişti. Nüfus, maden türleri, tuz, mermer, kaya taşı ve başka mallar üretiyordu. Burada insanların hayatında önemli olan birtakım zaruri tüketim eşyaları hazırlanıyordu.

Elde edilmiş yünden kumaşlar, çadır malzemeleri eşarp, halı, kilim, cecim, keçe vb. imal ediliyordu. Hanlığın Urmiye, Uşnu ve Beredost bölgelerinde üretilen çok dayanıklı, güzel, zarif işlemeli halılar ve kilimler ün kazanmıştı.

Hanlıkta halkın gereksinimlerini karşılayan demircilik, bakırcılık (bakırdan mutfak ve ev eşyaları-kapkaçak hazırlama sanatı), boyacılık, marangozluл, doğramacılık, oymacılık (ağaç üzerinde oyma işleme ve desenler yapma) ve başka zanaat türleri mevcuttu.

Askeri araç ve gereçlerin (silahların) hazırlanması ve sağlanması için Urmiye şehrinde özel imalathaneler ve cephaneler bulunuyordu.

XVIII. yüzyılda Urmiye vilayetinde inşaat alanında da çok becerikli mimarlar ve ustaların olduğu bilinmektedir.32 Bunlar arasında taş üzerinde çalışan zanaatkarlar daha fazla ün kazanabilmişlerdi. Sıradan inşaat taşlarının dışında Urmiye’de çok yüksek kalitede beyaz ve elvan mermer taşları vardı. Dolayısıyla bu da taş sanatçılığının gelişmesine neden olmuştu. Burada işlenen taşların bir kısmı komşu vilayetlere, İran ve Orta Asya’ya götürülüyordu.33 Urmiye vilayetinde marangozluk ve ağaç üzerinde oyma sanatı da önemli yer tutmaktaydı. Urmiye zanaatkarlarının hazırladıkları tahta kutu, tavla, satranç vb. zanaat eşyaları, enfesliği ve zarifliği ile ün kazanmıştı. Bu enfes işlemeli eşyalar Türkiye, İran, Azerbaycan ve hatta Gürcistan’da satılıyordu.34

Vilayette yıllık olarak külli miktarda deri ve deri ürünleri imal ediliyordu.

Yukarda söylediklerimizin yanı sıra Urmiye’de tütün üretimi ve bitki yağları üreten çok sayıda imalathaneler vardı.

Vilayette tuz üretimi de çok geliştirilmişti. Hem iç tüketim ve hem de dış piyasaların talebi göz önünde bulundurularak dış ülkelere ihraç etmek amacıyla çok miktarda beyaz tuz üretiliyor ve ihraç ediliyordu.

Azerbaycan’ın tüm vilayetlerinde olduğu gibi, Urmiye vilayetinde de satış ve mübadele amacıyla piyasaya çıkarılmış sanayi ürünlerinden tutulan vergiler, devlet hazinesinin başlıca gelir kaynaklarından birisiydi.35 Avşar hanları sanayi malları üreten ayrı ayrı imalathane ve atölyelerden vergi alıyorlardı. Bakırhane, demircihane, dabbakhane ve faaliyet gösteren diğer sanayi imalathaneleri üzerine vergiler konulmuştu. Tüm bu etkenler zanaatın gelişimine olumsuz etki yapıyor ve üretilmiş malların fiyatlarının yükselmesine neden oluyordu.

Azerbaycan’da feodal derebeyliği ve Urmiye’deki hanlık yönetimi koşullarında zanaatın gelişimi için imkanlar yeterince kısıtlıydı. Mevcut durum ekonominin tüm dallarının, aynı zamanda da sanat ve zanaat üretiminin durmasına neden oluyordu.36

Urmiye Hanlığı coğrafi konumu bakımından dış ticaret için pek elverişli koşullara sahipti. O, bir taraftan (batıdan) Hoy, Musul, Güneydoğu Anadolu, Bağdat’a giden kervan yollarının üzerinde,37 diğer taraftan da (doğudan) Urmiye Gölü kıyısında yerleşmiştir. Bu göl aracılığıyla Merağa, Safiyan, Merent, Culfa, Tebriz vb. gibi vilayetlerle ticari ilişkileri sağlıyorlardı.38 Göl aracılığıyla ticaret yapmak daha kârlı idi. Böyle ki, bu yol çok rahattı ve bu yolla gölün kıyılarında yerleşmiş vilayetlere başka hanlıkları görmeden ve ek gümrük hakkı ödemeden ürünü satış noktasına çıkarmak mümkündü.

Urmiye’de şehirde oturan çok sayıda tüccar çeşitli mevsimlerde ihtiyaç gereği ürünleri (tahıl, üzüm, bezelye, deri/köşele/ve diğer tarım mahsulleri de) satıyor ya da bu ürünleri dış pazarlara götürmek için hazır bekliyorlardı.39

Urmiye şehrinde uzun kubbeli pazar ve pazarın içinde çok sayıda çıkmaz sokaklar vardı. Dış memleketlerden getirilmiş ürünler yerli ve yabancı tacirler tarafından bu pazarlarda satılıyordu.

Urmiye Hanlığı’na gereken araç ve gereç genellikle Rusya’dan getiriliyordu. Buradan da pamuklu kumaşlar, basmalar, cam ve billur kap kaçak, çay, kibrit, maden çeşitleri, süs eşyaları, mahut vb. vilayete ithal ediliyordu.

Heşterhan Limanı gümrüğünün müdürü İvanov’un 25 Haziran 1809 yılı tarihli mektubuna dayanarak Urmiye vilayetinden yıllık olarak bol miktarda kumaş, baş örtüsü, bez, badem, biber, kişniş ve elli bin manatlık meyve çeşidinin Rusya’ya ihraç edildiğini söylemek mümkündür.40 Bunun yanı sıra Rus tüccarlar, Azerbaycan’ın güney vilayetlerinden yıllık olarak ortalama 400 bin put pamuğu Rusya’ya götürüyorlardı, bunun da önemli kısmı ve en kalitelisi Urmiye’den alınıyordu.

Rusya’dan getirilen mal da pek gerekli, kaliteli ve ucuza mal olduğu için yerel nüfus, özellikle sade halk bu tüketim eşyalarını büyük mutluluk ve memnuniyetle alıyorlardı.41.

Yukarda kaydedildiği gibi, Urmiye’den geçen kervan yollarının yanı sıra Bağdat ve Osmanlı’ya giden kervan yolları da çekilmişti. Derediz’den geçen bu yolla başka hanlıkların toprağına girmeden, direkt olarak Osmanlı’ya gitmek mümkün olduğu için bu yol Urmiye tüccarları için daha elverişli idi. Buna göre de bu yol yılın tamamında kervanlarla dolu oluyordu.

Bağımsız han hakimiyeti döneminde Urmiye’de, Azerbaycan’ın başka vilayetlerinde olduğu gibi, dış ticaret canlanmaya başlamıştır. Birçok tüccarlar yerel ürünleri dış vilayetlere götürüyor ve oradan da bölgeye en çok gereksinim duyulan tüketim malları, zanaat ve tarım ürünleri getiriyorlardı.

Urmiye’den komşu ülke ve vilayetlere tuz, tütün, pamuk basmalar, bezelye vb. gibi çeşitli tarım ürünleri, Orta Asya, Kafkaslar ve İran’a elvan mermer taşları, yine Kafkasya, Dağıstan ve Rusya’ya ipek yün, kuru meyve, badem, biber, deri-kösele, halı vb. gönderiliyordu.42

Vilayetin İran işgalinden kurtularak tam bağımsızlık kazanmış olmasına rağmen, siyasi dağınıklık, feodal derebeyliği ve fazla yolsuzluklar ticaretin gerektiği kadar gelişmesine imkan vermiyordu.

Ticaretin gelişmesine engel olan etkenlerden biri Azerbaycan’ın ayrı ayrı vilayetlerinde çeşitli para, tartı ve ölçü birimlerinin bulunması idi.

Her vilayette aynı hanlığa ait para basılıyordu.43 En fazla yaygın olan paralardan Karabağ “penebad’ını” (penehabadını), Tebriz “dinar”ını, “abbası”, “meşedi”, “köpük”, “bisti” vb. adlarda türlü para birimlerini gösterebiliriz.44

Güney Azerbaycan hanlıklarında esas sikke İran’da olduğu gibi “abbası” adlanıyordu. Ama ayrıca tüm Azerbaycan şehirleri, Urmiye de dahil olmak üzere, kendi paralarını, sikkelerini basıyordu. Darphane, genellikle Han’a ait olurdu, o da büyük tutarda para alarak kendi darphanesini iltizama verebilirdi.

Azerbaycan’ın ayrı ayrı hanlıklarında kullanan tartı ve ölçü birimlerinin çeşitliliği daha da karmaşıktı. Tartı birimlerinden batman hemen hemen her vilayette ayrıca ağırlığa sahipti. Batman taşlarının çeşitli isimlerle küçük çeki taşlarına bölünmesi veya aynı batmanlarla oluşmuş çeşitli çekiden “halvar”ın rengarenkliği fazlaca problemlerin ortaya çıkmasına neden oluyordu. Bu da vilayetler arasında yapılan ticaret işini zorlaştırıyor ve onun gelişmesine engel oluyordu.45

Bir yerden diğer yere mal götüren tüccarların mallarının korunmasında kimsenin sorumluluğu yoktu. Onlar çoğu zaman ayrı ayrı vilayetlerde bölge beylerinin veya hanların silahlı müfrezelerinin saldırılarına, yağmalarına uğruyorlardı.

Azerbaycan’ın bir grup başka hanlıklarında olduğu gibi Urmiye Hanlığı’nda da aynı ve para ile alınan vergileri ikiye ayırabiliriz. Bunlardan birincisi miktarı, ödeme şekli, zamanı önceden belirlenmiş olan ve devamlı şekilde tam zamanında toplanan esas vergiler, diğeri de belli olaylara ve nedenlere bağlı olarak toplanan ikinci vergilerdir.

Esas vergilerden biri malu cahat adlanıyordu. Malu cahat vergisinin toprağın kalitesi ve ekin koşulları ile ilgili olarak miktarı da değişebiliyordu.

Kuru tarımdan elde edilmiş ürünün onda iki kısmı toprak sahiplerinin payına düşüyordu, onda sekizi ise çiftçiye aitti.

Ekilmiş alanlarda kullanılan ekin araç gereçleri köylüye ait olduğu takdirde ürünün x kısmı çiftçinin ve x kısmı da toprak sahibinin payına düşüyordu. Tohumluk buğday toprak sahibince verildiği takdirde elde edilmiş ürün, köylüyle toprak sahibi arasında eşit bir şekilde paylaşılıyordu.

Vilayette pirinç, bezelye, hatta samandan alınan malu cahat vergileri de buğday ürününe uygun olarak belirleniyordu.

Pamuk ekini Urmiye’de yaygın ve gelişmiş olduğu için köylülerin elde edilmiş Amerika cinsinden pamuğun 1/5 kısmını, yerel cinsten, pamuğun ise 1/10 kısmını toprak sahibine vermeleri gerekiyordu.

Malu cahat dışında köylüler feodal rantının esas kaynağını oluşturan diğer türden vergiler ödüyorlardı. Tarım vergilerinin sıralanması ayrıca bir araştırma konusu olduğundan biz bunlar üzerinde pek fazla durmuyoruz. Hanlıkta vergi toplanması, mükellefiyetlerin yerine getirilmesi ilkeleri aynı olsa da, vergilerin miktarı yerel koşullara, başlıca tüketicilik, uğraş (istihdam) ve ekonomik durumlara bağlı olarak değişebiliyordu.

Köylüler vergileri ödemekle beraber kendi ağaları için emek mükellefiyetiyle de yükümlü idiler.

Köylüler bikari (biyar işi) adlanan mükellefiyeti yerine getiriyorlardı. Köylülerin feodal ve toprak sahipleri için taşıdıkları zorunlu emek mükellefiyeti biyar diye adlanıyordu.

Bilindiği üzere, toprak sahibi verimsiz toprakları köylülere dağıtıyor, verimli toprakları da kendileri için sağlıyorlardı. Köylüler aldıkları bu pay topraklarının karşılığında ödedikleri vergiler dışında, toprak sahiplerinin toprağında çalışmak zorunda idiler.46 Bu köylüler, aynı zamanda diğer çeşitli yükümlülükleri de yerine getirmek zorundalardı.

Genellikle, Azerbaycan’ın ayrı ayrı hanlıklarında Hıristiyanlar askeri mükellefiyetten muaf tutulmuşlardı. Fakat Urmiye vilayetinde mükellefiyet meselesi istisnayı oluşturuyordu. Burada Hıristiyanlara ödetilen askeri mükellefiyet 1784 yılından itibaren Imankulu Han Avşar’ın hükümranlığı döneminden uygulanmaya başlanmıştır.47

Ticaret ve sanayi ürünlerine koyulmuş ağır vergiler de ticaretin geliştirilmesine olumsuz etki yapıyordu. Rus gezgini N. Zeydistan’ın verdiği bilgiye göre Urmiye’de ticaret ürünlerine koyulmuş vergilerin miktarı han tarafından saptanmış bulunsa bile vergi toplayanlar kuralları çiğneyerek tüccarlardan istedikleri kadar vergi parası alıyorlardı.48

Aynı dönemde Azerbaycan’ın ayrı ayrı mahsulünden toplanan vergi türleri Nuha Hanlığı’nın yasalar mecmuası olan “Destur-ül emel”e de yansımıştı.49 Bu belgede ticaret ve sanayi ürünlerine koyulan vergilerden Rahdari ve Bağdari vergilerinden başka, ek olarak 14 tür verginin adı sıralanmıştı. En ağır ve karmaşık vergi rahdarların aldıkları vergi idi. Bu vergi tüm zanaat dalları ve ticaret ürünlerinden alınırdı. Vilayete getirilen veya vilayetten başka yerlere gönderilen her türlü mahsulden gümrük parası alınıyordu. Gümrük vergisi ticaret ve zanaat üzerinde ağır bir yük oluşturuyordu.

“Bağdari vergisi” şehre gelen (dahil olan) tüccarlardan “toprak bastı” vergisi olarak alınıyordu. Kafkas Arkeografi Komisyonu’nun topladığı belgelere dayanarak, Urmiye vilayetine dahil olan tüccar ve yardımcıları kişi başına iki tümen bağdari vergisi vermek zorundalardı.50

Tüccarlar uzak yerlere götürdükleri veya oradan vilayete getirdikleri ticaret mallarını birkaç hanlığın arazisinden geçirirken, her vilayette rahdarlara gümrük ve bağdarlara da “toprak bastı” vergisi vermek zorundaydılar. Bunun sonucunda ürünün fiyatı artıyor ve halkın tüketimi azalıyordu.

Tüccarların gümrük vergisinin dışında, mallarını, diğer eşyalarını tuttukları han sahiplerine ve o hanın yerleştiği pazarın (çarşının) kahyasına vergi vermeleri gerekiyordu.51

Toplumsal işbölümü az geliştiğinden, şehir nüfusu ayrı ayrı hanlıklar tarafından koyulmuş gümrük vergilerinin üstesinden gelemiyorlardı. Ülkede egemen olan feodal derebeyliği ticarete, zanaat ve pazara olumsuz etki yapmakla beraber, onların gelişmesine de engel oluyordu.

XVII. yüzyılın ortalarında Urmiye Hanlığı, idari bakımdan Mergever, Berdesur, Tergever, Beredost, Sumay, Enzel, Deşt, Uşnu, Sulduz, Del, Nazlı, Bekkşilu, Urmiye ve Roze olmak üzere 14 bölgeye bölünüyordu.52

Her bölge yerli beyler ve onların çeşitli görevlere atadıkları temsilcileri tarafından idare ediliyordu.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin